Nicedir bir soğuk savaş var film yapımcılarıyla aramızda. Onlar diyorlar ki “bak süper aksiyon yaptık, kamerayı en olmayacak yerlere soktuk, bir de utanmadan olayların ıncığını cıncığını ağır çekimde gösterdik, izlerken kendinden geçeceksin.” Ben de cevap veriyorum: “Tamam, bunları yapmışsınız da hikâye nerede?” Yanlış anlaşılmasın, sinemada aksiyonun estetiğiyle bir alıp veremediğim yok. Hatta hoşuma da gider ama sırf ağır çekim hareketlerin estetiğinden oluşan filmler de pek çekilmiyor. O kadar saat koltukta oturup estetik seyretmek istediğimde baleye gidiyorum zaten. O yüzden bu şahane aksiyon sahneleri benim gözümü boyayamıyor, filmin kusurlarını örtemiyor.
Wanted, ümit vaat eden bir konuya sahip. Wesley Gibson silik bir insandır. Kendi de bunu kabullenmiş, hayatını boşa harcamaktadır. Adını Google’da arattığında bile hiç sonuç çıkmamaktadır ki bir insanın toplum nazarında var olmadığını anlatmanın bundan daha pratik bir yolu yoktur herhalde. İşyerinde ezilmektedir, en yakın arkadaşı sevgilisiyle sevişmektedir, üstelik sevişmek için gereken ertesi gün hapı, prezervatif gibi ihtiyaçların parasını Gibson’a ödetmekte sakınca görmeyecek kadar da yüzsüzdür. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Gibson, bir de panik atak hastasıdır ve sürekli ilaç kullanmaktadır. Birbirine benzeyen günlerin birinde yine ilacını alırken Wesley’in yanına Fox adında esrarengiz bir kadın yanaşır ve 7 günlükken evi terk eden babasının öldüğünü söyler. Wesley Gibson henüz bunun şokunu atlatamadan saldırıya uğrar. Fox, Wesley’i kurtarır ve 1000 yıllık bir suikast timi olan Cemiyet’e ait binalardan birine götürür. Burada aslında hasta olmadığını, Cemiyet’e katılabilecek çok özel insanlardan biri olduğunu öğrenen Gibson, ilk önce itiraz etmesine rağmen Cemiyet’e katılır. Çıktığı bu yolculukta özgüvenini kazanacak, babasının intikamını alacak, kısacası Cemiyet’in verdiği eğitimin de yardımıyla bir taşla kuş katliamı yapacaktır.
“Şpoyler” uyarısı: Bu paragraftaki italik cümül, filmin sonu hakkında bilgi içermektedir.
Bugüne dek hiçbir filmi fizik kurallarına harfiyen uymadığı için suçlamadım ve suçlamayacağım da. Ancak Dünyanın mantığına bağlı kalmayan filmler, kendi içlerinde bir mantık döngüsü oturtmak zorundadırlar. Wanted’ın bu konuda sınıfı geçtiğini söylemek zor. İki arada bir derede kalmış. Bazı şeyler açıklanıyor. Örneğin Cemiyet’in (Fraternity) suikastçılarının nabızlarının dakikada 400’e çıktığı, adrenalin patlaması yaşadıkları, bu yüzden algılarının aşırı açıldığı ve çok hızlı hareket ettikleri söyleniyor. Bu açıklama, filmin olağan üstü ve estetik aksiyon sahnelerinin altını dolduruyor. Yine de finalde Angelina Jolie’nin karakteri olan Fox’un attığı kurşunun tam dairesel bir yol çizmesi ve bu esnada karşısına çıkan kafataslarını parçalarken güdümlüymüş yolundan sapmaması (Fox da dâhil olmak üzere 5 kişinin ipe dizilmiş gibi ölmesi) biraz zorlama olmuş. Zira Wanted’ın evreninde kurşunlar olağan üstü değil, insanlar öyle. Falsolu kurşunu da anlarım ama kafatasını delip geçen bir kurşunun yolundan sapmaması, filmin oluşturduğu mantık çerçevesinde açıklanan bir durum değil. İş Cemiyet’e geldiğindeyse Wanted iyice tembelleşiyor. Açıkçası filmin konusu üzerinde bu kadar büyük bir ağırlığa sahip olan kurumun sadece başta çıkan 3 satır yazıyla açıklanmış olması, filmin kendini sabote ettiği alanlardan biri. Neymiş efendim? Bir grup dokumacının bir gün kafasına esmiş, suikastçı bölüğü oluşturmuş. Bak sen. Niye dokumacı da eli silah tutan avcı, asker gibi sınıflardan değil? Buna cevap var. Bizim dokumacılara vahiy geliyor çünkü. Peki madem vahiy geliyor, neden bu bilgileri öldürme işinin ehli insanlarla paylaşmıyorlar da olayı kendileri ele alıyorlar? İğne, iplik, tezgâhla uğraşan insanların eli nasıl bir anda silah tutmaya başlıyor? İşte buna yanıt yok. Cemiyet’le ilgili saçmalıklar bu kadarla da bitmiyor. Kimden vahiy geliyor? Kaderden. Bu vahiyler dokuma tezgâhındaki ipliklerin alttan veya üstten geçmelerine göre çözülüyor. Yani vahiy bile şifreli geliyor. Ben kader “ağlarını örer” diye biliyordum ama kendisiyle pek sık görüşmediğimizden olsa gerek, işleri büyütüp dokuma fabrikası kurduğundan haberim yoktu.
Mesaj kaygısı olan bir filmden daha kötü olan tek şey, yanlış mesajlar veren filmlerdir herhalde. Wanted, bu konuda şampiyonluğa oynuyor ve insanın ağzında bir Kurtlar Vadisi tadı bırakıyor. Filme bir ezik olarak başlayan esas oğlanımız, gücü elde edince hemen ezmeye başlıyor. Yani insanın iyi olmak gibi seçeneği yok. Ya ezileceksin, ya ezeceksin. Kimseye zarar vermiyorsan zarar verecek gücün olmadığındandır diyor film. Güçsüzsen bir hiçsin ve senin suçun. Kurtulmaya çalışmadığın, başkalarını ezmediğin, kendinden güçsüzünü bulamadığın için senin suçun. En yakın arkadaşın sevgilinle yatıyorsa senin suçun. Patronun seni aşağılıyorsa senin suçun. Başka? Yağmur yağarsa da benim suçum mu? Geçelim, daha da kaygı verici bir şey var çünkü. Baş karakter Wesley Gibson’ın kendine güveni yavaş yavaş, bir süreç sonucunda değil, parayı bulur bulmaz geliyor. Yani güçsüzsen hiçsin ama paradan başka da güç yok dünyada. Ne zaman hesabına bakıyor, üç milyon doları görüyor, kendini aşıyor. Patronunun kilolarıyla dalga geçmeye, ancak çocuklara yakışan bir olgunluk seviyesiyle fiziksel görüntüsü yüzünden aşağılamaya, sevgilisiyle yatan arkadaşının kafasında klavye parçalamaya başlıyor. Karakter bu ani değişimleri yaşarken siz özgüvenini kazandığını değil, parayı bulunca “basenlerinin” tavana vurduğunu düşünüyorsunuz (en kibar böyle ifade edebiliyorum). Yani filmin başkarakteri Wesley Gibson, Amerika’nın Polat Alemdar’ı olarak çıkıyor karşımıza bir nevî. Bunun da özgüvenle hiçbir alakası yok. Senaryo, bu temayı işlemeye çalışırken fena çuvallıyor. Bu durum da filmin asıl teması olan kimlik arayışının işlenişini sekteye uğratıyor ve filme büyük hasar veriyor. En yanlış mesaj ise “Cemiyet’in amacına gelindiğinde veriliyor: Daha iyi bir dünya için kötüleri öldürmek. Kötü adam enflasyonuna bu kadar müsait bir sistemi değiştirmeye ne gerek var canım? Vur gitsin. Vuracağın kişileri de kadere teslim et. Bu vahiylerin değirmeninin suyu nereden geliyor diye de sorma, sorgusuz sualsiz itaat et. Ondan sonra da başka bir filmde (mesela başrollerini Denzel Washington’la Bruce Willis’in paylaştığı 1998 tarihli Kuşatma (The Siege) gibi bir filmle) aynı mantıkla çalışan intihar bombacılarına bakıp bir dine mensup olan tüm insanları tümden karala. Buna zannedersem çifte standart deniyor. Filmde bu sistem eleştirilse, ben de böyle bir eleştiri getirmeyeceğim. Filmde eleştirilen şey, insanüstü bir yerden emir alıp birilerini öldürmek değil, insanlardan emir alıp öldürmek. Sistemin işlememesi eleştiriliyor, sistem değil. Yani bir intihar bombacısı Tanrısı’ndan emir alıyorsa tamam. Ama emri örgütte üst rütbeli biri veriyorsa, o zaman yanlış. Çünkü Wanted evreninde muğlâk, ilahi bir yerden emir geldiği sürece öldürmek doğru bir şey. Dogmada, örümcek beyinde son nokta.
Filmin oyuncu kadrosu, bünyesinde son derece güçlü isimler barındırıyor. Son zamanların yükselen yıldızı James McAvoy’a esas oğlan Wesley Gibson rolü teslim edilmiş. McAvoy görevini yapıyor. Özellikle Gibson’ın sümsük halini vermekte son derece başarılı. 60 Saniye (Gone in 60 Seconds), Hayatın Benim (Taking Lives), Tomb Raider, Sky Captain ve Yarının Dünyası (Sky Captain and the World of Tomorrow), Bay ve Bayan Smith (Mr. & Mrs. Smith) gibi filmlerle yeteneğini yeterince harcamadığını düşünüyor olacak ki, Angelina Jolie bu filme de evet demiş. Belki de “onca hayır işinin arasında bir de sinemayla uğraşamam” deyip kolay yoldan para kazanmak istiyordur. Usta oyuncu Morgan Freeman’ın her zamanki dingin sesiyse, maalesef bu filmde karakterine derinlik vermekten uzak. Bu Freeman’dan değil, senaryo sayesinde ortada pek oynayacak bir rol olmamasından kaynaklanıyor. Denizci (The Limey) filminin yıldızı Terence Stamp nispeten daha başarılı ama filmde toplasanız en fazla 5 dakika görünüyor. Bir görünüp bir kaybolan ve harcandığını düşündüğüm bir diğer isimse Kıyamet Günü (Doomsday) filminde döktüren iki oyuncudan biri olan David O’Hara. Yönetmen Timur Bekmambetov da görevini layığıyla yapanlardan. Zaten tarz itibariyle yönetmenin adını duyurmasını sağlayan Gece Nöbeti (Night Watch) ve Gündüz Nöbeti (Day Watch) filmlerine yakın olan Wanted için doğru bir seçim olduğunu gösteriyor.
Çok güzel olduğunu düşündüğüm aksiyon sahneleriyle bezeli bir film Wanted. Ancak bunun çok değil, bir adım ötesine geçtiğinizde tek kelimeyle batıyor film. Dünya’nın mevcut konjonktüründe yanlış kavramları yücelten, daha da önemlisi kendi içinde bir mantık döngüsü oluşturmayıp, tıpkı filmin kimin öldürüleceğinin kararını kadere bırakıp sorgusuz sualsiz itaat eden suikastçıları gibi, bazı şeyleri dogmatik bir şekilde kabullenmemizi bekleyen tembel işi berbat senaryo bunun tek sorumlusu. Wanted, Matrix benzeri bir etki yaratma fırsatını, aksiyon sahnelerini güçlü bir senaryoyla desteklemediği ve bir mantık kurgusu oluşturamadığı için cömertçe harcıyor. Sadece 2,5 saniye görünse, filmden sonra aklınızda kalan tek şey Angelina Jolie’nin poposu oluyor.
Kaan Zanbakcı
Gladiatrix dışında Timur Bekmambetov’un seyrettiğim filmlerini çok beğenirim. Daha yolun çok başında kim bilir daha ne eserlerini göreceğiz.
Wanted da aksiyon sinemasında Shoot’em up ile birlikte ileride sinema tarihi dendiğinde okutulması gereken bir film olacaktır bence.
Aksiyon filminden tabii ki ne beklediğimize bağlı olay. Benim tek isteğim estetik olduğu için bu yeni tarzı çok beğeniyorum.
Yazıyla ilgili bir not, filmin son sahnesi yazılmış ona spoiler ibaresi koyalım da seyretmeyenler kızmasın bizlere.
Wanted için benim de hiç hoş olmayan düşüncelerim var. Bekmambetov’u severim ama Matrix’in aksine, kendi aksiyonunun mantığını kuramayıp, yerçekimlerine bağlı bir dünya yaratıp sonra da fazlaca uçan filmleri sevmiyorum. Zeki de gelmiyor bunlar bana… “Charlie’s Angels” ile başlayan “aksiyonun b*kunu çıkarttık ama senaryoyu evde unuttuk” tarzı filmler büyük bütçeli çöpden başka bir şey değildir. Bütçe yüzünden çöp değeri bile yoktur aslında (bknz: Batırdınız lan şirketi!)
Ama Timur abinin “Öteki”de de hala kredisi mevcut. Üç filminin kritiğini yapmışız daha ne olsun! :)
Zaten şu Jolie’nin sevdiğim bir filmi olsa dişimi kırıcam!
Wanted gibi bir film için çok ağır bir yazı olmuş. Bence filmin verdiği yada vereceği mesajı bu kadar sorgulamak yerine eğlenmek amaçlı izlenseydi o zaman yorum daha farklı olurdu. Zira konulu bir film değil Wanted. Görsel ve işitsel zevk alınacak tarzda. Filmde gerçekten fizik kurallarını alt edecek animasyonu abartılmış hatta belli edilmiş sahneler var. En kötüsüde Angelina nın çocuğu arabayla kaçırırken yaptığı akrobatik hareket ile otobüse konup uçtuğu sahneydi. Yinede keyifli bir aksiyon filmi. Ve bu filmi izledikten sonra hiçkimse Cüneyt Arkın ın zamanında yaptığı uçmalı konmalı aksiyon filmlerini abartılı bulmayacaktır. :)
Kaan, bu yazı ile ilgili olarak ek$i Sözlük’de; “Timur Bekmambetov’un wanted’ını kurtlar vadisi’ne benzeten ve postmodern filmde “hikaye” arayan dolayısıyla adı geçen film üzerine kaleme aldığı “eleştiri”sini, “sadece 2,5 saniye görünse, filmden sonra aklınızda kalan tek şey angelina jolie’nin poposu oluyor” itirafıyla bitiren bir “eleştirmen”i olan blogmuş. ben dün gece dehşet içerisinde bunu okudum.”
şeklinde bir yorum yapılmış… Cevap hakkını kullanmak istermisin?
Sinema konuşmak açısından zevkli olacağını düşündüğüm bu polemiğe; Bir filmin en büyük sorumluluğu hikayesini doğru anlatmasıdır, diyerek katılmak isterim. Gerisini de yazarımız Kaan Zanbakcı’ya bırakıyorum.
ek$i yazarı sevgili beatific‘de dilerse buradan katılabilir. (kendisi bizi oldukça seven ve önemseyen bir “öteki” okurudur aynı zamanda… Bunun için de çok teşekkür ederim.)
Saniyesi saniyesine takip ediyormuşumcasına ürkünç bir el çabukluğuyla ekleme de yapmak isterim sözlükteki yorumuma: Coleridge “willing suspension of disbelief”.
coleridge değil johnson tabii.
Fevzi’nin yorumu üzerine düşündüm. Acaba bana uygun olmayan bir filmin eleştirisini mi yaptım diye? Ama hayır. Sevdiğim filmlerin arasına hiç düşünmeden Mortal Kombat, Death Race, Doomsday gibi filmleri katabilirim ki, bu filmler öyle üzerlerinde uzun uzadıya düşünülecek filmler değiller. Sinema klasiği de değiller, hatta B filmlerinin yıldızı bile değiller. Ama seviyorum. Demek ki bunların doğru yapıp Wanted’ın başaramadığı (ve benim önem verdiğim) bir şey var. Ben, aradaki farkın yazımda da bahsettiğim üzere, Wanted’ın kendi mantık kurgusunu oturtmadaki başarısızlığı olduğunu düşünüyorum. Yoksa her film gibi, Wanted’ı da eğlenmek için izledim, sorgulamak için değil. Sorgulama, film bittikten sonra başladı.
ek$i yazarı beatific’in sevdiği filmi savunma telaşı içinde yazdığı zehir zemberek yazıya gelince. Madem cevap hakkını kullanabiliyor, kendisine şu soruları yöneltmek istiyorum:
1. Yazıda Kurtlar Vadisi’yle Wanted arasında kurduğum ilişkinin neresi yanlıştır? Lütfen donelerinizi ortaya koyunuz.
2. Post-modern filmlerde konu olmadığını veya aranamayacağını, hangi kurala dayandırıyorsunuz? Bu kural nerede yazıyor? Konusuz post-modern filmlere verebileceğiniz örnekler varsa bizimle paylaşır mısınız?
3. “Sadece 2,5 saniye görünse, filmden sonra aklınızda kalan tek şey angelina jolie’nin poposu oluyor” itirafı ne demektir? Bu ibareyle neyi itiraf ettiğimi açıklar mısınız lütfen?
4. “Eleştiri” ve “eleştirmen” kelimelerini neden tırnak içinde yazdınız? Sizinle aynı fikirde olmayan biri eleştiri yapamaz mı, veya eleştirmen değil midir? Hepimiz, torna tezgâhından çıkmış gibi, film izlerken aynı şeyleri görmeli, aynı noktalara mı önem vermeliyiz?
Wanted, benim önem verdiğim tutarlılık, mantık döngüsü gibi konularda sınıfta kalmıştır. Gerçekçilik, zaten bir filmde aradığım bir şey değildir. Dolayısıyla beni, “kurşunlar falsolu gidiyor, çok saçma” diyenlerle karıştırmayınız.
1- Kurtlar Vadisi’ni izlememekle birlikte izleyen edebiyatçı arkadaşımlardan biliyorum ki içinde yazın ya da kültür kuramlarına dair tek bir kırıntı bulamazsınız. Derinlik farkı var sanki.
2- Konu değil hikaye (yani olay örgüsü).
3- Cümlede itiraf ettiğinizi.
4- Benim kelimelerim olmadığından. Hayır.
Gerçekçilik kısmına katıldığım zaten ortada sanırım.
1. Madem izlemediniz, benzemedikleri konusundan nasıl yorum yapabiliyorsunuz? Ben derinliklerini benzetmedim, baş karakterlerin tavırlarını benzettim zaten.
2. Tekrar soruyorum. Post modern filmlerde hikâye (yani olay örgüsü) aranmayacağını hangi kurala dayandırıyorsunuz? Hikâye (yani olay örgüsü) olmayan post modern filmlere vereceğiniz örnekler varsa bizimle paylaşır mısınız?
3. Ben bu cümlede bir şey itiraf ettiğimi fark etmemişim. Beni aydınlatır mısınız?
4. Madem hepimiz aynı şekilde düşünmek zorunda değiliz, katılmadığınız bir eleştirinin yazarı olan eleştirmenine yönelik “eleştiri ve “eleştirmen” sözcüklerini neden tırnak içinde yazdınız? Açıklar mısınız?
Tabi B. (beatific) arkadaşımız sadece ekşi yazarı değil aynı zamanda sıkı bir “öteki” takipcisi… Masis ve M. Kızılca’da ekşi’de yazıyorlar.
Siteye öylesine girip ilk gördüğü yazıyı karalayan birinin yorumu olsa ben de üzülürdüm. kendi mantığına sahip olmayan filmleri ben de sevmiyorum. Hatta itiraf edeyim “wanted”i izlemeyi 3 seferde başarabildim. Buna rağmen “Çılgın kız ve 3 süper adam” gibi deli saçmalarına da bayılıyorum. Çünkü bunlar zaten sıfır bütçeli işler o yüzden kendi zavallıklarından doğan bir cazibeleri var.
Ama işin içine 75.000.000 $ bütçe sokup, bir de Freeman gibi aktörleri oynatıyorsan biraz daha kasmak gerekir diye düşünüyorum.
Yazı altındaki polemikle ilgili olarak da; Sinema konuşmanın dışına çıkılmadığı sürece tam gaz devam edin arkadaşlar… Tek şartım ve ricam bu :)
1. bkz bir önceki cevabım.
2. bunuel filmleri diyelim?
3. “filmden sonra aklınızda kalan tek şey angelina jolie’nin poposu oluyor”
4. yukarıdakilerin hepsi.
Aslında ben bitirdim bile.
1. O zaman şöyle bir tespitte bulunuyorum. İkisini de izlemiş biri olarak ben arada bağ kuruyorum, Kurtlar Vadisi’ni izlememiş biri olarak başkalarının anlattıklarından yola çıkarak siz bağ olmadığını düşünüyorsunuz.
2. Bu kural nerede yazıyor diye bir kez daha sormak isterim. Bir de hikâyesi (olay örgüsü) olan bunca post modern filmi nereye sığdırdığınızı da merak ettim şimdi. Cevap vermek zahmetine katlanırsanız…
3 ve 4. Bunun nesi itiraf? Filmden aklımda kalan tek şeyin Angelina Jolie’nin poposu olması neyi gösterir? Filmi kötü bulduğumu mu, yoksa benim eleştiri yazacak kalibrede biri olmadığımı mı? Bu yüzden mi “eleştiri” ve “eleştirmen” kelimelerini tırnak içine aldınız? Yukarıdakilerin hepsi demişsiniz ama yukarıda bir şey yok. Anlatmadığınız için anlayamıyorum.
Wanted filmi için bu kadar eleştiri çıktığına göre film başarılı olmuş demektir. Birçok ötekisinema takipcisi bu filmi izlememişlerse merak edip en azından fragmanına bakmışlar veya seyretmişlerdir sayenizde şimdi. Kaan arkadaşımızda Murat Tolga arkdaşımızda Beatific arkadaşımızda aslında bu filme olan kendi yorumlarını yapıyorlar. Bu yorumlar o filmi daha iyi veya daha kötü yapmaz. Çünkü o zaman sorarlar neye göre iyi neye göre kötü diye. Bu seferde tespitlerde bulunmanız gerekir, gişe hasılatı, en başarılı senaryo, aldığı ödüller v.s. diye sınıflandırmak zorunda kalırsın. Böyle bir yetki böyle bir sorumluluk olmadan herkes özgürce fikrini yazmış, ne güzel. Benim fikrimcede evet Wanted aldığı bütçe karşılığında verdiği haz daha iyi olmalıydı, en azından verilen emek ve paralar oyunculura değil senaryo ve aksiyon sahneleri için harcansaydı o zaman beğenen seyirci kitlesi daha fazla olurdu diye düşünüyorum. Ayrıca bu filmin izleyici kitlesi ve hitap ettiği yaş aralığının teenage i geçmeyeceğini ve bizimde içinde Morgan Freeman var diye bu filmi fazla ciddiye aldığımızıda sözlerime eklemek isterim. Belkide beatific e bu filmi sevdirmeyen yönü budur :)
Siteye bir akşam girmedik ortalık toz duman olmuş ya. Kime ne diyeceğimi şaşırdım valla. Öncelikle yazarlardan okurlara karşı biraz daha nezaket istiyorum arkadaşlar. Bana ne eleştiriler geldi bu kadar üstüne gitmedim.
Wanted gibi bir aksiyon üzerine bu kadar tartışma dönmesini de ilginç buldum doğrusu söylemeden geçemeyeceğim. Aslında sinema tarihindeki en basit şey üzerine dönüyor tartışma:
1. Film bir eğlence aracıdır ve mantık aranmaz
2. Film bir sanat eseri olmak zorundadır ve tutarlılığı olmalıdır.
Ben de 2. görüşü savunsam da üstünde kafa patlatılmış aksiyon sahnelerini severim. Özellikle John Woo’nun başı çektiği bu yeni aksiyon akımında Timur Wanted’la Woo’nun kaldığı yerden devam ediyor. Zaten Gece ve gündüz nöbetinde neler yapabileceğini Hollywood’a göstermişti.
Wanted konuyu aksiyona kurban etmiş derinliksiz ve izlendikten sonra ağızda bir şey bırakmayan bir film.
Bu filmi seyretmeden önce filmden yüksek bir beklentim yoktu. Filmi seyretmeye başlayınca tam gaz giden aksiyona kendimi bıraktım ve yer yer eğlenerek filmi seyrettim. Filmde duygu adına hiçbir derinlik verilmemesinin tercih sebebi olduğuna inanıyorum. Sadece hareketlere dayalı bir aksiyon filminden de bundan fazlasını beklemek biraz hayalperestlik olur. Açıkçası bu tarz filmlerin olmasından yanayım çünkü bu sayede diğer filmlerin değerini anlayabiliyoruz.
Timur Bekmambetov’dan bu kadar fena bir film çıkabileceğini pek beklemiyordum. İçeriği, hikayesi, mantığı ve Angeline’sı dahil fazladan hiçbirşey koyamıyor benim için. Bekmambetov’un kullandığı kamera tekniklerini böyle yetersiz bir filmde kullannıp fazlasıyla bayağılaştırması da ayrıca rahatsızlık verici bir tutum.
Mantıksızlık konusunda kimsenin bir takıntısı olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçda mantıksızlığın paçalardan aktığı ne filmler izledik ancak hepsi kendi içinde samimi bir dille yerleştirmişti bu öğeleri.
Kaan Zanbakçı’ya bu güzel eleştiri için teşekkürler.
Kaan Zambakçı’ya hem katılıyorum hem katılmıyorum, çünkü;
1-Kurşunun dairesel gidip bir hedefe vurmasını baştan kabulleniyorsak, hedefi vurduktan sonra yeni rotasında giderken istenen sapmayı sağlayacak şekilde baştan hesaplanabilmesini de kabul etmeliyiz.
Yani kurşunu dairesel olarak bir hedefe vurdurabilen, biraz daha ötesini de hesaplamayı başarabilir.
İkinci teoriyi kabul etmeyen birinciyi de kabul etmemelidir.
2-Filmin duygusal örüntüye sahip olmadığı, ve kahramanının sadece parayla kişilik kazanıp harekete geçtiği doğru değil; Küçük yaşta terkeden bir babanın ölüm haberi ve babasının katilinin (!)onun üzerine yaptığı saldırı ve ondan kurtaran güzel bir kadın. Bunlar da tetikleyici sebepler. Ondan daha önemlisi kahramanın patlama noktasına gelmesidir ki bu da çatıda babasının da bulunduğu ölülere bakarken patronunun bunlara serseri deyip dalga geçmesi filmde bardağı taşıran son nokta olarak verilmiş.
3- Polat parayı bulunca kahraman olmuyor ki, onunla kahramanlık açısında ‘sığlık’ bağlantısı kurulabilsin. (Zaten 2. maddede belirttiğim gibi Wanted’da da para ilişkisi bence temel mesele değil.)
4- “Kaderin” kimlerin öldürüleceğine karar vermesini baştan kabulleniyorsak, öldürecek kimseleri dokumacılardan seçmesini de yadırgamamlıyız, yoksa peygamberlerin de niye marangoz olduğunu sorgularız. (Filmin kendi mantığı içinde konuşuyorum, sözlerimin dine göndermesi bulunmamaktadır.)
5- Hollywood tarafından öldürme eyleminin emri veren yere göre yargılanmasındaki çifte standart ile ilgili yaptığı tesbitlere katılıyorum, mükemmel olmuş.
6- Filmde akılda kalanın Angelina’nın 2,5 saniyelik bazı görüntülerinin olması, filmdeki kesintisiz aksiyon akıcılığını sağlam bir temele dayandıramayan eleştirmen elde geriye bu kalıyor demek istemiş görünüyor. Ben akılda bunun kaldığına katılmıyorum ancak yazının sonunda yer alan bu cümlenin neyi kastettiği eleştirmenin bir önceki cümlesinden kolayca anlaşılabildiğinden yazının yetersizliğine bir örnek olarak yanlış.
7- Bu da filme eleştiri: Filmde, “Kaderin” belirlediği isim listesinde odadaki herkesin isminin bulunduğu sözleri, yanıltmaca yaptığı ortaya çıkan bir adamın ağzından çıktığına göre, bu da ölümden kurtulmak için bir şaşırtmaca olamaz mı ki Angelina buna inanıp kaderin emrini hemen yerine getiryor? Belki de bu da kaderin emri değildir ?
8- Bir de teknik eleştiri: Morgan Freeman’a kurşun saplandığında kafası öne doğru geliyor ancak, hareket geri sarılıp kurşun geriye alınırken Freeman hiç kıpırdamıyor.
Bence esas problem; filmdeki sahneler, yönetmen ve bütçe düşünüldüğünde beklentilerin baştan yüksek olmasıdır, ve konunun babasıyla ilgili gerçeklerin beklendiği gibi çıkmaması gibi şaşırtma taktiklerini de kullanmasına rağmen tüm bu yüksek beklentiyi karşılayacak düzeyde felsefe içermemesidir.
Wanted’ı Matrix yapamayan budur.
Dipnot: Filmi aksiyon sahnelerinin tadını çıkarmak ve oğlumun izlemesine uygun olup olmadığını kararlaştırmak için, ortaya karışık tadında filmin kendi sıralamasından bağımsız olarak olarak seyretmiştim. Bu arada Angelina’nın bahsedilen sahnesine rastlamamıştım, uyardığınız için sağolun.
“I’m sorry”, 6. maddede cümle düşüklüğü var doğrusu şöyle olacaktı:
6- Filmden akılda kalanın Angelina’nın 2,5 saniyelik bazı görüntülerinin olduğunu söylemekle; eleştirmen, filmdeki kesintisiz aksiyon akıcılığını sağlam bir konu temeline dayandıramayınca, elde geriye malesef bu kalıyor demek istemiş görünüyor.
Ben akılda bunun kaldığına katılmıyorum ancak yazının sonunda yer alan bu cümlenin neyi kastettiği eleştirmenin bir önceki cümlesinden kolayca anlaşılabildiğinden ötürü, yazının yetersizliğine bir örnek ya da itiraf olarak yorumlanması bence yanlış.
(Tekrar girip okuduğumda düzenleme butonu kalkmıştı)
Wanted eleştirim tepki almaya devam ediyor. :) Bir noktayı açığa kavuşturmak istiyorum. Bunu iyi anlatamamışım herhalde. Şöyle ki:
2 ve 3’e ithafen: Ben sadece para ekseninde almamıştım olayı. Güçsüzken ezilen birinin gücü eline geçirince ezen konumuna geçmesi ve bunun övülmesi bir bütün olarak ele alınmalı ki, eleştirilmesi gereken de böyle bir dönüşümün varlığıdır zaten. Para, güç kazandıran unsurlardan biri sadece. Yine de söz konusu dönüşümün bardak taştıktan sonra gerçekleştiğini düşünmüyorum. Bence Winston’ın bardağı zaten ilk göründüğü sahnede bile “taşık”tı. Bunu dışavurma cesaretini banka hesabında parayı gördükten sonra bulduğunu düşünüyorum. Baş kahraman Wesley Gibson’ın karşısındakini sürekli ezme hali, bana “burada sigara içilmez, cezası 500 milyon” diyen görevlinin suratına para fırlatıp sigarasını içmeye devam etmek gibi şahane hareketler yapan Polat Alemdar’ı çağrıştırıyor.
Ek – 4’e ithafen: Ben sadece Wanted’da değil, hiçbir sanat eserinde “kader” gibi dogmatik bir şeye itaat eden “kahramanlar” olmasını kabullenmiyorum. Kolaya kaçmaktır bence. Bu şekilde bir iç mantık oluşturulabilseydi, George Lucas tutup da Force, Jedi’lık gibi müesseseler icat etmek için o kadar uğraşmazdı, değil mi? :D
Cevabınız için teşekkürler.
Wanted eleştiriniz sadece olumsuz manada tepki almıyor, özellikle madde-5’i tekrarlamak isterim, çünkü çok iyi bir nokta yakalanmış :).
Madde 2 ve 3’e getirdiğiniz açıklamalardan, ezilenin ezen konumuna geçmesi ve bunun övülmesi şu an hatırlayamadığım başka bir sitede de yanlış mesaj olarak vurgulanmıştı, ve kesinlikle bu da doğru bir tespit. Ancak kahramanı harekete geçiren şey tek başına güç ya da para olamaz, onların varlığı harekete geçmek için imkan sağlamıştır sadece. Kahraman ilk baştan beri kendini aramaktadır, ve bir işaret beklemektedir adeta. Para tıslamakta olan gaza kibrit çakmıştır sadece ve BOM! Düşünün bir kere, hiç hayalleriniz ve hedefleriniz, ya da istekleriniz olmasa, yani içinizde ‘birşeyler’ olmasa, mesela Polat’ın sigara yasağıyla ilgili yaratıcı zekası :9 olmasa, parası da olsa, bu hareketi yapamaz ki. Hadi sıkıysa bunları güç ve para olmadan yapsın diyorsunuz, peki bu, kaygılarla dolu gerçek hayatta mümkün müdür? İşte esas o zaman film gerçekçi olmaz. (Not-1, filmde gerçekçilik aradığım zannedilmesin; Not-2, sigara yasağının başladığı bu günlerde verdiğiniz örnek daha bir ilginç olmuş :) )
Madde 4’de ise tam anlaşılamamışım zannedersem; bu tip kahramanlar olmasının mesaj olarak kabullenilmemesine ben de katılıyorum, bunu madde 5 ile de pekiştirdim zaten. Ben sadece filmin iç mantığını bir an kabul edip, kaderin emir verdiği kahramanlar olduğunu varsayarsak, o zaman bunların hangi meselek grubundan olacağını da eleştiremeyiz, çünkü o zaman buna da kader karar verecektir demek istemiştim. İlk önermeyi kabul etmiyorsak, filmin gerisi de anlamsız olur zaten. Dolayısıyla itirazım ‘kaderci kahraman’ eleştirisine değil ‘dokumacı kahraman’ eleştirisine. Kahramanlar hep gazeteci olacak diye bir kaide yok :) ..