Gençken bir gölde çok güzel bir kızla tanıştım…
Chris Nielsen ve karısı Annie birbirlerine sonsuz sevgiyle bağlı mutlu bir çifttir. İlk acılarını çocuklarını kaybetmekle yaşar ikili. Chris tüm sevgisini ve şefkatini karısını çocuklarının kaybının verdiği depresyondan çıkarmak için kullanır. Bir gün O da öldüğünde Annie’yi derin bir acı ve umutsuzluk kaplar. Annie yaşamına kendi elleriyle son verir. Chris’in asıl görevi ise burada başlar. O yüreğine ve aşkına sonuna kadar inandığı karısını düştüğü cehennem çukurundan çıkarmalıdır. Çünkü iyi insanlar kendilerini affedemedikleri için cehenneme giderler…
What Dreams May Come 1998 yapımı 113 dakikadan oluşan lirik bir masal niteliğinde. Dante’nin İlahi Komedyasından esinlenmiş ve Richard Matheson’un aynı adlı romanından Ronald Bass tarafından sinemaya uyarlanan film başından sonuna kadar kocaman bir tablo. Hem de Chagall tadında. Yönetmenliğini River Queen, Alien3 ve The Navigator: A Mediaeval Odyssey’den hatırlayacağınız Vincent Ward üstlenmiş ve ortaya görsel bir şiir çıkmış. İzlerken aşkı renklere boyayan bu tablodan öylesine etkileniyorsunuz ki konusundan ziyade görünen sizi aşka getiriyor. Maviler, lacivertler, kırmızılar etrafınızı sararken siz aşkı, ruh ikizini cehenneme kadar takip eden bir adamın gözünden seyrediyorsunuz. Biz izleyicilerine ölümün ve aşkın tüm renklerini adım adım gösteren yönetmen hem içimizi hem de dışımızı boyuyor.
Anlatım o denli akıcı ki içine girmeden duramadığınız bir aşk masalını yaşıyor ve seyir boyunca hayıflanıyorsunuz ben neden böyle bir aşka düşmedim hiç diye. Aslında sinemada klasik hale gelmiş bir konuyu gayet başarılı anlatan What Dreams May Come, sırf bu renkli ve bir o kadar da sade anlatımı dolayısıyla seyredilmeye değer hale geliyor. Film gösterime girdiği tarihte çok fazla ses getiremese de yıllar içinde hak ettiği yeri almayı başardı. Varlığı, aşkı, değer ölçülerini felsefik bir bakış açısıyla irdeleyen yapım tüm o ağdalı sözlerinin arasında sunduğu renk cümbüşü ile izleyene hem ders veriyor hem de izlemeyi kolay hale getiriyor. Cümlelerin ağdalı dünyasından sıkıldığınızda renklere, karşınızda uzanan tabloya sarılıp izlemeye devam edebiliyorsunuz keyifle. Bu açıdan da anlatmak istediğini ölçüyü kaçırmadan, görselliği akıllıca kullanarak anlatan bir film diyebiliriz.
Tabi özellikle Robin Williams’ın muhteşem performansının da bunda çok büyük bir etkisi var. Oyuncu filmi içinde özümseyip kendi renklerini de bu tabloya katmışa benzer. Ona yine başarılı oyunculuklarıyla Cuba Gooding Jr. ve Annabella Sciorra eşlik ediyorlar.
Bir erkeğe sadece onunla beraber olmak için cehennemi cennete tercih ettirecek kadar mükemmel biri olduğun için teşekkür ederim. Böyle bir teşekkür hayal edebilir misiniz? Ya da siz hiç bu şekilde teşekkür edebildiniz mi birine? Hayatımızda her an (ki anlar bizim rakamlara bağladığımız bir bilinmezden ibarettir) bir şeyler değişirken beraber yaşlanmayı yürekten dilediğiniz biri oldu mu hiç? Adı ruh eşi ya da her neyse… Ben hala arıyorum bana cenneti cehenneme tercih ettirecek olanı.
Gelişen değişen her şeyin arasında aramaktan hiç vazgeçmememiz gereken belki de tek şey aşk. Cismani, ruhani ya da ilahi… Adlar adları doğurur. Sizi asıl olandan ayırır. Ben ayırmıyorum bu yüzden. Hala seyretmediyseniz izleyin. Bırakın aşk yolunu bu tablodan bulsun size geri dönsün. Lakin herkesin cehennemi ayrıdır. Sadece ateş ve acıdan oluşmaz. Asıl cehennem yolunda gitmeyen hayatınızdır. Aşkla…
“To die, to sleep–
To sleep–perchance to dream: ay, there’s the rub,
For in that sleep of death what dreams may come
When we have shuffled off this mortal coil,
Must give us pause. There’s the respect
That makes calamity of so long life.” Hamlet, III.i.64-9
Film adını Shakespeare’in bu monologdaki dizesinden alır.
Film de, filmin esinlendiği Dante’nin İlahi Komedyası da bana ister istemez Orpheus’un eşi Eurydice için Hades’e inişini anımsatır (ki Dante’nin Inferno’da gördüğü gölgelerden biri de Orpheus’tur).
Pastel boyalar içinde, tablo tadında bir film. Tabii Robin Williams’ın oyunculuğunu da unutmamak gerek…