Hangimiz çocuk olmadık da bilinmeyen bir ülkenin kendimizden kat be kat büyük bedenlerine hükmetmedik hayallerimizde? İstemedik mi sonu hep mutlu biten ve kimsenin incinmediği bir dünyayı? Hep oyunların oynandığı ama kimsenin ağlamadığı? İlgilenilen ve sevginin hep kahkahalarla gösterildiği bir dünya…
Küçük kahramanımız Max’in hayali de tam olarak buydu. Yalnız ve ilgiye muhtaç bir çocuktu o. Sevginin elle tutulmadığı ve çoğu zaman amaçlar arasında silinip gittiği bir dünya da o kendi hayallerine ve inşa ettiklerine saygı duyacak, sevgi gösterecek ve takdir edecek bir el arıyordu. Bulamadığında ise çılgınlığın kollarında korkularını çığlıklarla anlatmaya çalışıyordu. Umutsuzluk yıkımın kardeşidir ve küçük bir çocuk umutsuzluğa düştüğünde çaresizce zarar verir.
Eşinden boşanmış ve kendini işine vermiş bir anne ve gençliğinden gayrı düşüncesi olmayan bir kız kardeşle hayatına devam eden Max bir gün kurduğu kalesi ilgi göremeyince tamamen çıldırmak suretiyle annesini ısırıp, üzerine giydiği kurt kostümüyle çılgınlar gibi koşarak evinden kaçar. O gün güneşin öleceğini, artık sevilmediğini ve dünya denen garip ilde ondan daha değerli şeyler olduğunu öğrenir. Ayrıca donmuş mısırdan nefret etmektedir. Koşar, koşar… Ta ki bir sandal bulana kadar. Macera her çocuğu çağıran bir büyüdür. Max bu büyünün eşiğinde denizler aşarak bir adaya varır. Bizi de davet ettiği çılgın şeylerin dünyasında sırf onlar onu yemesin diye bir yalan uydurur kendine. O gizli güçleri olan bir kraldır ve daha öncesinde onlardan çok daha büyük canavarları bile yok etmiştir. Bu garip kalabalık mutsuzluklarına bir çare bulmanın derdiyle Max’e sorarlar. Sen dünyanın tüm sırlarını bilen bir kralsın. Yani onların tüm dertlerine çözüm buluyordun öyle mi? Max başı önünde yalanını sürdürür. Evet der. Peki ya yalnızlığın diye sorar Carol? Yalnızdır, sevdiği tek kadın onu terk etmiştir öfkesine dayanamayarak. Devam eder tüm mutsuzlukları bizden uzak tutabilir misin? Cevap yine evettir. Ve macera böylece başlar. Yaralanan kocaman yaratıklar görürsünüz devamında. Aslında bizim gibi kaygıları olan aşkı bilen, terk edilmenin acısını iliklerine kadar hisseden. Hep birlikte uyumanın keyfine varan ve oyun oynamayı seven çılgın şeyler görürsünüz seyriniz devam ettikçe. Bak hepimizi mutlu edecek Judiht der biri ve Judiht aslında hepimizin içten içe hissettiği o cümleyi kurar mutluluk her zaman mutlu olmanın en iyi yolu değildir. Ormanlar, çöller ve denizin büyüsüyle, bir çocuğun kendini kanıtlama çabasıdır bu film. Samimi atmosferi ve çocukluğumuzdan kalma hep korktuğumuz ama merak etmekten asla vazgeçmediğimiz canavarların eşliğinde akıp gider. Judiht, Ira, Alexandra, Carol, KW, Douglas… Onların eşliğinde hayal dünyalarımızın açılan kapılarından yeni bir masala bakıyor olacaksınız film boyunca.
Filmin en sevdiğim repliklerinden biri de Carol ve kral Max’in çölden geçerken söyledikleri olmuştu seyrettiğimde. Carol güneşin öleceğini biliyor muydun? Carol güneşe bakar ve böyle bir şeyin mümkün olmadığını söyler. Öyle bir şey olamaz der, endişelidir aslında. Sen kralsın, hem bana baksana ben kocamanım. Bizim gibi adamlar nasıl olur da bunun gibi küçücük bir şey için endişelenebilirler?
Yönetmenliğini Spike Jonze’nin yaptığı 2009 Amerikan Alman ortak yapımı bir macera Where The Wild Things Are. Maurice Sendak’ın aynı isimli romanından uyarlanmış. Senaryosunun yazımını Spike Jonze, Dave Eggers üstlenmiş. Filmin sıcacık müziklerini ise Carter Burwell ve Karen Orzolek birlikte yapmışlar. Kralımız olan Max karakterin de ise küçük ise küçük oyuncu Max Records’u görüyoruz. Kurt kostümü giymiş küçük bir çocuğun gözlerinden yeniden sevgiyi. Aileyi ve yapıp yıkmanın nasıl bir duygu olduğunu anlıyoruz bu filmle. Üstüne üstlük hiç yargısız ve dış görünüşe önem vermeden… Seyretmeniz tavsiye edilir. Şu çılgın şeyleri bir de kendi gözlerinizle görebilmeniz için.