1976 yılı mahsulü “¿Quién puede matar a un niño?”, Narciso Ibáñez Serrador tarafından yönetilmiş olan İspanya yapımı bir film. Uluslararası piyasadaki en bilindik ismi Who Can Kill a Child?. Ama birçok değişik isimle piyasaya sürülmüşlüğü var: Island of Death, Island of the Damned, Trapped, Would You Kill a Child, Death is Child’s Play gibi.
Film insanlık tarihinin en bilindik belli başlı utanç sahnelerinin arşiv görüntüleri ile başlıyor. II. Dünya Savaşı sırasındaki Almanların toplama kampları, Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş, Kuzey ve Güney Kore arasındaki savaş, Vietnam Savaşı, Nijerya’daki iç savaş. Bu görüntülerin üzerine de bu savaşlardaki çocuk ölüm oranları ile ilgili sayısal veriler ekliyor. Bunları burada tekrarlamakta fayda görüyorum. II. Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 14 milyon çocuk ölmüş. Sadece Auschwitz’de yaklaşık 100.000 kişinin kaybolduğundan bahsediliyor, bunların 40.000’i 14 yaş altı çocuklardan oluşuyor. Kampa girildiğinde bu çocuklardan sadece 2.385 tanesi kurtarılabilmiş. Hindistan ile Pakistan arasındaki savaşlarda yaklaşık 2 milyon insan ölmüş, bunların 1.200.000’i çocuklardan oluşuyor. Kuzey ve Güney Kore arasındaki savaşta yaklaşık 1.200.000 kişi ölmüş, bunların 550.000’i çocuk. Vietnam Savaşında ölenlerin sayısı yaklaşık 3 milyon, bunlardan 1.8 milyonu çocuklar. Nijerya iç savaşında ölen yaklaşık 500 bin kişinin 390 bini çocuklardan oluşuyor. Bu arşiv görüntülerinin arasında verilen eslerde çocukların mırıldanarak söyledikleri şarkı ve üzerine eklenen çocuk kahkahaları çok etkileyici olmuş.
Arşiv görüntülerinin hemen ardından İspanya sahillerindeki turistik bir kasabanın plajında buluruz kendimizi. Bahsettiğim şarkı ufaktan kaybolurken yerini plajın gürültüsüne bırakır. İzleyicinin üzerinde oluşan gerginlik bir nebze olsun hafifleyecek derken sahilde bulunan bir kadın cesedi bize bu gerginliğin film boyunca yok olmayacağının da habercisi olur sanki. Benavis isimli bu kasabaya gelen kahramanlarımız Tom ve Evelyn isimli evli çifttir. Evelyn üçüncü çocuklarına altı aylık hamiledir. Çiftimiz geceyi Benavis’de geçirdikten sonra ertesi gün bir tekne kiralayarak Tom’un gençlik yıllarında gittiği sakin bir ada olan Almanzora’ya giderler. Dört saatlik bir yolculuğun ardından adaya varırlar. Benavis’in kalabalığından sonra adanın sessiz sakinliği çiftin hoşuna gider. Fakat ada gereğinden fazla sakindir. Limanda karşılaştıkları 2-3 çocuk dışında adada kimseyi göremezler. Adada bir şeyler ters gitmektedir.
Who Can Kill a Child son zamanlarda izlediğim en etkileyici filmlerden biri oldu. Film bir korku filmi ama bugün korku filmi dediğimizde insanların kafasında oluşan vahşet ve şiddet görüntülerine sırtını yaslamadan sadece kendi hikâyesini anlatarak iki saat boyunca izleyeni ekranın karşısına çiviliyor. Başlar başlamaz oluşan gerginlik iki saat boyunca hem de yükselen bir tempoyla korunuyor. Who Can Kill a Child’a sinematografi, yönetim ve oyunculuk açısından baktığımızda yetmişlerin Avrupa filmlerine göre birçok artısı olduğu görülüyor. Özellikle mekân seçimi konusunda hikâyeyi desteklemek adına çok başarılı tercihler yapılmış.
Benavis’de geçen sahnelerden birinde festival esnasında bir sokakta pinata (pinyata olarak okunuyor) oynayan çocukları izler kahramanlarımız. İçi şeker dolu yumuşak bir maddeden yapılmış bir kap, ip ile yükseğe çekilir, çocuklardan birinin gözleri bağlanır, elindeki sopa ile o kaba vurmaya çalışır, vurduğunda kap kırılır, içindeki şekerler etrafa saçılır, çocuklar da dökülen şekerlerden nemalanır. Adada ise çocukların bu oyunu nasıl oynadıklarını gösteren sahne tüyler ürpertici.
Hikâyeye baktığımızda meşhur Stephen King kısasından uyarlama Children of the Corn‘u (1984) anımsatıyor ama ondan çok daha başarılı. Hatta çok zorlarsak John Wyndham romanından sinemaya iki defa uyarlanmış olan Village of the Damned (1960/1995) filmlerine de benzetebiliriz. Ama dediğim gibi çok zorlamak lazım. Bir de final sahnesinin neredeyse Night of the Living Dead‘in (1968) final sahnesi ile birebir aynı olduğunu söylemek durumundayım. Gerçi bu sahne sanırım yönetmenin bilinçli tercihi ile bu şekilde çekilmiş. Hemen akabinde gelen çocukların aralarında geçen diyalog sonrası oluşan korkuyu perçinlemek için Romero’nun zombilerinden ufak bir yardım alınmış.
Son söz olarak ne yapıp edin bu filmi mutlaka izleyin diyorum. Gerçekten paha biçilmez bir mücevher değerinde.
Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca
Gerçekten çok güzel bir film.
bir süredir arşivimde duran bir filmdi. dün oturup seyrettim ve hayran kaldım. hayatımda belki de hiç bir filmde bu kadar gerildiğimi hatırlamıyorum. en başlarda belgesel vari gösterilen sahneler filmin geneliyle çok anlamlı şekilde uyuşuyor.