Hans Gunther Pflaum, Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder hakkında yazdığı kitapta, ustayı, “kendi varoluşunu az çok nazlı bir merasime dönüştürmeyen biri” olarak niteler. Bundan kastı, Fassbinder’in gece gündüz durmaksızın üretirken kişiliğini de sanatına katmasıdır. Woody Allen da Fassbinder gibi. Kendi dünya görüşünü katmayı ihmal etmediği baş döndürücü bir üretim süreci içinde 67 yıldır bir şeyler ortaya koyuyor. Sadece film de değil, köşe yazıları, müzik, konser, TV dizisi, uzun metraj film, kısa metraj film, tiyatro, stand-up, TV metinleri, gazeteler için espriler, artık ne varsa. 82 yaşındaki yönetmen, elli yılı aşkın bir süredir de film yönetiyor. What’s Up, Tiger Lily? (1966) filmini sayarsak Wonder Wheel, usta yönetmenin kırk sekizinci uzun metrajı.

blankWoody Allen’ın filmografisini incelediğimde en çok dikkatimi çeken şey, onun benzer hikâyeleri birbirinden ayırmaktaki ustalığı olmuştu. Genelde dört-beş ana karakter arasındaki ilişkiler üzerine ürettiği onlarca filmin birbirlerinden bir şekilde sıyrılmayı başardığını görünce gerçekten hayret ediyorsunuz. Her filminde o eseri, tüm filmografisi içinde eşsiz (unique) yapacak bir tür sepet yaratmayı başarıyor Allen. Uzun süre aynı başrol oyuncusunu (genelde o kişi hayat arkadaşı oluyor) kullandığında bile ya janrı (genre), ya görüntü çalışmasını ya da bir başka önemli özelliğini çarpıcı bir şekilde değiştirmeyi ihmal etmiyor. Ya filmin geçtiği dönemi eskilere çekiyor, ya içine cinayet, esrar ya da kovalamaca koyuyor. Dönem filmi çekince de mesela coğrafyayı değiştiriyor. Absürt ve fantastik filmlerinin arasına bir o kadar ciddi kadın dramaları alıyor ya da bir gerilim filminin hemen arkasına bir kostüme film koyuyor. Aynı görüntü yönetmeniyle çalıştığında da belli ki farklı tarzlar kullanmasını sağlıyor Allen. Boğaziçi Film Festivali kapsamında seyretme şansı bulduğum Wonder Wheel’da da durum aynı.

Wonder Wheel, birkaç kişi arasındaki ilişkilere odaklanan ve merkezine bir yasak aşkı yerleştiren, klasik bir Woody Allen filmi. Klasik ama bir o kadar da farklı. Önce kadrodan başlayalım. Woody Allen; büyük bir skandal (Allen’ın, henüz reşit olmayan üvey kızını taciz ettiği hatta bir ilişki yaşadıkları ortaya çıkmıştı) neticesinde Mia Farrow’la ayrıldıkları 1992 yılından beri (ikilinin son filmi, o yılki Husbands and Wives) yani yirmi beş yıldır farklı farklı kadın oyuncularla çalışıyor. Ama hem senaryoları hem de yönetmenlikteki yeteneği o denli üst seviyede ki bu çeyrek yüzyıllık süre zarfında birçok aktris, hayatının en iyi performanslarından birini onun filminde verdi. İster genç ister yaşlı, ister erkek ister kadın, ister çok yetenekli isterse az yetenekli birisi olsun, ister popüler isterse biraz unutulmuş, arka planda kalmış biri olsun, Woody Allen bir oyuncu yönetimi uzmanı. Karşısındaki oyuncuyu evirip çevirip ondan alması gerekeni alıyor. Genç kuşakla da, orta kuşakla da, yaşlı kuşakla da belirli bir seviyeyi tutturmayı başarıyor. Mesela Wonder Wheel’da Humpty rolündeki Jim Belushi, insana “Neredeydin abicim sen bunca senedir?” dedirtiyor. Ne çok özlemişiz Belushi’yi. Ama dürüst olmak gerekirse filmin asıl ağırlığı Ginny rolünde harikalar yaratan Kate Winslet. Kesinlikle bu yılki en iyi kadın oyuncu performanslarından biri bu. Winslet, Ginny karakterinin inişlerini, çıkışlarını ve açmazlarını o denli yansıtıyor ki, Woody Allen’ın Sağlam Karakterler Kataloğu’na bir yenisini ekliyor. Özellikle Ginny’nin Mickey ve Carolina yakınlaşmasını öğrendikten sonraki oyununa, replikleri verme hızına ve paniğe kapıldığı andaki “denetimli kontrolsüzlüğü”ne dikkat edin. Adeta parmak ısırtıyor. Müthiş!

blank

Tabii Winslet’in karakterindeki değişimi destekleyen öğeleri belirtmek lazım. Öncelikle rolü, muhteşem yazılmış. Onun birbirini tekrar eden cümleleri (“Seni öptü mü?”, “Elini tuttu mu?”, “Ne dedi?” vb.) Woody Allen’ın adeta kalbe kan damlatan kaleminden fırlayan oklara dönüşüyor. Ama Winslet’in hâletiruhiyesine en büyük destek görüntü yönetmeni Vittorio Storaro’dan geliyor. Storaro, daha açılıştaki plaj sahnesiyle bizi büyülemeyi başarıyor. Tüm filme yayılan o masalsı hissi inşa etmek için öyle bir görüntü ve renk çalışması ortaya koyuyor ki etkilenmemek elde değil. Ama daha sonra öykünün gidişatına paralel olarak renkleri soldurmaya, gölgeleri arttırmaya ve mekânları daraltmaya başlıyor Storaro. Özellikle Ginny’yi yavaş yavaş kuşatan histerinin görsel yansıması muhteşem. Ginny yeniden aşkı tattığında ve geleceği için bir umut belirdiğinde yüzünün aldığı renk zamanla yavaş yavaş solarken, Carolina’nınki giderek aydınlanıyor. Işığa dans ettiriyor Storaro. Dışarının aydınlık dünyasıyla iç mekânların karanlık dokusu arasında yakaladığı kontrast, kişinin dış görünüşüyle iç dünyası arasındaki karşıtlığı/tezadı vurguluyor. (O yüzden filmin afişi mükemmel!) Ginny’yi en mutlu gördüğümüz an (genç sevgilisine pahalı bir hediye verdiği sahne), alabildiğine açıklıkta ve güneşte vuku buluyor. Wonder Wheel’da ışık her zaman aşkı, mutluluğu ve umudu takip ediyor, karanlık ve gölge ise yalnızlığı, çaresizliği ve umutsuzluğu. Zannımca Wonder Wheel’da kadın oyuncu performansını aşan yegâne şey, bu olağanüstü ışık ve renk çalışması. Sadece bu iki büyük yetenek (Winslet ve Storaro) için bile bu film izlenir. Woody Allen; Vittorio Storaro ile Café Society’de (2016) başlattığı işbirliğinin şimdilik zirvesi Wonder Wheel. Bu vesileyle, şu anda post-prodüksiyon aşamasında olan ve görüntü yönetmenliğini yine Vittorio Storaro’nun yaptığı A Rainy Day in New York’u da merakla beklediğimi not düşeyim.

Woody Allen, 2004 yılında çektiği Melinda ve Melinda’dan sonra New York dışında filmler yönetmeye başlamış ve hikâyelerini başka coğrafyalarda da (İngiltere, İspanya, Fransa, İtalya vb.) anlatabileceğini kanıtlamıştı. Büyük usta artık (en iyi bildiği yer olan) memleketine geri döndü. Wonder Wheel, 1950’lerde New York’taki meşhur Coney Adası’nda geçiyor. Wonder Wheel’da kostüm ve sanat yönetimi bu açıdan önemli. Mekânlar, kıyafetler ve renkler tam bir set harikası. Ha şunu da söyleyeyim, finale doğru sertleşen, soluk renklerin hâkimiyetine geçen Wonder Wheel, Match Point (Maç Sayısı, 2005) kadar karanlık ve acımasız bir film. Allen; filmin finalinde herkesi aşkı, düşleri, umudu ve mucizeyi simgeleyen dönme dolaba bindiği yere indirmesini de biliyor. Her şey başladığı yerde bitiyor Wonder Wheel’da, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi…

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Flesh+Blood (1985)

Flesh+Blood, kan ve etin bir filmde ne kadar iyi işlenebileceğine
blank

Kült Filmler Zamanı: Onibaba (1964)

Onibaba, üzerinden geçen onlarca yıla rağmen ilk günkü etkisinden bir