“Hannah ve Kız Kardeşleri” (Hannah and Her Sisters, 1986) bugün artık klasikleşmiş diye nitelendirebileceğimiz bir Woody Allen açılış jeneriğiyle başlar. Woody ilerleyen dakikalarda ortaya çıkacaktır ama daha jenerikler akarken, yazar, yönetmen ve oyuncu olarak adını görürüz. Tıpkı siyah-beyaz yazılarla ve eski bir caz klasiğiyle başlayan (ve biten) tüm Woody Allen filmlerinde olduğu gibi, fonda çalan müziği (burada “You Made Me Love You” adlı parçayı) icra eden orkestrada da yine onun trompetinden gelen ezgiler vardır. Birçok Woody Allen filmi, anlatıcı (dış-ses) ile başlar, “Hannah ve Kız Kardeşleri” de öyle. Ama hikayesini ele alış şekli hesaba katıldığında bu film, Woody Allen’ın kariyerinde yeni bir aşamayı simgeler, tarihsel önemi de buradadır.
Woody Allen’ın ilk 5 uzun metraj sinema filmi; “Take the Money and Run” (1969), “Bananas” (1971), “Everything You Always Wanted to Know About Sex But Were Afraid to Ask” (1972), “Sleeper” (1973) ve “Love and Death” (1975) daha çok Marx Kardeşler’de rastladığımız absürt ve anarşik bir komedi anlayışının, ustanın politik görüşlerinden, entelektüel birikiminden ve asıl önemlisi korku ve endişelerinden oluşan bir filtreden geçmiş halini yansıtmaktadır. Akabinde gelen “Annie Hall” (1977) Woody Allen’ın ilk olgunluk dönemi işi, ilk başyapıtı ve şahsi kanaatimce ilk “sinemasal zirve”sidir. “Annie Hall”un hem gişe geliri, hem eleştirmenler nezdinde gördüğü takdir hem de kazandığı önemli ödüller (En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Orijinal Senaryo Oscarı vb.), Woody’nin biraz daha ciddi konseptli filmler çekmesinin önünü açmıştır.
Woody eskiden beri çekmeyi düşündüğü Bergmanvari, Cassavetesvari “kadın filmleri” için kendinde cesaret bulunca da ilk işi, bugün pek kıymeti bilinmeyen, o müthiş “Interiors” (1978) filmi olur. Üç kız kardeşin iç içe geçmiş duygusal hikayelerini anlatan film, çağdaş bir aile draması ve birinci sınıf bir karakter analizidir. Ingmar Bergman’ın “Viskningar och rop”undan (Cries and Whispers, 1972) esinlenilerek çekilen filmin bir başka esin kaynağı da üç kız kardeşli öyküleriyle tanınan Anton Çehov’dur. Woody “Interiors”da tarzı dışına çıkarak filmini komediden bütünüyle soyutlar ve karmaşık karakterler sunan sarsıcı bir dramaya yelken açar. Yok denecek kadar az müzik kullanıp, ilk kez kendi rol almadığı bir film çekmiş olur. “Interiors” gişeden, ödüllerden ve eleştirmenlerden umduğunu bulamamıştır ama Woody Allen eskiden beri çekmeyi düşlediği ilk “ciddi filmi”ni yaptığı için mutludur. Ama bu onun için yeterli değildir.
Woody Allen, “Interiors”dan sonra biraz daha “Annie Hall” çizgisine yakın duran o muhteşem “Manhattan” (1979) filmini çeker. Daha sonra “Stardust Memories” (1980), “Broadway Danny Rose” (1984) filmleriyle daha önce başarılı olduğu tarzını iyice sağlamlaştırır ve bu arada “A Midsummer Night’s Sex Comedy” (1982) ve “Zelig” (1983) gibi erken dönem komedilerini anımsatan filmler çekmeyi de ihmal etmez. Tıpkı yıllar sonra “Midnight in Paris”de (2011) yapacağı gibi “The Purple Rose of Cairo”da (1985) da dahiyane bir fikirle seyircinin karşısına çıkar ve alkış alır. Woody, geçmişin birikimlerinden faydalanarak sinemasını değiştirmeye, dönüştürmeye ve yaratıcı fikirlerle beslemeye devam eder ve 1980’lerin ortasına gelindiğinde filmlerini finanse etmesine yetecek, görece küçük ama kemikleşmiş bir seyirci kitlesi yaratmayı başarır. “What’s Up, Tiger Lily?”yi (1966) saymazsak, 1986 yılına gelindiğinde Woody Allen birbirinden keyifli ve hoş bir düzineyi aşkın uzun metraj filme imza atmış bir yönetmendi ama halâ kendi ülkesinde bile sinemasını ciddiye almayan büyük bir kitle mevcuttu. “Hannah ve Kız Kardeşleri” (Hannah and Her Sisters, 1986) işte bu görüş ve düşünceyi yıkan ve onun gelmiş geçmiş en önemli Amerikalı yönetmenlerden biri kabul edilmesinin önünü açan ilk filmdir. Bu filmle beraber Woody Allen o güne kadarki film kariyerinde ele aldığı meselelerin adeta mükemmel bir özetini verir ve sinemasal standardını bir üst seviyeye taşımayı başarır. Nasıl mı? Woody Allen; ”Interiors”da aile merkezli dramanın (özellikle kardeşler arası) anlatıyı yüzeysellikten arındırdığını ve filmin akıcılığına ve inandırıcılığına yadsınamayacak düzeyde olumlu bir katkıda bulunduğunu keşfetmişti. “Manhattan”da arkadaşların eşanlı olarak yaşadığı ilişkilerin ve bu ilişkilerin yarattığı türbülansların birbirleri üzerindeki etkilerinin filmi ne kadar güçlendirdiğini göstermişti. Ve “Annie Hall”da sinemasal gücün ve yenilikçi, yaratıcı hatta devrimci bir üslubun hikayenin etkisini ve değerini nasıl katlayabildiğini öğrenmişti. İşte “Hannah ve Kız Kardeşleri”, Woody Allen’ın yukarıda adı geçen üç önemli filmindeki üç başarılı unsurun harikulade bir karışımıdır ki sonraki sağlam filmlerinin çoğunda (“Crimes and Misdemeanors”, “Husbands and Wives”, “Mighty Aphrodite”, “Deconstructing Harry” vb.) sık sık rastlayacağımız kalite standardını sağlayan da bu kokteylin başarısıdır.
Filme gelince; “Hannah ve Kız Kardeşleri” bölümlere ayrılmış epizodik bir anlatım yapısına sahip. İki yıl içinde yaşanan olaylardan kesitler veren film bir Şükran Günü yemeğiyle başlayıp, yine bir Şükran Günü yemeğiyle (iki yıl sonraki yemek) son buluyor. Filmin ortalarına kadar olan kısımda hem karakterleri yakından tanıyoruz, hem de gelişen olaylar karşısında karakterlerin değişimlerine tanık oluyoruz. Woody Allen; filmin ilk bölümünde karakterler arasındaki bağlantıları ustaca yapılandırıyor, ikili ilişkileri (üçüncü kişiler hatta bazen dördüncü kişiler ilave ederek) biraz daha karmaşık bir hale getirip, hikayeye asla zarar vermeyen bir koşut kurgu içinde küçük düğümler atmaya başlıyor. Filmin ortalarında bir yerde ikinci Şükran Günü yemeği sahnesi var. İşte bu kırılma sahnesinden kısa bir süre sonra, ilk bölümde yaşanan heyecan verici olayların beklenmedik sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyoruz, düğümler çözülmeye başlıyor ve film o bildik Woody Allen karamsarlığıyla sarıp sarmalanıp, daha ciddi, dramatik ve şaşırtıcı bir hâl alıyor.
Peki, “Hannah ve Kız Kardeşleri” Woody Allen’ın olgunluk döneminin en parlak işlerinden biri (Ebert, Girgus vb. bazı yazarlara göre kariyerinin en iyi filmi) kabul edilmesini neye borçlu? Her şeyden önce “Hannah ve Kız Kardeşleri”nin kadın karakterleri (Hannah, Holly ve Lee) en az “Manhattan” ve “Interiors”ın kadın karakterleri kadar ciddi, dramatik ve ilgiye değer karakterler. Ustaca yazılmış senaryo, kendilerine tanınan kısacık sahne sürelerine rağmen, yan karakterlere bile muazzam bir kendini ifade etme alanı yaratıyor. Sadece kadınlar için değil, erkekler için de durum aynı. Filmdeki hemen hemen her oyuncunun (ister başrol isterse yardımcı rol olsun) saygın festivallerden ve yarışmalardan yığınla oyuncu ödülü veya adaylığı almış olmaları asla tesadüf değil, Woody Allen’ın yazdığı senaryonun gelmiş geçmiş en iyi senaryolardan biri kabul edilmesi de. Woody Allen, her tiplemenin, iyi tanıdığınız, bildiğiniz birini andıran, kanlı-canlı ve çok-boyutlu birer karaktere dönüşmesi için olağanüstü bir çaba gösteriyor. Bırakın başrolleri, bir türlü dikiş tutturamayan ortanca kardeş Holly, ünlülere finansal danışmanlık yaparak servetine servet katan Elliot ve şahsi izolasyonunu sanatını kutsamak için absürt bir noktaya taşıyan (Lee’nin mentoru, öğretmeni ve sevgilisi) Frederick bile sinema tarihinde iz bırakan roller olmayı başarıyor. Holly’yi oynayan Dianne West’in ve Elliot’ı oynayan Michael Caine’in buradaki rolleriyle Yardımcı Oyuncu Oscarları’nı evlerine götürdüklerini, Woody Allen’ın o yıl hem BAFTA’da hem de Oscarlar’da Orijinal Senaryo ödüllerini süpürdüğünü de bu vesileyle not düşelim.
Filmin ödüllü senaryosu, tıpkı iyi bir Visconti filminde olduğu gibi, başlıca karakterlerin mevcut pozisyonlarını (duygu durumlarını) ve onları değişime iten başlıca motivasyonları inşa eden koşulları başarıyla ortaya koyuyor. Woody Allen’ın hayranlık verici gözlem gücü, şehir hayatından çekip çıkardığı gerçekçi insan portrelerini ele alışı ve tüm bunları benzersiz bir şekilde peliküle aktarma yeteneği karşısında insanın saygı duruşunda bulunmaktan başka bir seçeneği kalmıyor. Kaçımızın bir türlü hayatta dikiş tutturamayan, o sonsuz arayışına olmadık yerlerde olmadık şekillerde çözüm arayan bir tanıdığı yoktur ki? Ya da kaçımızın çok daha önemli yerlere gelebilecek ve çok daha geniş kitlelere işe yarar bir şeyler sunabilecek yeteneği ve kapasitesi varken sıradan bir aile hayatını tercih eden bir tanıdığı yoktur ki? Ya o sanki bundan gizlice bir zevk aldığını hissettiren umarsız, karamsar kaybeden profilleri? Her şey kötü, her şey berbatmış gibi intikam alırcasına yaşayan ve en yakınındakileri bile mütemadiyen kötücül fikirleriyle zehirleyip, kendi karanlık dünya görüşlerinin dehlizlerine çekmeye çalışan ve ilginç bir şekilde meslek hayatında işleri rast giden, deyim yerindeyse “hep kazanan” o tipler. Ya o küçükken görmediği ilgiyi ve yaşamadığı mutluluğu babası yaşındaki erkeklerde ya da alkolde ya da uyuşturucuda ya da ekstrem işlerde arayan “kaçış meraklısı” genç kızlar? “Hannah ve Kız Kardeşleri” bu her modern ve kentsel toplumda eser miktarda bulunan insan profillerinden oluşan bir resmî geçit sanki. Tıpkı Çehov ve Gogol’un öykülerinde olduğu gibi tüm hikaye boyunca herkes ve her şey bir ölçüde tanıdıklık hissi uyandırmayı başarıyor. Örneğin; benim filmde en sevdiğim sahne, Elliot’un Lee ile sanki tesadüfen yolda karşılaşmış gibi yaptığı sahnedir. Elliot, karısının en küçük kız kardeşi Lee’ye aşık olur (açılış sahnesinde gördüğümüz o güzel kız). Elliot’ın aklı fikri kızdadır artık. İçinde karşı konulamaz büyüklükte bir duygu onu Lee’nin olduğu yere sürükler. Elliot, Lee’nin evden çıkmasını bekler. Karşı sokaktan gizlice binanın çıkışını gözlemliyordur. Lee binadan çıkar ve yürümeye başlar, Elliot Lee’nin gittiği sokağı belirler, o sokağın nereye doğru çıkacağını tahmin eder ve birkaç blok boyunca küçük çocuklar gibi delicesine koşarak, onun yürüdüğü yol üstünde durup, beklemeye başlar. Amacı kızın yolunu kesmektir. Kız gelince de sanki tesadüfen ordaymış, başka bir işi varmış da o nedenle oradan geçiyormuş gibi yapar. Bu sahnenin benzer bir versiyonunu (“sinsice tuzak kurmak” demeyelim de “başbaşa kalmak için hoşlandığı kişinin haberi olmadan vesile yaratmak”, diyelim) kim yaşamamıştır ki? Aynı ortamlarda bulunduğu kızlara aşık olan tüm platonik aşıkların buna benzer en az bir hikayesi vardır.
Woody sadece senaryo ve oyuncu yönetiminde değil, teknik anlamda da birinci sınıf bir iş çıkartır “Hannah ve Kız Kardeşleri”nde. Açılış sahnesinde ilk olarak o güzel kızı, Lee’yi görürüz. Ama aslında onu gören Elliot’tır ve hemencecik Elliot’ın zihnine girer Woody. Kamera evin içinde hareket ettikçe anlatıcı (dış-ses) yardımıyla gerçek hislerini, gerçek düşüncelerini paylaşır Elliot. Şükran Günü yemeğinde odadan odaya geçen kamera karakterleri detaylandırdıkça detaylandırır. “Hannah ve Kız Kardeşleri”ndeki kamera kullanımı “Manhattan” ve “Interiors”a kıyasla çok daha dinamiktir, biraz daha “Annie Hall” tarzına yakındır. Tıpkı düşüncelerimiz gibi oradan oraya salınır kamera. Tabii burada, risk alıp, yeni anlatım metotlarını tatbik eden Woody Allen’a en çok yardımı dokunan kişiyi, görüntü yönetmeni Carlo Di Palma’yı anmadan geçemeyiz. Woody Allen’ın; daha evvel Antonioni, Germi, Monicelli ve Scola gibi büyük yönetmenlerle çalışmış olan Di Palma’yla olan başarılı işbirliği tam 12 filmde sürecektir. Bu film ise bu işbirliğinin ilk projesidir. Di Palma, hareketli kamerasıyla duyguları yakalamakta Antonioni filmlerinden o kadar tecrübelidir ki, ortaya benzersiz ve unutulmaz sahneler çıkması kaçınılmaz olur. Örneğin aynı masada ve çoğu zaman aynı anda önemli buldukları konularda konuşan bir sürü insanın etrafında dolaşan kamerayla oluşturulan çekim bugün bir Woody Allen klasiği olarak kabul edilir (mesela bu filmde üç kız kardeşin yemeğe çıktıkları sahne). Leone’nin yakın plan yüz çekimleri, Bergman’ın karaktere doğru usulca yaklaşan ve onun yüz hatlarını ve özellikle de gözlerini belirginleştirmeye çalışan kamerası, Peckinpah’ın kanlı bir şiddeti ve çoğu zaman ölüm anlarını ağır-çekimlerde göstermesi ya da ayakta duran bir grup insanın etrafında, aralarında, tıpkı bir karaktermiş gibi dolaşan o hareketli Cassavetes kamerası gibi bir imzadır artık bu. Zaman zaman dış-ses; hislerini, düşüncelerini ve tepkilerini onlara sebep olan olayın bizzat içindeyken eşanlı olarak bizimle paylaşır, hatta aynı karakter kendisini ahlâki bir çıkmazda hissederse (örneğin, Elliot) kendi kendiyle tartışmaya bile başlar, laf dalaşına girer, hatta bazen başka karakterlere ait dış-ses’ler birbirleriyle diyalog içine girer (Hannah ve Elliot gibi) işte bu yenilikçi üslubuyla “Hannah ve Kız Kardeşleri” “Annie Hall”dan ince çizgilerle ayrılır, anlatısını genişleterek farklı şeyler denemeye girişir.
“Hannah ve Kız Kardeşleri”ni, “Annie Hall” ve yapısal olarak daha çok andırdığı “Manhattan”dan ayıran bir başka özellik de aşık olunan karakterlerden birinin, aşık olan adamın karısının kız kardeşi olmasıdır. Elliot Hannah ile evlidir ama gider Hannah’ın kız kardeşi Lee’ye aşık olur. Hatta Woody Allen’ın karakteri Mickey, ki kendisi Hannah’ın ilk eşi ve çocuklarının babasıdır, Hannah’ın kız kardeşi Holly’yi ara sıra yemeğe çıkartır, hatta ilişkileri beklenmedik bir seyir izler ve sürpriz bir şekilde finalize olur. Sonraları Woody Allen sinemasında çok sık karşımıza çıkacak olan değer yargılarını alt-üst eden çapraz ilişkilerle dolu olay örgüsünü ustanın ilk kez bu filminde bu denli sarsıcı bir şekilde sunduğunu ve tartışmaya açtığını not düşelim.
Ben bu filmin Woody Allen’ın o hep hüsranla son bulan “ideal kadın-ideal erkek” ve “ideal ilişki” arayışına dair filmleri içerisinde ayrı bir yeri olduğu ve bunun üzerinden de farklı bir okuma yapılabileceği kanaatini taşıyorum. Hadi deneyelim. Bu filmdeki üç kız kardeş, yani filme adını veren Hannah ve kız kardeşleri, sanki Woody Allen’ın içini doldurmaya çalıştığı “ideal kadın” kavramının her bir parçasını içinde taşıyan ama bütününü tek başına temsil etmeye gücü yetmeyen ancak ve ancak üçü bir araya geldiğinde “ideal kadın”ı oluşturabilen kişilermiş geliyor bana. Çok yetenekli, zeki, anaç ama çok da güzel olmayan ve yeteneklerini kullanmayı reddeden, insanları bundan mahrum bırakan en büyük kız kardeş, kendini güvensiz hisseden, yeteneksiz, sorumsuz, kokainle haşır neşir, başarısız ama öte yandan güzel, hırslı ve hep bir şeyler üretmeyi düşünen ortanca (dul) kardeş ile çok genç, çok güzel ama mental durumu kararsız gözüken (alkol bağımlılığı, yaşlı erkeklere düşkünlüğü vb.), pek de bir şey üretemeyen, en küçük kız kardeş. Sanki üçünün güzel özellikleri bir araya gelince bir bütünü, “ideal kadın”ı simgeliyorlar gibi düşünüyorum.
Erkeklere bakınca da durum aynı. Mickey, Elliot ve Frederick birbirinden farklı ama sanki bir arabanın parçalarını andırırcasına birbirlerini tamamlayan karakterler gibi duruyorlar (filmin adı ironik bir şekilde “Mickey ve Erkek Kardeşleri” de olabilirmiş). Karizmatik biri olan Frederick kendinden emin, göründüğü kadarıyla çok iyi bir sanatçı ama aslında kendisine reva gördüğü izolasyondan (dış dünyayla tek iletişimi Lee) anladığımız kadarıyla kocaman bir egosu var. Oldukça yaşlı olan Frederick’in agresif ve depresif bir karakteri olduğu da ortada. Mickey ise, saplantı düzeyindeki çeşitli korku ve endişeleriyle adeta kapana kısılmış bir yazar. Komediler için metinler kaleme alıyor, zeki, çalışkan hatta sevilen biri, mesela Mickey eski eşiyle görüşmeye devam ediyor, sürekli çevresinde birileri var ve gördüğümüz kadarıyla iş hayatında da başarılı gibi. Öte yandan Elliot, Rock yıldızlarına finansal danışmanlık yaparak köşeyi dönmüş biri, iş hayatında çok başarılı olduğuna şüphe yok, zeki, kurnaz hatta yakışıklı da sayılabilir ama o da kararsız, kuşku dolu, tutkulu fakat duygusal iniş çıkışları çok olan, maymun iştahlı ve alıngan biri. Sanki bu üç erkeğin birleşiminden de, toplama bir “ideal erkek” çıkabilir gibi. Ama zaten Woody Allen’ın hinlik dolu senaryosunun tam olarak söylemek istediği de budur. “İdeal erkek/kadın” yoktur, o nedenle ideal ilişki de yoktur ve olamaz da. Filmin ikinci yarısının bize tam olarak anlattığı da bu olur.
Woody Allen; değişik çekim teknikleri ve alışılmadık dış-ses tercihleri, ön yazılarla başlayan epizodik yapı, epizodlara ve karakterlere has müzik kullanımı, karmaşık karakterleri arasındaki çapraz ilişkileri yansıtmadaki başarısı, farklı okumalara olanak tanıyan zengin olay örgüsü ve daha çok klasik romanlarda gördüğümüz, kendi karakterine diğer tüm karakterlerin özel yaşamlarını da gözlemleme/bilme imkanı veren “Tanrısal bir ayrıcalık” tanıması gibi yenilikçi ve yaratıcı anlatısıyla “Hannah ve Kız Kardeşleri”ni sinema tarihinin en kompleks kadın filmlerinden biri haline getirir. Üstelik Woody Allen, bu hayli karmaşık ve dramatik yapının tam ortasında, hikayeye asla zarar vermeden, kendi canlandırdığı karakter olan Mickey üzerinden mükemmel bir komedi omurgası inşa etmeyi başarır. Özellikle, Mickey’nin işi bırakıp kendini hayata bağlayacak şeyi (hayatın anlamını) bulmak için girdiği arayış ve Hannah ile evli olduğu yıllarda çocuk sahibi olma yolunda attıkları adımlar unutulmaz “gag”lerle sarsıcı gülme krizlerine yol açar. Şahsi kanaatimce Woody Allen sinemasında yeni bir aşamayı simgeleyen “Hannah ve Kız Kardeşleri”ni (Hannah and Her Sisters, 1986) “klasik” statüsüne ulaştıran en önemli özellik de bu birbirine zarar vermeden ilerleyen iki ayrı hikaye örgüsünün meydana getirdiği, özenle tasarlanmış, hayranlık verici sarmal anlatıdır.
Ertan Tunç
Not: Daha önce filmarasidergisi.com’da yayınlanmıştır.