Konuya hemen gireceğim. Yirmi yıldır bilgisayar oyunlarıyla hayatını tüketmiş biri olarak Wreck-It Ralph filmini yayınlanan ilk fragmanından beri heyecanla bekliyordum. Bekliyordum beklemesine ama en iyi sahnelerin fragmanda tüketildiğine, kendini zar zor seyrettirecek bir hikayeye maruz kalacağıma da oldukça emindim (Nostaljiye, retroya açlık böyle bir şey, tek bir Sonic referansı için ova gibi dümdüz hikayelere katlanmayı göze alabiliyoruz bazen).
Video oyunlarını konu ve mekan alan bir filmin potansiyelinden kuşkum olmayacağı gibi, o potansiyelin hayat bulacağına da inancım olmaz. Hangi oyun uyarlaması hislere tercüman olmayı başardı ki? Wreck-It Ralph’in gelebileceği nokta önceden belli değil miydi? Bu kesin yargılarla filmi seyre başladım ve bir kez daha yanılgının haklı sevincini tüm kalbimde hissettim. İki ihtimal var, ya ben “nerd”lük locasında en üst makamlara eriştim ya da Wreck-It-Ralph gerçekten çok iyi bir film! Gerçekten bu kadar eğlenmeyi beklemiyordum.
Hikayemiz bir Arcade salonunda geçiyor. Pacman’inden Dance Dance Revolution’ına her çeşit oyun makinesinin mevcut olduğu salonun en eski ev sahiplerinden biri Fix-It Felix isimli macera oyunudur. Otuz yaşını dolduran oyun, Wreck-It Ralph isimli dev ile tamirci Felix’in kapışmasını işlemektedir. Felix ve yan karakterler yaptıkları işten memnundurlar. Her gün koca bir apartman Ralph tarafından saldırıya uğramakta, Felix de oyuncuların direktifi eşliğinde apartman sakinlerini devin gazabından kurtarmaktadır. Kimsenin bilmediği ise oyunun kötü karakteri Ralph’in yaptığı işten ne kadar sıkıldığıdır. Arcade evreninde kötü adam olarak nam salmak, bir Erol Taş muamelesi görmek canına tak etmiştir. Bu sebeple Ralph, Fix-It Felix’in otuzuncu yaş gününde makinesini terk eder ve başka bir oyunda madalya kazanıp kahraman olmaya karar verir. Bunun için ilk durağı Arcade salonunun yegane shooter oyunu Hero’s Duty olur. Ne var ki bu yepyeni oyunun içeriği, 80’lerin naif dünyasından çıkma kahramanımız için hiç de alışılacak gibi değildir.
Mevzuya çok spoiler katmamak için hikayenin detayına girmiyorum ancak Wreck-It Ralph’in bir dijital yol hikayesi gibi başlayıp bambaşka bir maceraya dönüştüğünü söylemek yeter. Belki filmin yeni fragmanlarından kendimi uzak tuttuğum içindir ama Wreck-It Ralph’de hikaye hiç beklemediğim bir yönde gelişme gösterdi ve beni çok şaşırtmayı başardı.
Eğer arcade salonuyla alakalı bir film yapıyorsanız seyirciyi referanslara boğmak zorunluluktur. Bunu yapmazsanız kaybetmeye mahkumsunuz.Şu bir gerçek, Wreck-It Ralph kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapmış. Olay sadece fragmandan aşina olduğumuz oyun kötülerinin grup seansı sahnesinden ibaret değil yani. Salonun kapanmasının ardından barda bira içmeye giden Ryu ve Ken mi ararsınız, Felix’in ev partisinde kendinden geçen Pacman mi, oyun makineleri götürüldüğünden evsiz kalan Q*bert mi? “Şeytan ayrıntıda gizlidir”cilerdenseniz sahnenin birinde “All your base are belong to us” duvaryazısını görüp küçük bir çığlık atabilirsiniz. Her dönemin oyuncusunun kalbini çalmayı iyi bilmiş Wreck-It Ralph. Ancak filmi başarılı kılan sırf referans verilecek noktaları değil, bir bütün olarak Arcade kültürünün çok iyi kavranmış olması. Ralph‘in Donkey Kong’tan ilham alınarak yaratıldığını görmemek imkansız. Hero’s Duty’nin ve Sergeant Calhoun’ın modern sci-fi aksiyon oyunlarının muazzam bir parodisi olarak filme çok iyi eklemlendiğini de söylemek gerek. Ama bunların ötesinde Glitch ve Secret Level gibi Arcade kültüründe pek çok efsanenin doğmasına vesile olmuş kavramlar filmde büyük bir ustalıkla kullanılmış. Wreck-It Ralph’in oyun karakterlerinin birbirlerinin oyunlarına girip çıkabildikleri evreni şaşırtıcı ölçüde tutarlı. Bir arcade aşığı olarak benden geçer notu aldı. Biraz kurcalayınca filmin arkasında pek çok Simpsons ve Futurama bölümünün yönetmenliğini yapmış Rick Moore’un olduğunu görüyoruz ki bu da filmin (kanımca) neden her yaştan seyirciye hitap edebilecek kaliteyi yakaladığını açıklıyor.
Wreck-It Ralph’in hikayesi hoş ve akıcı. Buna rağmen bu filmii iki saat heyecanla seyredilir kılan sadece hikayenin işlenişi değil. Filmin nerede nasıl gaza getireceğini çok iyi bilen bir soundtrack’i var. Ralph’in Hero’s Duty macerası sırasında anlamsızca gaza gelmemi kendi fanatikliğime yormuştum ama Ralph Vanellope’ye araba kullanmayı öğretirken Rihanna’nın Shut Up and Drive’ı girince tamam dedim, film bizi nasıl tavlayacağını biliyor.
Ve Wreck-It Ralph sayesinde Sarah Silverman’a gerçekten hayran kaldım. Dahiyane (ve kasıtlı) bir sinir bozuculuğa sahip Silverman, Sugar Rush’ın mazlum yarışçısı Vanellope’ye muhteşem bir ruh katmış. Onun kendine has tarzı olmasa filmin büyük kısmını oluşturan Sugar Rush sahneleri Wreck-It Ralph’i gerçekten çok yavan bir noktaya getirebilirdi.
Artık yavaş yavaş kendini gösteriyor ki Walt Disney Stüdyoları bir değişim yaşıyor (Evet, film Pixar’ın değil diye hemen Dreamworks diyen arkadaşlara sesleniyorum, biraz sakin Wreck-It Ralph bir Disney filmi). Tangled ile hissedilir bir değişime girdiğini gösteren Disney Stüdyoları, Wreck-It Ralph’i de göz önüne alırsak, belli ki CGI animasyon alanında eski kötü şöhretini taşımamaya özen gösteriyor. Wreck-It Ralph animasyon açısından kısır olan bu sene Oscar heykelciğini gerçekten alabilirdi (zira en büyük rakibi Brave’in geçmiş Pixar filmlerine göre zayıf bir çalışma olduğunu neredeyse herkes kabul ediyor). Bunu şahsen trajik bir hata sayıyor ve herkese Wreck-It Ralph’i tavsiye ediyorum. Küçüklüğünde arcade salonlarından çıkmayan, Nintendo geçmişini unutmayan o sevimli kitle, özellikle size sesleniyorum Wreck-It Ralph’i beğenmemeniz mümkün değil. Oyun dünyasından gerçek bir peri masalı jetonlarınızı bekliyor.
Not: Wreck-It Ralph’in Türkçe’ye Oyunbozan Ralph olarak çevrilmesini oldukça başarılı buldum. Buna rağmen filmi kesinlikle orjinal dilinde seyretmenizi tavsiye edeceğim çünkü bazı oyun terimlerini, esprileri ya da hikaye ile ilgili kritik noktaları kaçırmanız olası.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz