ABD dışı ülkelerin gerilim filmlerinden oluşan “yakın tarihli sağlam gerilim arayanlara öneri listesi” serimize devam ediyoruz. Aşağıdaki giriş kısmında herhangi bir değişiklik yapmadım, öncekilerde okuduysanız direkt seçkiye geçebilirsiniz.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Eleştirmenlerce biraz “hafif” bir tür olarak değerlendirilen gerilim, sıklıkla diğer türlerle ilişkiye geçerek birbirinden farklı melez yapılanmalara gider ama ana yapısı çok da fazla değişkenlik göstermez. Sonuçta ana amaç, seyircide yoğun heyecan, şüphe, yüksek seviyede beklenti, belirsizlik, endişe ve sinirleri bozacak denli gerginlik gibi belli başı adrenalin salgılatan duyguları uyandırmak ve bu duyguları finale kadar canlı tutmaktır. Seyirciyi ve/veya başkarakteri asıl önemli olan mevzudan uzaklaştırmak için ortaya atılan yemler, ana gidişatı değiştiren şaşırtıcı sürprizler ve bomba etkisinde bir final, sağlam bir gerilimin olmazsa olmazlarıdır.
Aşağıdaki listede yakın zamanda izlediklerim arasından seçtiğim, ABD dışındaki ülkelerden, biraz daha kıyıda köşede kalmış, yakın tarihli gerilimleri bir araya getirdim. Sizler de yorumlar kısmına benzer gerilimleri ekleyerek listeyi genişletebilirsiniz.
Not: Filmler yapım tarihlerine göre sıraya dizilmiştir.
Bad Genius (2017)
Lynn, özel bir lisede burslu okuyan zeki bir kızdır. Maddi durumu iyi olmadığı için lisedeki zengin öğrenci arkadaşlarına para karşılığında kopya vermektedir. Alanın da verenin de memnun olduğu bir sistem kuran Lynn’in yoluna ilk taşı, aynı okulda burslu okuyan bir başka “fakir ama zeki” öğrenci Bank koyar. Nattawut Poonpiriya’nın yönettiği Tayland yapımı Bad Genius, bir yandan eğitim sistemindeki fırsat eşitsizliğini eleştirirken bir yandan da sınıf ayrımının hayatın her anına, her alanına sinsice sinmeye devam ettiğine dikkat çekiyor.
Cut Off (2018)
Antikörper / Antibodies (2005) ile radarımıza giren Alman yönetmen Christian Alvart, Case 39 (2009) ve Pandorum (2009) gibi hayal kırıklıklarıyla sonuçlanan Hollywood macerasından sonra ülkesine dönmüş ama ses getirecek yeni bir işe imza atamamıştı. Açıkçası Cut Off, o özlediğimiz (ama gelmek bilmeyen) Alvart filmine yakın duran lezzette sahneler barındırıyor. Prof. Paul Herzfeld, Federal Polis’in Berlin’deki Adli Patoloji biriminin başında görevli, tecrübeli bir adli tabiptir. Kimliği belirlenmesin diye elleri kesilmiş ve dişlerin bulunduğu çene bölgesi tamamen parçalanmış, 50-60 yaşlarındaki bir kadın cesedinin otopsisini yapan Herzfeld, maktulün kafasının içine yerleştirilmiş bir kapsül bulur. Kapsülün içinden, üzerinde kızının adı ve bir telefon numarası yazılı bir kâğıt çıkar. Sebastian Fitzek ve Michael Tsokos’un birlikte yazdıkları aynı adlı romandan uyarlanan Almanya yapımı Cut Off, temposu, finale kadar üzerini örtmeyi becerdiği gizemi ve şaşırtıcı sürprizleriyle dört dörtlük bir gerilim olarak anılmayı hak ediyor. Fatih Akın filmlerinden de hatırladığımız Moritz Bleibtreu, yine her zamanki gibi sağlam bir oyun ortaya koyarken Almanya doğumlu Türk asıllı oyuncu Fahri Yardım da yan rollerden birinde ilginç bir karaktere can veriyor.
Into the Labyrinth (2019)
Aslen bir yazar olan Donato Carrisi, romanlarını sinemaya uyarlamaya devam ediyor. Serimizin iki numaralı listesinde ilk filmi The Girl in the Fog’a (2017) yer verdiğimiz Carrisi, yeni filmiyle serimize bir kez daha konuk oluyor. Aynı adlı romanından uyarlanan bu filmin senaryosu da yine kendisine ait. Samantha, okula giderken kaçırılmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. On beş yıl sonra ıssız bir yol kenarında bulunan ve şokta olduğu için hiçbir şey hatırlayamayan Samantha, hastaneye kaldırılır ve Dr. Green’in gerçekleştirdiği terapi seanslarıyla başına gelenleri hatırlamaya çalışır. Özel dedektif Bruno Genko ise ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Ömrünün son demlerini yaşayan Genko, on beş yıl önce Samantha’nın ailesinden çocuğu bulmak için para almış ama işin üzerine yeterince düşmediğinden kızı bulamamıştır. Samantha’nın ortaya çıkmasıyla kendince bir arınma yöntemi bulan Genko, Samantha’yı yıllarca esir tutan kişiyi bulmak için elinden geleni ardına koymamaya karar verir. Önceki Carrisi filminde olduğu gibi bu filmin de yıldızı, hiç şüphesiz -Genko rolündeki- Toni Servillo. Bu sefer ona eşlik eden uluslararası yıldız ise Dustin Hoffman. Gerçi ikiliyi, film boyunca karşılıklı oynarken görmek mümkün olmuyor ama Carrisi, filmin sonuna –biraz gereksiz de olsa- ek bir sahne koyarak ikiliyi karşı karşıya getiriyor.
Jesus Shows You the Way to the Highway (2019)
Şunu en başta belirtmekte fayda var. Jesus Shows You the Way to the Highway, bugüne kadar serimizde yer alan filmlerden çok farklı bir yerde duruyor. Hatta bırakın gerilimi, birçok türün iç içe geçtiği bu gariplik abidesini herhangi bir biçimde kategorize etmek de çok mümkün görünmüyor. Konusunu kelimelerle ifade etmeye çalışmak bile hem oldukça zor, hem de filmin durduğu yerden bakınca beyhude bir çaba olarak görünüyor. Ama yine de IMDb’deki özeti çevirerek (muhtemelen yanlış olacak olsa da) bir fikir edinmenizi sağlayabilirim. CIA ajanları Palmer ve Gagano’ya, “Sovyetler Birliği” olarak adlandırılan bilgisayar virüsünü yok etme görevi verilir. Ajanlar, VR (sanal gerçeklik) kullanarak sisteme girerler ama gizli görevlerinin düşmanın tuzağı olduğunu anlamaları uzun sürmez. İspanyol sinemacı Miguel Llanso, ikinci uzun metraj filminde 80’lerin ve 90’ların popüler kültür kodlarını etrafa saçarak yarattığı, daha önce görülmemiş gariplikteki evren(ler)de geçen uçuk macerayla günümüzde hâlâ “dokunulmaz” addedilen “eskimiş” sembollerle dalgasını geçmeye devam ediyor. Bu arada filmin adı ne alaka diye sorabilirsiniz. Bu sorunun cevabını vermek için aslında hiçbir sürprizi bozmasa da çok zorlayıp sürprizbozan (‘spoiler’) olarak yaftalanabilecek ve ‘spoiler’ avcısı okurları “heh, yakaladım işte” diye sevindirecek bir sahneyi anmam gerekiyor. Filmin sonunda İsa, kahramanlarımıza otoyola çıkan yolu gösteriyor! Bir kez daha tekrar edelim; Jesus Shows You the Way to the Highway, herkese göre bir film değil. Ama eğer bu filmi severseniz, yönetmenin ilk filmi Crumbs’a (2015) da muhakkak göz atmalısınız. O da bundan hiç de aşağı kalmayan gariplikte bir deneme.
Jailbreak Pact (2020)
David Albala’nın yönettiği Şili yapımı Jailbreak Pact, gerçek olaylara dayanan bir hapishaneden kaçış öyküsü anlatıyor. Ülkesinde gişe rekorları kıran film, Pinochet diktatörlüğünün son yıllarında geçiyor. Aralarında Pinochet’ye suikast teşebbüsünde bulunmaktan suçlanıp idam cezasına çarptırılanların da bulunduğu Pinochet karşıtı siyasi mahkûmların hapsedildiği Santiago Hapishanesi’ndeki 4 kişilik bir grup, tünel kazarak hapishaneden kaçmak için hazırlıklar yapmaktadır. Tünel uzadıkça 4 kişinin yeterli gelmeyeceği anlaşılır. Gittikçe kalabalıklaşan “kaçış grubu”, 18 aydan fazla bir sürede, 60 metreden uzun bir tünel kazar. Tünelden 55 tondan fazla hafriyat çıkar. Tünel, ışıklandırması ve havalandırmasıyla tam bir mühendislik eseridir. Jailbreak Pact, “bugüne kadar çekilmiş en iyi hapishaneden kaçış filmleri” listesinin gediklilerinden biri olacak kapasitede değil belki ama benim gibi hapishaneden kaçış filmlerine düşkün bünyelere iyi geleceği aşikâr. Şunu da son bir not olarak ekleyelim: Pablo Larrain’in No (2012) filminde işlediği 1988 referandumunun, filmde kısa da olsa yer kaplaması ve siyasi mahkûmların televizyondan izledikleri “no/hayır” reklam filmine hafiften burun kıvırarak gösterdikleri tepki, gülümseten bir ayrıntı olarak göze çarpıyor.
Intruder (2020)
Seo-jin, yakın zamanda karısını trafik kazasında kaybetmiş, başarılı bir mimardır. Karısının ölümünden sonra küçük kızı ile beraber anne babasının yanında yaşamaya başlar. Bir yandan acı içinde işine devam ederken, bir yandan da doktor eşliğinde hipnoz terapilerine girerek karısına vurup kaçan arabayı kullanan kişiyi teşhis etmeye çalışmaktadır. Derken 25 yıl önce kaybolan kız kardeşi Yoo-jin ortaya çıkar ve DNA testinin olumlu çıkmasıyla birlikte aile evine yerleşir. Aniden hayatlarına giren Yoo-jin’in gerçek kardeşi olmadığından şüphelenen Seo-jin’in hayatı iyice allak bullak olur. Tipik bir Alfred Hitchcock karakteri olarak dizayn edilen Seo-jin’in, çeşitli ipuçlarından hareketle ortaya çıkardığını düşündüğü komplo teorilerine, ne resmi otoriteler ne de en yakınındakiler inanır. Sohn Won-Pyung’un yazıp yönettiği Güney Kore yapımı Intruder, yer yer Parasite (2019), The Closet (2020) ve hatta Hereditary (2018) gibi filmlere yakınlaşsa da kendi yolunu bulmayı başarıyor. Hiç düşmeyen temposu, biraz uçuk kaçık da olsa şaşırtmayı başaran sürprizleriyle gerilim sevenleri yarı yolda bırakmıyor.
Devam Edebilir…
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Diğer Listelere de Göz Atmak İsterseniz:
- Öneri Listesi 1
- Öneri Listesi 2
- Öneri Listesi 3
- Öneri Listesi 4
- Öneri Listesi 5
- Öneri Listesi 6
- Öneri Listesi 7
[/box]