ABD dışı ülkelerin gerilim filmlerinden oluşan “yakın tarihli sağlam gerilim arayanlara öneri listesi” serimize devam ediyoruz. Aşağıdaki giriş kısmında herhangi bir değişiklik yapmadım, öncekilerde okuduysanız direkt seçkiye geçebilirsiniz.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Eleştirmenlerce biraz “hafif” bir tür olarak değerlendirilen gerilim, sıklıkla diğer türlerle ilişkiye geçerek birbirinden farklı melez yapılanmalara gider ama ana yapısı çok da fazla değişkenlik göstermez. Sonuçta ana amaç, seyircide yoğun heyecan, şüphe, yüksek seviyede beklenti, belirsizlik, endişe ve sinirleri bozacak denli gerginlik gibi belli başı adrenalin salgılatan duyguları uyandırmak ve bu duyguları finale kadar canlı tutmaktır. Seyirciyi ve/veya başkarakteri asıl önemli olan mevzudan uzaklaştırmak için ortaya atılan yemler, ana gidişatı değiştiren şaşırtıcı sürprizler ve bomba etkisinde bir final, sağlam bir gerilimin olmazsa olmazlarıdır.
Aşağıdaki listede yakın zamanda izlediklerim arasından seçtiğim, ABD dışındaki ülkelerden, biraz daha kıyıda köşede kalmış, yakın tarihli gerilimleri bir araya getirdim. Sizler de yorumlar kısmına benzer gerilimleri ekleyerek listeyi genişletebilirsiniz.
Not: Filmler yapım tarihlerine göre sıraya dizilmiştir.
The Other Me (2016)
Yunanistan’dan Sotiris Tsafoulias imzalı ilginç bir tür denemesi. Aynı ülkemizde olduğu gibi komşuda da çok fazla sayıda tür filmi çekilmediğinden ötürü geçmişten gelen bir tür sineması geleneğinin varlığından söz etmek oldukça güç. Bu sebeple tek tük çekilen tür filmlerinin yaratıcıları, yüzlerini mecburen Batı’ya (kimi zaman da daha Doğu’ya) çevirmek zorunda kalıyorlar ve bu durum da yerelleşme aşamasında çeşitli handikaplar yaratarak filme ister istemez “olmamış” yaftasının yapıştırılmasına neden oluyor. Ne yazık ki The Other Me de benzer dertten muzdarip ama buna rağmen sağlam hikâyesiyle dikkat çekmeyi başarıyor. “Sayıların babası” olarak bilinen filozof ve matematikçi Pisagor’un bağdaşık sayılar (ya da arkadaş/dost sayılar) teorisini sahiplenen bir seri katilin, çeşitli Pisagor aforizmalarıyla imza atarak işlediği cinayetlerin çözüme kavuşması, polise yardımcı olan bir kriminoloğun gözünden anlatılıyor.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
İlginç bir not: Atina’da işlenen taksi şoförü cinayetinin şüphelilerinden birinin, film gösteriminden sonra yapılan soru-cevaplara iştirak ettiği ve yönetmene “filmin gerçek bir suçu teşvik edebileceğinden endişe duymuyor musunuz” sorusunu sorduğu tespit edilmiş. Bunun üzerine Sotiris Tsafoulias, filmini gösterimden kaldırmış ve şu açıklamayı yapmış: “Son gelişmeler ışığında filmimi gösterimden kaldırdım ama bunu katilin filmle ilişkili olduğuna dayanan bir bilgi aldığım için yapmadım. Benim ve iş arkadaşlarımın soruşturmaya yardım etmek için gösterdiği çabanın niyeti hakkında yanlış anlamalara müsaade etmemek adına bu kararı aldım.” Akabinde de filmi YouTube’a yükleyerek genel erişime açmış. The Other Me’yi, yazının sonuna eklediğim linkten İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz.
[/box]
The Guilty (2018)
Gustav Möller’in yönettiği Danimarka yapımı The Guilty, aynı Halle Berry’nin oynadığı Brad Anderson filmi The Call’daki (2013) gibi acil çağrı sistemine gelen bir telefonla başlar. Çağrıyı cevaplayan polis memuru, ilk başta basit bir kaçırılma vakası gibi duran gizemli olayı çözmeye çalışır. Tırnak yedirecek kadar heyecanlı olaylar silsilesi, art arda gelen sürpriz gelişmelerle dallanıp budaklanarak tahmin edilemeyecek yönlere evrilir. Tamamı acil çağrı merkezindeki iki küçük odada geçen filmdeki olaylar, aynı 24 (2001-2010) dizisinde olduğu gibi gerçek zamanlı olarak aktarılıyor. The Guilty, tek kelimeyle müthiş bir tek mekân gerilimi. Aman dikkat, hiç çaktırmadan hipnotize edebilme yetisine sahip filmi izlerken arada nefes almayı unutmayın.
The Vanishing (2018)
İngiltere yapımı The Vanishing, İrlanda açıklarındaki ıssız adalardan birine konuşlanmış deniz fenerindeki altı haftalık nöbetlerine gelen 3 kişinin başından geçenleri anlatıyor. Yönetmenliğini Kristoffer Nyholm’un yaptığı film, başlangıç noktasını gerçek bir olaydan alıyor: “1900 yılında Flannan Isles’ta görevli üç deniz feneri bekçisi, gizemli biçimde ortadan kaybolur ve bir daha hiçbirinden haber alınamaz. Bugün bile hâlâ bekçilerin başına tam olarak ne geldiği bilinmemektedir ama aynı zaman diliminde gerçekleşen şiddetli fırtınanın sebep olduğu bir kazaya kurban gittikleri düşünülmektedir.” The Vanishing, bekçilerin başına gelmiş olabilecek kurmaca hikâyesi üzerinden açgözlülük ve şüphe gibi insanlığın özünden söküp atamadığı kötücül nitelikleri kurcalıyor. Peter Mullan’dan yine her zamanki gibi müthiş bir oyunculuk performansı. Gerard Butler ve Connor Swindells da ona şaşırtıcı biçimde eşlik ediyor.
Pimped (2018)
İkiz kardeşi(?) Rachael ile felekten bir gece çalmak için dışarı çıkan Sarah, barda tanıştığı Lewis’in evine gider. Ama evin asıl sahibi olduğu ortaya çıkan Kenneth’ın devreye girmesiyle basit bir tek gecelik ilişki, tam bir kâbusa dönüşür. David Barker’ın ilk uzun metrajlı filmi Pimped’in büyükçe bir kısmı aynı evin içinde geçtiğinden, diyalog ağırlıklı bir tek mekân gerilimi olarak kategorize edilebilir. Fight Club’daki (1999) isimsiz anlatıcının ruh eşi olmaya aday başkarakteriyle ilgi çekmesi muhtemel Avustralya yapımı film, türün gereklerini yerine getiren, düşük bütçesinin zafiyetlerini stilize çekimlerle örtmeye çalışan (ki bunu büyük ölçüde başaran), bol kanlı cinayetleri kara mizahla dengelemeye çalışan, vasat üstü bir seyirlik.
Why Don’t You Just Die! (2018)
Rusya’dan çılgın bir ilk film. Kirill Sokolov’un yönettiği Why Don’t You Just Die!, kara filmlerin vazgeçilmezi ‘femme fatale’lere özenen Olya tarafından kandırılarak boyundan büyük işlere kalkışan Matvey’i merkezine alıyor. Sıradan bir kaybeden olan başkahramanın, sadece bir gün boyunca süren, sıklıkla ölüme yaklaştığı -kimi zaman da ulaştığı(!)- doludizgin macerası, inanılmaz ama (‘flashback’ bölümler hariç) küçük bir apartman dairesinin içinde geçiyor. Zor bir işin altından alnının akıyla çıkmayı başaran Sokolov’un aşırı şiddet yüklü filmi, Guy Ritchie ve Quentin Tarantino’dan esintiler taşıyor.
The Silence of the Marsh (2019)
Bir ilk film daha! Bu sefer İspanya’dan. Marc Vigil’in yönettiği Netflix filmi The Silence of the Marsh, tür sineması müdavimlerinin daha önce defalarca maruz kaldığı bildik bir omurgaya sahip. Q isimli meşhur suç romanları yazarı, bir yandan yeni kitabını yazarken, bir yandan da kitabına malzeme olan suç faaliyetlerine bizzat müdahil olmaktadır. Gerçekle kurmaca arasındaki ilişkiyi fazla kurcalamadan işin tamamen aksiyon yönüne ağırlık veren film, fazla bir beklenti olmadan rahatça tüketilebilecek tipik bir gerilim.
Devam Edebilir…
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
The Other Me (2016) filmini aşağıdaki yasal linkten İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz.
[/box]
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Diğer Listelere de Göz Atmak İsterseniz:
[/box]