Tuhaf filmleriyle nam salmış Japon sinemasının en nevi şahsına münhasır isimlerinden biri olan Teruo Ishii, ülkesi dışında öyle çok kabul gören, çok tanınan veya çok sevilen yönetmenlerden biri değildir. (Gerçi ülkesinde de çok kabul görmez belki ama tanınır ve sevilir.) Batıda, biraz Super Giant serisine ait filmlerle tanınır, belki biraz da ero-guro (erotik-grotesk) filmleriyle. Elbette filmografisindeki en sıra dışı işi de atlamamak lazım: 1969 tarihli Horrors of Malformed Men. Dönemin şartları gereği yıllık üretimi olağanın bir hayli üzerinde seyreden Teruo Ishii, Yakuza Law filmini de aynı yıl içinde çekmiştir. (Toplamda 80’den fazla filme imza atan Ishii, 1960 ile 1969 arasındaki 10 yılda tam 45 film yönetmiştir; yılda ortalama dört buçuk film ediyor; hemen her birinin gişede iyi iş yaptığı düşünülürse gerçekten inanılmaz.)
Teruo Ishii filmografisi, Japon sinema sektörünün bilhassa 60’lı ve 70’li yıllarının kaba bir özeti gibidir. Ishii, stüdyo sistemi içinde çalışmayı seçmiş ve sisteme ayak uydurmakta hiçbir zaman zorlanmamıştır. Önce Shintoho, sonrasında Toei ve Shochiku gibi önemli yapım şirketleri için çalışmış; aksiyon, korku, erotik, suç ve kara film gibi birbirinden farklı birçok türe el atmıştır. Aynı bir fabrikanın seri üretim bandından çıkar gibi art arda üretilen devam filmleriyle seriye dönüşen filmlerden de nasibini fazlasıyla almıştır. Kariyerinin hemen başında çektiği Super Giant serisi, hemen ardından gelen Line (Chitai) serisi ile Gang (Gyangu) serisi; sektörde “az zamanda, iyi gişe yapan filmler çekmeyi beceren, eli çabuk yönetmen” olarak tanınmasını sağlamıştır. Ama onun yerini iyice sağlamlaştıran film; başroldeki oyuncu Ken Takakura’yı yıldızlık seviyesine yükselten ve Ishii’yi de stüdyolar için vazgeçilmez kılan Abashiri Prison (1965) olmuştur. Abashiri Prison da yüksek gişe hasılatı nedeniyle seriye dönüşmüş, serideki 18 filmden ilk 10’unu Ishii yönetmiştir, hem de 1965 ile 1967 yılları arasındaki üç yıllık süreçte.
Teruo Ishii, stüdyo sistemine adapte olmayı başarmış ama tamamen teslim olmamış bir yönetmen olarak belki de nadir görülen örneklerden biridir. Stüdyolardan gelen sipariş filmleri çekmeyi kabul etmiş ama her birine kendi görsel imzasını atmayı ihmal etmemiştir. Çoğu zaman senaryolara müdahale etmiş, arada filmlerin türünü değiştirdiği bile görülmüştür. Özellikle Abashiri Prison ile eli biraz daha güçlendikten sonra asıl çekmek istediği ero-guro (erotik-grotesk) filmlere yönelmiştir. Bu süreçte The Joys of Torture serisi olarak da bilinen ve Japonya tarihindeki işkenceleri mercek altına alan altı filme imza atmıştır. Japon istismar sineması kategorisi altında kümelenebilecek serideki tüm filmlerde, Japon gelenekleriyle Grand Guignol’u harmanladığı öncü stiliyle dikkat çekmiştir. Bu filmlerden dört tanesi antoloji formatındadır. Yakuza Law da bu serideki antoloji filmlerden biridir.
The Joys of Torture Serisi
- Shogun and the Three Thousand Women (1968)
- Shogun’s Joy of Torture (1968)
- Orgies of Edo (1969)
- Inferno of Torture (1969)
- Yakuza Law (1969)
- Love and Crime (1969)
Farklı dönemlerde geçen üç ayrı bölümden oluşan Yakuza Law, Japonya’daki organize suç çetelerinin (yakuzanın) tarih boyunca süregelen katı kurallarına ve bu kuralları çiğneyenlerin nasıl cezalandırıldığına odaklanıyor. İlki muhtemelen 1800’lü yılların başında (Edo Dönemi), ikincisi muhtemelen 1900’lü yılların başında (Meiji Dönemi) ve üçüncüsü de filmin çekildiği 1960’lı yıllarda (Showa Dönemi) geçiyor. Her bölümün başında yakuzaya ait bir kural veriliyor ve sonrasında o kuralın çiğnenmesini ve akabinde çiğneyen kişinin/kişilerin cezalandırılmasını gösteren, basit bir olay örgüsü ile vücut bulan hikâye anlatılıyor. Ama esas odak noktasının aşırıya kaçan şiddet sahneleri olduğu gün gibi ortada.
Zaten filmin asıl amacını saklamak gibi bir niyeti olmadığı daha açılış jeneriğinde anlaşılıyor. Açılıştaki yazılara eşlik eden birbirinden korkunç işkence görüntüleri, filmin herkese göre olmadığını açık seçik beyan ediyor. Bir büyüteç ile gözleri yakılan, bir çubuğa bağlanarak ateş üzerinde kızartılan, bir ekskavatörün kepçesinde parçalara ayrılan, diri diri toprağa gömülen, bir arabanın arkasına bağlanarak yerlerde sürüklenen veya bir matkap ile eline delik açılan insanların acı içindeki çığlıkları önemli bir uyarı niteliği taşıyor.
Teruo Ishii, verdiği röportajlardan birinde The Joys of Torture serisine dair bir soruya; “Tamamen farklı bir yöne doğru gitmek istedim. Seks ve şiddette, ne kadarına izin verilebileceğini görebilmek için, gidebildiğim kadar ileri gitmeyi denedim. Bu filmleri yaptım çünkü sınırları gerçekten ne kadar zorlayabileceğimi görmek istedim” diye cevap vererek filmleri çekme sebebini net bir şekilde özetliyor.
Gerçekten de birçok sahnede aşırıya kaçtığı gözlenen şiddet sahneleri, filme damgasını vuruyor. Bu yönüyle Ishii’nin, hemen hemen aynı yıllarda film çeken Amerikalı çağdaşı Herschell Gordon Lewis’i akla getirdiği söylenebilir. Ama haksızlık etmeyelim, Teruo Ishii’nin filmlerinin yapım kalitesi, her yönüyle Lewis’inkilerden katbekat üstün.
Şiddet sahneleri söz konusu olunca akla illaki özel efektlerin kalitesi gelir. Saw (2004) ve Hostel (2005) gibi filmlerle (ki her ikisi de seriye dönüştü) yükselişe geçen işkence pornosu (‘torture porn’) alt türü sayesinde, insan vücuduna “işkence” namına yapılabilecek her türlü müdahalenin, olabildiğince gerçekçi biçimde beyazperdeye yansıtıldığına şahit olduk. Bunun yanında özel efektler konusunda akılalmaz gelişmeler yaşandığını da göz önünde bulundurursak, Yakuza Law’a bugünden bakıldığında elbette ki biraz eskimiş gibi görünüyor. Hatta kimi efektlerin foyası, biraz dikkatli bakılınca bile ortaya çıkıyor. Örneğin açılış jeneriğinde arabanın arkasına bağlanarak sürüklenen dublörün altındaki kaykayı gizlemeyi iyi başaramamışlar. Fakat bunu filmin eksisi olarak değil, artısı olarak görüyorum. Teruo Ishii, verdiği röportajda da belirttiği gibi, gidebildiği kadar ileri gidebilmek için sınırları her manada zorlamayı seçmiş ve dönemine göre bir hayli başarılı özel efektlere sahip, o yıllarda kimsenin yapabileceğini hayal bile edemediği şiddet sahnelerine yer veren, son derece sert bir film çekmiş.
Aktif kariyerini sürdürürken Japonya dışında pek tanınmayan Teruo Ishii, emekli olduktan sonra keşfedildiği Batıda yeni hayranlar edinmiştir. İtalya ve Fransa’daki kimi festivallere davet edilmiş, filmlerinin toplu gösterimlerine iştirak etmiştir. Hayatının son yıllarında sıkça başrolünde Ken Takakura’nın yer aldığı, Once Upon a Time in Japan adlı epik gangster filmini çekmek istediğinden bahsetmiştir. 1924 doğumlu Teruo Ishii, 2005 yılında henüz rüya projesini gerçekleştiremeden vefat etmiştir.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca