Yalçın Çiftçi: ‘İdealist bir öğretmen profili çizerek filmi ilerletme fikriyle yola çıktım; ancak oradaki gerçeklikler bambaşkaydı’

29 Ekim 2024

Yalçın Çiftçi’nin Beyaz Dağın Çocukları filmini ilk izlediğimde samimiyeti, duygusu, çocuklar ve öğretmenlerinin arasındaki iletişim ve okulun bir mezarlığın yanı başında olması beni çok etkilemişti, hatta jüri olduğum Erzincan’da en iyi film ödülü kazanmıştı. Birçok festivalde gösterilen, hatta ders niteliği taşıyan bu belgeseli herkesin izlemesi dileğiyle. Aynı zamanda kendisi de öğretmen olan Yalçın Çiftçi’ye sorularımı yönelttim.

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Merhaba Yalçın seni biraz tanıyabilir miyiz?

1992 yılında Adıyaman’da doğdum. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra öğretmenliğe başladım. Üniversite yıllarımda başladığım fotoğraf serüvenim hala devam ediyor. Fotoğraflarım, Atlas dergisi gibi prestijli yayınlarda yer aldı ve önemli fotoğraf ödülleri kazandı. Son yıllarda uzun soluklu belgesel fotoğraf projeleri çalışıyorum… Ayrıca Çukurova Üniversitesi Radyo, Sinema ve Televizyon bölümünde yüksek lisans yaparak sinema alanındaki akademik çalışmalarımı da sürdürüyorum…

Film tarzına baktığımda daha çok belgeseller çekiyorsun, seni belgesele yakın kılan nedir?

Belgesel sinemaya yönelmemin temel sebebinin, yıllardır sürdürdüğüm fotoğrafçılıkla iç içe olmamdan kaynaklandığını düşünüyorum. Fotoğraf çekerken insanların yaşamlarına adeta konuk olup hayatlarına yakından tanıklık ediyoruz. İyi bir fotoğrafçı aynı zamanda iyi bir iletişimci olmalıdır. Toplumun her kesiminden insanla çalıştım; onların hayat tarzlarını, yaşam biçimlerini gözlemledim. Bu gerçeği uzun yıllar içselleştirdiğim için kendimi belgesel gerçekliğine daha yakın buluyorum.

blank

Beyaz Dağın Çocukları dışında da iki belgeselin var. Birinde yine çocuklar var, öbüründe kadınlar… Bu iki filmin ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misin?

İlk çalışmam olarak görülen Sessiz filmini, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün ricası üzerine çektim. Film, işitme engelli bir öğrenci ile öğretmeni arasındaki iletişimi konu alıyordu. Bu çalışma, daha çok kamu spotu havasında olduğu için kendi belgesel projelerim arasında saymıyorum. İlk gerçek belgeselim ise uzun soluklu fotoğraf projem olan Başımdaki Dünya adlı çalışmayla aynı adı taşıyan belgeselimdir. 2019’da başlattığım fotoğraf projem kapsamında, 2024’e kadar Adıyaman’da 40’ın üzerinde köy gezerek yaklaşık 60 kofili (fesli) kadının fotoğraflarını çektim. Kofi (fes), geleneksel kadın giyim kültürünün en önemli parçalarından biridir ve her dikişi bir hikaye, her deseni ise bir anlam taşıyan büyülü bir dünyayı yansıtır. Kadınlar için geleneksel kıyafet, yalnızca bir kumaş parçası değil, aynı zamanda kimliklerini ve kültürel aidiyetlerini ifade etme yoludur. Çocukken nenemin başında sürekli gördüğüm, o zamanlar garipsediğim bu hikayenin izini sürerek, 2022’de belgeselini yapmaya karar verdim ve belgesel sinema yolculuğum bu anlamlı hikaye ile başlamış oldu.

Öğretmenlik ve fotoğrafçılık yapıyorsun, aynı zamanda hepsinin bileşkesinden de son filmin Beyaz Dağın Çocukları gibi kurmacayla karışık bir belgesel ortaya çıkıyor, bu filmin temelleri nasıl atıldı?

Beyaz Dağın Çocukları filmimin temelleri, 2020 yılında, soğuk ve karlı bir günde GAFSAD fotoğraf derneği ile birlikte hem çeşitli yardımlar götürmek hem de son mavi önlüklü öğrencileri çekmek için Kahramanmaraş Göksun’a bağlı Ericek kasabasına yaptığımız ziyarette atıldı. Köye vardığımızda, bizi filmimizin kahramanı Halil İbrahim Algan öğretmen karşıladı.

Karlı dağların arasında, yoksunluğun ortasında kalmış küçücük bir sınıfta, öğrencileri için gösterdiği özveri ve verdiği mücadele uzun süre hafızamda yer etti. Birleştirilmiş sınıfında soba başında demlediği çayı ikram ederek, öğrencileri için aldığı bir kutu Finger bisküviyi de yanına koyup hikayesini anlatmaya başladı. Zamanla sosyal medyada bağlantımızı sürdürdük. Çektiğimiz fotoğrafları gönderip paylaştık. Üç yıl boyunca sosyal medyada sisli, karlı dağları aşarak yaptığı yolculukları, öğrencileriyle yaptığı etkinlikleri paylaştı. Yaşadığı coğrafya, karşılaştığı zorluklar, idealizmi ve yaşam mücadelesi bana çok sinematografik geldi. Bu hikayenin herkes tarafından görülmesi gerektiğini düşündüm ve bir sonbahar sabahı Halil Hoca’yı arayarak belgesel çekme fikrimi anlattım. Sağ olsun, kabul etti ve üç aylık bir hazırlığın ardından yola çıktık. Yardımcı yönetmenimle birlikte filmimizin çekimlerini bir haftada tamamladık.

Filmi izleyen birçok kişi, belgeselin kurmaca film formatına çok yakın olduğunu dile getirdi. Zaten belgeselde ulaşmak istediğim hedef tam olarak buydu: Belgesel dilini, gözlemci belgesel formatına yakın bir tarzda sunabilmekti. Bunu kısmen başardığımı düşünüyorum.

Öğretmen figürü çok iyi, idealist bir öğretmen, çocuklara kol kanat geriyor, bu filmle biraz da köyde öğretmen ve öğrenci olmanın nasıl bir şey olduğuna da bakıyorsun değil mi?

Film çekimlerime başlamadan önce öğretmen karakterine nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda çok düşündüm. İdealist bir öğretmen profili çizerek filmi ilerletme fikriyle yola çıktım; ancak oradaki gerçeklikler bambaşkaydı. İzleyiciye idealist, mutlu, çalışkan ve işini severek yapan bir öğretmen profili sunmamam gerektiğine karar verdim (bu kararı öğretmen karakterinden bağımsız bir perspektifle değerlendirdim). Çünkü köy okullarındaki gerçekler oldukça farklı: Öğrenciler eğitimden yoksun, dört sınıf bir arada ders görüyor, öğretmenlerin çoğu ise formasyonu olmayan ve ücretli görevlendirilmiş kişilerden oluşuyor. Burada idealize edilmiş bir köy öğretmeni çizerek köy öğretmenliğini kutsallaştırmak gibi bir gayem yoktu. Çocukların öğretmenleri hakkında söyledikleri övgü dolu sözlerin çoğunu da kurguda çıkardım.

Eğitim sisteminin en büyük kanayan yaralarından biri köy okulları. Son 20 yılda 19.000’den fazla köy okulu kapanmış durumda ve yüz binlerce öğrenci taşımalı eğitimle köylerinden uzak yerlerde öğrenim görüyor. Henüz küçük yaşlardayken YİBO’larda (yatılı ortaokul) ailelerinden uzakta kalıyorlar ve burada yaşadıkları akran zorbalıklarını ya da psikolojik sorunları anlatmaya bile gerek yok. Eklemek istediğim bir detay olarak, filmi çektikten sonraki bir yıllık süreçte bu okulda dört farklı öğretmen değişti. Öğrencilerin alabileceği eğitimi varın siz düşünün…

blank

Bütün bu zorluklara rağmen, yaşam ile ölüm arasında, mezarlığın yanında hayata tutunan çocuklar var. Onlar için her şey bir oyunun parçası olabilir; örneğin mezar taşları saklambaç oynarken en iyi saklanma yerleri oluyor. Bahçede oyun oynarken arkalarında bir cenaze töreni gerçekleşse bile bu durum, onlar için hayata dair unutulmaz bir ders niteliği taşıyor. Her şeye rağmen çocuk ruhunu koruyan, hayata dair en büyük beklentisi bir sonraki gün okulda oynayacağı oyun olan çocuklar, bu okulda çok anlamlı bir geçmiş bırakacaklar…

Bu filmin bu kadar ilgi görmesinin sebebi nedir sence?

Filmin bu kadar ilgi görmesini Ahmet Kutsi Tecer’in “Orada Bir Köy Var Uzakta” şiiriyle anlatmak istiyorum:

Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.

Orda bir ses var, uzakta,
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.

Filmimizin birçok insanın yolculuklarda yanından geçip gittiği, yol ayrımlarında tabelasını okuyup uğramadığı, uzaklardaki dağ başlarında ışıkları yanan, dumanları tüten köy evlerinde yaşayanlara uzaktan bir bakış sunduğu; hep oralarda masalsı bir yaşamın var olduğuna dair inandıkları hikayeyi onlara getirdiği ve bazen de çocukluk hatıralarına ses olduğu için sevildiğini düşünüyorum.

Film görsel olarak da çok çarpıcı, filmi ilk keşfeden ve sevenlerden biri olarak, kar soğuğu ve mezarlık detayına rağmen çok sıcak bir film olarak hatırlıyorum hala. Bundan sonra sırada ne var?

Çekimlerine İran’da başlayıp 3 farklı mevsimde çekimlerini planladığımız Kültür Bakanlığı’ndan destekli bir belgesel film projemiz var. Ona hazırlanıyoruz. Etnografik belgesel türüne yakın bir konusu var… Umarım önümüzdeki yıl festival izleyicisi ile buluşturacağız…

blank

Öğretmen ve öğrenci temalı filmler genelde ilgi çekici olur, özellikle de köy çocuklarının ve öğretmenlerinin hikayesi masalsı bir yan taşır, daha çok bağ vardır aralarında. Sanırım o sınıflardaki saatler hayat gibi yaşanıyor, müfredat dışı gibi. Bir öğretmen olarak bu konuda neler söylersin?

Erden Kıral’ın çok sevdiğim Hakkari’de Bir Mevsim filmi de bir köy okulunda geçer. Filmin sonunda öğretmenin sürgünü sona ermiş, okuldan ayrılmak üzeredir. Öğrencilerine dönerek şöyle der: “Bütün öğrettiklerimi unutun. Dünya dönüyor, evet ama belki de burada, bu dağ başında dönmemesini bilmek daha doğrudur. Size hayat bilgisi verdim ama siz hayatın gerçek bilgisini burada, bu dağ başındaki köyünüzde öğrendiniz…”

Evet, köy okulundaki çocuklar hayatın gerçek bilgisini kitaplardan öğrenmiyor. Bazen bir sürünün peşinde koşarak, bazen tarlada çapa yaparak öğreniyor. Köy okulları, çocuklarımızın doğal ortamlarında yaparak yaşayarak öğrendikleri eğitim kurumlarıdır. Köy okullarındaki müfredat da insanı hayata hazırlamalı, tıpkı 1954’te kapanan Köy Enstitüleri gibi.

Beyaz Dağın Çocukları filmimizden sonra Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği sayesinde filmimizde geçen köy okulundaki tüm öğrenciler hayatları boyunca eğitim bursuna bağlandı. Ayrıca ÇYDD başkanı Ayşe Yüksel’in daveti üzerine öğretmenimiz ve üç öğrencimizle beraber İstanbul’a davet edilerek İstanbul gezisi yapıldı. Türkan Saylan kültür merkezinde ‘’Köy okulunda öğretmen ve öğrenci olmak’’ adlı bir de panel düzenlendi…

Çok fazla film festivali gezdin, festivaller hakkında neler söylersin, özellikle kısacılar film festivallerinin ilgisizliği konusunda dertli, bu konuda neler söylersin?

Beyaz Dağın Çocukları filmimiz, yalnızca Türkiye’de 50’ye yakın film festivalinde gösterildi ve Ekim ayı itibariyle 20 ödül kazandı. Birçok festivalde gözlemlediğim bazı izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle film festivali düzenlemek isteyenlerin en az birkaç festivalde görev alarak tecrübe edinmeleri ve gözlem yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca birçok film festivalinin kendilerine ayrılan bütçeyi verimli kullanmadığını gözlemledim. Festival bütçesi, finalist yönetmenleri ağırlamak yerine tanınmış isimleri davet ederek festivalin tanıtımını öne çıkarmak için kullanılıyor. Elbette ünlü isimler de davet edilebilir, buna karşı değilim. Ancak bir film festivali düzenleniyorsa öncelikle film yönetmenlerine öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim filmlerimiz olmasa festival de olmayacak!

blank

Çoğu festival, filmimizi sinema salonlarında gösteriyor; bu oldukça değerli. Ancak bazı festivallerde filmler, projeksiyonu bozuk, ses sistemi yetersiz küçük salonlarda gösteriliyor. Sinemacılar olarak, filmimizin prodüksiyon aşamasında renk düzenleme ve ses tasarımı için ciddi harcamalar yapıyoruz. Bu nedenle filmlerimizin, teknik imkanların yeterli olduğu salonlarda gösterilmesini önemsiyoruz.

Ayrıca finalist her filme cüzi bir telif ödenmesi gerektiğine inanıyorum. Fotoğraf yarışmalarında bu daha iyi uygulanıyor; her fotoğrafa telif ödenmesi zorunlu. Kültür Bakanlığı, desteklediği festivallere böyle bir şart getirebilir. Film festivallerinin yapıldığı şehirlerde halk katılımının da oldukça sınırlı olduğunu gözlemliyorum; yapılacak tanıtımlar ve sosyal medya duyuruları ile bu ilgi artırılabilir.

Film festivallerinde artık şu konu da aşılmalı: Uzun ve kısa filmciler aynı konaklama yerinde ağırlanabilir. Bu, birbirleriyle etkileşim kurarak iyi bir network ağı oluşturmalarını sağlar. Bu filmimden sonra, her festivale katılmama kararı aldım; filmimize değer katmayacak festivallere film göndermeyeceğim…

Son olarak neler söylersin?

Böyle bir fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Hayatım boyunca film yapmaya devam edeceğim… YAŞASIN SİNEMA! Sevgiler…

blank

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Yasemin Demirci: ‘Her şehir değiştirdiğimde yaşadığım o yabancılaşma hissini unutamam’

İklim Değişimi filmiyle çoğu festivalde karşımıza çıkan ve ödüller kazanan
blank

Gülten Ağrıtmış: ‘Filmlerimi o kadar sıkı sıkı saklayamıyorum’

Deneysel filmleriyle bir hayli karşılaştığımız, şiir ve öykü yazdığını bildiğimiz