“Emek yoksa ben de yokum” diyen, demekle de kalmayan ve bunun kitabını yazan üstat sinema yazarı Atilla Dorsay, Yeni Emek’i oldukça beğenmiş. Bu haliyle açıldığında Yeni Emek’te film izlemeye devam edeceğini yani replikayı onayladığını bildiren bir yazı kaleme almış. Herkes okumuş, üzerine de epey laf edilmiş ama ben teğet geçmişim.
Sonra da sosyal medyada katrana bulanıp üstüne tüy yapıştırılarak kasaba meydanında gezdirilmiş, hani şu eski Red Kit çizgi romanlarında olduğu gibi… Hep söylerim; sosyal medya bir ifade platformu değil bir recim (linç) alanıdır diye…
Atilla Dorsay, “fikir değiştirmek de bir özgürlüktür” diyerek entelektüel mahalle baskısına direniyor, ben zaten fikr-i sabitin topluma en çok zarar veren şey olduğunu düşünürüm ama Emek sinemasının başına gelenlerle ilgili fikrim hala aynı…
En başından beri dediğim şey şu; Emek sineması mücadelesi, kaybedilerek kazanılmıştır.
Atilla Dorsay bu konuda büyük mücadele vermiş, somut bir protesto ortaya koymuş, yeri gelmiş oradaki inşaat işçileriyle kavga etmiş en sonunda da gazetesindeki görevinden ayrılmıştır. Onunla birlikte bir sürü insan da “Emek’i yıktırmayız” diyerek direndi. İnanın, bunlar boşa gitmedi, o toplumsal direnç olmasa şimdi Dorsay’ın beğendiği ve orada film izlemek için heyecanlandığı salona muhtemelen sahip olamayacaktık. Kafalarına göre bir AVM sineması yapıp geçeceklerdi. Bu anlamda Emek direnişinin katkısı büyüktür.
Ve yine şunu yazıyordum; bir gün gelecek buna en çok karşı çıkanlar o salonun en ön sıralarına oturup film izleyecek, etkinlik takip edecekler, o zaman ne yapacağız? Bu kadar birbirimizi hırpalamayalım.
Olan biten de o değil mi işte? Yeni Emek eğer Beyoğlu’nun kültür sanat temsili için en önemli mekanına dönüşecekse ki öyle olacak gibi görünüyor, protesto devam edecek mi? Bakın, 5 yıl sonra bunların hepsi geçmişin kavgaları olacak. Herkes çok merak ettiği bir festival filmini izlemek için Yeni Emek’e doğru koşturacak.
Başından beri konuyla ilgili çok romantik bir yaklaşım içinde olmadım, yazdıklarım durum tespiti ve biraz da tahminden ibaretti ama haksız çıktığım söylenemez.
Emek’in yıkılması bir kültür-sanat ve şehircilik cinayetiydi ama ölenle ölünmüyor. Yerine konan yenisi ise şu an elimizdeki en iyi-müstakil salon olabilir. Ben de 5-6 ay önce gidip gezmiştim, beğenmiştim de ama yazmak için zamanını bekliyordum.
Şöyle bir itham var; “Atilla Dorsay bu yazıyı yazmak için para aldı.” Bilemem ama sanmıyorum da, kendisi oldukça romantik bir kişilik, gidip gördüğü şeyden etkilenmiş olmalı…
Açıkçası, ülke bizi çaresiz bıraktı. AVM sinemalarından nefret ediyoruz ama festivaller, basın gösterimleri oralarda yapılırken sesimizi çıkarmadan giriyoruz. Hem, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyelerinin cebinde de filmleri ücretsiz izleme imkanı veren Cinemaximum kartları yok mu?
“Yeni Emek’e asla gitmeyeceğiz” diye açıklamalar yapmak bence doğru değil. Canı isteyen gider, istemeyen gitmez. Aradan yıllar geçer, herkes gider. Sonuçta orası kebapçı değil, sinema… Yeni Emek’e gitmeyenin gideceği de Kanyon Cinemaximum, Özdilek Cine Park olur, alternatifimiz yok ki!
“Büyük lokma ye, büyük laf etme” demişler ya, aynen öyle… Pal Sokağı ve Botanik Bahçesi çocukları gibi arsa kavgası yapmamız çok saçma… Nerede sinema varsa, nerede iyi filmler oynatan bir sinema salonu varsa, oraya gideceğiz elbet. Yeni Emek, Eski Melek fark etmiyor bir yerden sonra…
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@gmail.com