Türk Sinemasının 100. yılını geride bırakırken bu yüz yıllık birikimin yetişebildiğim küçük bir kısmının özetini çıkarmayı kendi açımdan gerekli ve hatta zorunlu görüyorum. Sinemamızın imkan ve imkansızlıkları ortada. İmkânsızlıkların imkâna dönüştürdüğü bir alan varsa o da “karakter oyunculuğu” adı da verilen yardımcı oyunculuk olmalı.
Öteki Sinema için yazan: S. Özgür Ilgın
Sinemamızın ilk 80 yılı hiç olmazsa bu açıdan nefis oyuncular yetiştirmiş. Esas oğlanlarımız ve Esas kızlarımız hiç darılmasın ama hep kıyıda köşede kalmış karakter oyuncularının ve bilhassa ” kötü adamların ” oyunculuğunu çoğu yıldız oyuncununkinden daha iyi bulurum. En kötü filmini bile dikkatle izlediğim ve kanal değiştirirken rastlasam epeydir görüşmediğim bir dostumu görmüş gibi sevindiğim üç büyük aktörden bahsetmek istiyorum size: Erol TAŞ, Önder SOMER ve Turgut ÖZATAY.
Neden Erol Taş, Önder Somer ve Turgut Özatay’ı seçtim? Bir kere bu üç oyuncu sinemamızın gördüğü en inandırıcı karakter oyuncularıdır. İkincisi; bu adamlar öyle oyunculardır ki kötü rolden alıp dünya tatlısı babacan role koysanız onu da aynı inandırıcılıkla oynar. Bir kaç yüz filmde birden aynı karakteri canlandıran adam tabi ki o rolün ister istemez ustası olur ama büyük oyuncunun farkı alışılmış karakterin dışında bir karakteri canlandırdığı zaman ortaya çıkar. Üçüncüsü ise bu üç büyük oyuncunun canlandırdığı kötü karakterlerin Türkiye’nin 50’li ve 60’lı yıllardan sonra hızla içine girdiği sosyal ve ekonomik dönüşümün ortaya çıkardığı üç çeşit kötünün melodram dili ve yöntemleriyle çıkarılmış şablonunu başarılı bir biçimde temsil etmesidir.
Erol Taş, Önder Somer ve Turgut Özatay’ın temsil ettiği tipleri hayat hikayeleri ile incelemeye başlayalım:
[tabs type=”horizontal”]
[tabs_head]
[tab_title] EROL TAŞ [/tab_title]
[tab_title] ÖNDER SOMER [/tab_title]
[tab_title] TURGUT ÖZATAY [/tab_title]
[/tabs_head]
[tab]
Taşralı Yalın Kötülük
1928 yılında Erzurum’da doğdu. 2 yaşında babasını kaybetti ve bu olaydan sonra annesi İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. Evin geçimini sağlayıp annesine yardım etmek için küçük yaşta pek çok işte çalışmak zorunda kaldı. Hamallık ve tezgâhtarlık bu işlerden sadece bir kaçıdır. Daha sonra boksa merak sardı. Türkiye ikincisi olduğu bu sporu askerlik sebebi ile bıraktı. İhtimal ki burnunun şekli boks yıllarının bir mirasıdır. Daha sonra askere gitti ve 3 yıl askerlik yaptı. Askerden döndükten sonra bir iplik fabrikasında çalışmaya başladı.
Sinemaya girişi bir tesadüf sayesinde oldu. (Bu arada pek çok karakter oyuncusunun başlangıcı tesadüfler sayesindedir ki bu konu da oldukça ilginçtir.) İplik fabrikasının bulunduğu semtte film çekmekte olan Ömer Lütfi Akad’ın yolu o gün işten kaytarıp çekimleri izlemeye gelen ve sinemaya büyük ilgi duyan Erol Taş ile kesişti. Çekim ekibine musallat olup onları rahatsız eden bir kaç serseriyi mahallenin delikanlıları ile evire çevire döven Erol Taş Akad’ın ilgisini çekti. Serserileri Akad’ın gözünün önünde döverken Erol Taş gençlik heyecanı mı yaşamaktadır yoksa bu olay sayesinde Akad’a kendini gösterebileceğini mi düşünmüştür, orası muamma! O filmde bir kavga sahnesinde oynama teklifi alan Taş beğenilir. Artık sinemaya adımını atmıştır. 1957 yılında Mümtaz Alpaslan’ın çektiği “Acı Günler” filmi ilk filmi olur.
Daha sonra genelde kısa ve küçük rollerde oynamaya başlar. İlk önemli rolü 1960 yılındaki “Gecelerin Ötesi” filmindedir. 1962 yılında kötü adam tiplemesinin üstüne yapışmasına ve ömür boyu kalmasına neden olacak ilk rolünü oynar: Büyük Metin Erksan’ın “Yılanların Öcü” filminde “Haceli” karakterini canlandırır. 1963 yılında Metin Erksan’ın başyapıtı olan “Susuz Yaz” da Osman rolünü oynar ve Erol Taş’ın kötü adam karakteri kadar oyunculuk yeteneği de bu rol ile belgelenir. Bu rolünden sonra Hollywood’un ilgisini çektiği ve bir filmde oynatılmak üzere Anthony Quinn ve Erol Taş arasında seçim yapılıp bu rolün en sonunda Quinn’e verildiği şehir efsanesi olarak anlatılır. (Keşke Erol Taş gibi büyük oyuncular yazma konusunda bu kadar ketum olmasalardı da anılarını sayfalar dolusu yazsalardı ve biz de bu kesin olmayan ayrıntıları “mış” “muş” şeklinde anlatmak zorunda kalmasaydık.) 1965 yılında “Duvarların Ötesi” filmindeki rolü ile Antalya Film Festivalinde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. 1968 yılında gene Antalya film festivalinde “İnce Cumali” filmindeki rolü ile En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alır. Bu filmle ilgili bir başka anekdot da filmin galasında sahneye çıktığında seyirciden dayak yemesidir. İnce Cumali’nin babasının evini basıp herkesi kurşunlayan kötü adamı karşısında gören halk galeyana gelip sahneye şişe vs. fırlatmaya başlamıştı. Hatta bir kaçı da sahneye fırlayıp Erol Taş’ı yumruklayıp elini yüzünü kan içinde bıraktı. Böyle başlayan tuhaf olay ise daha tuhaf bir biçimde sona erdi. Olayın şaşkınlığını atlatıp yeniden kalabalığın karşısına çıkan Erol Taş o meşhur kahkahasını patlatıp şişe atanlara şöyle bağırdı: “Atın, atın! Bana ekmek atıyorsunuz!” Biraz önce Taş’a saldıranlar bu sefer ayakta alkışlamaya başladı. Tabi ki bu ilk ve son olmayacak ve Taş ömür boyunca böyle dayak ve küfür olaylarına göğüs germek zorunda kalacaktı.
Bu arada Taş 1967 yılında ilk eşini kaybetti. Bir süre üç çocuğuna hem annelik hem de babalık yapmaya çalışacaktı. Sinemanın krize girdiği 70’li yılların 2. yarısında ve 80’li yıllarda da aranan bir oyuncu olan Taş 90’lı yıllarda sinemanın tamamen dibe vurması ile daha çok dizilerde oynamaya ve bir yandan da kendi kahvehanesi ile meşgul olmaya başladı. Kayıtlara göre oynadığı son sinema Filmi 1992 yapımı “Sürgün” adlı filmdir ve bu filmde sinema hayatı boyunca canlandırdığı nadir iyi tiplerden birini oynamaktadır. Şu an tam hatırlayamadığım bir tarihte şeker hastalığına dayalı komplikasyonlar yüzünden bir bacağını kaybeden Taş, 1998 yılında aramızdan ayrıldı. .(Bu konuda yanılma ihtimalim var) Büyük oyuncunun 600-700 civarı filmde oynadığı tahmin edilmektedir.
Erol Taş’ı bu denli inandırıcı kılan nedir? Öncelikle iyi oyunculuğu. Hiç kuşku yok ki gerçek hayatında dünya tatlısı babacan bir insan olarak tanınan Taş’ın kötü adamı bu kadar inandırıcı bir şekilde canlandırabilmesi oyunculuk yeteneğinden kaynaklanır. İnandırıcılığını artıran ikinci nokta ise fiziksel özelliklerinin bu işe yatkınlığıdır. Uzun boyu, kıvırcık saçları, torbalı ve etrafı hafiften koyu renkli gözleri ile kötü adam rolü Erol Taş’a cuk oturmaktadır. Öyle ki seyircilerini onu dövecek veya gecenin bir yarısı telefon edip ana avrat küfrettirecek derecede inandırmayı başarabilmiştir.
Taş’ın canlandırdığı kötü adam tipi 50’li-60’lı ve kısmen 70’li yılların çalkantılı ve hızlı değişen toplumsal/ekonomik/siyasi hayatı içinde yavaş yavaş kaybolmaya başlayan taşra tipi geleneksel yalın kötü adam tipidir. Gelenekseldir çünkü yeni olan tarafta değil ufak ufak yok olan taraftadır. Toplumsal değişimin kaybeden tarafında olup soyu pek yakın bir tarihte tükenecektir. Yalındır, düzdür. Planı programı, dalaveresi, sinsiliği yoktur. Mutlak kötüdür. Kaba kuvvet kullanmayı sever. Ne yapacaksa doğrudan yapar. Toprağınıza göz mü koydu, evinizi basıp evdeki herkesi öldürür ve arazinize konar. Eşkıya ise sizi dağa kaldırır ve karşınızda bir güzel but kemirir. Köylünün suyunu çevirip kendi tarlasında kullanmak mı istedi set gerer, köylüye de tam cepheden söyler atık kimseye su vermeyeceğini. Meksikalı bir çete reisi ise sizi yakalar, kum yedirir, baş aşağı su kuyusuna daldırır. Zekâdan çok kaba kuvvete dayanan toprak gibi yalın cetvel gibi dosdoğru bir kötülüktür ve yeni çağın getireceği yeni tip sinsi kötülüğün karşısında kaybetmeye mahkûmdur.
[/tab]
[tab]
Şehirli Dolaylı Kötülük
Önder Somer 1937 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Asıl Adı Önder Döşer idi. Sinemadan önceki hayatında döşemecilik ve mobilyacılık yaptı.
Sinemaya nasıl başladığı konusunda pek fazla bilgiye ulaşamadığım Somer’in ilk oynadığı film 1960 yılı yapımı “Senden Ayrı Yaşayamam” idi. İlk bir kaç yılda hep başrollere çıkan Somer daha sonraki yıllarda karakter oyunculuğuna kayarak yakışıklı, kötü ve sinsi kentsoylu tiplemeleri canlandırdı. Rivayet odur ki Erol Taş’ın, Süheyl Eğriboz’un ve Hayati Hamzaoğlu’nun uğradığı türden fiziksel veya küfürlü saldırılara o da bir çok kez muhattap olmak zorunda kalmıştı. 1975’ten sonra sinemayı bıraktı. 80’li ve 90’lı yıllarda oynadığı bir kaç film dışında kapalı çarşıdaki mobilya ve turistik eşya mağazası ile uğraştı. Somer’i 1997’de geçirdiği bir trafik kazası sonucunda kaybettik.
Düzgün fiziğine, yakışıklılığına ve çoğu jöne taş çıkartacak oyunculuk yeteneğine rağmen 60’lı yılların ortasından itibaren başrole layık görülmeyip yardımcı rollerde oynadı. Clark Gable tarzı bıyığını hesaba katmazsak sarı saçları, mavi gözleri, donuk ve sinsi bakışları ve janti giyim tarzı Ayhan Işık’ın antitezi gibi duruyordu. Günlük hayatında çok içten, efendi ve nazik biri olan Somer’in kamera karşısına geçince suratına yerleşen sinsi ifade rol gücünün bir göstergesi idi. Mimiklerine çok hakim bir oyuncu idi ki oynadığı her role inandırıcılık katan en büyük unsurlardan biri bu idi. Özellikle elinde sigara ile konuştuğu sahneler izlenmeye değer sahnelerdir.
Somer’in canlandırdığı kötü adam tipi özellikle 1960 sonrasında ortaya çıkan orta-üst veya üst sınıftan gelir. Zengindir veya en azından hiç sıkıntı çekmeyecek kadar geliri vardır. Düzgün giyinir, yakışıklıdır. Zekidir, hesapçıdır, sinsidir. Kötülüğünün gücü Erol Taş tipi kötü adamdaki gibi kaba kuvvetten değil zekâsından gelir. O paldır küldür işlerin adamı değildir. Kendine bir hedef belirler, bunu ele geçirmek için plan kurar, plana uygun rol yapar ve en sonunda öldürücü darbeyi vurarak istediğini alır. Filmin masum iyi kızıyla tanışmak için arabasıyla üstüne çamur sıçratır, sonra ondan özür dilemek için bir yerlerde çay içmeyi teklif eder sonra samimiyetini kazanır, sonra kızın amcasından miras kalan konağı katakulli ile elinden alıp ve bütün bunların üstünde robdöşambrı ve elinde viski kadehi ile zehirli gülüşünü patlatır. İnsanları fiziksel olarak değil psikolojik olarak yıkmak en büyük aracıdır. Bana öyle gelir ki hedefe ulaşmaktan çok bu hedefe ulaşırken kurduğu planlardan zevk alır. Zaten istediği şeye ulaştığında o şeyden çoktan bıkmıştır bile. Doyumsuzdur, bu yüzden hiç bitmeyecek bir fesatlık döngüsü içinde döner durur. Bu tip kötüler yükseliştedir. Bu kötünün zayıf noktası narinliğidir. Örneğin taşraya düştüğünde sudan çıkmış balığa döneceğini tahmin etmek zor değildir.
[/tab]
[tab]
Otoriter Karizmatik Lider Tipi Kötülük
Turgut Özatay 1927 yılında Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Manisa’nın Akhisar ilçesinde dünyaya geldi. Babası tütün eksperi idi. Sanıldığının aksine değerli fotoğraf sanatçısı Garbis Özatay ile bir akrabalığı yoktur. İlkokulu ve Ortaokulu İzmir’de, Liseyi Ankara’da okudu. Lisede atletizm ile uğraştı ve Liseler Arası 100 m müsabakalarında Türkiye şampiyonu oldu. Askerlikten sonra çalışmak için İstanbul’a gitti ve burada nakliyecilik yaptı. Bir gün sinemada bu balkan tipli ve yeşil gözlü genç bir sinema oyuncusunun dikkatini çekti ve kendisine filmde oynama teklifi geldi. “Kahraman Denizciler” filminde ilk defa kamera karşısına geçti ve bu tarihten itibaren, yaşamının son bir kaç yılı hariç, sinemadan kopmadı. Önceleri jön rollerini oynayan Özatay daha sonra karakter rollerine kaydı. Genellikle kötü adam rollerini oynadı. Mafya babası ve çete reisi gibi tiplemelerin vazgeçilmez adamı oldu.
Vurdulu kırdılı filmlerin yanı sıra Kemal Sunal filmlerinin de en kral kötü adamlarından biriydi. 2002 yılında 75 yaşında yaşama veda eden büyük oyuncu 500’e yakın filmde oynadı.
Özatay özellikle mafya babası ve çete reisi gibi tiplemeleri büyük inandırıcılık ile oynadı. Yıllar geçtikçe derinleşen yüz çizgileri, (70’li yılların sonundaki palabıyıklı kısa devreyi saymazsak) Clark Gable bıyığı, delici bakışları, mimikleri ve kendine has duruşu ile sinemamızın gördüğü en karizmatik kötülerden biri oldu. Repliğinin olmadığı sahnelerde bile bakışları ve mimikleri repliklerden daha çok şey anlattı.
Özatay’ın oynadığı kötü adam tipi Karizmatik Otoriter Lider tipidir. Hem melez hem de amfibi(çift yaşamlı) bir tiptir. Melezdir çünkü Erol Taş tipi Geleneksel Taşra kötüsü ile Önder Somer tarzı Kentsoylu Zeki ve sinsi kötünün bir karışımıdır. Amfibidir çünkü hem taşrada hem de şehirde yaşamını sürdürebilir. Kazancı pis işlerden gelir. Kaba kuvvet kullanmaya meraklıdır ama bunu kendi yapmaz. Pis işleri için kullanacağı maşaları hazırdır her daim elinin altında. Karizması ile emrindeki adamlara hükmeder. Zekidir, plancıdır sinsidir. Ama her daim etrafında bir koruma duvarı vardır ve bu duvarı aşıp ona ulaşabildiğinizde büyük ihtimalle size oynayabileceği son bir oyunu vardır. Hamam böceği gibi her şarta uyum sağlayabilen bu kötü tipleme benim kanımca dünya eşitsizlik ve pislik ürettikçe hep var olacaktır.
[/tab]
[/tabs]
Üç büyük oyuncuyu ve canlandırdıkları üç kötü adam sınıfını tanıtmaya çalıştığım bu yazıya son verirken bugün hayatta olmayan Erol Taş, Önder Somer ve Turgut Özatay‘ın büyük hatırası ve büyük oyunculukları karşısında saygıyla eğiliyorum.