Yeşilçam’ın Unuttukları: “Zagor” Levent Çakır

8 Mayıs 2011

blankÇocukluğumun -bir sinema biletinin çoğu kez kan kusarak alınabildiği- o “açık hava sinemalı” günlerine damgasını vurmuş bu kıpır kıpır, akrobatik adamı 35 yıla yakın bir süredir neredeyse her jest ve mimiğiyle tanıyordum aslında… Onun, sayıları yüzü bulan “avantür” filmleriyle büyümüş, sinema çıkışlarında iyice havaya girerek yanındaki yöresindeki çocuklara aynen onun gibi tekmeler ve yumruklar savurmuş bir neslin mensubuydum ben de…

Bizler, mertçe dövüşmeyi, dövüşürken yere düşen hasmına vurmamayı, kadınlara iyi davranmayı, onlara incelikli sözlerle iltifat etmeyi, dostlarını zor durumdayken yalnız bırakmamayı ve daha pek çok önemli hayat bilgisini beyazperdenin bu siyah-beyaz adamlarından öğrenmiştik. Sözünü ettiğim insanlar, ilkokulda hayatımızın yalnızca dar bir zaman aralığına hükmeden öğretmenlerimizin çok ötesinde, bütün bir 1970’ler boyunca gerçek akıl hocalarımız olmuşlardı.

Ali Murat Güven / Yeni Şafak Sinema Köşesi / Yayın Tarihi: 30.04.2011

Evet; şu sıralarda 40’lı yaşlarını süren milyonlarca vatandaş gibi ben de o günlerden gayet iyi tanıyordum “kült” aktör Levent Çakır’ı… Fakat, kendisiyle bizzat tanışmak, simâsını dünya gözüyle görmek, benim kuşağıma -bedenini helâk etmek pahasına- izlettiği bütün o fantastik hikâyeler için “Sağol be ustacığım!” deyip ellerinden öpmek, ancak yakın bir zamanda kısmet olabildi.

blank2010 yılı Eylül ayında, Türk sinemasına büyük emekleri geçmiş klasik dönem Yeşilçam oyuncularına ilişkin bir belgesel film kapsamında, çekim ekibimi de toplayıp yollara düştüm ve Edirne’ye gittim.

O günlerde, Çakır’ın cep telefonuna ulaşabilmek bile başlı başına bir meseleydi. Çünkü, kendi döneminin pek çok jönü ve karakter oyuncusu gibi o da derin bir küskünlük duygusuyla piyasadan çekilmiş, bağrından çıkıp genç yaşlarda “Yeşilçam kazanı”na düştüğü ata topraklarına sessizce geri dönmeyi tercih etmişti.

1950-Edirne doğumluydu Çakır… O henüz küçücük bir çocukken Erzurum’daki askerî bir tatbikatta vatanî görevini yaparken şehit düşmüş bir baba ile gencecik yaşta dul kaldıktan sonra bir daha hiç evlenmeyip kendisini kararlılıkla büyüten ev hanımı bir annenin oğluydu. Son 5-6 yıldır da “İstanbul cangılı”ndan, sinema piyasasından iyice kopup yeniden memleketine, anacığının güvenli ocağına geri dönmüştü.

Dönemdaşı olan pek çok sinema oyuncusunu tek tek yokladıktan sonra, telefon numarasını nihayet kendisinin yakın arkadaşlarından biri olan Gani Rüzgâr Şavata’dan bulabildim. Bulur bulmaz da aradım, kendimi tanıttım, meramımı anlattım. Beklediğim üzere, talebimi son derece sıcak karşıladı sevgili ağabeyimiz ve bizler de daveti üzerine 4-5 kişilik bir çekim ekibiyle kendisini ziyarete gittik.

Çakır ile püfür püfür bir Edirne sonbaharında, Koca Sinan’ın yâdigârı Selimiye Camii’nin hemen önündeki yeşil alanda, giderek onun özel hayatı ve kariyerini de aşıp Yeşilçam’ın son 50 yılının özeti sayılabilecek geniş kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik. Mesleğim gereği, Türk sinemasının uzun yıllar boyunca nasıl köhne bir temel üzerinde ilerlediğini yakından takip etmiş, bu konudaki araştırmalarım sırasında evlere şenlik set hikâyelerini kayıt altına almış biri olmama rağmen, o gün Çakır’ın kameralar önünde nasıl aktör olduğunun ve bu mesleği yarım yüzyıl boyunca hangi koşullar altında sürdürdüğünün hikâyesini bizzat kendi ağzından dinlediğimde, gerçekte sektör hakkında ne kadar az şey bildiğimi bir kez daha fark edecektim.

Henüz 13-14 yaşlarında, mensubu olduğu kumpanyayla birlikte şehir şehir dolaşıp gösterileri hayranlıkla izlenen bir akrobat ve sirk cambazı iken, 1960’ların başlarında, onu Beyoğlu’nun arka sokaklarında dolaşırken gören bir yönetmenin, “Sen bayağı yiğit bir çocuğa benziyorsun, tehlikeli sahnelerde bize senin gibi gözü kara gençler lâzım. Al şu kartımı, önümüzdeki günlerde bana uğra, seni arada sırada bazı hareketli filmlerde oynatalım” demesi üzerine kanına girmişti sinema… Önce, canı tatlı jönlerin (ve bazen de yıldız kadın oyuncuların) yerine uçurumlardan, yüksek binalardan aşağı düşmeler, hareket hâlindeki trenlerin üzerinde kötü adamlarla kavga etmeler, “esas oğlan”lardan sıkı dayaklar yemeler falan derken, nâmı Yeşilçam’ın film yazıhanelerinde gitgide yayılacak ve figürasyon roller zamanla yerini daha geniş çerçeveli yardımcı rollere bırakacaktı. Ki, bu yükseliş sürecinde, 1969 yılında, İngiliz yönetmen Peter Colinson’un Türkiye’de çektiği üstün yapım “Paralı Askerler”de (You Can’t Win ’em All), dönemin Hollywood yıldızları Charles Bronson ve Tony Curtis ile birlikte oynama fırsatı bile bulmuştu. Tabiî, yine -sette doğru düzgün bir güvenlik önlemi olmaksızın- kendisini benzersiz bir sinema aşkıyla yerden yere vurduğu figürasyon rollerden birinde!

Öte yandan, gerçek adı olan “Şükrü Ocak”ı bırakıp, “Levent Çakır”a geçişi de yine aynı dönemde olacaktı emektar aktörün… Akıl hocalığını yapan bir başka Yeşilçam yapımcısının önerisiyle, 1960’ların sonlarından itibaren perde adı olarak, çakır gibi masmavi gözlerinden gelen bir esinlenmeyle “Levent Çakır” müstearını kullanmaya başlamıştı.

Çakır’ı “uçuran” ve Türk sinema izleyicisine gerçek anlamda tanıtan asıl büyük rol ise 1970’de gelecekti. O günlerde, çizgi roman severlerin İtalyan kökenli bir kahraman olan “Zagor”un serüvenlerine büyük bir ilgi duyduğunu fark eden dönemin eli çabuk yönetmenlerinden Nişan Hançeryan, Tual Film’in sahibi Hasan Tual nâmına çekmeyi planladığı iki “Zagor” filmi için bu popüler karakteri beyazperdede canlandıracak uygun fizikli bir aktörün arayışı içindeyken, henüz 20 yaşındaki Çakır ile karşılaşacaktı. Teknik dövüşü hiç bilmeyen, yerde iki takla atsa bir hafta hasta yatan çıtkırıldım jönlerle dolu bir piyasada, Edirne’nin yetiştirdiği bu çevik, yağız ve bol kaslı delikanlı, şirket olarak tam aradıkları adamdı. Sonuçta, çiçeği burnunda başrol oyuncusuyla kombine bir sözleşme imzalandı ve o yılın ilkbaharında, Antalya-Kemer civarlarında akıllara zarar bir bütçe eşliğinde önce “Zagor: Kara Bela”, hemen ardından da “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri” çekildi.

Hançeryan, çektiği bu filmlerde özgün çizgi romandaki hiç bir belirleyici unsuru zedelemeden, dibine kadar sâdık bir uyarlama yapmıştı. Darkwood ormanının gözüpek savaşçısı Zagor, ön cephesinde kartal figürü bulunan kırmızı gömleği, yuvarlak bir kaymak taştan yapılma baltası, yanları püsküllü pantolonu ve Meksikalı kader arkadaşı tombik Çiko’ya varıncaya kadar, her şeyiyle aynen çizgi romandaki gibi aktarılmıştı beyazperdeye… Ki o tarihe kadar beyazperdede böyle bir vizyonu, karakterin gerçek sahibi İtalyan Bonelli şirketi bile sergilemeyi düşünememişti.

Ardı adına gösterime sunulan her iki “Zagor” filmi, 1970 yılı boyunca Türk sinemasının gişede altın yumurtlayan tavuklarına dönüşürken, dünya sinema tarihine de ilk (ve hâlâ tek) Zagor uyarlamaları olarak geçtiler. Başrol oyuncusu Çakır’ın, dönemin hasılat rekorlarını kıran bu iki filmden aldığı başrol ücreti ise, (bana verdiği rakamları bugünün rakamlarına uyarladığımda) film başına 3’er bin Lira’dan toplam 6 bin Lira’ydı.

“Zagor”lardan sonra, özellikle aksiyon sinemasında sergilediği göz kamaştırıcı performansla, Yeşilçam’ın bu kategoride çektiği filmlerin vazgeçilmez başrol oyuncusuna dönüşen Çakır, 100’ün üzerinde serüven (o dönemdeki yaygın adıyla “avantür”) filminde ya başrol ya da en azından yardımcı roller üstlenecekti. 1970’leri boylu boyunca kaplayacak olan nefes nefese bir koşturmacaydı bu ve anılan dönemde sanatçının vücudunda kırılmadık kemik, çıkmadık eklem yeri kalmayacaktı. Fakat, Çakır, aynı dönemde benzer filmlerde oynayan diğer bir meslektaşı, tehlikeli bir sahnenin setinde boynunu kırarak hayatını kaybeden Metin Yankı kadar şanssız olmadı ve bu gibi zor zamanlarda gelip geçici hastane tedavileriyle “paçayı kurtarmayı” başardı.

Çakır’ın o dönemde çektiği filmler arasında, şimdilerde Hollywood yapımcılarının “Bu Türkler nasıl da deli bir milletmiş yahu” diyerek şaşkınlık içinde izledikleri, Amerikalı sinemacıların aklına gelmeden çok önce bizim aklımıza gelen ilk “Yarasa Adam” (Batman) ve ilk “Kızılmaske” (Phantom) gibi çizgi roman uyarlamaları da bulunmaktadır. (Sinema tarihinin ilk “Batman” uyarlaması / Yıl 1971, Türkiye / “Süper Adam” / Yönetmen: Cavit Yürüklü… Sinema tarihinin ilk “Phantom” uyarlaması / Yıl 1971, Türkiye / “Kızıl Maske’nin İntikamı” / Yönetmen: Cavit Yürüklü)

Her biri bir diğerinden daha tehlikeli ve cüretkâr sahnelerle dolu onca aksiyon filminde rol alıp ardarda düzinelerce maskeli kahramanı canlandırdıktan sonra, 1980’lerin sonlarından itibaren Levent Çakır’ın vücudundan yavaş yavaş “error” sinyalleri gelmeye başlayacak ve bu tür bol vurdulu-kırdılı hikâyelerin yerini de özellikle Halk Film şirketi adına yönetmen Nazif Tunç’un çektiği eğitici-öğretici yönleri ağır basan, mistik öğelerle bezeli televizyon dramaları alacaktı. Aktörün, ak sakallı bir pir-i fâni olarak göründüğü bu yeni dönem filmlerinden en bilineni de Kanal 7’de gösterildiği dönemde çok büyük bir ilgi gören ve bir kaç kez tekrarlanan “Kunduracı”ydı. Onu 60 ve 70’lerdeki uçtulu kaçtılı filmleriyle tanıma fırsatı bulamayanlar, günümüzde en azından “Kunduracı” gibi yakın dönem çalışmaları üzerinden tanımaktalar…

Geçtiğimiz yılın Kasım ayında, “Zagor” çizgi romanını bütün dünyaya tanıtan, bu karakterin yaratıcısı ünlü İtalyan çizeri Gallieno Ferri, yanında yeni kuşak Zagor ressamlarından oluşan kalabalık bir illüstratör topluluğuyla birlikte, İstanbul’daki 29’uncu TÜYAP Kitap Fuarı’na katıldı. Bu ziyaretin vitrindeki amacı ülkemizde ilk kez bir “Zagor sevenler buluşması” düzenlemek olarak görünse de Ferri ve öğrencilerinin öncelikli arzusu kendilerinin hayâl gücünün ürünü bu çizgi kahramanı beyazperdede canlandırarak sinema tarihine geçen ilk oyuncuyla yakından tanışabilmekti.

Gallieno Ferri ve Levent Çakır, o anlara tanık olanların gözlerini yaşartan duygusal bir organizasyon kapsamında bir araya geldiler. Büyük usta Ferri Türk aktörü Çakır’a sarıldı, onu omuzlarından sevgiyle kavradı ve “Seni çılgın adam! Çektiğin Zagor filmlerini ilk duyduğumdan beri, 30 küsur yıldır hep seninle tanışmayı istemişimdir” diyerek şöyle devam etti:

“Sen, hepimizin kalbinde yaşattığı büyük bir hayâli bizlerden çok önce gerçekleştirmiş özel birisin. İtalyan çizerleri olarak, Zagor’un beyazperdede nasıl görüneceğini öteden beri hep merak etmişizdir. Türkler bu işe bizden erken giriştiler ve Zagor’un iki sinema uyarlamasını yaptılar. Bu filmler de o gün bugündür İtalya’da, çizgi roman severler arasında birer efsanedir. Seni görmek, seninle tanışmak ve sana sevgilerimi sunmak için, ekibimle birlikte ziyaretine geldim.”

blank

Daha sonrasında, organizasyonun yetkilileri Ferri, Çakır ve diğer konukları İstanbul’da iki-üç gün boyunca ağırlayıp birlikte hoşça vakit geçirmelerini sağladılar. Sohbetlerden birinde İtalyan usta, “Sevgili Çakır, 1970’de sana benim kahramanımı canlandırman için ne ödediler?” diye sorduğunda, aktörümüz ‘İki film için toplam 3 bin Euro” deyince, Ferri’nin üzüntüden bir yarım saat boyunca kendine gelemediğini de duydum. Tabiî, Allah’tan ona, Türk sinemasının bir dönemine damgasını vurmuş, bütün gençliğini, sağlığını, hayatının en güzel yıllarını bu ülkede fantastik serüven-aksiyon türünün bir adım daha ilerleyebilmesine adamış bu yaşlı adamın hayatı boyunca hiç bir sosyal güvencesi olmadığını, Edirne’deki mütevazı bir evde annesiyle birlikte şehit babasından kalan emeklilik parasıyla geçinmeye çalıştığını söylememişler. Mazaallah, bunları da söyleselerdi, pek muhtemeldir ki “Zagor” sayesinde İtalya’nın en zengin adamlarından birine dönüşen 82 yaşındaki Ferri kalp sektesinden oracıkta giderdi; cenazesini kaldırmak da yine Türk çizgi roman severlerine düşerdi!

Sözü daha fazla uzatmaya hacet yok…

Her dakikası sinemaya adanmış, yaklaşık 50 yıllık müthiş bir kariyer… Setlerde yaşanan kazalardan hurdaya dönmüş bir vücut… Dünya sinema tarihine geçecek bir özgünlük ve cesaret içinde, hiç bir güvenlik önlemi alınmadan çekilmiş yüzlerce aksiyon sahnesi… Hem kendisi tarafından bizzat yetiştirilmiş nice dublör ve figüran, hem de yeri geldiğinde tehlikeli sahnelerden korunmuş nice ünlü oyuncu… (Ki bunlardan en önde geleni de yıllarca dublörlüğünü üstlendiği Cüneyt Arkın’dır.)

Sinemamıza yaptığı bütün bu hizmetlerin karşılığında ise halen SGK güvencesine sahip olmayan, bir emekli maaşı bulunmayan, hatta hatta bu emekleri için şimdiye kadar simgesel bir plakete dahi lâyık görülmemiş 61 yaşında bir “kült oyuncu”…

Edirne’deki müstakil bir evde, yaşlı anacığıyla birlikte yalnız başına ve ekonomik sıkıntılardan dolayı başını dışarı çıkaramaz bir hâlde yaşayan gerçek bir Yeşilçam kahramanı…

Böyle bir aktörün, eğer ki sinemaya aynı emeği ABD’de vermiş olsa, günümüzde ekonomik durumunun nasıl olacağını tahmin edebiliyor musunuz?

Yiğidim aslanım Kültür Bakanlığı… Yiğidim aslanım SODER… Yiğidim aslanım ÇASOD… Yiğidim aslanım SESAM… Ve diğer anlı şanlı sinema meslek örgütleri… Çok merak ediyorum, tam olarak ne yaparsınız siz?

Klasik Yeşilçam döneminden geriye kalan bu güzide topluluk, tıpkı “kelaynak kuşları” gibi nesilleri her geçen gün hızla tükenen bir avuç adam ve kadından oluşuyor. Çok mu zordur bütün bu insanların ad ve adreslerinin genel bir dökümünü çıkartmak; onları İstanbul’da ya da Ankara’da düzenlenecek olan özel bir gecede devletin ya da meslek örgütlerinin vereceği şükran plaketleriyle onurlandırmak ve hayatlarının kalan yıllarında artık daha fazla sıkıntı çekmeden yaşamalarını sağlayacak birer SGK güvencesine kavuşturmak… En azından asgari ücret üzerinden yahu!

Aslına bakarsanız cevabı ben de biliyorum; çok zordur bu işler Türkiye’de… Çözülmesi gereken kocaman kocaman meselelerden, bu gibi “küçük ayrıntılar”a hiç bir zaman sıra gelmez.

blank

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

7 Comments Leave a Reply

  1. guzel bir yazi ,tesekkurler tolga. turkiye bu ve bunun gibi kucuk ayrintilari cozemedigi icin su an kocakoca meseleler ile ugrasiyor.

  2. Sevgili dostum, kardeşim ve meslektaşım Murat,

    Bu yazımı alıntıladığını henüz fark ettim. İlgine ve desteğine çok teşekkür ederim. Böyle yazılar, bu sinemaya ve onun kahramanlarına değer veren yazarların sitelerinde, asıl yayımlandıkları yerlerden çok daha anlamlı duruyor. “Öteki Sinema”nın zaman zaman emeklerime attığı bu dostça paslar, benim için bir gurur vesilesidir, çok önemli bir motivasyon kaynağıdır.
    Seni bu yapıcı ve paylaşımcı karakterin nedeniyle sevgiyle selamlıyorum.

  3. Bu yazılar eminim ki gelecekte bir kaynak bir türk sinema tarihi notları olarak tarihe geçecektir.Ali Murat abinin ellerinden öpmek lazım.Yazıyı ötekide de görmek de ayrı bir incelik…

    Zannedersem mondo macabro belgeselinde Cüneyt Arkın’a soruyorlar
    – ya hiç dublör kullanmadınız mı?
    -üü çakır vardı bir baktık kayboldu meğer çakırda artiz olmuş diye nükteli bir cevap vermişti…

  4. Gerçek manada mükemmel bir yazı. Sürekli takipteyim, zira pek başka blog yok sizin gibi doğru düzgün iş yapan. Yazı mükemmel, ayrıca sondaki fotoğraf manidar. Elinize sağlık.:)

  5. Emeğinize sağlık ben sinemamızda çok gösterdik sakarya hendek te yazlık sinemamız vardı kendiside geldi Yazınız ve resimleriniz süper levent abi istanbula geldiğinde görüşmek isterim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Marksizm ve Erken Dönem Sinema

Marksizm ve Erken Dönem Sinema: Marksist ideoloji Birleşik Devletler film
blank

Rambo’nun Sonsuz Yolculuğu

Jerry Goldsmith’in “Home Coming” adlı müziği eşliğinde uzaktan bize yaklaşan