Yılmaz Atadeniz’in Anısına Saygıyla (1932-2023)

14 Aralık 2023

Cumhuriyet dönemi Türk sinemasının temellerini Muhsin Ertuğrul gibi tiyatro kökenli yönetmenler ve oyuncular atmıştı. Çünkü göreceli olarak yeni sayılabilecek bir sanat disiplini olarak sinemanın kendine en benzer disiplin olan tiyatrodan kopya çekmesi kadar doğal bir şey yoktu. İkinci kuşak ise ilk kuşağın deneyimlerinden oldukça fazla bir şekilde faydalanmış olsa da salt sinema disiplini içinden gelen daha genç yönetmenlerden oluşmaktaydı. Bu yönetmenlerden bir tanesi Orhan Atadeniz’di.

İyi bir kurgucu olan Orhan Atadeniz sinemanın mutfağını bilen biriydi. Kardeşi Remzi Yılmaz Atadeniz’i Erman Film’de çalışmaya teşvik ederek bir anlamda onun ilk öğretmeni olacaktı. Sinema sevgisi çocukluktan gelen Orhan Atadeniz mahalleliye evin bodrum katında film gösterimleri yaparak bir anlamda amatör olarak sektöre atılmış birisiydi. Yılmaz Atadeniz’in anlatımına göre bu gösterimlerden birinde ev yanma tehlikesi atlatmıştı. Orhan Atadeniz 1952 yılında Tarzan İstanbul’da isimli filmi çekerek bir elin parmakları kadar bile olmayan yerli fantastik film envanterine hiç de azımsanmayacak bir katkıda bulanacaktı. Bu filmin bir başka özelliği ise filminde kurgucu olarak Yılmaz Atadeniz’in isminin geçmesi idi. Montaj işini Yılmaz Atadeniz yapmasa da ağabeyi Orhan onu sinema ile daha çok kaynaştırmak için ismini jeneriğe montajcı olarak yazdırmıştı. Yılmaz başta kurgu ve ses olmak üzere sinemanın mutfağında yetişmeye başlarken ağabeyi Orhan, aktris Necef Uğurlu(*) ile evlilik hazırlıklarına başlamıştı. Derken 1953  yılında Orhan Atadeniz evde hava gazından zehirlenerek hayata veda edecekti.

Ağabeyinin ölümüyle tek başına kalan Yılmaz okuyup mühendis olma hayallerini bir kenara bırakarak sinema sektörüne girdi. Atıf Yılmaz, Faruk Kenç, Nejat Saydam ve Sırrı Gültekin gibi hem tiyatro, hem geçiş, hem de sinemacı dönemi yönetmenlerinin yanında yetişti. Gene Atıf Yılmaz, Nejat Saydam ve Hançer Nişanyan (Nişan Hançer) gibi yönetmenlerin yardımcılığını yaptı.

1960’lı yılların başında kendi kanatlarıyla uçma planları yapmaya başlayan Atadeniz ilk filmi olan Yüz Karası’nı 1963 yılında çekti. Aynı yıl Yedi Kocalı Hürmüz’ü çekti. 1964 yılında çektiği İki Yıl Mektep Tatili ise 1974 yılına kadar filmlerinin belkemiğini oluşturacak serüven duygusunun başlangıcı oldu. Atadeniz’in ilk üç filmi hakkında söyleyebileceğimiz bir diğer şey de hepsinin kayıp olması.

blank

Atadeniz yönetmenliğinin ilk iki yılında umduğunu bulamamıştı. Ünlü oyuncularla çalışamıyor, istediği filmleri çekemiyordu. Bir çıkış yolu ararken rotayı değiştirmeye karar verdi. 1965 ve 1966 yıllarında çoğu Yılmaz Güney ile olmak üzere bir dizi avantür ve tarihi avantüre imza atarak istim almaya başladı. Güney ucuz filmlerde oynamayı seven ve onları destekleyen bir oyuncu idi. Güney’in oyunculuğunun yanı sıra senaryoculuğu da Atadeniz’in filmlerine pozitif katkı yapmaya başladı. Yeni fikirler peşinde koşmaya başlayan Atadeniz Uçan Adam’lı (Shazam) bir film çekmeye karar verdi. Uçan Adam’ın karşısına süper kötü adam (villain) olarak kimi koyacağını bilemeyen Atadeniz bir akşam vapurda bir gazetenin ekinde gördüğü Killing’de karar kıldı. Uçan Adam rolünü oynaması için de Yılmaz Güney filmlerinde oyunculuk kariyerine başlamış olan yapımcı ve senarist İrfan Atasoy ile el sıkıştı. 1967 yılında çektiği Kilink İstanbul’da ve Kilink Uçan Adam’a Karşı filmleri tabiri caizse bomba gibi patladı. Filmler öyle iyi iş yapmıştı ki yerden mantar biter gibi benzerleri çekilmeye başladı. 1967 yılının gişe açısından olmasa bile nitelik açısından bomba olan diğer bir filmi ise Yılmaz Güney ile çektiği Çirkin Kral Affetmez idi.

İki Yılmaz’ın, Atadeniz ve Güney’in birlikteliği sona doğru yaklaşırken Atadeniz-Atasoy birlikteliği meyvelerini vermeye başlayacaktı. Güney kadar derinlikli ve çok yönlü bir oyuncu olmayan İrfan Atasoy uzun boyu ve dövüş sahnelerindeki ustalığı sayesinde Atadeniz’in avantür ve maskeli kahraman filmlerini bir üst seviyeye taşıdı.

1968 yılında avantür ve maskeli süper kahraman filmlerinin yanına Maskeli Beşler serisini de ekleyen Atadeniz kendi başlatmadığı yerli western furyasına da yeni bir soluk getirecekti.

1969 yılında Güney-Atadeniz birlikteliği Güney Ölüm Saçıyor filmi ile son buldu. İkili anlaşmazlığa düşerek ayrıldı. Atadeniz aynı yıl içinde Ringo ve Zorro filmleri çekerek western serisini devam ettirdi. Bunun yanı sıra Arzu Film için Çakırcalı Mehmet Efe’yi çeken Atadeniz değişik açılımlarını sürdürüyordu.

blank

1970 yılının öne çıkan filmleri Casus Kıran’ın devam filmi olan Casus Kıran – Yedi Canlı Adam ile Maskeli Şeytan idi.

1971 yılı ise Atadeniz’in 1967 yılındaki gibi önemli filmler çektiği bir yıl oldu. Modern bir Zorro uyarlaması olan Belanın Kralı, kaç yumruğun, kaç tekmenin atıldığını, kaç kurşunun sıkıldığını merak ettiğim Beş Hergele, hatırı sayılır avantür örnekleri olarak bu yılda çekildi. 1971 yılının asıl hiti ise bence Türk sinemasının en iyi avantürü olan Kara Cellat oldu. Göreceli olarak daha iyi senaryoya sahip olan Kara Cellat, Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu, Bilal İnci ve Turgut Özatay gibi dört usta yardımcı oyuncuyu kötü adam koltuğuna oturtarak göz dolduracak ve İrfan Atasoy da yıllarca taklit edilecek bir dövüşçü jön olarak hafızalara kazınacaktı.

1972’nin öne çıkan filmi Kunt Tulgar’ın başrolünü oynadığı Yılmayan Şeytan idi. Bir rip-off film ile dış piyasaya açılma denemesi olan Yılmayan Şeytan beklenen sonucu veremedi.

1973 yılı Atadeniz gibi hızlı bir yönetmenin durgun geçen bir yılı idi. Atadeniz’in sadece 2 film çektiği 73 senesinde bunlardan dişe dokunanı Çirkin Kral Affetmez’in yeniden çevrimi olan Zalim olacaktı amma velakin Yılmaz Güney’li Çirkin Kral Affetmez’in yanından bile geçemeyecekti.

1974 yılında dışa açılma denemeleri Atasoy’un şirketi İrfan Film üzerinden devam ederken İtalyanlar ile ortak yapım olarak çekilen Dört Hergele filmi başarılı bir intikam avantürü olmanın yanı sıra Atadeniz-Atasoy ortaklığının da son durağı olacaktı. Atasoy kendi şirketi ile yoluna devam etme kararı aldı.

blank

Atasoy’un ayrılması ile Atadeniz’in kariyerindeki parlak dönem kapanmıştı. Aslında bu dönem yalnızca Atasoy’un değil Atadeniz’in çevresindeki diğer yönetmen ve yönetmen adaylarının yarattığı fikir zenginliği sayesinde parlak geçmiş ve Atadeniz bu zenginliği filmlerine dahil etmesini bilmişti. Bu çevrenin içinde Çetin İnanç, Melih Gülgen ve Aykut Düz gibi daha sonra tanınacak isimler vardı.

Atasoy’un ayrılmasından sonra uzun boylu atletik dövüşçü jön koltuğuna Behçet Nacar oturdu. Daha önceleri hayli kilolu olan ve genellikle kötü rollere çıkan Nacar kilo vererek fiziğini düzeltmiş ve kıvama gelmişti.

Nacar’lı filmlerin en iyisi 1974 yılında geldi. Komando Behçet adlı film aslında 1968 yılında çekilen The Mercenaries (Jack Cardiff) filminin neredeyse birebir yeniden çevrimi idi. Atadeniz’in Kıbrıs’taki Türklerin uğradığı katliamlara dikkati çekmek üzere çektiği ama filmin sansür ile başının belaya girmesinden korkularak bu hale dönüştürüldüğü yolundaki iddialarına biraz mesafeliyim. Çünkü bir, bu film bir replika, iki, dış devletlerin kızıştırdığı bir iç savaşın anlamsızlığını anlatan bir film Kıbrıs’ı anlatıyor olamaz.

1972-73 yılları çevrilen yerli film sayısının tavan yaptığı yıllardı. Filmlerin sayılarındaki artışın getirdiği şey ise prodüksiyonların ucuzlaması ve kalitenin düşmesi idi. Erotizm yerli filmlerde daha çok boy göstermeye başlamıştı. Artık B-film yönetmenlerinin kafasında avantür filmlerden daha çok para getirecek türlere atlama fikri oluşmaya başladı. İtalyan erotik komedileri ve sonrasında Alman erotik ve porno filmleri karşı konulmaz bir seçenek olarak masaya geldi. 1974 yılında Oksal Pekmezoğlu’nun çektiği Beş Tavuk Bir Horoz bir eşiğin aşılmasını sağladı ve belki de Türkiye’nin tarihinde bir daha tekrarı olmayacak bir furya başladı. Artık ortalık erotik komedilerden ve soft erotik filmlerden geçilmez oldu. 70’li yılların sonuna doğru hard erotik filmlere geçildi ve en sonunda Naki Yurter ve Yavuz Figenli gibi yönetmenlerin cüreti ile porno filmler çekildi. Bu furya 1979 yılındaki tutuklamalar ile sona erecekti. Sonrasında -malum- 12 Eylül gelecekti.

Bunlar olurken B-filmlerin kompetanı olan Atadeniz’in  bu furyayı ıskalaması düşünülemezdi. Erotik soslu avantürlerin yanı sıra erotik komediler ve O’nun Hikayesi (1975) gibi safkan erotik filmlerle kervana katıldı. Atadeniz erotizm konusunda kantarın topuzunu ne Çetin İnanç, ne Yavuz Figenli, ne de Naki Yurter kadar kaçırdı. Ama gerçek olan şu ki erotik filmler dışında Atadeniz’in çektiği avantür ve tarihi avantürleri git gide çoraklaşmaya başladı. Bundan sonrası onun için yokuş aşağı bir kariyer olacaktı.

1980 yılında Türkiye, Kemal Paşa devrimciliğinden Kenan Paşa’nın muhafazakar neoliberalizmine doğru bir sıçrama(!) gerçekleştirdi. Ülke Özal’ın kaptan şoförlüğünde sözde “dünyaya açılırken” her geçen gün daha muhafazakar bir iklime bürünüyordu.

blank

Atadeniz Cüneyt Arkın’la 1980 yılında Kader Arkadaşı, 1982 yılında Kanije Kalesi ve Son Akın filmlerini çekerek avantür ve tarihi avantür köklerine geri dönmeye çalıştı. Kanije Kalesi ile bunu nispeten başarabildiği söylenebilir.

Sinema salonları birer birer kapanırken televizyon ve video yaygınlaşıyordu. Sinema için çekilen filmler artık sinemada değil videoda izlenir olmuştu. Ayrıca Almanya’daki Türk kökenli Alman vatandaşları da video izleyicisi olarak önemli bir pazar oluşturuyordu. Seksenli yılların ilk yarısında filizlenmeye başlayan yeni furyanın kokusunu alan Atadeniz rotayı arabesk filmlere çevirdi. Müslüm Gürses ve Kibariye ile bitmez tükenmez arabesk filmleri çekti.

1989 yılında ise Faruk Peker ile birlikte oldukça şaşırtıcı ve kaliteli bir polisiye olan Şah Mat: İntiharın Bedeli’ni çekti. Gökhan Mete’nin komiser rolündeki iyi oyunu ve Faruk Peker’in senaryosu, bütün aksayan yönlerine rağmen filmi ilgi çekici bir polisiye haline getiriyordu.

90’lı yıllarda Afacan serisi ile çocuk kahraman filmlerine el atan Atadeniz artık sinema kariyerini noktalamaya çok yakındı. Gene bu yıllarda televizyon için Polis, Lazaryum ve Deli Balta gibi dizileri çekti. İlk 7 bölümü Tolgay Ziyal tarafından çekilen Deli Balta’yı 8. bölümde devralan Atadeniz ile birlikte muhafazakar kanalın muhafazakar dizisine aşkın ve deniz yolculuklarının da geldiğini ve ibrenin pozitife döndüğünü görmek zor değildi.

1997 yılında Babamı Arıyorum’u çeken Atadeniz 2000’li yılları belgesel çekerek geçirdi. Son filmi olan İkimize Bir Dünya (2015) ile sinemaya veda etti. Sait Faik’in Medar-ı Maişet Motoru adlı romanının kısmi uyarlaması olan bu film 90’lı yılların dizi estetiğinden ve dramasından muzdarip olsa da Yılmaz Atadeniz’in senaryolu ve hesaplı kitaplı bir film çekme özleminin gerçekleşmesi olarak kişisel bir öneme sahipti.

13 Aralık 2023 günü 1950 sonrası sinemamızın tüm dönemlerine tanıklık eden, tüm furyalarının içinde olan, hatta bir kısmının başlatıcısı olan Yılmaz Atadeniz’i kaybettik.

blank

Atadeniz kariyeri boyunca 94 film çekti. Bunlar ağırlıklı olarak avantür filmleriydi. En çok 40’lı ve 50’li yılların ucuz fantastik filmlerinden ve dizilerinden (serial) etkilenmişti. Çektiği maskeli süper kahraman filmleri de -Murat Tolga Şen’in söylediği gibi- bir çeşit avantürdü. Teknik yetersizlikten dolayı uçurulamayan “Uç(amay)an Adamlar” daha sonra Casus Kıran’da olduğu gibi motosiklete bindirilmişti. Bu süper kahramanlar da senin benim gibi yumruk yumruğa dövüşüyordu.

Atadeniz, filmlerinde hareket arayan bir yönetmendi. Uzun diyaloglarla, duygu değişimleriyle ilgilenmiyordu. Zaten kahramanları tek boyutlu olan doğrusal kurgulu intikam (vigilante) öykülerinde bu tarz değişim ve iç hesaplaşmaların yeri olamazdı. Çünkü kahraman değişirse intikam intikama benzemezdi. En azından Atadeniz’in anlayışı böyleydi.

Atadeniz senaryolu film çekme alışkanlığı olan bir yönetmen değildi. Hikayeyi kafasında kurduktan sonra birkaç sayfalık sinopsis veya tretman denilebilecek karalamalarla işe başlar ve gerekirse bir senaristten (mesela Bülent Oran’dan) diyalogları yazması için yardım isterdi. Bu anlayışın filmlerde tutarsızlıklara sebep olması da kaçınılmazdı. Mesela bazen bir filmde katliamcı kötü generalin ismi olan Orso filmin ortalarına doğru yancı generalin ismi oluveriyordu. Başka filmlerde babası ile hatta kardeşi ile aynı isme sahip kahramanlar ortaya çıkıyordu. Ama öyle ya da böyle Atadeniz’in filmleri kurgudaki yeteneği ve tanrı vergisi hareket duygusu sayesinde akıcı bir şekilde izlenebiliyordu. Bu da onu ana A filmlere en yakın film çeken yerli B-film yönetmeni yapıyordu.

Onun filmlerini özel yapan bir başka şey ise cüretini ağırbaşlılığı ile dengelemesini bilmesi idi. Cüretliydi çünkü sinemamızda hiç dokunulmamış bir alana el atmaya cesaret etmişti. Ağırbaşlıydı çünkü imkanlarını, haddini ve tabiri caizse “etini budunu bilen” bir yönetmendi. İmkanların dar, yeteneğin sınırlı olduğu bir yerde aşırı iddialılık ve kendini aşırı ciddiye almanın komik duruma düşmek anlamına geleceğini çok iyi biliyordu. Ama bazı eski “öğrencileri” bilmiyordu! Bazen çok kötü filmler çekse de bunu kabul etti. Kendini savunmak için hırçınlaşmadı. Durumu kurtarmak için hiçbir zaman abuk sabuk iddialarda bulunmadı.

Türk sineması konusunda aşırı romantik görüşleri olan bir kesim vardır onlar hep şunu iddia eder: “Fırsat verilse Atadeniz ve İnanç gibi yönetmenler Hollywood’u aratmayacak aksiyon filmleri çekebilirdi!” Atadeniz, büyük bütçe ve yeterli teknik imkânlarla film çekme olanağı bulabilse Hollywood aksiyonları ile yarışacak düzeyde filmler çeken bir yönetmen olabilir miydi? Pek sanmam. Bunu yapabilecek yeteneğinin olduğuna inanıyorum ama bir de şuna inanıyorum: İnsanlar yaşadıkları toplumun insani ve ekonomik ilişkilerinin ürünüdür. Yılmaz Atadeniz düşük bütçe ve kısıtlı teknik imkânlarla film çekmek zorunda olduğu için “Yılmaz Atadeniz” olmuştu. Bunun tersini düşünmek, tarihi “keşke”ler ile geri çevirmeye çalışmak fanteziden başka bir şey değil. Gene de geriye dönüp Yılmaz Atadeniz’e o imkânları verebilseydik bile o Yılmaz Atadeniz’i küçük bütçeli filmlerin büyük yönetmeni olan Yılmaz Atadeniz kadar sever miydik, bilmiyorum.

Şimdi geldik yazının sonuna, en öznel ve en zor bölümüne. İlk gençliğimde B-filmler benim için makara malzemesiydi. Adını ilk duyduğum B-film yönetmeni Atadeniz değildi. İlk Çetin İnanç’ı bildim. Atadeniz’in onun bir nevi ustası olduğunu öğrenince harıl harıl Atadeniz’in filmlerini izlemeye başladım. Onun filmlerinde bambaşka bir dünya buldum ve saygı duydum. Evet bazen çok kötü filmler çekmişti. Evet 1974’ten sonrası yokuş aşağı idi. Evet bir haftada film çekip bitirirdi. Ama izlediğim en iyi yerli avantürleri de o çekmişti. Filmlerinde ciddi sorunlar, devamlılık hataları, kötü oyunculuklar ve oturmamışlıklar vardı ama Cemal Süreya’nın MFÖ için söylediği gibi “oturmamışlığında bile bir güzellik vardı”.

Öteki Sinema’da hakkında en çok yazdığım yönetmenlerden biriydi. 6-7 yıldır kafamda bir Yılmaz Atadeniz kitabı yazma fikri dolanıp duruyordu. Uzunca bir söyleşi de olacaktı kitapta. Yılmaz Abi’ye soracaklarım vardı. 1974’ten sonra İrfan Atasoy’un neden ayrıldığını soracaktım. Antin kuntin sorularım da olacaktı. Birkaç filmde birden görünen kırmızı Mustang’in kimin olduğunu soracaktım mesela. Hayallerim Yılmaz Abi’nin ölümüyle berhava oldu. Hem iyi anlamda hem de kötü anlamda bir daha benzeri görülmeyecek bir sinemacıyı kaybettik. Ama benim üzüntüm daha farklı. Resmen bir akrabamı kaybetmiş gibiyim. Huzur içinde uyusun.

Öteki Sinema için yazan: S. Özgür Ilgın

blank

(*) Burada adı geçen aktris Necef Uğurlu hakkında bir bilgi bulamadım. 1952 doğumlu yönetmen ve senarist Necef (Akra) Uğurlu ile aynı kişi olmadığı kesin.

blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

2 Ocak 2012: Can Abanazır’ı Kaybettik

O, bir çok öğrencisi için Can Hoca değil, Can Baba’ydı.
blank

Marilyn Monroe – Bölüm 1

Sinema dünyaya bir efsane verdi. Seksi, alımlı, özgür, savruk ama