blank2014 yılında Deniz Yeşil tarafından çekilen Yollara Düştük, 77 yılında gerçekleşen sansür ayaklanmasını ve sinema emekçilerinin İstanbul’dan Ankara’ya olan yürüyüşünü merkezine alan çarpıcı ve aynı zamanda birliği simgeleyen önemli bir belgesel. Filmin şimdilerde gündem olmasının asıl sebebi ise internet üzerinden ücretsiz bir şekilde erişime açılması. Hem de “Mısır Savaşları” bahane gösterilerek meşrulaştırılan sansür meselesi gündemdeyken! Evet, Yollara Düştük manidar bir zamanda izleyicisinin huzurlarında. Peki, film bizlere ne vadediyor? Ne denli başarılı bir belgesel? Daha da önemlisi, Yollara Düştük’ten nasıl bir ders çıkarmalıyız? Dilerseniz hep birlikte inceleyelim.

En başta dile getirmekte yarar var. Karşımızda duran belgesel alkışı hak eden bir arşivcilik içeriyor. 70’li yıllar gibi kamera arkası görüntülerine bile rastlamanın neredeyse imkânsız olduğu bir zaman diliminde vuku bulan hadiseye dair hareketli görselleri içeren film, bu yönüyle dahi takdire şayan bir duruş sergiliyor. Nitekim bir dönem hikâyesi anlatmanın, hele hele bunu bir belgesel-sinema içerisinde yapmanın en zor kısmı, izleyicinin o günlere birebir eşlik etmesini sağlamaktır. Ancak Deniz Yeşil, gerek ilk kez gün yüzüne çıkan görüntüleriyle gerekse de anlatının merkezine yerleştirdiği konuşmacılar vesilesiyle o günleri birebir yaşatmakla kalmıyor, ekran başına geçen herkesi bu yürüyüşün birer parçası haline getirmeyi başarıyor.

Tabii mevzu bahis dönemin tanınmış simaları olunca da spot ışıkları daha parlak bir şekilde huzurlarımıza geliyor. Dile kolay. Tarık Akan, Hale Soygazi, Menderes Samancılar, Arif Keskiner, Safa Önal, Vedat Türkali, Memduh Ün, Kadir İnanır, Türkan Şoray gibi isimlerden bahsediyoruz. Yeşilçam’da olsak ve bu isimlerin tek bir film altında toplandığını söylesek, yer yer yerinden oynar, 7’den 70’e herkes bu filmi beklerdi. İşte, Deniz Yeşil’in asıl başarısından biri de burada gizli. Tüm bu simge olmuş isimleri tek çatı altında toplayabilmesi.

blank

Aslına bakılırsa film, tüm parıltılı isimleri tek bir çatı altına toplarken bir gerçeği de gün yüzüne çıkarıyor. Onlar esasen ilk defa bir belgesel için bir araya gelmiyor. Onlar 40 sene önce sansüre hayır demek, bağımsız şekilde sinema yapmalarına engel olan mekanizmaya başkaldırmak için de bir araya gelmişti zaten. Ne kadar değerli değil mi? Ülkenin en gözde isimlerinin hak arama savaşı, ürettikleri sanatın niteliğinden ödün vermeme uğraşı! Keza Yollara Düştük’ü de değerli kılan tam olarak bu değil mi zaten!

Film, bir yandan sinema emekçilerinin sansüre hayır demek için İstanbul’dan Ankara’ya gerçekleşen yürüyüşünü odağına alırken, öte yandan döneme ait anekdotları aktarmayı da es geçmiyor. Bilgi uçsuz bucaksız bir derya, deniz… Nitekim filmin en dikkate değer yanlarından biri de öğretici yapısı, ufuk açıcı duruşu. Evet, Yeşilçam Sineması çok zorlu süreçlerden geçti. Ancak ezbere söylenen bu cümlenin açılımına ne kadar hâkimiz? Yollara Düştük, o yıllarda yaşanan ve sinemanın gelişmesine ket vuran sansür hadisesini ön plana çıkarırken, bir yandan da dönemin saçmalıklar silsilesine parantez açıyor. Susuz Yaz’ın kaçırılarak Berlin Film Festivali’ne götürülmesi, Balkan Film Festivali’ne davet edilen Keşanlı Ali Destanı’nın Bulgaristan ile kültürel ilişkimiz olmamasından ötürü festivale gönderilmeyişi, bir arabanın diğerini “solladığı” için sansür yemesi ve daha nicesi… Sahi, doğasında özgürlük olan bir sanat dalının önüne böylesi engeller konulmuşken, yeşermesini beklemek, dallanıp budaklanmasını dilemek biraz hayalcilik değil mi?

Yollara Düştük, sinema tarihimizin en önemli hadiselerinden birini işlerken, yaşanan haksızlığa karşı dik duran sinema emekçilerinin omurgalı duruşunu yansıtırken, anbean vadettiği birlik duygusuyla da albenisini yukarılara çeken bir iş. Hele hele son dönemde “Mısır Savaşları” adı altında patlak veren danışıklı dövüşü düşündükçe… Evet, 77 yılında vuku bulan bu yürüyüşe imrenen gözlerle bakalım, birlik olmanın ve daha da önemlisi çıkar amacı gütmeden, sanatın doğasını savunmanın değerini tekrar tekrar fark edelim. Ancak şunu da unutmadan bunları yapalım: Her dönemin kendine has bir hikâyesi vardır ve “Yeni Türkiye”nin hikâyesi de bambaşka…

blank

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu anlatmaya, izah etmeye çalışmaya lüzum yok. Zaten uzun yıllardır bu değişimi birebir yaşıyor, acı şekilde tecrübe ediyoruz. Evet, toplumun sinir sistemine temas eden her değişimin iyi-kötü bir yansıması olur. Günümüzde yaşadığımız değişimin ise tek bir yansıması var: Yozlaşma! Hadi itiraf edelim. Birlik beraberlik değil artık kutsal olan. Dolgun cepler, kalın banka cüzdanları ve ardı arkası kesilmeyen hırslar, artık kutsallık taşıyan. Ortak çıkarmış, toplumsal faydaymış, halkmış, hepsi hava cıva. Yeni Türkiye’de bunlar arka fonda beliren ve göz boyamaktan başka bir naneye yaramayan kavramlar; ne yazık ki fazlası değil! Bugün kızdıklarımız, neden 77 yılındaki fotoğrafı veremiyor diye serzenişte bulunduklarımız, tam da bu sistemin getirisi olan ve sistem sayesinde yücelenler. Bu nedenle topa tutulacakları da doğru seçmek lazım: Kişiler mi yoksa sistem mi suçlu olan?

Bugün ne aynı amaç uğruna sinemanın çıkarlarını savunacak bir sanatçı grubu var, ne de haksızlığa başkaldıracak kimse. Sindirilmek kodumuza öylesine işlemiş ki, ne yazık ki böyle şeyler yalnızca filmlerde olur demekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Tam da bu yüzden, 77 yılında vuku bulan hadise ile günümüzde yaşanan “Mısır Savaşları”nı karşılaştırmanın bir manası yok. Dönem farkını iyi ayırt etmek gerekir. Şimdi, kim Vedat Türkali gibi elini taşın altına koyar, Tarık Akan gibi canını dişine takar ki? Diyelim ki yaptı, üç gün sonra o kimsenin hali nice olur?

Deniz Yeşil imzalı Yollara Düştük, sinema emekçilerinin 77 yılında gerçekleştirdiği sansüre hayır yürüyüşünü merkezine alırken, günümüzde değişen sanat ve sanatçı profilini de çarpıcı şekilde bizlere anımsatıyor. Özellikle o yıllarda yürüyüşe katılmış, Yeşilçam döneminin popüler starları vesilesiyle nostalji rüzgarı estiren ve aynı amaç uğruna hareket etmenin kutsallığına biçtiği paye ile dikkat çeken film; her bir sinemaseverin tekrar tekrar izlemesi gereken, hikayesi kadar dönemin dokusunu anbean yaşatan yapısıyla da alkışı hak eden bir iş.

Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş

blank

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

24×36: A Movie About Movie Posters (2016)

Eski posterlerin nostaljik duygusunun peşine düşen 24x36: A Movie About
blank

Afganistan’da Bruce Lee Olmak: Dragon of Afghanistan (2017)

Russian Telegraph'ın hazırladığı Dragon of Afghanistan adlı belgesel Bruce Lee'ye