2004 yılında çektiği Shaun Of the Dead (Zombilerin Şafağı) filmi ile adını geniş kitlelere duyuran uçarı yönetmen Edgar Wright’ın son bombası Baby Driver vizyonda. Her filmi olay olmaya aday yönetmen, bir kez daha alışılagelmiş dinamik anlatımından kesitler sunarken bir yandan da müzik tutkusunu gözle görülür bir şekilde ortaya koyuyor. Başından sonuna dek adrenalin seviyesini arttırmada iddialı olan ve müzik ile aksiyonu başarıyla harmanlayan film, yaz vizyonun kaçırılmaması gereken en özel işlerinden biri.
Çocuk yaşta ailesini trafik kazasında kaybeden Baby, suç dünyasında yeteneği ile nam salmış bir şofördür. O, gündelik hayatında müzik tutkusuyla ayakta kalmaya çalışırken, düzenlenen birçok soygunda da direksiyon başında oturan gizli bir kahraman görüntüsü çizmektedir. Pek de hoşnut olmadığı bu kirli hayattan çıkmaya hazırlandığı günlerde hayatına giren Debora ise, bu genç adamı aşkın tarifsiz büyüsüyle tanıştıracaktır. Bu sırada son bir soygun için görev başına çağrılan Baby içinse işler, hiç beklemediği şekilde karmaşık bir hale bürünecektir.
Baby Driver için söylenmesi elzem olan ilk husus; eşi benzerine az rastlanacak türden bir aksiyon filmi oluşudur. Yanlış anlaşılmasın. Bahsi geçen aksiyon; beylik laflarla örülü, ne idiği belirsiz, içi boş bir kovalamacadan ibaret değil. Aksine Baby Driver, dram-mizah dengesini rayında götüren, yer yer sert bir ruh haline bürünen, dinamik bir tutku hikâyesi. Üstüne üstlük Baby’nin direksiyon başında yaptıkları da filmin en büyük albenisi oluşturuyor!
Hiperaktif yönetmenimiz Edgar Wright’ın, direksiyon başında harikalar yaratan bir adamın hikâyesini çekeceğini duyduğumuzdan beri, filmin vizyona gireceği tarihi iple çeker olmuştuk. Nitekim yönetmenin daha önceki referanslarına göz attığımızda, yine absürt ve hiç beklenmedik anda hortlayan şiddetin vuku bulmasını bekliyorduk. Gelgelim ki Baby Driver, yönetmenin filmografisinin en farklı ve sert filmi!
Edgar Wright’ın yönetmen koltuğunda arz-ı endam ettiği diğer işlere göz attığımızda; sıra dışı karakterlerin, dünya ile olan absürt savaşına tanıklık ettiğimizi görüyoruz. Baby Driver ise, bir kez daha nevi şahsına münhasır karakterleri bizlere tanıtırken; absürtlük seviyesini minimize eden, sert ve renkli bir hikâyeyi huzurlarımıza getirmektedir. Tabii yönetmen bunu yaparken, karakteristik özelliği dinamizmden ödün vermeyerek de bir kez daha izleyenlerine üst düzey bir seyirlik armağan etmeyi ihmal etmiyor.
Filmi değerli ve gösterişli kılan en önemli konunun, ustalıkla sahnelenen aksiyon sekansları olduğu su götürmez bir gerçek. Ancak Baby Driver’ı basit bir kovalamacadan öte kılan ise, filmin can damarını oluşturan tutku hikâyesi. Rock’n Roll’un eşsiz dünyası vesilesiyle izleyenlere aktarılan bu tutku hikâyesi, bir yandan kulaklarımızın pasını silerken öbür yandan da Baby’nin hassas kişiliğini tanımamız konusunda fazlasıyla işlevsel. Nitekim onu, suç dünyasındaki diğer tiplerden ayıran yegâne özelliğinin de müziğe karşı güttüğü sevgi olduğunu söyleyebiliriz. Artık tutku seviyesine ulaşmış olan bu sevgi, onu en kötü durumda dahi hayata bağlayan bir değnek olmuş ve vazgeçmesi zor bir alışkanlığa dönüşmüştür. Bu ayırt edici özellik, Baby’nin naif bir kişiliğe sahip olduğunu izleyenlerine anbean hatırlatan, filmin en önemli yapı taşı olarak da öne çıkmaktadır.
Hazır Baby’nin tutkusuna değinmişken, Edgar Wright’ın müzik tercihlerine de bir parantez açalım. Yönetmenin seçtiği her bir şarkının, sıkı bir işçilik eseri olduğu ilk anda göze çarpıyor. Nitekim filmin vites yükselttiği her anda, sertliğini arttıran şarkılar deyim yerindeyse bir başrol hüviyetine bürünüyor. Bu husus, hem Baby’nin maceralarını daha dişe dokunur bir haleti ruhiye içine sokuyor hem de yaşanan her bir hadisede reaksiyon vermemizi mümkün kılıyor. Bir başka deyişle Edgar Wright, müziğin tüm büyüsünü ihtişamlı bir şekilde kullanarak, izleyicisinin adrenalin seviyesini doruk noktasına çıkarmayı başarıyor. Nitekim Simon&Garfunkel’den, Queen’e deyin uzanan soundtrack listesinin, son yıllarda karşımıza çıkan en kusursuz tercihleri içerdiğini söyleyebiliriz. Böylelikle Baby Driver, yalnızca görsel bir şölen değil aynı zamanda bir müzik ziyafetine dönüşerek de, tadından yenmez bir konuma yükseliyor.
Edgar Wright filmografisini özel kılan detaylardan biri de, İngiliz mizahını tüm absürt yönüyle izleyicisine aktarmasında gizlidir. Shaun Of the Dead’ten, The World’s End’e kadar uzanan beyazperde serüveninde, her daim sıra dışı hadisler ve karakterlerle karşımıza gelmeyi yeğleyen yönetmenin, bu sefer bu durumu fazlasıyla minimize etmeye çalıştığını görüyoruz. Evet, Baby karakterinin kısmen absürt öğeler taşıdığını söyleyebiliriz. Suç dünyası içerisindeki naif kişiliği, en zor durumda bile müziği terk edemeyişi ya da onun demirbaşı görüntüsündeki kulaklıklar, karakteri farklı kılan hususlar. Gelgelelim ki, Baby’nin içinde bulunduğu evrenin realist yapısı ve bünyesinde barındırdığı şiddet öğeleri, filmi yönetmenin en ciddi hikâyesi olarak addetmemize olanak sağlıyor. Bu da yarattığı özgün mizahla büyük bir hayran kitlesi yakalayan Edgar Wright’ın, tarzındaki küçük çaplı değişimin en büyük göstergesi olarak öne çıkıyor.
Film ile ilgili onlarca methiye düzdükten sonra gelelim eksilerine. Yukarıda da bahsi geçen tarz değişikliği, esasen yönetmenin en büyük handikabı oluyor. Özellikle filmin ilk bir saatlik bölümünde yer yer temposundan ödün veren Baby Driver, müzikleri dışında sıradan bir anlatı görüntüsüne bürünüyor. Filmin ilk yarısındaki iki soygun sahnesi dışında, Baby’nin dünyasında fazla vakit kaybeden ve böylelikle romantik bir anlatının içine saplanan yönetmen, filmi tekdüzeliğin içine hapsediyor. Bu durumun göz kamaştıran son yarım saatlik bölüme gölge düşüren en önemli nokta olduğunu söyleyebiliriz.
Film, her ne kadar ilk bir saatlik bölümde odağından şaşan bir görüntü çizse de, ikinci yarısından itibaren küllerinden doğmayı başarıyor ve müziğin ritmine kendisini bırakarak harikulade bir seyirliğe evriliyor. Bu dakikadan itibaren dinamizmini anbean katlamayı başaran film, bir yandan takip sahneleri ile izleyicisine benzersiz bir tecrübe yaşatırken, diğer yandan Baby’nin hayata tutunma çabasıyla da nokta atışı yapıyor. Bu husus, hem filmin temposunun finale kadar düşmesinin önüne geçiyor hem de karakter-izleyici arasında kurulan bağın güçlenmesine olanak sağlıyor.
Müzik ile aksiyonun kusursuza yakın birleşimini temsil eden Baby Driver, bebek suratlı bir sürücü vesilesiyle maceradan maceraya atılırken, ödün vermediği temposuyla da göz kamaştırıyor. Özellikle filmin en büyük yıldızı olan yönetmen Edgar Wright’ın parıltılı anlatımıyla, tadından yenmez bir seyirlik halini alan film, kalp atışlarını hızlandıran biçimiyle uzun yıllar unutulmayacak türden bir iş. Eğer ki, bu sıcak yaz günlerinden kendinize bir iyilik yapmak istiyorsanız, sinemasal hazzı doruk noktasında yaşacağınız Baby Driver’ı vizyondayken kaçırmayın!