En iyi film ve en iyi özgün senaryo dahil olmak üzere beş dalda Akademi Ödülleri’ne aday olan Zero Dark Thirty çeşitli tartışmalara yol açtı. Zero Dark Thirty filminin yönetmeni olan ve daha önce Hurt Locker filmi ile Akademi Ödülleri’nde en iyi yönetmen ödülünü kazanan Kathryn Bigelow birtakım eleştirilerin odak noktası oldu. Oscar olarak da bilinen Akademi ödüllerini dağıtan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (AMPAS) üyesi olan David Clennon, Zero Dark Thirty’e oy vermeyeceğini çünkü bu filmin işkence suçunu ABD’nin sözde terörle savaşı için meşru bir silah olarak gösterdiğini belirtti. Martin Sheen ve Ed Asner gibi oyuncular da Zero Dark Thirty’e eleştiriler getirdiler.
Öteki Sinema için yazan: Özgür Taşkaya
Zero Dark Thirty içi boş bir film değil. Kesinlikle ideolojik olan fakat sorunlu bir ideolojinin ürünü bir film. Filmin derdinin ABD’nin “terörizmle mücadele” adı altında istediği coğrafyada gönlünce at koşturabileceğini ve koşturması gerektiğini göstermek olduğu açık. Bu film Amerikan halkına, eğer daha güvenli bir ülkede yaşamak istiyorsanız Guantanamo ve Abu Garip’te yaşanan insanlık dışı muamelelere göz yumacaksınız, diyor. Ve sınırı meşru uluslararası anlaşmalar ile belirlenmiş bir ülkenin egemenliğinde bulunan topraklara ABD’nin gizlice girip operasyon yapmasını oldukça sıradanlaştırıp bunun doğal bir hak olduğunu ima ediyor.
Filmi iki bölüme ayırabiliriz. Yaklaşık iki saatlik ilk bölümü El Kaide ile bağlantısı olan “terörist”leri sorgulama seansları, işkence sahneleri, başroldeki kadın ajanın Usame Bin Ladin’in yerini tespit ettiğine inanması ve CIA yöneticilerini onun saklandığı yere operasyon düzenlenmesi konusunda ikna etme çabalarıyla geçiyor. İlk bölümde filmin temposu genel olarak düşük seyrediyor ve bu bölüm derinliği olmayan tek boyutlu “karakter”lerin diyaloglarına dayanıyor. (Benzer konuyu işleyen fakat derinlikli ve komplike karakterlere sahip olan bir yapım için bkz: Homeland). Filmin ikinci bölümünü ise son yarım saatlik kısım oluşturuyor. Bu bölümde Usame Bin Ladin’in gizlendiği tahmin edilen binaya gece operasyonu yapılıyor. Bu bölümde filmin temposu oldukça artıyor ve gerek karanlık, gerekse de gece görüş gözlüğünden verilen sahnelerde gerilim ve heyecan artıyor. Filmin hedef kitlesinin katharsis’i de bu bölümde gerçekleşiyor.
Zero Dark Thirty, her iki bölümde de siyasi olarak oldukça sorunlu duruyor. İşkencenin, hedefe giden yolda, makyavelyan bir bicimde, kullanılmasının onanması filmi sorunlu kılan en önemli faktör. İşkence yapan CIA elemanının ilerleyen yıllarda “takım elbise” giyebileceği daha önemli bir pozisyona getirilmesi de insan haklarını göz ardı eden bu durumun onandığını gösteriyor. Bir devletin (kendi sınırlarından binlerce kilometre uzakta yer alan) bir başka egemen devletin topraklarına gizli ve gayri meşru bir müdahalede bulunmasını sorunlaştırmak bir yana, bunu gayet de normalleştiren ve sıradanlaştıran bir tutum takınılıyor filmde. Yani sorunsallaştırması gereken noktaları sorunsallaştırmayıp tam aksine meşrulaştıran sorunlu bir film kalıyor elimizde.
Evet Zero Dark Thirty özellikle bahsi geçen ikinci bölümde atmosfer ve gerilim yaratma konusunda, en iyi film dalında Oscar’a aday bir diğer (sorunlu) yapım olan Argo gibi, başarılı bir iş çıkarıyor. Fakat sonuç olarak Hurt Locker filmi ile Amerikan militarizmini yücelttiği konusunda birtakım eleştirilere maruz kalan Bigelow Zero Dark Thirty filmi ile sinematografi dersinden geçer not alsa da etik dersinden fena çakıyor.
filmin øzeti: “‘murica fuck yeah!”
knaldDinFisse, çok güldüm yaa :) Aynen…