Zeynep Altay: ‘Gerçek ve samimi belgeseller yapmak istiyorum’

26 Mayıs 2018

Zeynep Altay ile Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Film Günleri’nde tanışmıştık. Enerjisi, yaptığı işe saygısı ve sevgisi sayesinde üç tane keyifli, kendi yaşadığı topraklara, o toprağın insanlarına dönük kısa belgeseli var. Son filmi Naatra’yı da izledikten sonra sorularımı kendisine yönelttim.

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Merhaba Zeynep bize kendini tanıtmanı istesem?

Merhaba, ben Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sinema TV okudum. Sinemayı başka bir sosyal bilimler alanıyla desteklemek istedim ve sosyoloji bölümünden çift ana dal yaptım. Şu anda Trakya üniversitesinde Görsel Kültür alanında yüksek lisans yapmaktayım.

blank

İzlediğim kadarıyla belgesellerin ortak noktası var, bu nokta nasıl ortaya çıktı, belgesel çekmeye karar vermene sebep olan bir şey oldu mu?

Belgesel çekmeme neden olan özel bir sebep yok fakat yapı itibariyle toplumsal olaylarla her zaman fazla ilgili olmuşumdur. Etrafımda olup bitenleri bir şekilde insanlara aktarma isteğim vardı ve sinema okumak istememin bir nedeni de buydu. Sosyolojiyle bunu destekleyince sonucu bu oldu galiba… Kurmaca senaryosu düşündüğümde de gerçek hayattan olayların ve toplumsal konuların ağır bastığı işler olduğunu fark ettim.

Karakterlerini nasıl seçiyorsun ve en önemlisi nasıl ikna ediyorsun? Yaşlı, sorunları olan, hatta ölümü bekleyen karakterler nasıl açıyorlar dertleri sana…

Yani özellikle ben şu konu hakkında ya da şöyle bir karakterle ilgili bir iş yapacağım diye bir durum yok bende. Doğrusunu söylemek gerekirse karakterlerim beni seçiyor diyebilirim; çünkü şimdiye kadar çektiğim üç belgeselimde benim çevremde hayatımda yeri olan çok yakından tanıdığım ve hayatlarını çok iyi bildiğim karakterler oldu. Sadece bu karakterlerin hayatlarını hangi yönüyle ve nasıl ele alabilirim diye üzerinde düşündüm. KILLIT hariç iki belgeselimin karakterlerini ikna etmem zor olmadı çünkü Şükriye hala da, Bedriye hala da benim yakın akrabalarım ve bana çok güveniyorlar. Dertlerine yakından şahit olduğum için benden saklama gereğini duymadılar. Hatta çoğu zaman sorularıma “sen zaten biliyorsun neden bunu soruyorsun?” diyorlardı. KILLIT için komşu köyümüze gidip sohbet edip ne yapmak istediğimi onlara anlattım. Beni tanımaları için onlarla vakit geçirdim. Tabi ki KILLIT konusu itibariyle diğer belgesellerimden ayrılıyordu. Onun için diğer karakterlerim gibi rahat değillerdi ve ruh halleri daha değişkendi bu da çekim sürecini ve sonucunu çok etkiledi. Ama yine de sağ olsunlar ellerinden geldiği kadarıyla bana yardımcı oldular ve yalnızlıklarını, özlemlerini, ümitlerini, hüzünlerini benimle paylaştılar.

Son filmin Naatra’yı baz alarak biraz belgeselin çekim sürecinden bahseder misin, öncesi ve sonrasıyla neler yaşadın?  Biraz bu işi yapan ve yapmak isteyenlere deneyimlerini aktarmak gibi olsun…

Naatranın ana karakteri Bedriye hala, annemin halası ve onu çok yakından tanıyorum. Yıllardır nerdeyse her gün onu görüyordum. Çok ilginç bir hayatı ve bir o kadarda ilginç bir karakteri var. Sinema okumaya başladıktan sonra belgesel olarak ilk onun hayatını çekmeği düşündüm fakat olmadı. İki sene önce tekrar yaz tatilinde köye gelince her zamanki gibi Bedriye hala bizim kapıdan girerken “vallahi bugün öleceğim, Yıldız bak bugün kesin öleceğim. Kefenimin yerini biliyorsun. Beni güzelce yıkayın kefenleyin ve kefenimden, tülbentlerimden artanları sevabıma dağıtın” diye konuşmaya başladı. O andan sonra daha dikkatli bu konu üzerine düşünüp Bedriye halayı gözlemlemeye başladım. Yaz boyu her gün mütemadiyen onun ve akrabalarının arasında aynı diyalogların geçtiğini gördüm. Bedriye halayla daha fazla vakit geçirmeye başladım. Gittiği yerlere peşinden gitmeye, ölümle ilgili nasıl bu kadar rahat ve komik bir olaymış gibi sohbet ettiklerini öğrenmeye çalıştım. O yaz bazı çekimler yaptım sonbaharda okul için köyden ayrıldım.  Yaptığım çekimleri izleyip konunun üzerinde daha fazla düşünmeye başladım ve 2017 yazında köye gelip tekrar çekimlere başladım ve bu sefer Bedriye halayla daha fazla zaman geçirmeye ve ölümle ilgili onunla konuşmaya başladım. Fırsat buldukça çekim yaptım.  Bu işi yapmak isteyenler için söyleyeceğim konu ve karakterle ilgili iyi bir araştırma yapmaları gerektiği ve karakterlerle bol bol zaman geçirmelerini, çekim sürecinde de sabırlı ve çok iyi anlaştıkları ekip arkadaşlarıyla çalışmalarını öneririm. Çünkü Naatra da ben yalnız çekim yaptım, hem teknik hem anlatım olarak çok zorlandığımı bunun da filmin sonucunu olumsuz etkilediğini söyleyebilirim.

Siyaha Bakmak’taki Şükriye Hanım akraban sanırım. Aslında onun hayat hikayesinden Mardin’deki sosyal ekonomik ve bir yandan da siyasi hayata erişmek mümkün mü?

Evet, Şükriye Hanım benim öz halam. Mardin’deki sosyal ve ekonomik hayata ulaşmak mümkün siyasi hayata da kısmi olarak belki ulaşılabilir.

blank

Kıllıt sanırım en fazla ilgi gören, ödül kazanan, festival dolaşan belgeselin oldu. Biz de o sayede tanıştık zaten… Kıllıt’ın bu kadar kapsayıcı olmasının bir nedeni var mı sence?

Evet, konusu nedeniyle daha dikkat çeken bir belgesel oldu.  90’lı yıllarda güneydoğudaki olaylardan etkilenen bir grup da Süryanilerdi. O dönem hem ekonomik hem politik nedenlerden dolayı güneydoğudan çok göç oldu. Kıllıt köyü de iki sebepten göç vermek zorunda kalan bir köy oldu. Fakat Kıllıt nüfusu, verimli toprakları, güçlü mimari yapısı gereği diğer birçok köyden ayrılan bir köydü. Üstüne de köyü ayakta tutmayı çalışan muhtarın öldürülmesi Kıllıt’ın direnen son 4 haneye düşmesine neden oldu. Yani yukarda Siyaha Bakmak belgeseli için sorduğunuz “Mardin’deki sosyal ekonomik ve bir yandan da siyasi hayata erişmek mümkün mü?” sorusuna kesinlikle evet cevabını verebileceğim bir belgesel olması ve sosyolojik olarak birçok konuyu içinde barındırmasındadır.

Belgesel çekmek senin için ne ifade ediyor, tarzını belgesel olarak belirleyen senin etkileyen unsurlar neler oldu?

Belgesel benim için, köşede kıyıda ya da tamda gözümüzün önünde olup, toplum olarak veya dünya olarak fark etmediğimiz teğet geçtiğimiz konuların, hayatların, hikâyelerin filme çekilip fark edilir kılmak ve onlara dikkat çekmektir. Tarzımı belirleyen şey belgeselin temel yapısı olan gerçeklikten uzaklaşmadan estetiği yakalamak benim için en önemli unsur. Daha tam olarak bunu yakalayamamış olabilirim ama inşallah zamanla onu da yakalayacağım. Benim için bir diğer önemli unsur hatta estetikten de önde olan filmlerimde samimiyeti yakalayabilmek. Gerçek ve samimi belgeseller yapmak en çok önemsediğim şey.

Kurmaca ya da deneysel sana uzak mı, yoksa belgeselle ilgili yapmak istediklerimden sonra belki mi diyorsun?

Deneyselden emin değilim ama kurmaca muhakkak yapmak istiyorum. Hatta üzerinde düşündüğüm önümüzdeki sene bir aksilik olmasa yapmak istediğim bir kısa kurmaca projem var.

Belgesellerini kısa belgesel tarzında çekiyorsun, bir kişinin hayatını ortaya koyarken zaman kavramı zor oluyor mu?

Kesinlikle zor oluyor. İlk başta o kişinin hayatının bir noktasına odaklamak zorunda kalıyorsun. Çünkü fazla vaktin yok ve o hayatı en kısa sürede en iyi şekilde anlatman gerekiyor.

Belgesel çekerken önem verdiğin şey teknik mi içerik mi?

Teknik elbette önemli ama belgeselde bence en önemli şey içeriktir. Anlatabileceğin bir şey yoksa güzel ama boş çerçevelerin ne anlamı olur ki?

blank

Naatra’yı izlerken karakter çok ilginç geldi aynı zamanda hüzünlendirici.. Yaşlılığın ölüm psikolojisiyle birleşen yanını hem ironik hem de tekrarlı bir gerçeklik halinde sunuyorsun. Çekim yaparken senin hissiyatını merak ettim…

Naatra’yı çekerken sürekli ölüm ve hayat üzerinde düşünme halindeydim. Zaten o süreçte bundan sıyrılmam mümkünde değildi. Duygusal olarak ölümü ve ölmek istemesini ona sormak beni çok zorlayan bir durumdu. Ama en çok merak ettiğim ölümü bu kadar çok istiyorken bir yandan da hayata nasıl bu kadar bağlı olabiliyor. Bir gün yanına gittiğimde,  avlusunda oluşan çukuru eliyle kardığı betonla kapatıyordu. Bende hemen çektim. Filmde de var zaten. Bunun gibi birçok yönü var. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgiyi nasıl tutturmuş çok merak ediyorum ama 100 yılın verdiği bir deneyim olsa gerek! Ama ölüme ve hayata bakış açımı değiştirdiğini söyleyebilirim. Ben normalde çok stresli ve telaşlı biriyim Naatra’dan sonra biraz daha rahat yaşamaya başladım.

Film çekerken maddi olarak desek aldığın kişi ve kurumlar var mı?

Maalesef hayır. Siyaha Bakmak’ı ve Naatra’yı tamamen kendi imkânlarımla çektim. Tabi ailemin ve arkadaşlarımın manevi desteği oldu. Kıllıt’ı ise çekim sürecinde arkadaşlarımın desteğiyle çektim ve kurguladım.

Çok fazla kısa film festivali yapılıyor, kısa filmler popülerleşti ve artık bir film neredeyse 20-30 festival dolaşıyor. Bu konuyla ilgili düşüncelerini merak ediyorum.

Aslında sinemayla bu kadar ilgileniyor olması sevindirici fakat yapılan festivallerin hepsi, kısa film ve festivalleri hakkında ne kadar bilgililer,  ne kadar nitelikliler tartışılır. Onun için çok festival olması değil de bence nitelikli festivallerin olması asıl önemli olan.

Bundan sonra sırada neler var, uzun metraj belgesel mesela? Ya da kısa belgeselden devam mı edeceksin?

Sırada uzun metraj belgesel var. Yeni projem Lİ Beyrut’un hazırlık sürecindeyim ve Temmuz ayında çekimlerine başlayacağız inşallah. Çekimleri Mardin ve Beyrut’ta olacak.

Son olarak neler söylemek istersin?

Biz, belgesel ve kısacılara ilgi ve desteğiniz için çok teşekkür ederim.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Şirin Bahar Demirel: ‘Kadınların görmezden gelinen, yok edilen hikayeleri, ilgilendiğim bir konu’

Şirin Bahar Demirel’in Kadınlar Ülkesi belgeselini daha önce izlemiştik. Son
blank

Umut Beşkırma: ‘Kısa filmin anlatım dilinden uzağım’

Umut Beşkırma’yla Yeryüzündesin ve Bunun Tedavisi Yok isimli filmi sayesinde