Restore edilen José Larraz’ın Symptoms filmi, İngiliz korku filmlerinin kaybolmuş tutkusunu yeniden alevlendirdi. Daha önce baskıcı bir atmosfere sahip olan film yenilenince tüm olağandışı özelliklerinden tat almamızı sağladı.
Hitchcock’un Psycho’sundan (1960) etkilenen bu korkunç modern gotik hikaye, beklenmedik bir şekilde 1974’teki Cannes Film Festivali’ne seçildi. İngiltere’nin kırsallında yaşayan nevrotik bir kadın (Angela Pleasence) kız arkadaşını kalması için davet eder, Larraz’ın seyrek ama etkileyici şok taktikleri kullanımı korku duygusunu yaratır.
Symptoms’ yeniden yapımıyla 70’ler filmlerine ilginizi uyandırdıysa, sonrasında ne izleyeceğinizi düşünebilirsiniz. The Wicker Man bariz bir başlangıç olabilir ama değişik ve değeri bilinmemiş birçok izlemeye değer film var. İngiliz korku film hayranları listede yer alan filmlere aşina olabilirler ama türü yeni keşfedenler korkunç tuhaflıklar görecekler. Detaylı incelemek isteyenler Jonathan Rigby’nin İngiliz Gotik Korku Sineması adlı kitabına göz atmalılar.
Demons of the Mind (1972)
Yönetmen: Peter Sykes
Yeni bir nesil ufukta belirirken, Hammer kanatlarını açmaya ve yeni fikirleri denemeye hazırdır. Denemelerinden bazıları hüsrana uğrasa da Peter Sykes’ın Demons of the Mind’i ilginç derecede başarılı oldu. Şaşırtıcı bir şekilde, deliliğinin çocuklarına geçtiğine inanmasıyla sinirleri bozulan dengesiz Baron Zorn (Robert Hardy)’nun bu ailesel delilik hikayesinde iblisler, doğaüstü yaratıklardan çok daha ruhsallardır. Bu denemenin, EMI dağıtımcıları tarafından başarısız olarak sayılmıştır.
Death Line (ya da Raw Meat, 1972)
Yönetmen: Gary Sherman
Harika performans sergileyen Angela Pleasence’ın zeki polis rolündeki babası Donald’ın yer aldığı filmde, günümüz Londra’sının yeraltı derinliklerindeki labirentte yaşayan, tünel felaketinden kurtulanların hikayesi anlatıyor. Ölmek üzere olan karısıyla yemek için arayıştadırlar ve The Man, Russell Square istasyonundaki erzakı ele geçirme girişimde bulunur.
Olayları ifade etmek için kullanılan en uygun sözü, Pleasence’i işe alan, yamyamlardan kurtulmuş Hugh Armstrong söylüyor. Korkunç, eğlenceli ve şaşırtıcı bu filmlere, Death Line 70’lerde yönetilen, şiddetin yükseldiği, kara mizahın ve modern şekilde düzenlenen İngiliz korku filmlerine verilecek en iyi örnek.
The Creeping Flesh (1973)
Yönetmen: Freddie Francis
Gotik filmler 70’li yıllarda da devam ediyordu ve içlerinde uzun ömürlü ve en iyisi olan Peter Cushing/Christopher Lee ikilisiydi. The Creeping Flesh, Hammer yapımı olarak görülüyor ama aslında Tony Tenser’ın Tigon British ve World Film Services tarafından yapılmıştır.
Her zamanki gibi muhteşem olan Cushing, tarih öncesi döneme ait bir iskeleti incelerken onu canlandıran, duygusal olarak dengesiz bir antropolog rolünde. Bu arada, Lee memnuniyetsiz üvey kardeş rolünde harika ve Symptoms’daki bir başka kurban olan Lorna Heilbron’da babasının kötü olanın kanından yapılmış serumu ona enjekte edince giderek deliren Cushing’in kızını canlandırıyor. The Creeping Flesh, korku filmlerinde kötü unvana sahip Freddie Francis tarafından yönetildi. Film yönetmenin en iyilerinden biri olarak görülüyor.
Frankenstein and the Monster from Hell (1974)
Yönetmen: Terence Fisher
70’lerin başlarında Hammer’ın Dracula ve Frankenstein filmleri ders veriliyor olsaydı, şirketin berbat Scars of Dracula ve The Horror of Frankenstein meşhur canavarıyla ne yapılacağına dair bir fikirleri olmazdı. Neyse ki Frankenstein filmleri belli bir tarzda ilerledi, serinin altıncı filmi The Curse of Frankenstein (1957) gotik korku döngüsünü devam ettirdi.
Peter Cushing (The Horror of Frankenstein’da çok kötü bir performans sergileyen Ralph Bates’den rolü alarak) baron olarak geri dönerken, Terence Fisher da tekrardan yönetmen koltuğunda yerini alır. Baron son olarak bir akıl hastanesinde büyük bir canavar yaratır. Sözde canlılığı ve soğuk olması gereken film, seriye yakışır bir sona sahip olarak akıllarda yer etti.
From beyond the Grave (1974)
Yönetmen: Kevin Connor
1964 yapımı Dr. Terror’s House of Horrors’dan beri Amicus antolojik korku filmleri serisi yapıyordu. En iyi bilineni Tales from the Crypt, ama en iyisi serinin yedinci ve son filmi olan From beyond the Grave. Zorunlu ekledikleri komedi bölümü her zamanki gibi önlerine engel olur ama filmin geri kalanı Peter Cushing’in ürkütücü hikayesi filmden istenileni verir.
Eski bir asker rolündeki Donald Pleasence, Ian Bannen’ın şanssız hayatını, tuhaf ilişkiye sahip ürkütücü kızıyla cezp eder. Açılışta, David Warner süslü bir aynada gizlenmiş kötü bir detayı fark eder, Cushing’e ucuz fiyata satmaya çalışarak kandırır.
Vampyres (1974)
Yönetmen: José Larraz
Symptoms Cannes’a layık görülmüş olabilir ama José Larraz’ın adı çıkmış korku filmi Vampyres hayranları tarafından hatırlanmaktadır. Hikayenin merkezinde yine lezbiyenler var ama bu sefer tamamen daha sömürücü. Marianne Morris ve Anulka Dziubinska ölmeyip gelip geçenleri cezp eder ve önce cinsellikle sonra kanlarını akıtırlar.
Film, Fransız seks vampir uzmanı Jean Rollin’den çok Terence Fisher’a borçlu. BBFC, seks ve vahşet içerikli sahnelerden memnun değildi. Hammer, 1970 yapımı The Vampire Lovers’dan beri lezbiyen vampirlerle flört halinde, ama transgresif çabaları korkunç görünüp Larraz’ın samimi filmiyle karşılaştırılıyor. Eğlence inkar edilemez olsa da Vampyres’ın, Croisette’de gösterilmesinde herhangi bir tehlike yok.
Frightmare (1974)
Yönetmen: Pete Walker
Pete Walker bu dönemde House of Whipcord gibi korku filmleri serisi yaptı. İkinci filmi Frightmare vahşi bir şaheser, şehir yamyamlığının gerçekten rahatsız edici hikayesi, düzenli oyuncusu müthiş Sheila Keith ile anlatılıyor.
Hammer/Amicus tarzından uzaklaşan Frightmare, Amerikan korku filmleriyle daha çok ortak noktaya sahip. Grand Guignol’da geçen ve giderek artan bir dizi cinayetin işlendiği finalde doğaçlama olarak olaylar gelişir. Walker çizgisini House of Mortal Sin (1975), Schizo (1976) ve The Comeback (1977) ile devam ettirir ama hiçbiri Frightmare gibi etkili değil.
Full Circle (1977)
Yönetmen: Richard Loncraine
Richard Loncraine’ın neredeyse unutulmuş hayalet filminde Mia Farrow kızını kaybettikten sonra yasını tutan ve 1930’da bir çetenin öldürdüğü Alman bir çocuğunun hayaleti tarafından takip edilen genç anne Julia rolünde.
Anglo-Kanada yapımı serinin ilk filmi aynı zamanda. Çekimleri uzun sürse de finalini beklenmedik bir şekilde doruğa çıkarıp hikayeyi bir döngüye çeviriyor. Rosemary’s Baby (1968)’de doğaüstü çocuğuyla boğuşan Farrow’a filmde Tom Conti, Cathleen Nesbitt, Peter Sallis ve genç Sophie Ward eşlik ediyorlar.
Prey (1977)
Yönetmen: Norman J. Warren
Pete Walker gibi Norman J. Warren’da 70’lerdeki İngiliz bağımsız yönetmenlerin yiğitlerinden ve bu bilim kurgu/korku karışımı filmi en iyilerinden biri. Lezbiyen çift Jo (Sally Faulkner) ve Jessica (Glory Annen) insanların kolay bir av olduğuna inanan ve kendi halkı için Dünya’da yeni yemek kaynağı olarak gören köpek suratlı bir uzaylı Anderson (Barry Stokes) ile karmaşık bir ilişki içinde kendilerini bulurlar.
Anderson ve Jessica’nın şok edici korkunç kan gölü sahnesinden önce Jo delirir (Daha önceden bir ziyaretçi tarafından çoktan öldürülmüştür). Acı veren slow motion sahnesi, fast forward tuşunun yapılma nedeni olarak görülüyor. Bu klostrofobik melodram Warren’ın en iyi işlerinden olarak hatırlanıyor.
The Shout (1978)
Yönetmen: Jerzy Skolimowski
Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski, filmi Robert Graves’in psikiyatri hastası Crossley (Alan Bates)’in Avustralya Aborjinleri’nin çığlıkla öldürebilme özelliğe sahip olduğunu öğrenmesinin anlatıldığı kısa hikayesinden uyarlamıştır. Anthony Fielding (John Hurt) ve eşi Rachel (Susannah York)’ı ayartıp uygunsuz ilişkiye girer ve Devon sahilinden uzakta gücünü kanıtlamaya çalışır.
Flashbacklerde Crossley, Robert Graves (Tim Curry) ile bağlantılı olduğu görülür. Bunların hepsi gerçek midir, yoksa bir delinin dengesizlikleri midir? Skolimowski bunu açıklamıyor ve film rahatsız edici oluyor. Konu göz önüne alındığında Dolby sountrack ile yapılmış ilk İngiliz filmi ve Skolimowski özellikle adı geçen kumsal sahnesindeki teknoloji kullanımıyla olağanüstü.
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Çeviri: İrem Naz Güvel
Kaynak: http://www.bfi.org.uk/news-opinion/news-bfi/lists/10-great-overlooked-british-horror-films-1970s [/box]
Merhaba,
2008 den beri sitede yazılanları büyük bir tutkuyla okuyan, yaptığınız işe büyük saygı duyan bir takipçinizim.
Son zamanlarda yabancı dergilerden veya internet sitelerinden çevirisini paylaştığınız yazılarla alakalı küçük bir eleştirim var. Yazıların bazılarını (buradaki yazıda dahil olmak üzere) okuyunca Google translate ile çevrilmiş duygusuna kapılıyorum. Okuduğum yazıların bazılarında cümlelerdeki anlam bütünlüğünün kaybolmuş olduğu düşünüyorum. Sizlerden naçizane ricam konuya biraz daha dikkat etmeniz.
Lütfen ukalalık olarak almayın yazıklarımı.
Saygılar, sevgiler.