Men In Black 3 / Siyah Giyen Adamlar 3’te Ajan J (Will Smith) ve Ajan K (Tommy Lee Jones) tam zamanında geri dönüyorlar.
J son 15 yılda Siyah Giyen Adamlar’da açıklanamayan bazı şeyler gördü, ama hiçbir şey, hatta uzaylılar bile onun kafasını alaycı ve ketum ortağı kadar karıştırmadı. Ne var ki, K’in hayatı ve gezegenin kaderi tamamen risk altındayken, Ajan J’in zamanda geri gidip olayları düzeltmesi gerekecektir. J anlar ki evrende K’in ona asla anlatmadığı sırlar mevcuttur; bunlar J’in ortağını, çalıştığı kurumu ve insanlığın geleceğini kurtarmak üzere genç K’le (Josh Brolin) birlikte çalışmaya başlamasıyla birer birer ortaya çıkacaktır.
Columbia Pictures, Hemisphere Media Capital işbirliğiyle, bir Amblin Entertainment ve Parkes+MacDonald Image Nation ortak yapımı olan Barry Sonnenfeld filmi “Men In Black™ 3/Siyah Giyen Adamlar 3”ü sunar. Filmin başrollerini Will Smith, Tommy Lee Jones, Josh Brolin, Jemaine Clement, Michael Stuhlbarg ve Emma Thompson paylaşıyor. Barry Sonnenfeld’in yönettiği filmin yapımcılığını Walter F. Parkes ve Laurie MacDonald gerçekleştirdi. Etan Cohen’in Lowell Cunningham eseri Malibu Comic’e dayanarak senaryosunu yazdığı “Men In Black™ 3/Siyah Giyen Adamlar 3”ün yönetici yapımcıları ise Steven Spielberg ve G. Mac Brown. Filmin kamera arkası ekibi görüntü yönetiminde ASC’den Bill Pope, yapım tasarımı Bo Welch, kurguda A.C.E.’den Don Zimmerman’dan oluşuyor. Filmin müziği ise Danny Elfman’ın imzasını taşıyor. Filmin kostüm tasarımı Mary Vogt, Uzaylı Makyajı efektleri ise Rick Baker tarafından gerçekleştirildi. Filmde, Ken Ralston ve Jay Redd görsel efektler amiri olarak görev aldı. Özel görsel efektlerini Sony Pictures Imageworks Inc.’in hazırladığı filmin müzikleri arasında, Pitbull’un seslendirdiği yeni single “Back In Time” da yer alıyor.
FİLM HAKKINDA
Columbia Pictures yapımı “Men in Black 3/Siyah Giyen Adamlar”la, en tanınmış ve en sevdiği rollerinden olan Ajan J’ye geri dönen Will Smith şunları söylüyor: “Siyah Giyen Adamlar filmleri J ile K arasındaki ilişkiyi konu alıyor. Bu film ikisinin ilişkisindeki güce ve ilişkinin kökenine uzanıyor. Aslında bu fikir yıllardır, hatta ikinci filmden bile önce aklımızdaydı ama olgunlaşması için zamana ihtiyaç vardı. Yapmamız gereken şey hikayeyi yukarı taşımaktı ve bunu yapmanın tek yolu da karakterlerde gitgide daha derine inerek filmin bazı şeyleri açığa çıkarmasını sağlamaktı”.
Ajan K olarak yeniden siyah takım elbisesine ve güneş gözlüğüne bürünen Tommy Lee Jones ise, “J ile K arasındaki ilişki film boyunca hem çekişmeli hem de sevgi dolu” diyor.
Siyah Giyen Adamlar’ın beyaz perdede Dünya’yı evrenin pisliklerinden kurtarırken görünmelerinin üzerinden yıllar geçti, ve o zamandan beri üçüncü filmle ilgili spekülasyonlar gitgide arttı. Ama Smith üçüncü filmin her zaman gündemde olageldiğini söylüyor: “İzleyiciyi seride hiç görmedikleri bir zamana ve yere götürecek, taze soluklu ve zorlayıcı bir hikaye bulduğumuzu hepimizin hissettiği bir noktaya nihayet geldik”.
Will Smith canlandırdığı rol için tekrar siyah takım elbisesine ve gözlüklerine bürünmekten heyecan duydu. Ajan J onun en sevdiği karakterlerden biri, ve bu role dönmek için uzun süre bekledikten sonra kostümleri giymek müthişti. “Siyah takım elbisenin üzerine yoktur” diyor aktör ve ekliyor: “Son derece güçlü ve ikon hâline gelmiş bir görüntüye sahip. Takım elbiseyi giyip gözlükleri taktığınızda anında Siyah Giyen Adamlar’ın zihinsel dünyasına adım atıyorsunuz. Bu bir çocukluk fantezisi gibi: Başkalarının bilmediği şeyleri biliyorsunuz ve dünyanın en önemli işini yapıyorsunuz. Siyah takımımı giydiğimde içimdeki 7 yaşındaki çocuk koşarak dışarı çıkıyor”.
Benzer şekilde, Tommy Lee Jones da aksi Ajan K’i oynamak için hevesliydi. Bu konuda şunları söylüyor: “Will Smith’le çalışmaya gittiğiniz her gün mutlu bir gündür. Will ve Barry birlikte bunu daha da mutlu bir gün yapıyorlar. Beraber çalışmak için harika insanlar”.
“Men In Black 3/Siyah Giyen Adamalar”ın hikayesi, karakterlerin 15 yıl boyunca birbirlerini dirsek mesafesinde tutmalarına yol açan kilit öğelere odaklanmak ve çatışmanın çözümlenmesinin yollarını bulmak üzere yapımcıları geçmişe, karakterlerin kökenlerine ve aralarındaki ilişkinin kilit noktalarına götürdü. Çözüm ise Ajan J’i geçmişe göndermekte yatıyordu.
Her üç Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filminin de yönetmenliğini üstlenmiş olan Barry Sonnenfeld, “Hem tanıdık hem farklı olmasını istedik” diyor ve ekliyor: “Tanıdık olan şey karakterler ile Siyah Giyen Adamlar önermesi, ve onların kim oldukları. Will Smith ile Tommy Lee Jones’u tekrar bir araya getirmek istedik. Ama aynı zamanda yeni ve yaratıcı bir şeyler de hedefledik ve böylece zamanda yolculuk öğesini bulduk”.
“Filmin başında, J ile K hâlâ arkadaşlar; ama beraber geçirdikleri bunca zamanda birbirleri hakkında fazla bir şey öğrenmemişler” diyen yapımcı Walter F. Parkes, şöyle devam ediyor: “Aslında, hikayenin en başında, Zed karakteri yeni öldüğü için, K onun hakkında hiçbir bilgi sunmayan bir anma konuşması yapıyor. Oysa Zed’in son 45 yıldır onun en iyi arkadaşı olması gerekiyor. Bu durum J’in bunca yıldan sonra, yanımda oturan bu adam hakkında gerçekten ne biliyorum diye sorgulamasına neden oluyor. Hikayemizin temeli olan bu olay, aynı zamanda K’in 40 yıl önce, 1969’da yakaladığı Hayvan Boris lakaplı uzaylının kaçışıyla aynı döneme denk geliyor– ve bu yaratık K’den benzer bir intikam almak için geri geliyor”.
Oldukça ilginç bir intikam yöntemidir bu: Boris zamanda yolculuk yaparak 1969’a geri döner ve K’i öldürür. 2012 yılındaki kimsenin K’in 40 yıl önce öldürüldüğüne dair bir anısı yoktur; ortağına ne olduğunu merak eden J hariç. K’i kurtarmak için, J, Boris’in geçmişteki hareketlerinin izini sürer ve bu sayede ortağı hakkında daha çok şey öğrenme fırsatı bulur. “J, K’i kurtarmanın onun sırlarını öğrenmek için harika bir fırsat olduğunu görüyor. Böylece K’in neden bu kadar aksi ve içine kapanık olduğunu çözeceğini sanıyor ama karşısında bulduğu genç K açık, dost canlısı ve ilgili bir insan” diyor Sonnenfeld.
1969 yılındaki Ajan K’i canlandıran Josh Brolin, genç K olarak Jones’un hâl ve tavırlarını kullanmanın yanı sıra karaktere kendinden özellikler de katarak şakacı ve zeki bir erkek portresi çizdi.
“Çekimleri filmdeki sıralamaya uygun yaptık. İlk perdede K’i Tommy oynadı, sonra ikinci perdede ve üçüncü perdenin çoğunda Josh yer aldı; ve çekimlerim son haftasında Tommy’yi geri getirdik” diyen Sonnenfeld, sözlerini şöyle sürdürüyor: “İnanılmaz bulduğum şey, tek bir oyuncuyu yönetiyor gibi hissetmekten kendimi alamamamdı; performanslar o kadar tutarlıydı ki Tommy Lee Jones’un nerede bittiği, Josh Brolin’in nerede başladığını anlamak zordu. Bana kalırsa, K’i Tommy mi yoksa Josh mı oynuyor önemli değil. Onun K olması önemli.”
Brolin ise şunları söylüyor: “İlk filmi abartısız 45-50 kez izlemişimdir. Tommy ile Will arasındaki uyuma büyük hayranlık duyuyorum. Tommy’nin sesinde gerçek hayatta konuştuğundan çok farklı, Siyah Giyen Adamlar’a özgü bir tını var. Rüyama girene kadar bunu dinledim durdum. Yapabildim mi bilmiyorum, ama arkadaşlarım sesimin onunki gibi çıktığını söylüyorlar. Dışarı yemeğe gittiğim zaman, ‘Tommy gibi sipariş veriyorsun’ dedikleri oluyor”.
Elbette, film karakterlerin ilişkisini irdelese de bir drama değil. Bu bir Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmi ve doğal olarak tuhaf Rick Baker uzaylıları, havalı araç gereçler ve bol kahkaha içeriyor. Tüm bunlar bir araya gelerek başka filmlere pek benzemeyen, dayanılmaz bir hava yaratıyor. Sonnenfeld’a göre, bu havanın püf noktası, yani filmi gerçekten komik yapmanın tek yolu, herkesin rolünü dümdüz oynaması: “Durumların komik, performansların ise gerçek olmasını istiyorum; dolayısıyla, oyuncularımın komik olmaya çalışmasını istemiyorum. Bestecimin ‘komedi’yi düşünmesini istemiyorum çünkü o zaman müzik bir komedi müziği olur. Hatta görüntü yönetmeninin ya da filmi basan laboratuarın da bunun bir komedi olduğunu düşünmesini istemiyorum, yoksa bir de bakmışsınız ortaya çok parlak görüntülü bir film çıkmış. Gerçek bir şeyi absürd bir durumla çevreleyebilirsem, işte o zaman harika bir komedi olur”.
Perde arkasındaki ekipte yer alan yedi kez Oscar®’lı (bir tanesi de Men In Black/Siyah Giyen Adamlar) Rick Baker uzaylıları tasarladı; beş kez Oscar kazanmış olan Ken Ralston ve Jay Redd görsel efektler amirliği yaptı; “Matrix” filmlerinde ve “Spider-Man™2” ve “Spider-Man™3”te görev almış olan Bill Pope görüntü yönetimini üstlendi; yapım tasarımcısı Bo Welch hem Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ın gelecekteki dünyasını hem de 1969’daki retro dünyasını yarattı. Kamera arkasının diğer isimleri ise, kurguda Don Zimmerman, müzikte Danny Elfman ve kostüm tasarımında Mary Vogt’tan oluşuyordu. Vogt hem herkesi giydirdi hem de ilk iki filmde olduğu gibi Smith ile Jones’un ikon hâline gelen siyah takım elbiselerini tasarladı.
Parkes’a göre, uzaylı tasarımlarında biraz eğlenmek Baker’ın fikriydi: “Rick bir gün geldi ve, ‘Ya 1969’daki uzaylılar, 1960’ların uzaylıları bizim o döneme ait kolektif hafızamızı ve bilimkurguya daha masum bir yaklaşımı yansıtsalar nasıl olur?’ O kadar çekici bir fikirdi ki herkes bunu benimsedi”.
“Uzaylılar bu dünyaya kapı açan bir dokunuş, muhteşem bir mizah anlayışı ve zeki bir yaratıcılık sunuyorlar” diyor Smith.
Filmin gereklilikleri, ikisi de kendi alanlarında efsane olmuş ve gençliklerinden beri tanışan Baker ile Ralston’ın yakın bir işbirliği içinde olmaları anlamına geliyordu. “Ken’le çalışacağım için heyecanlıydım” diyor Baker ve ekliyor: “Şimdi tekniklerimizi gerçekten de güzelce harmanlayabiliriz diye düşündüm”. Birbirlerini böylesine iyi tanıdıkları için, Baker ile Ralston ister makyaj, ister animatronikler, ister BYG olsun zorlu her bir tasarımda en iyi çözümü getirecek şekilde çalışmayı başardılar.
Bunların hepsini bir araya getiren ise yönetmen Barry Sonnenfeld’di. Josh Brolin bu konuda şunları söylüyor: “Barry olmadan ‘Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ olmazdı. Bu seriyi bu seri yapan stili ve enerjiyi yaratan o. Bu filmlerin yönetmeni olarak daha iyi bir seçim isteyemezdiniz. Yönetirken onu izlediğinizde kendini ne kadar verdiğini, filmle ne kadar özdeşleştiğini görüyorsunuz”.
Rick Baker da şunları ekliyor: “Barry’nin çok ama çok iyi bir görsel anlayışı var. Sanırım bunun nedeni eskiden görüntü yönetmeni olması. Fakat belki de yönetmen olarak en büyük becerisi çevresindeki insanların fikirlerine açık olması. İnandığı, iyi ve yetenekli olduğunu bildiği kişilerle çalışıyor; ve yapacakları işlerle ilgili görüşlerini samimi bir şekilde duymak istiyor”.
BAY SMITH VE BAY JONES, BAY BROLIN’LE TANIŞIN
Ajan J zamanda geriye 1969 yılına gittiğinde, neredeyse hemen, 25-30 yıl sonra ortağı olacak olan Ajan K’le irtibata geçer. Yapımcılar yaşlı K rolündeki Jones’un performansının üzerine karakteri genç bir adam olarak yorumlaması ve inşa etmesi için Josh Brolin’i seçtiler.
“Yapımcıların, ‘Eğer özellikle bu oyuncuyu bulamasaydık, rolü kimseye veremezdik’ dediklerini hep duyarsınız. Ama bu söz Josh’ın bu rolü oynaması konusunda daha doğru olamazdı” diyor yapımcı Walter F. Parkes ve ekliyor: “Tommy Lee Jones’un Harvard hat görevlisi olarak resmini bulup, Josh Brolin’in ‘Milk’te 1970’ler tarzındaki kısa saçlı hâliyle yan yana koyun. İnanılmaz; birbirlerine tıpatıp benziyorlar. Ama konu sadece görünüm değil. Josh’ın Tommy’yi oynaması fakat bunun için taklit değil yorum yapması gerekiyordu. Bence onun performansı filmin en hoş yanlarından biri”.
Brolin ise şunları söylüyor: “Will ve Tommy ikon hâline gelmiş bir ikili. Aralarına üçüncü bir kişi katılsa işe yaramazdı. Ancak bana filmin konusunu ve rolümü açıkladıklarında, yani J’,n zamanda yolculuk yaparak 1969’a döndüğünü ve benim genç K’i oynayacağımı söylediklerinde, projeye dahil oldum. Hatta hiç düşünmeden dahil oldum çünkü canlandırmak istediğim bir karakter söz konusuydu”.
Aktör şöyle devam ediyor: “Bu filmin bir parçası olmak benim için çılgın bir şey. ‘Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ gibi harika bir filmi seyirci olarak izlediğinizde, ‘Vay canına, Bu adamlar gibi olmak istiyorum’ diyorsunuz. Onlar gibi havalı olmayı, o kadar uyumlu olduğunuz bir ortağınız olmasını istiyorsunuz. Sonra karşınıza böyle bir fırsat geldiğinde, piyangoyu kazanmış gibi oluyorsunuz. Üzerime takım elbiseyi giydiğimde, dünyanın en gerçeküstü hissini yaşadım; kendimi Süpermen gibi hissettim”.
Brolin, role yaklaşımında, oyunculuk araçlarının dikkatli bir karışımını kullandığını belirtiyor: “Bir karikatürle başladım ve sonra rolü şekillendirdim. Ama gerçekten de kendi karakterimizi yarattık. Konu, ‘Tommy’yi nasıl oynayacağım’dan çok onu yorumlamak ve sonra kendimin yapmaktı”.
Smith ise şunları söylüyor: “Bir oyuncuyla kurduğunuz belli bir bağ ya da bir diyalog vardır, ve bu da yaratım sürecinde sizin zamanlamanızı oluşturur. Josh, Tommy’yi o kadar iyi etüt etmiş ki sete geldiğinde aksayan tek bir ritim bile yoktu. Neredeyse aynı uyum vardı ki bunun oluşması çok zordur”.
HAYVAN İÇGÜDÜLERİ
Kötü adam rolü için oyuncu seçerken, ki Hayvan Boris çok kötü bir adam, yapımcılar rolü Jemaine Clement’a verdiler. Kendisi en iyi, “Flight of the Conchords”daki HBO ikilisinden biri olarak tanınıyor. Clement’la daha önce “Dinner for Schmucks”ta birlikte çalışan Walter F. Parkes, onun rolün gerektirdiği fiziksel eziciliği ve ayrıntılı performansı sunan bir oyuncu olduğunu vurguluyor. Sonnenfeld ise, “Bu filmde onun performansında beni en şaşırtan şey aynı anda hem korkutucu hem bilge, hem kötü hem komik, hem de sevimli olmasıydı; tüm bunlar Boris olarak tek bir performansta toplanmıştı” diyor.
Peki bunu nasıl yaptı? İşin aslı, Sonnenfeld’e göre, Clement’ın bu dünyadan olmadığına dair kanıtlar var: “Jemaine bir uzaylı olmalı çünkü kimse her sabah onunki gibi dört saatlik bir makyaja maruz kaldıktan sonra öylesine neşeli bir ruh hâlinde olamazdı”.
Hayvan Boris’i oynamak nasıl bir şeydi? “Sadece Boris” diye düzeltiyor Clement, canlandırdığı karakteri yansıtarak, ve ekliyor: “Ona ‘Hayvan’ denmesine gerçekten gıcık oluyor”.
Clement, rol için, (İngilizce öğrenme kasetlerinden esinlendiği) yapmacık bir İngilizce ve sahne çalan bir kahkaha benimsedi. “Senaryoda, kahkahası korkunç, kükremeyi andıran bir ses olarak tanımlanıyor, yani ben sadece söyleneni yapmaya çalıştım” diyor aktör ve ekliyor: “Dünyaya geldiğinde tanıştığı ilk insanlardan biri ona gülüyor. Bu onun daha önce hiç duymadığı bir ses; sanırım onun gezegeninde gülmüyorlar. Dolayısıyla, insanların arasında uyum sağlamak için o kahkahayı benimsiyor ama tabi bunu çok yanlış biçimde yapıyor”.
Filmin bir noktasında 2012’deki Boris, 1969’daki Boris’le karşılaşır. Clement bu konuda da şunları söylüyor: “Meşakkatliydi. Tek bir kişinin repliklerini hatırlamak zaten yeterince zor olabilir. Benim hem kendimle karşılıklı oynamam hem de iki ayrı kişinin repliklerini hatırlamam gerekiyordu. Üstelik oldukça yüksek tempolu bir sahneydi. İkinci seferinde, karşımdaki kendimin ses kaydı sonraki repliği söylemeden önce kendi repliğimi girmem gerekiyordu. Ve tüm bu süre boyunca karşımdaki kendime tepkiler vermek durumundaydım”.
Michael Stuhlbarg da Griffin olarak dikkat çekici bir performans sergiledi. Griffin insanlık tarihindeki mazlumlara karşı zaafı olan, heyecanlı bir uzaylıdır. O, birden çok gerçekliğin mümkün olduğu bir alemde yaşadığı ve sürekli olarak o anda hangi olasılığı deneyimlediğini bulmaya çalıştığı için, her durumun olumsuz, olumlu ya da nötr yanını görebilmektedir. “J ve K peşindeyken tıpkı şapkadaki beyaz tavşan gibi ortadan yok oluveriyor” diyor Stuhlbarg ve ekliyor: “Griffin, olayların arasında, kendisini bir sonra nerede bulacaklarının ipucunu onlara veriyor. Yani her zaman onların bir adım önünde. Bunu oynamak harikaydı”.
Griffin hızlı konuşuyor, belki de J ile K’in her şeyi yakalayamadığı kadar hızlı. “Barry ne istediği konusunda çok netti. Griffin kendini içinde bulduğu durum konusunda meraklı ve gergin. Olabildiğince hızlı konuşuyor çünkü bir sürü farklı gerçeklik yaşıyor ve her zaman olayların nasıl geliştiğini hatırlamaya çalışıyor ki tekrarı olmasın” diyor Stuhlbarg.
Emma Thompson ise filmde, kısa süre önce ayrılmış olan Zed’in yerine SGA’nın (MIB) başına getirilen O’yu canlandırıyor. Aktris espriyle, “Zed’in liderliğinden kendisine geçmiş olan tek şey sinir bozuculuğu” diyor.
Thompson şöyle devam ediyor: “Bir kadının böyle güçlü bir organizasyonun başında olabilmesi bence etkileyici bir şey, her ne kadar organizasyonun adının sorgulanmasına neden oluyorsa da. Yine de, ‘Siyah Giyen İnsanlar’ adının pek uygun olacağını düşünmüyorum”.
Thompson rolü için doğru tarzı bulmanın zorlu ve riskli olduğunu kaydediyor: “Kesinlikle ciddi ama çok da komik, bazen de çok duygusaldı; ve bunların arasında çok hızlı geçiş yaşanması gerekiyordu. Neyse ki tüm eğitimim komedi üzerine. Dolayısıyla benim için çok eğlenceliydi, teknik açıdan çok zorlu olsa bile”.
Oyuncu kadrosu etkileyici konuk oyuncularla daha da renklendi: Bunlardan biri, J ile K’in 1969 yılında The Factory’ye (Fabrika) çarptığı unutulmaz sahnede Andy Warhol olarak karşımıza çıkan Bill Hader’dı. Aktör gülerek, o günle ilgili bir anısını aktarıyor: “Bir sahne çekiyorduk. Barry ‘Ara veriyoruz’ dedi ve kendimi tutamayıp, Will Smith’e döndüm ve ‘Dostum, ‘Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ filmindeyim!’ dedim. Ve Will de, ‘Biliyorum!’ dedi”.
Alice Eve ise filmde genç O’yu canlandırıyor. 1969 yılında, O, Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ın genç bir meslektaşıdır ama onu daha önemli görevler beklemektedir.
Son olarak, Pussycat Doll’un eski üyelerinden Nicole Scherzinger da hapisteki Boris’e özel bir hediye getirerek filmin açılışını gösterişli bir hâle getiriyor.
YAPIM HAKKINDA
Daha önceki iki Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmini tasarlayan, dört kez Oscar® adayı Bo Welch üçüncü filmde de görev aldı. “Film, her zaman kendini bildiğimiz evrenin merkezi olarak gören New York’ta geçiyor” diyor Welch göz kırparak ve ekliyor: “İroni şu ki meğer New York uzaylıların gelip gittiği, başka galaksilerden göç ettiği daha geniş bir evrenin merkeziymiş”.
Peki neden olmasın? Sonnenfeld, “New York’ta uzaylıları evlerinde hissettirecek bir hava var. Bugüne kadar, Times Square’de yürürken bazı insanlar görüp, ‘Mmmm…. İnsan değil. Bu bir uzaylı’ diye düşündüğüm oldu” diyor.
MIB/SGA filmleri yapım tasarımı anlamında her zaman bir meydan okumadır çünkü gerçekliğin sınırlarını zorlarken olasının diyarında kalmak zorundadır. Fakat Welch’i bekleyen bir başka zorluk daha vardı: Biri 2012 diğeri 1969’da iki dünya tasarlaması gerekiyordu.
SGA biriminin 40 yılı aşkın süredir aynı yerde kaldığı ve zaman içinde gelişim geçirdiği varsayımıyla, Welch 2012 SGA kumanda merkezini ilk perde için hazırladı ve sonra tatil arasında tüm seti 1969 yılı için yeniden tasarladı. Bu konuda, “Temel olarak, her santimetre kareyi değiştirdik” diyor.
Tatilden döndükleri gün, oyuncuları hoş bir sürpriz bekliyordu. Smith, “1969 yılındaki kumanda merkezine girdim; adeta bir sihir söz konusuydu” diyor ve ekliyor: “Bo Men In Black/Siyah Giyen Adamlar görüntüsünün olmazsa olmazlarını tekrar tekrar baştan yarattı. Bu ekipte olduğum için mutluyum”.
1969 kumanda merkezine yapılan eklentiler arasında içinde çok sayıda Univac bilgisayar ve SGA hafıza silicisi bulunan geniş bir oda da vardı.
Welch filmin diğer kısımlarının tarzına uygun olarak bariz bir kahkaha hedeflemediğini belirtiyor: “Hiçbir şeyi mizahi olması için tasarlamıyorum. Bir şekilde kendiliklerinden komik oluyorlar. Kendimi 1969’da hayal edip şunu sordum: ‘Gerçekten nasıl bir şey olurdu?’ Eğer geleceğe fazla giderseniz, zaman yolculuğunun keyif ve eğlencesinden yararlanmamış olursunuz. Ben kıstas olarak malzemeyi kullanıyorum ve bu durumda 1969 yılı size aksesuarlar, setler, silahlar ve taşıtlar yaratmak için muazzam bir ilham veriyor”.
Welch’in GE amiri Ken Ralston ile yakın bir dayanışma içine girmesini gerektiren kilit sahnelerden biri Apollo 11’in 16 Ağustos 1969’da aya fırlatılmasıydı. Sonnenfeld bu konuda şunları söylüyor: “Patlamaların ve efektlerin fazlasıyla dijital olduğu çok film izliyorum, adeta video oyunu gibiler. Bana göre, en iyi efektler, efekt olduğunu bile bilmediğiniz efektlerdir. Ken’in çok iyi olduğu konu bu; onun yarattığı efektler aslında gerçeklikle ilgili. Benim sahneleri yönetiş biçimime bakıyor ve görüntü yönetmenimiz Bill Pope’la ve Bo’yla birlikte çalışıyor. Hepimiz tek ve bütünleşmiş bir bakış açısıyla takım olarak beraber çalışıyoruz”.
Welch ve aksesuar ustası Doug Harlocker da Andy Warhol’un Factory’si için araştırmalarını yaptılar. “Bo’nun bulduğu şeylerden biri Warhol’un kendi yerine alüminyum folyo koyduğuydu; biz de bunu yaptık” diyor Harlocker. Aksesuar ustası, ayrıca, o dönemin yüksek popüler estetiğini yansıtacak parçalar yarattı. Bu konuda şu örneği veriyor: “Yemekten çok sanat için çok ilginç büfeler hazırlıyorlardı. Biz de büyük bir yaban domuzu heykeli yaptık ve bunu elma yatağı üzerine yerleştirdik; sanki hayvanın kanı meyvedenmiş izlenimi yaratıyordu”.
New York’un 1969’daki hâlini yeniden yaratmak Welch’in ve Ralston’un uzmanlığını gerektirdi. “New York son 40 yılda çok değişti” diyor Welch ve ekliyor: “Mekanlarımızı dikkatle seçtik ve süsleme ve sembollerle zenginleştirdik”.
Yapımcıların bir diğer sorumluluğu da Shea Stadyumu’nu yeniden yaratıp, 1969’daki şaşalı hâliyle sunmaktı. Harlocker’ın görevi de stadyumun özgün hâline gelmesine yardımcı olmaktı: “Shea Stadyumu’nun flamaları, iğneleri, dönemin Cracker Jack kutuları, biranın servis edildiği doğru bardaklar… Tüm bunları ya yeniden ürettik ya da koleksiyonculardan toplamamız gerekti” diyor Harlocker.
UZAYLILAR
Rick Baker’ın orijinal (ve Oscar® ödüllü) uzaylıları Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmlerinin vazgeçilmez unsurlarından. Dolayısıyla, efsanevi sanatçının “Men In Black/Siyah Giyen Adamlar 3”te de görev alması şaşırtıcı değil. Baker için Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmlerinde çalışmak özellikle tatmin edici çünkü kaçınılmaz olarak bambaşka şekillerde tasarımlar yapmasını gerektiriyor. Baker bu konuda şunları söylüyor: “Bazı filmler dümdüz makyajdır ve yaşlandırma ya da gençleştirme makyajı yaparız. Bazıları sahte bedenler ya da kafalar gerektirir. Diğerlerinde animatronik karakterler ve kuklalar hazırlarız. Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmleri hepsinden yapmayı gerektiriyor; ayrıca, bilgisayar yapımı şeyler de üretiyorum. Bu filmde yüz kadar uzaylı yarattık, ve bunlardan herhangi bir tanesiyle bütün bir filmi yapmanız mümkündü”.
Sonnenfeld filmin kalanına getirdiği “dümdüz oyna” tarzıyla, Baker’ın hassasiyetlerinin mükemmel örtüştüğünü söylüyor: “Tuhaf, uçuk kaçık uzaylılar tasarlamak istemezsiniz. Eğer uzaylılar komik olacaksa, bunun gözlemsel mizahtan, ya da onların tavırlarından, ya da izleyicinin, ‘Bu ilginçmiş’ diye düşünmesinden kaynaklanmasını istersiniz”.
Yapım tasarımcısı Bo Welch set tasarımlarını son hâline getirmeden önce, her şeyin uyumlu olduğundan emin olmak için Baker’ın yaratımlarına baktığını belirtiyor ve, “O, muhteşem uzaylılar yaratıyor, ben de onları vurgulayan bir çevre. Çok dikkatle kontrol ettiğimiz bir renk paleti kullanıyoruz; böylece uzaylıların dokuları, şekilleri ve renkleri nefes alabiliyor, görülebiliyor ve tüm muazzamlık ve şahanelikleriyle keyifleri çıkarılabiliyor” diyor.
1969 sekansı için Baker’ın aklına uzaylıların “retro” olması fikri geldi. Bunun için gerekli ilhamı 60’lı yılların bilimkurgu yapımlarından alacaktı. “İlk ‘Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ filminde en büyük zorluğumuz, ki o zamandan beri de öyle olageldi, daha önce gördüklerimize benzemeyen uzaylılar yaratmaktı” diyor. Ama bu kez, Baker yapımcılara şu benzersiz çözümü sundu: “’Bu kez bilerek ve isteyerek uzaylılarımızı daha önce gördüklerimize benzetelim ama daha iyi birer versiyonlarını yapalım. 1950’lerde ve 60’larda canavar filmi yapan kişilerin gerçekten birer uzaylı görmüş olduğunu ve canavarlarını yaratırken bunlardan esinlendiklerini hayal edelim’ dedim. Yapımcılar bu fikri beğendiler. Filmde benim gerçekten çok eğlendiğim bölüm o klasikleşmiş bilimkurgu filmlerindeki uzaylıların farklı versiyonlarını yapmaktı”.
İnsan retro bir uzaylı nasıl tasarlar? “Bol bol beyin ve damar; böyle şeyler. Balığa dayanan bir uzaylımız var, kesinlikle sulu bir gezegenden. Filmde benim de küçük bir rolüm var. Beyni dışarıda bir uzaylıyı oynuyorum. Kıyaslandığında, 2012 uzaylılarımız çok daha gösterişli ve elit” diyor Baker.
Elbette, Baker bir de baş uzaylı tasarladı: Jemaine Clement’ın canlandırdığı, Hayvan Boris adlı kötü adam. Baker çok fena bir motosikletçi kostümü hazırladı. Kostümü tamamlayan gözlükler Boris’in göz çukurlarına girmiş gibi görünüyordu. “Jemaine’i hiç benzemediği bir şeye dönüştürme fırsatı yakaladım” diyor Baker ve ekliyor: “O gerçek bir centilmen, ama kostümünü giydiğinde çok daha tehdit edici, ve setteki kadınların bana söylediğine göre seksi de oluyor”.
Clement ise gülerek şunları aktarıyor: “Projeye dahil olduğumda, Rick Baker beni oturttu ve, ‘Klostrofobin var mı?’ gibi bir sürü soru sordu. Bu soruların beni ürkütmesi gerekiyor muydu bilmiyorum ama doğrusu biraz ürktüm. Ayrıca, pek çok kişinin makyaj efektli bir karakter canlandırdıklarında bunu kariyerleri boyunca bir kez yaptıklarını söyledi”. Bunun haklı bir nedeni de vardı: Setin ilk gününde, Clement sekiz saatini makyaj sandalyesinde geçirdi (bu süre ritim oturduktan sonra 3-4 saate indirildi).
Elbette, olay sadece canavarlar ve uzaylılardan ibaret değil. Makyaj sanatçısı Christian Tinsley’ye Josh Brolin’i Tommy Lee Jones’a biraz daha benzetme görevi verildi: Aktör için 20 yıl öncesindeki stüdyo arşivlerinden bulunmuş olan, Tommy Lee Jones’un burnunun kalıbı yapıldı.
Baker, ayrıca, Bill Hader’ı da Andy Warhol’a dönüştürdü. “Bill’le makyajını yaparken geçirdiğim birkaç günden gerçekten keyif aldım çünkü aynı tür filmleri seviyoruz. Makyaj sırasındaki sohbetlerimiz çok eğlenceliydi. Meğer, benim çalışmalarıma hayranmış. Dolayısıyla, ne beklemesi gerektiğini biliyordu ve sandalyede uyumluydu” diyor Baker.
Baker, sonuç olarak, Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmlerinde çalışırken elinde şaka oyuncakları olan bir çocuk gibi hissettiğinin altını çiziyor ve şunları ekliyor: “Emma Thompson ilk iki Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filminde hoşuna giden şeyin, orada olsalar da uzaylıların sürekli olarak gözüne sokuluyormuş gibi hissetmemesi olduğunu söyledi. Filmdeki uzaylılar Siyah Giyen Adamlar’ın kumanda merkezinde sadece birkaç karede görünebilir ama bunu yapmak eğlenceli. İzleyicilerin dördüncü ya da beşinci kez izleyene dek görmeyecekleri uzaylılar yaratmak bence havalı. Örneğin, bu filmde, Coney Adası sekansında, arkaplanda pinball oynayan çılgın bir uzaylı var. Onu görmek için dikkatli bakmalısınız”.
TAŞITLAR VE SİLAHLAR
“‘Men In Black/Siyah Giyen Adamlar’ arabaları her zaman havalıydı” diyen Sonnenfeld, bununla 1969 yılı için SGA’a uygun bir araba bulmaları gerektiğini kastediyor. Cevap Ford Galaxy’ydi. “İkon hâline gelmiş bir görünüme sahip olmanın yanı sıra, Galaxy isimli herhangi bir şey bizim filmimize ait olduğu hissini veriyor” diye açıklıyor Sonnenfeld.
Welch bu arabanın iri yapısının güzelliğiyle öne çıktığını söylüyor: “İki kapılı modelini tercih ettik çünkü bence dört kapılıdan çok daha güzel duruyordu. Harika bir kuyruğu var; onun her şeyi bende uzay yolculuğunu çağrıştırıyor”.
Elbette, J ile K’in 1969 New York’unda tek taşıtı bu değil. Merkezinde devasa bir koltuğu olan tek tekerlekli, monosiklet adlı bir taşıtları da var.
Monosiklet Boris’e yetişmenin tek yoludur çünkü onun da kendisine ait, tehditkar bir taşıtı vardır. “1969’un bisiklet kültürüne olduğu kadar Boris’in tasarımına da uyan bir taşıt istedik. Yani, organik ile mekaniği güzel bir uyumla birleştirmeliydik” diyor Welch.
2,75 metre uzunluğundaki motosikletin ağırlığı 360 kiloydu ve hızı saatte 150 kilometreyi buluyordu. “Bu taşıt yarı yaratık, yarı jet motoru” diyor Harlocker ve ekliyor: “Her türlü teknolojinin bir karışımı”.
SGA evreninin vazgeçilmez bir diğer öğesi de ajanların kullandığı araç gereç ve silahlardır. Ama bu kez, 1969’lu sahnelerde onların daha önceki prototip modellerini görme imkanı buluyoruz.
Örneğin, 2012 yılının hafıza silicisi şık bir yapıya sahip. 1969 yılının hafıza silicisi ise kumanda merkezindeki bir odanın tamamını kaplıyor. Welch, “1969’da aygıtın şekli aynı ama yüz kez daha büyük ve güç kaynağını tüpler oluşturuyor. Teknolojimizin her zaman yaptığı gibi, 2012 yılına gelene kadar küçülüyor ve sadeleşiyor. 1969 yılında büyük ve hantaldı, ama yine de çok güzeldi” diyor.
Welch şöyle devam ediyor: “İlham kaynağımız MRI’lardı (manyetik rezonans görüntüleme). Makinenin içine giriyorsunuz ve diğer tarafından dışarı atılıyorsunuz. Gürültülü, şiddetli ve korkunç derecede tehlikeli çünkü henüz iyileştirilmemiş, yeni bir teknoloji”.
Harlocker’ın ekibi 3.600 ağırlığında 5,5 metre uzunluğunda ve 2,24 metre yüksekliğinde bir aygıt tasarladılar. Bu makinede bir kerede tek bir kişinin hafızası silinebiliyordu. “1969’daki sahnelerde yapmaya çalıştığımız şeylerden biri aygıtları iri ve hantal olarak sunmaya çalışmaktı. Bence bu komik” diyor Harlocker.
Filmin belki de en ölümcül silahları Boris’e aitti. Clement bu konuda şunları söylüyor: “Boris’in ellerinin içinde, bizim ‘sansar’ adını verdiğimiz, başyardımcısı yaşıyor. Bu korkunç ve vahşi yaratık genellikle insanların alınlarına olmak üzere, ölümcül, keskin mini oklar fırlatıyor”. Sansar Ralston ile Baker’ın ortak yaratımıydı. Mini oklar ise Baker’ın tasarımına dayanılarak Harlocker’ın ekibi tarafından hayata geçirildi. Ekip 125 adet mini oku üretti, boyadı ve üzerlerine tüy ekledi.
KOSTÜMLER
İkon hâline gelmiş takım elbiseleri olmadan “Men In Black/Siyah Giyen Adamlar” olmaz. Bu doğrultuda, adamlarımızı siyah takımlara büründürmek kostüm tasarımcısı Mary Vogt’a düştü.
İnsan, siyah takım elbise siyah takım elbisedir diye düşünebilir, ama filmdeki kostümler moda amaçlı değildi: Her başrol oyuncusunun, her biri özel bir görev için tasarlanmış belli sayıda takım elbiseye ihtiyacı vardı. “Will ile Josh’ın yaklaşık 25’er takım elbisesi var” diyor Vogt ve ekliyor: “Farklı işlere yarıyorlar: Dizginler için farklı, tehlikeli sahneler için farklı, kahraman görünecekleri zaman için farklı kostümleri var”.
Her başrol oyuncusu için 25 takım elbise kulağa çok geliyorsa, bir de Boris’in kostümlerini sayın. “Her tehlikeli sahne için farklı bir kostümü var” diyen Vogt, Boris’in motosiklet gezisi yaptığı günler için de şunları söylüyor: “Ona püsküllü, açık renkli bir motosiklet ceketi, bandana ve gözlük giydirdik. İzleyicilerin 2012 Boris’i ile 1969 Boris’i arasındaki farkı hemen görebilmelerini arzu ettik”.
Kostüm tasarımcısı, elbette, filmdeki kadınları da giydirdi. Vogt ilk başta Emma Thompson’ın canlandırdığı O karakterine pantolon giydirmeyi düşünse de, aktrisin etkileyici bacaklarını gördükten sonra tayyörü daha uygun buldu.
Aynı şekilde, filmin açılışında Boris’in sevgilisi rolündeki Nicole Scherzinger’a “seksi kütüphaneci” görünümü verme düşüncesi bir tarafa bırakılarak, ona düpedüz seksi bir imaj tasarlandı. “O, Nicole Scherzinger. Mini bir siyah elbise ve çizmelerle muhteşem görünüyor. Bunun için kafa patlatmaya gerek yok” diyor Vogt ve ekliyor: “Bettie Page’i andıran saç modeliyle enfesti; ayrıca, 15 puntoluk topuklarla da terlikle yürürmüş gibi rahattı”.
GÖRSEL EFEKTLER
Çalışmalarıyla beş kez Oscar® kazanmış olan, Sony Pictures Imageworks’ün efsanevi görsel efektler uzmanı Ken Ralston, filmin Görsel Efektler amirliğini Jay Redd’le birlikte üstlendi. Redd daha önce Imageworks’ün BY animasyon filmi “Monster House”da da bu görevde bulunmuştu.
Ralston filmdeki çeşitli sekansların GE anlamında, ayda hapishane inşa etmekten Apollo 11’in fırlatılmasına kadar, zorluklar içerdiğini ama en büyük zorluğun Sonnenfeld’in yönettiği filme uyumlu bir görüntü yaratmak olduğunu açıklıyor: “Barry’nin çok belirgin bir tarzı var. Kendi filmlerinde göze çarpan çok net bir tarz bu. Bizim tasarımlarımızın da stilize olması, Barry’nin yarattığı dünya içinde yaşayabilmeleri ama aynı zamanda inandırıcı olmaları gerekiyordu; hatta inanılmaz bir şey söz konusu olduğunda bile”.
Redd ise, “Barry’nin elindeki malzemeye karşı hassasiyeti ve sıradışı yaklaşımı bize gerçek olabilecek şeyle birazcık oynama olanağı tanıdı” diyor.
Buna güzel bir örnek zamanda yolculuktu. Ajan J 1969 yılına geri gitmek için 77 katlı Chrysler Binası’nın 61. katından aşağı atlar (Bunu evde denemeyin, çocuklar. Ajan J bir profesyonel). “Ken ile birlikte referans fotoğrafları çekmek üzere Chrysler Binası’nın tepesine çıktık” diyor Redd. 61. kattan caddeye doğru bakan Ralston ve Redd gerçek hayatta Ajan J’in aşağı düşmesinin ne kadar süreceğini merak etmeye başladılar. Anlaşıldı ki bu sadece bir kaç saniyeymiş. Ajan J’in düşüşünü iki dakikalık bir sekansa dönüştürmek için, Ralston ile Redd’in hem fizik kurallarıyla oynaması hem de J’in zamanda yolculuk yaptığı fikrini vermesi gerekiyordu. “İzleyicilere zaman yolculuğunun nasıl göründüğünü göstermek gerçekten büyük bir zorluk” diyor Redd ve ekliyor: “Dinozorlar tabi ki tarih öncesidir, peki ama Buhran döneminde ya da 2. Dünya Savaşı’nda olduğumuzu nasıl göstereceğiz? İkonlar aradık ve düşüşün hangi noktasında, her bir dönemin ‘binanın neresinde’ olması gerektiğini planladık. Sanırım binamız yaklaşık 800 katlı falan oldu ama kimse fark etmeyecek. Sanatçılar ve yapım ekibi olarak, olan bitenin gerçek hayatta da olabileceği yanılsamasını yaratmak bizim işimiz”.
Ralston filmde çalışmak üzere Sonnenfeld’e ilk katılanlardan biriydi ve yapım tasarımından mekanik efektlere ve kostüme kadar tüm departman sorumlularıyla yakın bir şekilde çalışması gerekti ki ihtiyaçları olduğunda onlara görsel efekt sağlayabilsin. Örneğin, yapım tasarımcısı Bo Welch, J ile K’in 1969’da Queens’de Boris’i takip etmek için kullandıkları monosikleti tasarladı; sonra meşaleyi Ralston ile Redd’in yetenekli BYG sanatçılarına devretti. Onlar da monosikleti bilgisayarda yarattılar. Bazı sekanslar tamamen bilgisayar yapımı. Ayrıca, kapsamlı kovalamaca sekansı için arka plandaki 60’ların New York’u da bilgisayarda yeniden yaratıldı.
Fakat belki de hiçbir işbirliği Baker’ın makyaj efektleri ekibiyle olduğu kadar yakın değildi. “Rick ile, ben 17 yaşındayken, reklamlarda çalışırken tanıştık. Onu kendimi bildim bileli tanırım ama daha önce hiç birlikte çalışmadık” diyor Ralston ve ekliyor: “Onun yakınımda olması ve birlikte çalışmak çok eğlenceliydi”.
Bu işbirliği basitten kapsamlıya doğru gitti. Ralston, “Barry’nin hangi uzaylıyı seçip yakın çekime alacağını asla bilemezsiniz. Rick’in uzaylılarından bazılarını alıp ufak tefek şeyler ekliyorduk; mesela gözlerin etrafına küçük bir animasyon, göz kırpma, antenlerin oynaması, fazladan bir uzuv gibi şeyler” diyor. Öte yandan, Baker ve Ralston, Hayvan Boris’i yaratmada da birlikte çalıştılar. Ralston bu konuda şunları söylüyor: “Rick çok parlak bir fikir tasarladı: Yaratığın kafası ve pek çok uzvu kapalı parmaklar ya da pençeler gibi duruyordu. Çok sinirlenip kendini kaybettiğinde parmaklar açılıyordu ve kafasının içindeki tuhaflıkları görmeye başlıyordunuz. Rick onu yarattı ve beraberce onunla neler yapabileceğimizi sürekli olarak konuştuk çünkü bir noktada bizim onun çalışmasını alıp geliştirmemiz gerekecekti”.
Ralston ve Redd’in ekipleri birçok dijital set de yarattılar: Bu yerler arasında, ayda Boris’in tutulduğu hapishane (ki sonradan aslında tutulamadığını anlıyoruz) ve 1969’daki Shea Stadyumu (ki burasının da Mets’i tutamadığı anlaşılıyor çünkü stadyum 2009’da yıkıldı ve Mets beysbol takımı Citi Field’e taşındı) bulunuyor. “Hapishaneden kaçış, filmi başlatmak için oldukça iyi bir yol” diyor Ralston.
Yapımdaki en kapsamlı dijital set, filmin doruk noktası olan sahnede kullanıldı. Bu sahnede, J ile genç K bir değil iki Boris’i birden Apollo 11’i aya fırlatacak olan roketleri barındıran rampanın içinde ve etrafında takip ettiler. Bu sekansın zorlu yanı hem herkesin yüzlerce kez gördüğü akıllara kazınmış bir olayı aslına sadık şekilde dijital olarak yeniden yaratmak, hem de yönetmenin hikayeyi anlatmak için ihtiyaç duyduğu her şeye yanıt verebilmekti. “Gerçeklik harikadır ama bazen de sıkıcı olabilir. Men In Black/Siyah Giyen Adamlar filmleri yükseltilmiş bir gerçeklik, bir fantezi gerçeklik yaratmak üzerine kurulmuştur. Biz de gerçeklikle başladık ve sonrasında bir yandan bunun ötesine geçmeye bir yandan da bunların gerçek dünyada olduğu hissini vermeye çalıştık” diyor Redd ve ekliyor: “Apollo 11’in fırlatılmasının ikonlaşmış görüntüsüne yer verdik, ama dramatik etki ya da tempo gereği bazı şeyleri değiştirmemiz gerekebildi. Örneğin, kulede kaç kat var, belirli bir zamanda ne kadar duman var, roket kumsaldan ne kadar uzakta gibi”.
“İki ajanımızın ve iki Boris’in savaşarak etrafta koşuşturduğuna sizi inandırmaya çalışıyoruz” diyor Ralston ve ekliyor: “Her yerde duman, buhar, vantilatörler ve roketin görünen çok hoş açıları var. Işıklandırmanın belli özellikler taşıması gerekiyor. Bu sekans, hem filmin bir parçası oldukları hem de gerçekten orada oldukları hissini verecek bir tarzda hazırlandı”.
Redd ise yönetmenin (ki kendisi yönetmenliğe geçmeden önce son derece başarılı bir görüntü yönetmeniydi) sekansa eşsiz bir Men In Black/Siyah Giyen Adamlar hissi verilmesine yardımcı olduğunu ekliyor: “Barry’nin çekim stili, geniş açılı lensler ve bol ışık kullanması, gerilim ve tempo hissini korurken komedi hissi de yaratıyor”