Atlantis’in Her Zaman Bir Kralı Vardı: Aquaman

18 Aralık 2018

BURAYA AİT DEĞİL

blankAtlantis’in her zaman bir kralı vardı, şimdi ise daha fazlasına ihtiyacı var. Warner Bros. Pictures ve yönetmen James Wan’ın sunduğu bir başlangıç hikâyesi olan “Aquaman”, karada da yaşayabilen Atlantisli Arthur Curry’yi hayatının yolculuğuna çıkarıyor. Kahramanımız bu yolculukta gerçekten kim olduğu gerçeğiyle yüzleşmekle kalmayıp, olmak için doğduğu kimliğe, kral mertebesine layık olup olmadığını da keşfedecektir. Aksiyon yüklü bu macera, başrolünde Jason Momoa’yla, okyanusların engin ve nefes kesici sualtı güzelliklerini gözler önüne serecek.

Başrollerde Momoa’ya eşlik eden isimler ve canlandırdıkları roller şöyle sıralanabilir: Yolculuğu sırasında Aquaman’in müttefiki olan çetin savaşçı Mera rolünde Amber Heard; Atlantis tahtının danışmanı Vulko rolünde Willem Dafoe; Atlantis’in mevcut kralı Orm rolünde Patrick Wilson; Atlantis kabilesi Xebel’in kralı Nereus rolünde Dolph Lundgren; intikam peşindeki Black Manta rolünde Yahya Abdul-Mateen II ve Arthur’un annesi Atlanna rolünde Nicole Kidman. Filmde ayrıca Ludi Lin Atlantisli komando Yüzbaşı Murk rolünde ve Temuera Morrison da Arthur’un babası Tom Curry rolünde yer alıyor.

Wan’ın yönettiği filmin senaryosu David Leslie Johnson-McGoldrick ve Will Beall’ın imzasını taşıyor. Filmdeki karakterler Paul Norris ve Mort Weisinger’ın DC için yarattığı karakterlere dayanıyor.

İKİ DÜNYANIN YAZGISI TEK BİR KAHRAMANIN ELİNDE

“Aquaman”de, Arthur Curry’nin iki dünyayı birleştirme görevi hem inançlarının gücünü hem de cesaretini sınayacak bir zorlukla başlar: Atlan’ın Kayıp Üç Çatallı Mızrağını ele geçirmek. Bu mızrağı yalnızca Atlantis’in gerçek kralı kuşanabilir ama sırf onu bulabilmek için bile Arthur’un, Xebel okyanus krallığının prensesi olan ortağı Mera ile birlikte karada ve denizde tehlikeli bir yolculuğa çıkması zorunludur.

blank

Arthur’un aşması gereken ilk engel, -ister Atlantislilerin ister insanoğlunun sorunları için- çözümün kendisi olduğuna ilişkin inançsızlığıdır. Arthur, şimdiye kadar süper güçlü bir yalnız kurt olarak hareket etmekten, kendi deniz savaşlarını seçmekten ve küresel bir savaşın her türlüsünden uzak durmaktan memnundur.

Vizyoner yönetmen James Wan, bu karmaşık karakteri merkez alan ilk projeyi üstlenmekten heyecan duyduğunu belirtiyor: “Aquaman çok güçlü biri ve tanrılara yaraşır çapta bir aksiyonla başa çıkabilir. Fakat onun en sevdiğim yönü kendisini güdüleyen şeyin çok insani olması. Benim için en önemlisi anlattığım hikâye ve izleyicilerin karakterleri önemseyip onlarla birlikte bu maceraya çıkmak istemeleri”.

Wan’la pek çok kez birlikte çalışmış olan yapımcı Peter Safran şunu söylüyor: “James tarzı ve görüntüsüyle nasıl bir hikaye anlatmak istediğini biliyordu. Bu çizgisinden asla şaşmadı”.

Başroldeki yıldız oyuncu Jason Momoa, Arthur’un zayıflıklarını ustaca maskelerken, bir yandan karakterin sert ve alaycı yönleriyle oynayarak, bir yandan da kendine özgü eşsiz mizahını bu yeni türdeki DC süper kahramana katarak onu özdeşleşilebilir biri hâline getirdi. “Senaryoda, bir çocuğun güçlerine kavuşmasını ve nihayetinde de kral olmak üzere yolculuğa çıkan bir erkeğe dönüşmesini çok güzel anlatan bir başlangıç hikâyesi var. Ama hiç kuşkusuz, hikâye boyunca Arthur’ın daha hafif bir yanı da var; hatta James’in havalı sualtı galaksi savaşına katılıp ölümüne dövüştüğü anlarda bile yarattığı bu hafifliği hissedebiliyorsunuz” diyor Momoa.

Mera rolündeki Amber Heard ise şunu ekliyor: “Süper kahramanlar ve kötü adamlar bizlerin en iyi ve en kötü yanlarının hayat bulmuş hâlleridir. Bu ikilik herkeste, özellikle de yetişkinlerden farklı olarak algıları açık olan çocuklarda yankı bulan bir şeydir”. Aktris, ayrıca bugüne kadar beyazperde kahramanlarının ağırlıklı olarak erkek olmasına karşın, “Aquaman”in senaryosunda bulduğu denkliğin kendisini çok sevindirdiğini belirtiyor: “Arthur ve Mera baştan itibaren ortaklar. Üstelik rekabetçi kişiliklerine rağmen aralarında şakalaşma ve karşılıklı saygı var. Arthur’un yazgısını tam olarak yerine getirebilmesi için ikisinin birlikte çalışması gerektiğine dair şüpheye yer yok”.

blank

Aquaman çizgi roman okurlarıyla 1941 yılında buluşmuş olsa da filmde anlatılan Wan ve yönetici yapımcı Geoff Johns’un yazdığı hikâyenin esas ilham kaynağı, DC’nin 2011’de başlattığı yeni Süper Kahraman serisi The New 52 çerçevesinde yayımlanmış, Johns’un imzasını taşıyan Aquaman çizgi romanıydı. “Aquaman’in ve diğer tüm DC süper kahramanlarının tarihçesi söz konusu olduğunda Geoff, muazzam bir bilgi birikimine sahip” diyor Safran ve ekliyor: “Arthur’un hikâyesinin bizim anlatmak istediğimiz versiyonunu seyirciye aktarmak için James’le işbirliği yapmaya istekliydi”.

Johns bu konuda şunları dile getiriyor: “Arthur karada büyümüş ve yıllar sonrasına kadar genetik mirasından asla haberi olmamış. Atlantis’e gidip bu müthiş sualtı toplumunu keşfettiğinde, okyanusların ve farklı ırklardan yaratıkların gizemlerini, hatta yeryüzünde yaşadığı halde uzaydan gelmiş kadar yabancı görünen varlıkları da keşfediyor. James bunu fark etmiş ve soyağacını bulmaya ve atalarının mirasını kucaklamaya çalışan biri hakkında harika bir hikâyeyi beraberinde getiren Aquaman’in de her DC karakteri için geçerli olduğu gibi içinde yaşadığı ortamla zenginleştiğini fark etmiş. DC evrenindeki ikonlardan her birinin, hikâyelerinin üzerine çizildiği ve resmedildiği çok geniş bir tuvali vardır. James de Aquaman’in fantastik dünyasının beyazperdeye nasıl aktarılacağına dair ilham dolu bir vizyona sahipti”.

Senaristler David Leslie Johnson-McGoldrick ve Will Beall çok geniş kapsamlı bu öyküyü senaryolaştırdılar. “James bunun her şeyden önce eğlenceli, dünyaya yayılan bir serüven olmasını istedi” diyen Johnson-McGoldrick, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bunun yanında, aile de filmin önemli unsurlarından biri. Aquaman güçlerini annesinden ve insanlığını da babasından alıyor. Anne babası farklı dünyalardan gelip her şeye rağmen birbirine âşık olmuş iki kişi. Arthur o aşkın meyvesi ve o henüz büyüme çağındayken anne babası birbirlerinden koparıldığı için nereye ait olduğunu bilemiyor”.

Ebeveynlerininki yasak bir ilişki olduğundan Arthur’a bu durum kişisel bir hakaret gibi gelir ve bu yabancılaşma hissini bütün hayatı boyunca taşır. Fakat Arthur’un tam olarak kavrayamamış olabileceği şey şudur: Annesi Kraliçe Atlanna evlerine yapılan vahşi saldırının ardından çocuğunu nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya bıraktığını kabullenmek zorunda kalır ve evi terk eder ama oğluna birçok hediye bırakmıştır. Atlantisli genleri sayesinde Arthur henüz çocukken çeşitli insanüstü güçlere sahip olduğunu keşfeder. Suyun altında nefes alabilmekte, olağanüstü hızlı yüzebilmekte ve okyanusların en derinlerine dalabilmektedir ki bunlar onu yaralanamaz kılar. Ayrıca evet, “balıklarla konuşabilir”, deniz canlılarıyla telepatik olarak iletişim kurabilir. Arthur sualtındaki yeteneklerine ek olarak, karada da bazı insanüstü özelliklere sahiptir. Olağanüstü güçlüdür, duyuları daha gelişmiştir ve delinmez bir derisi vardır. Kara ile deniz arasındaki anlaşmazlık tırmanırken, Arthur’un hem yeryüzünü hem de okyanusları savunmak için bütün yeteneklerini kullanması gerekecektir… Yoksa her ikisinin de yok olma riski söz konusudur.

“Aquaman”in sualtı dünyası hikâyede geniş yer tuttuğu için Wan ve ekibi Atlantis ve çevre krallıklardan oluşan daha önce hiç görülmemiş okyanus ortamları yaratmalarının kritik öneme sahip olduğunu hissettiler. “Burası bizim uzayımız, bambaşka, sadece hayal gücünün sınırlayabileceği bir dünya. Malzemelerin suyun altında nasıl görüneceğine, saçın nasıl hareket edeceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Atlantisliler için su, bizim için hava neyse o. Su onların içinde büyüdükleri ortam. Dolayısıyla suya onların bakış açısıyla bakmamız gerekiyordu” diyor yönetmen.

blank

Wan, filmdeki bu canlı hayal ürünlerini beyazperdeye aktarmak için, görüntü yönetmeni Don Burgess’e başvurarak, yapım tasarımcısı Bill Brzeski ve kostüm tasarımcısı Kym Barrett’le birlikte geliştirdiği bu nefes kesici dünyayı ve içindeki karakterleri hayata geçirmesini istedi. Ancak belki de en zor görev, Wan’ın görsel efektler amiri Kelvin McIlwain ve ekibine düşüyordu çünkü onların akla gelebilecek her gerçek olmayan öğeyi gerçeğe dönüştürmeleri gerekiyordu. Sualtı bir mega şehirden düşman sualtı canavarlarına, hareket eden saçlardan daha nicesine.

Yapımcı Rob Cowan şuna dikkat çekiyor: “James, tanıdığımdan beri büyük bir aksiyon filmi yapmak istemişti ki Furious 7’de bunu gerçekleştirdi. Ama Aquaman’de bütün bir dünya yaratabilme fikri onu sahiden projeye çeken şey oldu. Ve burada James’ten söz ettiğimiz için aksiyona korku, aşk, Atlantis’in tarihi ve mitolojik öğeleri de dâhil oldu… Hikâye bilindik bir çizgi romana dayanıyor ama bir yandan da tamamen orijinal”.

Beall kendilerinin bu sualtı evreni versiyonlarını hiç düşmemiş bir Roma’nın olabilecek hâline benzetiyor ve şunu ifade ediyor: “Modern teknolojiye ve tarihi geleneklere sahip; hatta gladyatör arenasına bile. Ben Atlantis’i şöyle düşündüm: Fethedilmemiş ve izole; çok gelişmiş ama yine de çok eski yasaların ve geleneğin yükünü taşıyor”.

Hem sualtı dünyasının hem de çok sevdiği yeryüzünün geleceğini tehdit eden yakın bir savaşı durdurma görevini yerine getirmek için Arthur’un iktidar düşkünü yarı kardeşi Orm’la (Patrick Wilson) ve intikam peşindeki Black Manta’yla (Yahya Abdul-Mateen II) mücadele etmesi gerekmektedir. Fakat Arthur’un esas mücadelesi kendi geçmişiyle ve Atlanna’yı (Nicole Kidman) fener bekçisi olan insan kocası Tom Curry’yi (Temuera Morrison) terk etmeye zorladıktan sonra idam ettikleri için Atlantislilere duyduğu öfkeyledir. Arthur’un annesiyle tek bağı Atlanna’nın ona bıraktığı silah ve Vulko’nun (Willem Dafoe) zaman zaman yaptığı ziyaretlerdir. Atlantis tahtının danışmanı olan Vulko, Arthur yetişme çağındayken ona annesinden miras kalan güçlerini öğretmek üzere karaya çıkmıştır.

“Film pek çok açıdan dileklerin gerçekleşmesini konu alıyor ve benim için bu filmi yapmanın bonusu da dünya kuran, dünya yaratan bir film yapmaktı, kendi dileğimin gerçekleşmesiydi” diyor Wan gülümseyerek ve ekliyor: “Farklı görselleri, karakterleri, kostümleri, yaratıkları, kısacası her şeyi kendimiz yarattık. Bu benim için bir rüyanın gerçekleşmesiydi. Ne şanslıyım ki kamera arkasında en yaratıcı ekip, kamera önünde de benimle bu yolculuğa çıkabilecek en yetenekli insanlar vardı”.

SÜPER KAHRAMANLAR

Yarı insan, yarı Atlantisli Aquaman sualtı krallığı Atlantis’in tahtında hak sahibi olduğunu öğrenen ama aynı zamanda hem karadaki hem de okyanusların altındaki dünyadan kendini soyutlamayı seçen muazzam bir savaşçıdır. Kraliçe Atlanna’nın ilk oğlu olmasına rağmen karada yaşayan babası Tom tarafından yetiştirildiği için hayatını Arthur Curry olarak yaşamaktadır. Onun varlığı bile yeryüzü ile okyanus yaşayanları arasında potansiyel bir köprüdür ve iki dünyayı birleştirmek bir gün ona düşecektir.

blank

James Wan ve Jason Momoa birlikte çalışarak DC’nin bu ikonlaşmış Süper Kahramanının hem çizgi roman kökenlerini onurlandırmak hem de günümüz dünyasında yaşayan sinemaseverler için yeni bir yaratım sunacak bir beyazperde versiyonu hedeflediler.

İki farklı kültür arasında bölünerek büyüyen yönetmenin aktardığına göre o ve Momoa daha en başından Arthur’un ikilemine benzersiz bir yaklaşımı paylaştılar. “Jason’ın karakterle gerçekten bağ kurduğunu düşünmemin nedeni onun da iki ayrı dünyadan gelmiş olması. Orta Amerika’da büyümüş bir Hawaiili olduğu için kendini her iki dünyaya da asla tam olarak ait hissetmemiş. Malezya’da doğup Avustralya’da büyümüş bir Asyalı olarak benim de çok iyi anladığım bir şey bu. Güçlü bir Avustralya kültürüyle büyümüş olmama rağmen Çin-Malezya kültürel miraslarımı da korudum”.

Eğer Arthur Curry sualtı Atlantis krallığını yönetmek için doğmuşsa, bu rolü oynamak aynı ölçüde Momoa’nın kaderinde olabilirdi. Momoa’nın bir melez olmasının yanı sıra ada hayatının öğelerini de bilmesi Arthur karakteriyle daha derin bir bağ kurmasını kolaylaştırdı. Aktör bu konuda şunları söylüyor: “Arthur gibi ben de melezim; hayatım yarı Iowa’da yarı Hawaii’de geçti. Dolayısıyla onunla kesinlikle özdeşleşebiliyordum. Ayrıca Filipinler’den Hawaii’ye, Tahiti’den Fiji’ye pek çok adanın kendi kutsal su tanrıları vardır. Bu durum benim içimde hemen bir şey uyandırdı”.

Hepsi bununla da sınırlı değildi. Momoa kendisi ile canlandırdığı karakter arasındaki benzerliklerin daha da fazlasına şu açıklamasıyla dikkat çekiyor: “Iowa’da deniz biyolojisi okudum. Şaşırtıcı bir şekilde üniversitenin Des Moines’un ortasında bir kampüsü vardı ve tamamen su canlılarına ayrılmıştı. Köpekbalıkları, yılanbalıkları, vs. Okyanusu ve adalı olmayı gerçekten seviyorum. Deniz beni kesinlikle korkutan ama aynı zamanda kendine çeken bir şey. Sakinleştirici. Her zaman evriliyor, her zaman hareket hâlinde. Ateşe olduğu gibi ona da öylece bakıp durabilirsiniz. Zihni sürekli oyalar. Ona bakarken dalıp gidebilirsiniz”.

Film çekimleri boyunca Avustralya’nın Altın Sahili’nde kiraladığı sayfiye evinin önünde Güney Pasifik dalgalarında düzenli olarak sörf yapan Momoa, “Polinezya’da köpekbalığı bizim ailemiz için koruyucudur. Ona mana yani doğaüstü güç denir. Rüyamda sörf yaparken büyük bir köpekbalığı gördüm. Ona ‘Merhaba kardeşim! Ben de sizdenim!’ dedim. Balıklarla, köpekbalıklarıyla konuşabilmeyi gerçekten dilerdim. Tabi şimdi Aquaman olduğuma göre konuşabilirim” diyor gülerek.

Momoa’yla başrolü paylaşan Amber Heard ise şunu ifade diyor: “Yapım ekibi Jason’a bizim Aquaman versiyonumuza kendinden bir şeyler katması için izin verdi ve Jason gerçekten de karakteri yeniden yarattı. Bence bu portre çizgi romanlardan beklediğimizin ötesine geçen, modern, havalı ve bambaşka bir Aquaman versiyonu oldu ama bir yandan çizgi romanlara sadık kaldığını da hissediyorsunuz”.

Arthur’un mizacındaki ikiliğe dikkat çeken Momoa şunları söylüyor: “Arthur çoğu zaman bir kabadayı gibi davransa da aslında içinde şefkat ve birçok korku var. O iyi bir adam ama onu hakikaten harika yapan şey iki farklı toplumu birleştirebilecek tek kişi olması çünkü o hem Atlantisli hem de seçilmiş olan. Öte yandan onu insan yapan yönü ise bütün o çalımına rağmen alçakgönüllü oluşu ve henüz bu göreve hazır olmadığını bilmesi”.

Arthur’un talihsizliği zamanın onun yanında olmayışıdır. Bunun sebebi yarı erkek kardeşi Orm’dur. Orm’un bir savaş başlatma planı yapım ekibine hikâyede gezegenimizin sağlığı hakkında hayati mesajlar verme olanağı tanıdı.

blank

“Orm bütün okyanusların krallıklarını birleştirerek yeryüzüne saldırmaya karar veriyor. Bunun gerekçesi, ağırlıklı olarak okyanuslarımızı kirletmek için bizim yaptığımız şeyler” diye açıklayan Momoa, şöyle devam ediyor: “Kral olup olmaması Arthur’un umurunda değil; tek istediği, Orm’un yeryüzüne zarar vermemesi. Orm yedi krallığı birleştirip bütün dünyayı ele geçirmekten başka bir şey düşünmüyor. Bu yüzden Arthur nihayet onu durdurması gerektiğini görüyor. Bunu yapabilmesinin tek yolu ise muazzam bir haçlı seferine, destansı bir yolculuğa çıkmak. Bana göre işin en havalı kısmı bu çünkü benim gerçekten sevdiğim bir film olan ‘Romancing the Stone’ türü bir enerjisi var”.

Sözü geçen görevin başında Kral Nereus’un kızı ve sualtı krallığı Xebel’in prensesi Mera vardır. Mera kraliyetten olmasının yanı sıra -bu konum zorunlu olarak Orm’la nişanlanmasını gerektirmiştir- hidrokinesize yani suyu manipüle etmesini sağlayan olağanüstü etkili bir güce de sahiptir.

Canlandırdığı atılgan kadın kahraman için, “Filmimizin en sevdiğim yönlerinden biri, ne James’in, ne yazarların, ne de yapımcıların Mera’da başı dertte bir genç kadın yaratmak istememeleri” diyen Heard, şöyle devam ediyor: “Onların bir kadın kahramana karşı böyle bir yaklaşım benimsemelerinden dolayı kendi adıma gerçekten minnet duydum. Kendine özgü bir karakter olan Mera tam anlamıyla motive edici bir birey. Bence izleyiciler kadınların güçlü roller üstlendiğini görmeyi arzu ediyorlar. Mera da, her anlamda, Aquaman’in dengi ve Aquaman Mera’yı kaç kere kurtarmışsa, Mera da onu o kadar kez kurtarıyor”.

Mera gerçekten de müthiş bir kahraman olduğunu kanıtlar ve dünyayı kurtarma görevinde Arthur’un ortağı olur. Heard sözlerini şöyle sürdürüyor: “Son bir çare olarak gecenin ortasında denizden çıkıp son derece isteksiz ve öfkeli Arthur’u darmadağın, sarhoş, hüzünlü ve cahil bir şekilde rahat ettiği yeryüzü dünyasından çekip almaya çalışıyor çünkü Kral Orm’un dünyayı ele geçirme misyonuna engel olmak için onun kendisine katılmasını istiyor. Arthur’u Atlantis’e gitmeye ve dünyayı kurtarmaya gerçekten ikna edebilecek tek kişi Mera”.

Wan ise şunları kaydediyor: “Çizgi roman dünyasında Mera aslında pek çok açıdan Arthur’dan daha güçlü. Arthur’un bile sahip olmadığı güçlere sahip ki bence bu büyüleyici bir şey. Amber’ı role gerçekten çeken şeyin bu olduğunu biliyorum. Ama Amber rolü biraz da kırılganlıkla oynuyor ve bence de rol bunu gerektiriyor. Filmde Mera kendisinin dünyadaki yerini de keşfetmeye çalışıyor. Her iki ana karakterimiz de çılgın bir kendini bulma yolculuğuna çıkıyorlar ve her ikisi de kim olduklarını ve kim olmaları gerektiğini öğreniyorlar”.

blankYönetmen şunu da sözlerine ekliyor: “Amber’la ilk tanıştığımda bana en çarpıcı gelen şey ne kadar karizmatik ve çekici olduğuydu. Genç kızlar zeki ve güçlü bir karakter olan Mera’yı örnek alabilirler”.

Momoa da rol arkadaşı için şunları söylüyor: “Amber inanılmaz. Aramızda harika bir bağ oluştu, hemen kaynaştık. Bu görevde büyük çoğunlukla her yere sadece ikimiz gidiyoruz. Süper eğlenceliydi. İkimizin karakteri de çok çetin. Mera suyla ilgili yeteneğini kullanarak aslında Arthur’u öldürebilir. Müthiş bir güce sahip gerçekten”.

Arthur’un süper güçlerinin kaynağı olan annesi Atlanna, genç Mera’ya da ilham kaynağı olmuştur. Wan bütün macerayı New England’da Tom Curry adlı bir fener bekçisinin insana benzer bir deniz yaratığını kurtarmasıyla başlatıyor. Atlanna şiddetli bir kasırga sırasında fener kulesinin yanındaki kayalık kıyıya vurmuştur. Tom sağlığına kavuşması için ona baktığı dönemde Atlanna’nın Atlantis kraliçesi olduğunu öğrenir. Genç kadın Atlantis’in nefret dolu kralıyla nişanlandırılmasının ardından oradan kaçmıştır. Tom ve Atlanna birbirlerine âşık olurlar ve oğullarına efsanevi Camelot kralının adını verirler: Arthur.

Özgürlük mücadelesiyle tüm bu başlangıç hikâyesinin fitilini ateşleyen Atlantisli kraliyet mensubu Atlanna’yı canlandıran Nicole Kidman, “O bir kraliçe ama aynı zamanda bir anne. Oğlunu kurtarmak için onunla olabilme fırsatını feda ediyor” diyor ve ekliyor: “Burada önemli bir tema var. O fedakârlık bir kişiye, bir aileye neye mâl oluyor? Gücünden dolayı bu karakteri sevdim. James bana hep Atlanna’nın hikâyenin nabzı olduğunu söyledi; bence bu harika”.

“Atlanna rolü için oyuncu seçimi sürecine başladığımızda ikon olmuş bir aktrise ihtiyacımız olduğunu biliyorduk” diyen Safran, şöyle devam ediyor: “Ortaya çok şey koyabilecek, role hakiki bir ağırlık katabilecek bir aktris olmalıydı. Nicole Kidman’ın James’le çalışmak istediğini duymuş olduğumuz için kendisine ulaştık. Meğer doğru duymuşuz, istiyormuş. Üstelik daha önce hiç yapmamış olduğu için ilginç bir süper kahraman filminde de yer almak istiyormuş”.

Aktris süper kahraman türünün kendisi için büyük bir cazibesi olduğunu şu sözlerle aktarıyor: “İki tane çok dramatik filmi yeni tamamlamıştım. O yüzden de bu dünyaya adım atmak gerçekten eğlenceli bir fırsattı. James bana hikâye tahtalarından örnekler gösterdi ve ‘Bunlar aklımda başından beri senin olduğunu kanıtlayacak’ dedi çünkü beni çizmişti. Buna nasıl hayır dersiniz? Ayrıca, onu seviyorum, enerjisini, coşkusunu, ortaya koyduğu şeyleri seviyorum. O bir yazar ve işini muazzam bir tutku ve bilgi birikimiyle yapıyor. Üstüne üstlük, çok iyi mizaçlı. Kısacası, benim için kolay bir seçimdi. Kaldı ki filmin Avustralya’da çekileceğini söyledi ve elbette benim için bu ‘Yaşasın!’ dedirten bir durumdu”.

Cowan da Atlanna rolüne oyuncu seçimi sürecini şöyle aktarıyor: “Atlanna’yı Nicole’den daha iyi canlandıracak birini hayal edemezdik. Seçmeler sürecinde oyuncuların müsait olma durumundan emin olamadığınız zamanlar olur. Seçimlerinizden vazgeçip şöyle düşünmek zorunda kalırsınız: ‘Ya yürümezse? Başka birine bakmak durumunda kalırız’. Atlanna içinse hiç böyle bir arayışa girmedik; neyse ki buna gerek kalmadı”.

Arthur daha küçük bir çocukken, aşılamayacak durumlardan dolayı Atlanna’nın istemeden de olsa Atlantis’e dönmesi gerekir. Döndükten sonra, planlandığı gibi Orvax’le evlenecek ve ikinci oğlunu doğuracaktır…

SÜPER KÖTÜLER

Mera, Arthur’u yeryüzünde bulur ve ona yarı kardeşi Orm’un, yani Kraliçe Atlanna ve Kral Orvax’ın safkan Atlantisli oğlunun tahta çıktığını ve insanoğlunun gezegeni kirletmesine misilleme olarak yedi denizin krallıklarını birleştirerek yeryüzünü fethetmeyi planladığını söyler.

blank

Orm’un gizli hedefi, tüm sualtı krallıklarına hükmederek kendini Okyanusların Efendisi ilan etmektir. “Melez” kardeşinden nefret etmektedir ve onu tahttaki hakkından uzak tutmaya kararlıdır. Wan bu deli kralı canlandırması için sık sık birlikte çalıştığı Patrick Wilson’a teklif götürdü.

“Patrick Wilson sahiden de çalışma talihine eriştiğim en iyi aktörlerden biri” diyerek aktörü öven Wan, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bana göre, Patrick bir esas adamın bedenine hapsolmuş müthiş bir karakter oyuncusu gibi ve Patrick’in sevdiğim yönü karakterlerinin içinde nasıl görünmez olduğu. Yazım süreci boyunca Patrick’in Orm için mükemmel olacağını düşünüp durdum. Dolayısıyla en sona geldiğimde yetkilileri onun bu rol için doğru kişi olduğuna ikna edebileceğimi umut ederek rolü Patrick için yazdım. Onun bu role girip mükemmel bir iş çıkaracağını biliyordum”.

Wilson ise yönetmenin övgülerine şöyle yanıt veriyor: “Bu benim James’le beşinci filmim ve her seferinde kendimi ödüllendirilmiş hissediyorum. James bu filmi yapmayı düşünmeye ilk başladığı dönemde bana laf arasında, ‘Senin Okyanusların Efendisi’ni oynamanı istiyorum’ dedi. Ben de buna büyük saygı ve sorumlulukla yaklaştım ama yalan söylemeyeceğim, ertesi gün bir yığın çizgi roman alıp karıştırdım diyemem çünkü bazı şeyler hiç belli olmaz. Fakat burada James’ten bahsediyoruz; o, sözüne ve vizyonuna sadıktır, dostluğumuza ve iş ilişkimize de her zaman bağlıdır”.

blankWilson hikâyeyi de çok cazip bulduğunu ifade ediyor: “Senaryoyu okuduğum zaman hoşuma giden şey, okyanusa içten gelen hayranlığımızı alıp, eğer okyanus bize sırtını dönerse neler olabileceğini irdelemesi. Ve her ne kadar Orm’u bir Süper Kötü olarak yaftalamak kolaysa da -çünkü çizgi roman tarihinde öyle kabul ediliyor- bu karakter çizgi roman tarihi boyunca zamanla değişiyor. James’in yapmak istediği şey ve bence bu filmin yaptığı şey, Orm’un davasını haklı çıkarmak. Orm çok net bir şekilde şunu söylüyor: ‘Asırlar boyunca, yeryüzündekiler okyanusları kirletip benim dünyamı mahvettiler’. Yani bu deliliğinin bir gerekçesi var. Çok ekolojik bir savaş istiyor ve yeryüzü dünyasını yenmenin tek yolunun tüm sualtı krallıklarını kendi safına çekmek olduğuna inanıyor. Eğer bu gerçekleşirse Okyanusların Efendisi olacak”.

Orm karakterini inceleyen Johnson-McGoldrick ise şunu aktarıyor: “Bir kötü adamın -ve onlar her zaman kendi hikâyelerinin kahramanlarıdırlar- kendisini kötü görmemesine bayılıyorum. Kendisini yücelttiğini düşünmüyor; yaptığı şeyin haklı olduğunu hissediyor. Orm için gerekçeleri haklı ama aşırı bir yaklaşımı var. İnsanların okyanuslara yaptıklarından bıkmış; madem öyle neden insanoğlunu yok etmeyelim, diye düşünüyor”.

Safran ise, “Orm, yeryüzüne saldırma gerekçelerinden pek çoğunun haklı olması anlamında tipik bir kötü adam değil” dedikten sonra, şöyle devam ediyor: “Kendi halkını kurtarmak ve korumak için yapabileceği tek şeyin bu olduğuna inanıyor. Orm şunu biliyor ki Arthur teknik olarak Atlanna’nın ilk oğlu olduğu için Atlantis’e geldiği takdirde tahtta hak iddia edebilir. Orm kral tacını kaybetmekten ve yeryüzüne karşı savaşının bölünmesinden endişe ediyor”.

“Hikâyeyi çok ilginç kılan bir diğer şey de Orm’un kaygılarına rağmen, Arthur’un tahtı istememesi” diyor Wilson ve ekliyor: “Ama Orm onun fikrini değiştirme ihtimalini göze alamaz. Bu yüzden de Arthur’u elinden gelen her şekilde durdurmak zorunda”.

Momoa rol arkadaşı için, “Patrick’e kesinlikle bayılıyorum. Onunla bir sürü harika sahnemiz var. En güzel kısım buydu. Dublörlük sahneler bir bakıma kolay geliyor; çocuk olup dövüş oyunu oynamak eğlenceli. Ancak Patrick’le birebir dövüştüğünüzde gerçek gücünün muhteşem oyunculuğu olduğunu görüyorsunuz”.

Arthur, bir insan olarak, tehlikede olanlara yardım etmeyi misyonu bellemiştir. Aksiyon yüklü açılış sekansında korsanlar tarafından ele geçirilmiş ve rehin alınmış bir Rus denizaltısında korsanlarla mücadele eder. Patlak veren çatışmada David Kane adındaki genç adamın hayatını kurtarmayı başarsa da denizaltının torpido odasında kaybolan babasını kurtaramaz. Bu, Kane için belirleyici bir andır. Babasının ölümü için intikam peşine düşecek, korkutucu Black Manta’ya dönüşerek Arthur’un baş düşmanı olacaktır. Bir kılıç, bileğe takılan bir zıpkın ve Atlantis plazmasından yapılmış güçlü optik sensörlerle donanan Black Manta’nın cephanesi, kana duyduğu açlıkla birleşince Aquaman için öldürücü olabilecek niteliktedir.

blankBlack Manta rolünü üstlenen Yahya Abdul-Mateen II şunları söylüyor: “Her zaman bir aksiyon filminde oynamak, nihai oyun alanında büyük bir çocuk olmak istemiştim ve bu filmle o fırsatı yakaladım. Filme bayıldım çünkü içinde herkes için bir şeyler var. Mitoloji, gerçekten iyi bir aşk hikâyesi, bilimkurgu, dövüş sahneleri seviyorsanız, burada sizin için bir şey var ya da teknoloji meraklısıysanız ve sualtı dünyasının üstesinden nasıl geleceklerini merak ediyorsanız, sizin için de bir şeyler var. Bence özünde, krallığın anahtarını elinde tutan ama kral olmak istemeyen bir adam hakkında gerçekten güçlü bir hikâye var. Tek kelimeyle destansı bir yapım!”

Abdul-Mateen II rolün zamanlamasını da anlamlı bulduğunu ifade ediyor: “Eylül 2017’de ben Black Manta’yı canlandırırken karakter de çizgi romanlarda 50. yılını doldurdu; bunu oldukça havalı buldum. Tam da yarım asrı devirmişken, karakter sinemada ilk kez canlandırılıyordu ve onu ben canlandırıyordum. Harikaydı”.

“Black Manta çizgi roman hayranlarının gerçekten en sevdiği karakterlerden biri. O yüzden de rol için mevcut beklentilere yanıt verebilecek birini bulmamız gerektiğini biliyorduk” diyor Safran ve ekliyor: “Yahya da tam aradığımız kişiydi. Kendi adıma süper kahraman filmleri, süper kahramanların dövüştükleri süper kötüler ne kadar iyiyse o kadar iyidir, diye düşünüyorum. Bu anlamda filme hakkını vereceğimizden emin olmak istedik”.

Abdul-Mateen II canlandırdığı karakter için şunları söylüyor: “Black Manta öfkesi ve acımasızlığıyla tanınan, çizgi roman tarihi boyunca Aquaman’e garez beslemiş bir paralı asker. Birkaç farklı hikâye var ama bizim anlattığımız hikâyede Black Manta babasının ölümü için intikam almak istiyor. Bir ebeveyni ondan alınmış; bu yüzden de yalnız ve öfkeli; bu da onu insan yapan unsurlardan biri. Black Manta’ya göre hayatı hemen oracıkta, babasını kaybettiği o anda yeniden başlıyor. Artık her şeyiyle tek bir amacın peşinde. Bu da onu öngörülemez ve tehlikeli kılıyor. Bence o, seyircileri koltuklarının kenarlarına iliştirecek bir karakter”.

Serinin hayranlarının daha yakın tarihli çizgi romanlardan tanıyacakları bir diğer azılı karakter de Yüzbaşı Murk’tür. Atlantis Komandolarının elit bir üyesi olan Murk, Kral Orm’un muhafızı olarak kralına ve kralının Atlantis’i denizlerin yönetici krallığı yapma vizyonuna sadıktır.

Rolü üstlenen Çin doğumlu aktör Ludi Lin zamanını Çin’in eğlence merkezi Beijing ile batıda her nerde çekim yapılıyorsa orası arasında bölüştürüyor. Aktör şunları aktarıyor: “Bana filmle ilgili vizyonunu anlatan James’le ilk konuştuğumda Beijing’deydim. Bunun son derece mantıklı olduğunu düşündüm çünkü dünyanın çoğu sudan oluşuyor ve okyanuslar çok vahşi yerler olabilir. Suyun altında farklı fizik kuralları geçerli; farklı oluşumlar ve farklı yaratıklar var. Hayal gücüne büyük pay bırakıyor ve diğer süper kahraman filmlerinden farklı”.

Çizgi romanlarda Murk’ün zaten çarpıcı bir görünümü vardı ama yapım ekibi ve Lin, karakteri aşırı uçlara taşıdılar. “Murk’ün çok belirgin bir görünüşü var; benim normalde göründüğümden çok farklı” diyor Lin gülerek ve şunu ekliyor: “Murk kitaplarda sarışın, beyaz tenli, 40-50 yaşlarında biri. James onun daha çok yara izine, damarlara, beyazlatılmış saçlara, ürkütücü bir göz rengine sahip olması gerektiğini düşündü. Tüm bunlar onu daha da gizemli kılıyor”.

BABA FİGÜRLERİ

Bir fener bekçisi olan Thomas Curry, Kraliçe Atlanna’nın hayatının aşkı ve oğulları Arthur’un babasıdır. Atlanna’nın Atlantis’e dönmek üzere evden ayrılmak zorunda kalmasının ardından, Tom oğlunu başka insanlara şefkatli olacak ama aynı zamanda okyanusu ve barındırdığı güzellikleri kucaklayacak şekilde yetiştirir. Yapımcılar rol için Yeni Zelandalı Temuera Morrison’ı seçtiler.

blank

“Temuera Morrison otomatik bir seçimdi. Nicole’da olduğu gibi, rolü oynaması için aklımızda Temuera’dan başkası yoktu” diyor Cowan.

Aktör çekimler sırasında Momoa’da gözlemlediği doğal ruhaniliğe değinerek gülümsüyor ve “Baba-oğul ilişkisi çok hoştu çünkü Jason’la iyi bir bağ kurduk. Tüm bu yolculuk boyunca Jason’ın etrafını saran enerjinin bir kısmına tanık olduk. Doğum gününde sete onu ziyaret için birkaç Maori grubu gelip büyük bir haka kutlaması düzenlediler. Yeni Zelanda ateş dansı olan Haka’yı ben de severim. Jason sette de o güçlü enerjinin içine girmiş gibiydi. Aquaman’in, aktörün ve filmin biraz ateş dansıyla mühürlenmesi son derece uygunmuş gibi geldi” diyor.

Morrison, Kidman’la olan sahnelerinden de keyif aldığını belirterek, şunları aktarıyor: “Nicole’un muhteşem bir mizacı var; çok açık, çok nazik. James oldukça fazla miktarda duygu da istedi; özellikle de Athanna hikâyenin belirli bir noktasında beni ve oğlumuzu bırakıp gittiğinde. Nicole’la aramızda hoş bir kimya olması çok güzeldi”.

blankKidman ise “Temuera birlikte çalışması çok keyifli bir insan” diyor ve ekliyor: “O Yeni Zelandalı, ben de Avustralyalıyım. Dolayısıyla, aramızda özel bir dil, bir sıcaklık vardı ve bu da çok eğlenceliydi”.

Mera’nın babası Nereus ise Arthur’un mütevazı babasından çok farklıdır: Atlantis’in kabilelerinden biri olan Xebel’in kralı Nereus (Dolph Lundgren), Orm’un yeryüzünde yaşayanların vahşiliğinin kendi sonlarını getireceklerine dair inancını paylaşmaktadır. Fakat tahtın gerçek varisine ilişkin söylentiler duyduğu için Orm’un sualtı krallıklarını birleştirebilecek hükümdar olduğuna ikna olmuş değildir.

“Film siyasi bir oyun, bir iktidar mücadelesi resmediyor” diyen Lundgren, bunu şöyle açıklıyor: “İçlerinden biri, Kral Orm oldukça güçlü bir adam. Kral Nereus barışı olabildiğince korumayı tercih ediyor. Her ne kadar yeryüzündekiler kendisinin de hoşlanmadığı şeyler yapsalar da Orm’un onlara karşı kendisiyle ittifak kurma isteğini onun yönetimi devralma ve Okyanusların Efendisi olma gayesi için kestirme bir yol olarak yorumluyor”.

Aktör sözlerini şöyle sürdürüyor: “Nereus madalyonun öbür yüzünü yani savaşa hemen girilmemesi gerektiğini ortaya koymaya çalışıyor. Bununla birlikte kızı Mera’nın çok küçük yaşta Kral Orm’la sözlendiğini de göz önünde bulundurmak zorunda. Kısacası Ortaçağ’ınkine benzer bir düzen var. Aileler barışı korumak için kendi aralarında evleniyorlar. Fakat şimdi Orm, o düzenlemenin şartlarını değiştiriyor”.

blankAilelerinin daha genel kaygıları her ne kadar en sonunda onları bir araya getirecek olsa da, Arthur’un yetiştirilişi genç bir prenses olarak sualtı yöntemlerini öğrenmiş olan Mera’nınkinden son derece farklıdır. Çocukken New England’ın Amnesty Bay kasabasında yaşadığı sırada Arthur, yerel bir akvaryuma yapılan okul gezisinde deniz yaşamıyla iletişim kurabilme gibi eşsiz bir yeteneğe sahip olduğunu tesadüfen fark eder.

Filmde hikâye örgüsü çözüldükçe Arthur, çocukken annesiyle yeniden bir araya gelme umuduyla ama annesinin gerçek kaderinden habersiz şekilde Nuidis Vulko tarafından eğitildiği anları hatırlamaya başlar. Vulko gençliği boyunca Arthur’un Atlantisli yanıyla köprüsü olmuş, genç çocuğa genetik mirasının sağladığı olağanüstü becerileri göstermiş, suyun altında nefes almayı, yüzmeyi ve dövüşmeyi öğretmiştir.

Arthur’un büyükbabasının hükümdarlığından beri saray danışmanı olan, şimdi de Kral Orm’a danışmanlık yapan Vulko, Atlantis ile diğer sualtı krallıkları arasında diplomasiyi desteklemeye çalışmaktadır. Vulko, aynı zamanda Orm’un mantıklı davranmayacağını ve bu megaloman hükümdarı tahttan indirilebilecek tek şeyin Kral Atlan’ın kayıp Üç Çatallı Mızrağı olduğunu bilmektedir. Bu yüzden gizlice Mera’yı Arthur’u bulmaya gönderir ve ikisinin Orm planlarını gerçekleştiremeden, Atlan’ın Üç Çatallı Mızrağı’nı ele geçirmelerini ister.

blankWan aynı anda hem akıl hocası, hem diplomat, hem de aldatıcı bu karakteri canlandırması için deneyimli aktör Willem Dafoe’ya teklif götürdü. “Filmimde Willem’ın olması muhteşemdi” diyen Wan, şöyle devam ediyor: “Willem rolüne inanılmaz derinlik, müthiş bir inandırıcılık katıyor. Üstüne üstlük çok sıkı biri; her şeyini ortaya koymak ve o çılgınca aksiyon sahnelerini yapmak istiyor! Zaten ilk başta rolü kabul etme nedeni de buydu: Arthur için bir tür Obi Wan ya da geleneksel bir Samuray olmak. O yüzden bunu da senaryoya ekledim”.

Dafoe ise şunları aktarıyor: “Vulko bir öğretmen, bir devlet adamı ve eski ile yeni Atlantis gelenekleri arasında bir köprü. Tahta, dolayısıyla şimdiki kral olan Orm’a sadık ama iç çatışma yaşıyor. Bu yüzden bir miktar saray entrikası var diyebiliriz. Shakespeare eserlerinde olduğu gibi ortada durarak her iki tarafa da çalışıyor. Ayrıca geçmişte Arthur’a dövüşmeyi, üç çatallı mızrağı nasıl kullanacağını öğretmiş ve ona disiplin aşılamış. Arthur’da biraz fazla ‘yeryüzü’ var; dolayısıyla Vulko’nun bazen ona karşı sert olması gerekse de genellikle çok nazik”.

Aktör hikâyenin çevre dostu mesajlarını da takdir ettiğini belirtiyor: “Mesajlar fazla aleni değil, çok fazla evirilip çevrilmiyorlar. Fakat sualtı dünyasının yeryüzüyle ters düşme noktasına gelmesinin insanoğlunun yarattığı pislik oluşuna dair sağlam, çağdaş bazı tartışmalar var”.

Safran ise şunu dile getiriyor: “Filmimizde Willem de yer aldığı için çok talihliydik; bu son derece önemli bir roldü ve Willem ona çok güzel bir şekilde ağırlık kattı”.

Oyuncu kadrosunu tamamlayan diğer isimler şöyle sıralanabilir: Dünyalılar arasında meta insanların, özellikle Aquaman’in varlığına ve yükselen dalganın sebebinin onlar olduğuna inanan tek kişi olan Dr. Stephen Shin rolünde Randall Park; kayıp Üç Çatallı Mızrağı elde etmek için aşılması gereken bulmacaların koruyucusu Kral Atlan rolünde Graham McTavish; David Kane’in babası Jesse rolünde Michael Beach; Brine Kral ve Kral Ricou’yu (namı diğer, Balıkçı Kralı) seslendiren John Rhys-Davies ve Djimon Hounsou ile Karathen’i seslendiren efsanevi yıldız Julie Andrews.

blank

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Korku Seansı Evreninin En Karanlık Bölümü: The Nun

Dehşetin Yüzü / The Nun, rekor kıran filmleri seyircilerin ödünü
blank

Total Recall / Gerçeğe Çağrı Yapım Notları

Philip K. Dick’in ünlü kısa hikayesinden esinlenilen “Total Recall/Gerçeğe Çağrı”