Adonis Johnson, henüz kendisi doğmadan önce ölen Dünya Ağırsıklet Boks Şampiyonu ünlü babasını hiç tanımamıştır. Yine de, kanında boks olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu yüzden, Apollo Creed’in yeni ama sağlam bir boksör olan Rocky Balboa ile efsanevi maçını yaptığı yere, Philadelphia’ya gider. Adonis, Kardeş Sevgisi Şehri’ne vardığında, Rocky’yi bulur ve kendisinden antrenörü olmasını ister. Rocky dövüş oyununa sonsuza dek veda etmiş olduğunu ısrarla söylese de, en yakın dostu olan müthiş rakibi Apollo’da gördüğü gücün ve kararlılığın aynısını oğlu Adonis’te de görür. Adonis’i çalıştırmayı kabul eden eski şampiyon bir yandan genç boksörü eğitirken, bir yandan da ringde hiç karşılaşmadığı kadar ölümcül bir rakiple mücadele etmektedir.
Büyük bir dövüşçü bir zamanlar, “Konu ne kadar sert vurabildiğin değil. Ne kadar sert darbe alıp da devam edebildiğin” demiş. -Adonis Johnson
Dünya çapında bir dövüşçü olmak güç ve kararlılık gerektirir. Fakat Adonis Johnson için, kanında boksörlük olsa bile, daha fazlası gerekecektir: Örneğin, Rocky Balboa gibi bir antrenör. Hiç tanımadığı babası Apollo Creed’in gölgesinden kurtulmak isteyen Adonis, Rocky’yi ringlere geri döndürmek zorundadır.
Eski şampiyon bir süredir dövüş oyununun dışında olsa bile, Adonis ona bir zamanlar kendisinin olduğu sert, genç, acemi boksörü hatırlatır. Biraz kışkırtmadan sonra, Rocky onu kendi yöntemiyle eğitmeye karar verir.
“Rocky” ile başlamış olan, ezilmişin nihai hikayesini yeniden yaratmanın zorluğu, yazar-yönetmen Ryan Coogler’ın henüz sinema okulundan mezun olmadan bile önce düşündüğü bir şeydi. “Babamla birlikte ‘Rocky’ filmleri izleyerek büyüdüm; bu bizim ortak şeyimizdi” diyor Coogler ve ekliyor: “Rocky insanların hemen özdeşleştiği bir karakter. Aksiyon hayranları, drama sevenler, umutsuz romantikler, düz sinemaseverler de dahil olmak üzere, herkes ‘Rocky’ filmlerini sever çünkü bu filmlerde herkes için bir şey vardır.”
Adonis’in Rocky’yi geri dönmeye zorlamasından önce, Coogler’ın söz konusu karakterle çalışmak için Sylvester Stallone’un onayını alması ve aktörün boks eldivenlerini yeniden giymeyi kabul etmesi gerekiyordu. Filmin yapımcılardan da olan Stallone, yaklaşık kırk yıl boyunca toplamda altı “Rocky” filminde sinema tarihinin en efsanevi ve sevilen karakterlerinden birini canlandırdı. Stallone, “Rocky’nin insanlar üzerinde bıraktığı etki bence hem şaşırtıcı hem de olağanüstü. Bu yüzden, karaktere sadık kalmak gibi ağır bir sorumluluğu hep hissettim. Ryan bana Adonis Creed fikriyle geldiğinde, bu kadar genç bir sinemacının bizim yıllar önce başlattığımız bir şeye bu kadar ilgili duymasının müthiş olduğunu düşündüm. İtiraf ediyorum ki aklımı çeldi” diyor.
Coogler ikonlaşmış aktörle ilk buluşmasını hatırlayınca gülümsüyor ve şunları söylüyor: “Biraz kaygılı olduğunu görebiliyordum. Daha hiç sinema filmi yapmamıştım. Bu yüzden muhtemelen şöyle düşünüyordu: ‘Karşıma geçmiş bir ‘Rocky’ filmi yapmaktan söz eden bu çocuk da kim?’ Öte yandan, bunun nasıl olabileceğini de her yönüyle düşündüğünü fark edebiliyordum.”
Yapımcılar bu fikri yönetmenin o sırada yapımını sürdürdüğü “Fruitvale Station” adlı filmin yıldızı Michael B. Jordan’a da açtılar. Jordan, “Ryan son derece yetenekli ve çok zeki. Onunla çalışmak harika. Dolayısıyla, bana projeden söz ettiğinde, kulağa harika geldiğini düşündüm ve eğer gerçekleştirilecek olursa, kesinlikle rol almak istediğimi söyledim. Sonra zaman içinde proje gerçek olmaya başlayıp, ben de içinde yer alınca, duruma şöyle bakmaya başladım: ‘Eyvah, bu muazzam bir sorumluluk; 40 yıllık Rocky efsanesinden söz ediyoruz.’”
Efsaneden güç alan Coogler, “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nun bir yandan ilk “Rocky” filmlerinin eski tarz kasvetli havasını yansıtırken, bir yandan da kendi modern kimliğini taşımasını istedi. Yönetmen için karakterlere hakkını vermek, 70’lerin kuşağı ile Milenyum kuşağı arasındaki ayırımı giderecek bir film yaratmak önemliydi çünkü yapımın her iki nesilden ve aradaki kuşaklardan eşit sayıda sinemasevere hitap edebileceğini biliyordu.
Coogler hikayeyi buldu ve yazar arkadaşı Aaron Covington’la birlikte senaryoyu kaleme aldı. Covington bu konuda şunları söylüyor: “Ryan’la USC sinema okulunun ilk gününde tanıştık. Benzer geçmişlerimiz, benzer ilgi alanlarınız var. Bu yüzden, neredeyse ilk günden itibaren birlikte çalışmaya, sette birbirimize yardım etmeye, fikir alışverişinde bulunmaya başladık. Bir gün, büyürken ‘Rocky’ filmlerini izleyip izlemediğimi sordu; elbette onlarca kez izlemiştim. Bunun üzerinde, ‘Hikayeye Apollo Creed’in oğluyla devam etsek nasıl olur?’ dedi. Ryan’ın hikaye için samimi bir vizyonu olduğunu gördüm ve o an projede yer almayı kabul ettim.”
Coogler için, o samimi nokta babasıyla birlikte paylaştığı “Rocky” ritüellerindeydi. “Sporcuydum; babam beni futbola, dövüş sporlarına ve basketbola götürürdü. Büyük maçlarımızdan önce, beni oturturdu ve ‘Rocky II’yi izlerdik. Karakteri ve hikayeyi böyle tanıdım. Sonrasında serinin tamamını izledik ve babam sayesinde o filmlere aşık oldum.”
Rocky Balboa hakkında bir hikayenin Stallone tarafından kaleme alınmamış olması Robert Chartoff ve Irwin Winkler’ın kurduğu Chartoff Winkler şirketi için endişe kaynağı olabilirdi. İkili orijinal “Rocky” filmini yapmış, film on dalda Oscar’a aday gösterilmiş ve En İyi Film de dahil olmak üzere üç dalda ödül almıştı. Chartoff bu yılın başında vefat etti. “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu” onun anısına atfedildi.
“‘Rocky Balboa’yla yeni bir çıkış yaşayacağımızı hissettik ve bu çok iyi karşılandı” diyor yapımcı Irwin Winkler ve ekliyor: “Bu hikayeyi anlatmak için yepyeni bir yol bulmuş genç bir adam olduğundan pek haberim yoktu.”
Yapımcı Charles Winkler aile içinde “Rocky” serisiyle büyümüştü. Altıncı “Rocky”iın yönetici yapımcılığını ve ikinci birim yönetmenliğini üstlenmiş olan Charles Winkler, “Ryan’ın fikri o kadar sağlamdı ki hepimiz serinin yeni yönünün bu olması ve yeni kuşağa bu şekilde sunulması gerektiğini kabul ettik. Meşalenin elden ele geçtiğini görmek çok etkileyiciydi” diyor.
William Chartoff da “Rocky”yle büyüdü. Babası merhum Robert Chartoff serinin yapımcılığını gerçekleştirmişti; ve genç Chartoff da dördüncü ve altıncı filmde çalışıp, sonuncunun yapımcılığını üstlenmişti. Hem kendisi hem babası “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nun da yapımcısı olarak görev aldılar. “Rocky babam ve benim için özel bir anlam taşıdığı için, serinin Ryan ve babasının ilişkisi için ne kadar önemli olduğunu öğrenmek bizi gerçekten etkiledi” diyor William Chartoff ve ekliyor. “Sonra Ryan babasının izinden gitmeye çalışan genç bir erkek karakter yarattı. Bu genç adam bir çizgiye —bir efsaneye— ulaşmaya çalışıyor ki bu herhangi biri için inanılmaz bir yük; üstüne üstlük babasını hiç tanımamış. İzlenmesi gereken kişisel bir yolculuk içeren zengin bir hikaye.”
Yapımcı David Winkler ise, “Ryan’ın fikri bizim için bir sürprizdi. Hiçbir ‘Rocky’ filminde Apollo’nın bir yerlerde gayrimeşru bir çocuğu olduğuna dair bir şey yoktu. Dolayısıyla, hikaye bizim zaten tanıdığımız bir karakter üzerinden hareket etmemiş, tamamen yeni bir karakter yaratmıştı.”
Boks yapmak, Adonis’e bir dövüş ilahından miras kalan DNA’larında vardı. Adonis’in bu yeteneği geliştirip şampiyonluk kemerine ulaşması için, babasının da en yakın dostu olan eski bir şampiyondan daha iyi kim olabilirdi? Adonis hem kariyerinde ona yardım etmesi, hem de hayatı boyunca varlığını adeta bir baskı unsuru olarak hissettiği ama hiç tanımadığı babası hakkında bilgi vermesi için başka kime gidebilirdi?
Coogler, “Adonis’in bir babası ya da baba yerine koyabileceği biri hiç olmamış; yetişkin birinin böyle birinin arayışı içinde olmasının nasıl bir şey olduğunu irdelemek istedim. Rocky’nin Mickey’si vardı. Dolayısıyla, bir coach’un veya antrenörün genç bir sporcu için bir ebeveyn gibi oluşunu anlayabilecek biriydi.”
Rocky dövüş oyununa geri dönmeyi hiç planlamamış olabilir, ama kapısına bir başka Creed’in gelmesi, üstelik bu adı kullanmaya isteksiz bile olması kesinlikle beklemediği bir şeydir. Ne var ki, Adonis’i —ona Donnie diyor— hayatına kabul ettiğinde, kendisini bekleyen bir sürpriz daha vardır. “Ben savaşacaksam, sen de savaşacaksın” der Donnie yeni akıl hocası, “amcası” ve dostuna. Fakat içinde ne kadar savaş potansiyeli kaldığına karar vermek Rocky’ye düşecektir.
Tamamı Philadelphia’da çekilen “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu” izleyiciyi her şeyin başladığı şehre geri götürürken, dünyanın dört bir yanındaki “Rocky” hayranları için yeni bir dönemin kapılarını da açıyor.
ADONIS: Yaptığım her hamlede, vurduğum her yumrukta, herkes beni onunla karşılaştıracak.
BIANCA: Sen Apollo Creed’in oğlusun, onun adını kullan. O ad senin.
Rocky Balboa, Adonis Johnson’a en zorlu rakibinin maçtaki rakibi değil, aynada gördüğü kişi olduğunu söyler —bu, Rocky’nin bokstaki ve hayatındaki kendi deneyimlerinden bildiği bir şeydir. Şunu da bilmektedir ki karşısındaki genç adam, ringe çıkmış en büyük boksörlerden birinin gölgesinden kurtulmak için dövüşmektedir ve kendisi ona boksun fiziksel olduğu kadar zihinsel bir oyun da olduğunu öğretmek zorunda kalacaktır. Adonis kendi adını duyurmaya hazır hissedebilir; peki ama acaba babasının adının hakkını vermeye hazır mıdır?
Coogler şunu söylüyor: “Apollo Creed’in ailesinin peşinden gitmem gerektiğini biliyordum çünkü o benim ‘Rocky’ serisinde en sevdiğim karakterdi. Ayrıca, Carl Weathers’ın performansı gerçekten müthişti; karakteri Muhamed Ali’nin özgüveniyle oynadı. Onun son derece entelektüel, kendi kaderinin son derece hakimi bir karakter portresi çizmesi çok hoşuma gitti.”
Önünde çok yüksek bir çıta olan genç ve tecrübesiz boksörü canlandıran Jordan, Adonis “büyürken babasını tanımadığı, annesini de kaybettiği için kimliği konusunda her zaman bir sıkıntı yaşamış. Yaşıtlarından daha ufak tefekmiş, ağzı çok laf yapıyormuş ve hep kavgaya tutuşuyormuş. Los Angeles’ta bir bakıcı aileden diğerine gitmiş ve Mary Anne Creed tarafından evlat edinilmeden önce pek de matah olmayan yerlerde bulunmuş” diyor.
Aktör şöyle devam ediyor: “Birden bire gerçekten hoş bir yerde yaşamaya başlıyor. Ama içten içe kendini oraya da ait hissetmiyor. Hâlâ kim olduğunu anlayamadığı için o saldırganlığından uzaklaşamıyor.”
Mary Anne “Rocky” filmlerinde kocasının yanında yer almıştı. “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nda bu karakteri canlandıran saygın aktris Phylicia Rashad şunları söylüyor: “Mary Anne, Adonis’e baktığı an karşısındaki gencin kocasının oğlu olduğunu anlıyor. Adonis olabildiğince sevimli ama bir yandan da her an parlamaya hazır bir öfke yumağı; dünyaya çok kızgın. Yine de, Mary Anne onu anlıyor. Bu yüzden, onu yanına alıp, kendi çocuğu gibi yetiştiriyor. Adonis, Apollo’nun bir parçası. Dolayısıyla, Mary Anne’e göre, kendisinin de bir parçası —kendisinin eksik olan parçası.”
“Mary Anne ona istikrar vermiş; daha iyi bir yaşama ve dünyaya dair daha büyük bir anlayışa yönlendirmiş” diyor Jordan ve ekliyor: “Ama yine de Adonis’in içinde, doldurmaya çalıştığı bir boşluk var ve bunun ne olduğunu bulmaya çalışıyor. Boks yaptığında, bir şeyler anlam kazanıyor. Bir doğruluk hissi veriyor.”
Adonis’in açmazlarından biri, Jordan’a göre, gayrimeşru oluşundan kaynaklanıyor: “Bunun getirdiği bir ağırlık var. Kendisinin bu yönünü saklamaya çalışıyor. Kendinizin bütün yönlerini kucaklamadıkça, büyüyemeyeceğinizi ve kim olduğunuzu keşfedemeyeceğinizi henüz öğrenmemiş. Bu filmdeki yolculuğu, kısmen, çok uzun zamandır utanç kaynağı olarak gördüğü şeyi kabul etmek.”
Coogler ise şunu söylüyor: “Mike’la Adonis’in içindeki pek dile getiremediği ama fiziksel olarak kendini zorladığında ortaya çıkan öfke hakkında konuştuk. İnsanlar başarılı oldukları şeyi yapma eğilimindedirler. Adonis de boksta acayip yetenekli. İster bilsin ister bilmesin, babasıyla bağ kurmaya çalışıyor; ve kendini ona en yakın hissettiği anlar boks yaptığı anlar.”
Jordan’ın Adonis’in iç çalkantılarının inceliklerini yansıtırken, rolün gerektirdiği fiziksel zorlukları da üstlenebileceğinden kuşku duymamış olan yönetmen, “Bu filmi yapacak olursam başrolde Mike’ı istediğimi hep biliyordum. Olağanüstü yetenekli, çılgın bir çalışma ahlakına sahip, kararlı, özverili ve işiyle çok gurur duyuyor. Bir şeyi yapmaya sıcak bakıyorsa, tercihiniz olacak türde oyunculardan” diyor.
Jordan da, “Ryan çok alçakgönüllü ve spot ışıklarından hoşlanmıyor; herhangi birinin onun hakkında iyi bir şey söylemesi ya da ona iltifat etmesinden nefret ediyor” diyor gülümseyerek ve şöyle devam ediyor: “Ama kendisi müthiş bir yetenek ve her konuya hakim. Çok dürüst. Ayrıca, bir sahnede insanların özdeşleşebileceği gerçek anları bulmanıza ve hayata geçirmenize daima yardım ediyor. Birlikte ilk projemizde gerçekten çok iyi anlaştık. Onunla çalışmak benim oyuncu-yönetmen ilişkisinin ve o iletişimin önemini anlamama yardımcı oldu. Böyle bir ilişkiniz varsa, çekim süreci çok daha kolaylaşıyor.”
Adonis, artık Meksika sınırının öteki tarafında dövüşmeye bir son vermek istiyorsa ve eğer Mary Anne’e saygılarından dolayı Los Angeles’ta kimse Adonis’i eğitmeyi kabul etmiyorsa, yapabileceği en iyi şeyin Baldwin Hills’deki Creed malikanesinin rahatını ardından bırakıp Philadelphia’ya Rocky Balboa’ya gitmek olduğunu anlar.
“Böyle düşünmesinin nedeni Rocky’nin Apollo’ya yakınlığı. Adonis’in neler yaşadığını anlayabilecek diğer tek kişi o olabilir; ve babasıyla mazilerinden dolayı Adonis’i çalıştırmayı kabul edebilir, diye tahmin ediyor. Ama öyle olmuyor” diyor Jordan.
Rocky o dünyaya geri dönmek istemediğini açıkça belli eder. Jordan’ın aktardığına göre, “sırf babası Apollo Creed diye dünya şampiyonu olacak değil. Şampiyonluk çok çalışmayı gerektirir” der.
Fakat o güne dek kendi kendini yetiştirmiş Adonis çok çalışmaktan kaçmaz ve Rocky’ye kendini teslim etmeye hazırdır. Bu, Rocky gibi biri için çok önemlidir ve kuşkuları olmasına rağmen Adonis’i çalıştırmaya karar verir.
“Zamanın Rocky’yi nasıl etkilediğini görmeyi çok istedim” diyen Coogler, şöyle devam ediyor: “Zamanın tüm fiziksel sınavlarından geçmiş, kahraman olarak tanınan birinin… diğer açılardan nasıl etkilendiğini görmek istedim.” Yönetmen, karakterin mevcut durumunu, sevdiği diğer bir karaktere, Rocky’nin ilk çalıştırıcısı Mickey’ye benzetiyor: “‘Rocky’de Mickey karakteriyle tanıştığımızda kendisinin ailesine, eşinin ya da çocuklarının olup olmadığına ilişkin hiçbir şey olmamasını ilginç bulmuştum. O sadece Mickey’ydi; bir spor salonu ve dövüşçüleri vardı, o kadar. Şimdi Rocky‘yle karşılaştığımızdaysa, biraz Mickey gibi; tek fark geçmişini biliyor olmamız. Yanında artık kimlerin olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla, onun sadece zaman öldürdüğünü, sonra kendisi için zor olsa da bu çocuğu hayatına aldığını görmek bizi daha da çok sarsıyor.”
Rocky Balboa’yı yaratmış ve her altı filmde canlandırmış olduğu için, Stallone role yeniden kolaylıkla büründü. Karakterin hayatında beklenmedik bir fırsatla karşı karşıya kaldığı bu evreyi irdelemeye istekli olan aktör, “Karakter benden doğmuş olsa da, daha çok onun gibi olabilmeyi dilerdim” diyor Stallone gülerek ve ekliyor: “O bir sabır abidesi; içinde en ufak bir kötülük yok. Çok rekabetçi olmasına karşın, onur için dövüşüyor.”
Coogler ise şunları söylüyor: “Sly, Rocky’yi herkesten daha iyi tanıyor; ayrıca, boks sporu hakkında, bir boks filmi yapma konusunda benden kat kat çok şey biliyor. Belirli sahneleri yazdıktan sonra kendisini arayıp, ‘Rocky burada ne yapardı?’ diye soruyorduk. Aklıma bir fikir geldiğinde, aradığım ilk kişi o oluyordu. Onun da aklına bir fikir geldiğinde, o da beni arıyordu. Çok cömert bir insan. Müthiş bir işbirliğiydi.”
“Boks, muhtemelen çoğu spor gibi, yüzde 80 oranında kafanızda” diyen Stallone, şöyle devam ediyor: “Soyunma odasından çıkmadan önce kaybetmiş olabilirsiniz. İşte bu yüzen, iyi bir köşe adamı hemen oracıkta psikanaliz yapabilmelidir. Adamının dağılmasını önlemeli. Oldukça sıradışı bir meslek. Yıllar boyunca dövüşçü olarak edinmiş olduğu tüm bilgi ve deneyimi bu çocuğa öğretebilmesi açısından Rocky için çok doğru bir yer olduğunu düşündüm.”
Hem kurgu hem gerçek boks arenasının içinde ve çevresinde çok uzun zamandır bulunan Stallone’un bir boksörü harekete geçirenin ne olduğunu inceleme fırsatı fazlasıyla olmuştu. “İnsan mecbur olmadığı halde neden dövüşür? Bir dövüşçüyü motive eden nedir? Yanıt, kendine bu şekilde meydan okumak isteyen benzersiz bir kişilik. Çok kibar biri olan Rocky için bile, ringe adım attığında açığa çıkan ilkel bir dürtü var. Burada söz konusu olan; kendini rahat alanından dışarı itmek, pek çok insanın yapmayacağı şekilde, kendini uç noktada sınamak” diyor aktör.
Coogler; Rocky ile Adonis’in ilişkisinin yalnızca akıl hocası-öğrenci yönünü değil, umutlu gençler olarak —biri bugünün, diğeri bir zamanların genci— karakterlerin durumlarındaki paralelliği de göstermeyi arzu ettiğini söylüyor: “Birinci filmde, Rocky’yi ilk tanıdığımızda, karşımızda çok yalnız bir genç adam var. Dövüşçü olmaya çalışıyor; Adrian’la ilişki kurmaya çalışıyor; Paulie arkadaşı ama geceleri eve yalnız gidiyor. Ve hayatında ulaşmaya çalıştığı —ve başardığı—onca şeyden sonra, şimdi başladığı yere dönmüş; yapayalnız. Adonis ortaya çıktığında, Rocky onda kendisinin başlangıçtaki halini görüyor; hiçbir şeyinin olmadığı ama önünde her şeyin onu beklediği günlerdeki haline.”
Stallone; Rocky’nin, kendi hayat hikayesindeki iniş çıkışların getirdiği duygulara ek olarak, Apollo’nun oğluyla karşı karşıya geldiğinde şunları yaşadığını söylüyor: “Birden bire, Apollo’yu yeniden kaybetmenin matemiyle ve onun ölümünden sorumlu olma hissiyle yüzleşiyor. Bunun için kendini hiç affedememiş. Şimdi karşısına geçip kendisine bakan bu çocuk eski dostuna öylesine benziyor ki ona Apollo’yu hatırlatıyor. Üstelik Adonis de o tehlikeli arenaya girmeyi hedefliyor ve kendisini oraya Rocky’nin taşımasını istiyor. Rocky ise bunu istemiyor; Apollo’nun çocuğunun da zarar görmesine neden olmak istemiyor. Ama biliyor ki kendi yapmasa, bir başkası yapacak. İşte o durumda Donnie gerçekten zarar görebilir. Belki Rocky elinden gelenin en iyisini yaparsa, onu güvende tutabilir ve yıllarca önce olan şeyi telafi edebilir.”
“Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nda, Rocky ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıyadır, ama geriye bir ailesi kalmadığı için bunlarla uğraşmak istemez. Fakat Adonis’in varlığı onu bu konuyu sorgulamaya ve içinde hiç mücadele gücü kalıp kalmadığını yeniden düşünmeye iter.
Stallone set dışında da Jordan’la hızlı bir şekilde yakın ilişki kurdu. “Michael’ı seviyorum; muhteşem bir oyuncu” diyor deneyimli aktör ve ekliyor: “Çok titiz. Bir sahneyi başarıyla bitirdiğinde bile, 20 dakika sonra gelip, ‘Biliyor musun, içime sinmeyen bir şeyler var; birkaç kayıt daha almamızın bir mahsuru var mı?’ diyebiliyordu. Ve kesinlikle, daha iyi bir şeyler çıkıyordu.”
Jordan buna şöyle yanıt veriyor: “Koca adamdan böyle bir şey duymak çok anlamlı. Doğrusunu isterseniz, kendisiyle gerek oyunculuk gerek kişisel düzeyde hiç tahmin etmediğim ölçüde bir bağ kurdum. Demek istiyorum ki o bir efsane ve bu oldukça korkutucu olabilir. Ama o çok samimi. Ryan, yönetmen olarak, oyuncuların sahneyi yaşayıp kendi yollarını bulmalarını istiyor. Sly ile benim oldukça yoğun bazı sahnelerimiz vardı. Birbirimizi kesinlikle zorladık. Kendisi beni bir başka aktörle karşılıklı oynadığımızda uzun zamandır olmadığım bir duygusal düzeye getirdi.”
Erkeklerin hakim olduğu boks dünyasında geçmesine rağmen, “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu” yalnızca erkekleri konu almıyor. Tıpkı Rocky’nin Adrian’la aşkı bulması gibi, Adonis de buna benzer bir şeyi komşu Bianca’yla buluyor. “Güçlü bir kadın karaktere ihtiyacımız olduğunu biliyorduk çünkü Adrian’ı herkes tanıyor” diyor senarist Covington ve ekliyor: “Rocky’yi düşündüğünüzde, Adrian da ister istemez aklınıza geliyor. Rocky gibi, Adonis de tüm o saldırganlığı için bir dengeleyiciye, onu dünyaya döndürecek birine ihtiyaç duyuyor.”
Canlandıracak aktrisin performans sergilemesini gerektirecek şarkıcı-şarkı yazarı Bianca rolünü oynayacak kişiyi seçmek kolay olmadıysa da, sonunda Tessa Thompson role uygun bulundu. Coogler bunu şöyle açıklıyor: “Sly ve Mike’ın karşısında silinmeyecek, gerçekten müzisyen olan, Bianca’nın yaptığı müziği çalıp söyleyebilecek bir aktrise ihtiyacımız vardı. Tessa, ekibe katılır katılmaz, bestecimiz Ludwig Goransson’la çalışmaya ve filmde kullanmak için ihtiyacımız olan şarkıları yapmaya başladı. Gerçekten mükemmeldi; kesinlikle inanılmazdı.”
Thompson bu konuda şunları söylüyor: “Bu projeyi ilk duyduğumda, tek bildiğim, bunun Ryan Coogler’ın bir sonraki filmi olduğuydu. Diğer çalışmalarına ve kendisine bayıldığım için, daha içinde bana uygun bir rol olup olmadığını bile bilmeden filmde yer almak istedim. Sonrasında senaryoyu okuduğumda, aileyi en umulmadık yerlerde bulma hikayesi bana muhteşem geldi; bence bu, insanların özdeşleşebileceği bir şey. Aslında, benim ‘Rocky’ filmlerinde hep çok özel bulduğum şey, gerçekten boksla ilgili olmamalarıdır; bu filmler sevgi, kendine inanma, dayanıklılık, azim, hayallerinin peşinden gitme gibi temalar üzerine kuruludurlar. Bana göre bunlar, boksu sevsin sevmesin, her insanın anlayabileceği kavramlar.”
Adonis gibi Bianca da hayallerinin peşinden gitmektedirler. “Hem Adonis hem Bianca birbirlerinden gerçekten hoşlanan ama kendi yollarını bulmaya çalışan ve bunun gerektirdiği kararlılığa sahip bireyler” diyen Thompson, şöyle devam ediyor: “Bianca Philadelphialı bir şarkıcı; büyüdüğü kasabanın müthiş bir müzik geçmişi var. Bu yüzden, Bianca’nın sanatsal anlayışını ve nasıl bir sound’u olduğunu çözmek için Ryan’la çalıştım. Yerel müzisyenlerle şehirde biraz zaman geçirdim. Orada müthiş bir arkadaşlık var, çok eğlenceliydi. Ayrıca, Mike’la karşılıklı oynamak da hiç fena değildi.”
Jordan gülerek, şöyle karşılık veriyor: “Tessa muhteşem. Onunla çalışmak bir zevk. Doğrusu, iş gibi gelmedi. Bu her zaman gerçek bir şey yaptığınıza dair iyiye işarettir. Amaçları, değerleri olan çok güçlü, bağımsız bir kadın Bianca. Çok dobra, çok dürüst olmaya alışık, Kuzey Philadelphialı bir kız. Adonis kazırlıksız yakalanıyor ve bu hoşuna gidiyor.”
“Filmde genç bir kız olsa da, Bianca kendinden emin olmayı, dürüstlüğü ve kabullenmişliği temsil ediyor. Bu, Adonis’e çekici geliyor” diyor Coogler ve ekliyor: “Bianca kim olduğunu, ne istediğini ve nereye gittiğini biliyor. Tüm bunlar Adonis’in kendi için başarmaya çalıştığı şeyler.”
Adonis kimlik sorunu yaşıyorsa bile, bunun nedeni evde sevgi eksikliği değildir, en azından son yıllarda. Çocukken ıslah evinden çıkartılıp, ergenlik döneminden yetişkinliğine kadar bir anne gibi gördüğü Mary Anne tarafından büyütülmüştür.
Rashad, “müthiş genç oyuncularla çalışma fırsatı buldum mu kaçırmıyorum. Ryan ve Michael’la çalışmak ilgimi çekti. Ayrıca, bu zeki, sofistike, gerçekçi ve bağışlayıcı kadını oynamak hoşuma gitti. Mary Anne kocasını o kadar sevmiş ki, onun kaçamağını görmezden gelmenin ötesinde onun oğluna da sahip çıkıyor” diyor.
Jordan da buna şöyle karşılık veriyor: “Phylicia son derece zarif ve şık. Ayrıca yer aldığı sahnelerde çok karizmatikti. Aslında bana annemi hatırlattığı için bende belirli duygular uyandırdı ve bu durum kamera önündeki ilişkimize yardımcı oldu.”
Mary Anne, Adonis’in boksa tutkusunu ve bunun ardında yatan nedenleri anlar ama yine de başka bir yol seçmiş olmasını dilemeden edemez. Adonis gitmek istediğini söylediğinde, Mary Anne umutlarının boşa çıktığını anlar. “Her insan bir yolda yürümek, kendi yolunu seçmek için doğar” diyor Rashad ve ekliyor: “Bu yüzden, Mary Anne için soru, ‘Beni yapmayı seçtiği şeyi yapmaktan vazgeçecek kadar seviyor mu?’ değil. Soru, ‘Onu, bu seçimi yapmasına izin verecek ve onun için taşıdığı anlamdan dolayı bu seçimini destekleyecek kadar seviyor muyum?’”
Coogler da, “İlişkilerde, toplumlarda olan ve son derece gerek bir şeydir bu. Phylicia da bir aile içinde bununla başa çıkmanın ne denli karmaşık bir şey olduğunu gerçekten müthiş bir şekilde yansıttı” diyor.
ROCKY: Dayak yiyeceksin. Yere serileceksin, ayağa kalkacak ve doğru malzemeye sahip olup olmadığını göreceksin.
“Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nda, üç boksörle dövüşen Adonis’in onların liginde olmadığı açık. Coogler filmdeki dövüşçüleri oynamaları için üç gerçek boksörle çalıştı: Anthony Bellew, Andre Ward ve Gabriel Rosado.
“Michael ne zaman Adonis olarak ringe adım attıysa, gerçek boksörlerle dövüştü” diyen Coogler, şöyle devam ediyor: “Bunlar muhteşem sporcular ama gerçek hayatta boks yapmak ile kamera için boks yapmak arasında fark var. Normalde boksörler yumruklarını çok ekonomik kullanırlar; kameraya gösteriş yapacak şekilde değil. Bu adamlar çoğu kez öylesine hızlı ve etkili bir şekilde hareket ediyorlar ki kamera bunları yakalayamıyor bile. Dolayısıyla, kendilerine hareketi nasıl göstereceklerinin öğretilmesi gerekiyordu. Bu onlar için bir öğrenme eğrisiydi —ve onlarla ringe çıkmak Mike için çok tehlikeliydi çünkü bu arkadaşlar ona gerçekten yumruk atsaydı, canını hakikaten yakabilirlerdi.”
Yapımcılar gerek oyuncular gerek boksörler için her şeyin güvenli olmasını sağladılar. Hepsi profesyonel kariyere sahip boksörler, filmden hemen sonra boks maçları yapmaya devam ettiler.
Filmde “Güzel” Ricky Conlan’ı canlandıran İngiliz Anthony Bellew Dünya Hafif Ağırsiklet şampiyonluğu unvanını elinde tutmanın yanı sıra, 28’i nakavt olmak üzere 36 kez üst üste maç kazanma rekoruyla tüm sıkletler içinde dünyanın en iyi namağlup boksörü. Bellew kendisi ile canlandırdığı karakter arasında pek çok ortak nokta gözlemlediğini dile getiriyor: “Ricky benim gibi Liverpool’lu. O da benim gibi büyük bir Everton hayranı. Ricky başarıya ulaşmış ama nereden geldiğini asla unutmamış bir adam.”
Aralarındaki büyük fark ise, elbette, filmde Conlan’ın hikayesinin başladığı yer. “İşleri yürütmeye çalışan, bekar bir baba ama başının üzerinde Demokles’in kılıcı sallanıyor” diyen Bellew, şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla, dövüşe odaklanmaya çalışırken, arka planda olup biten birçok şey var. Ryan hapse girecek bir insanın ruh haline girmemde bana yardımcı oldu. Bu çok korkutucu bir şey çünkü çocuklarımı bırakmak, isteyeceğim en son şey. Bu düşünce insanın kalbini parçalıyor. Ryan benim içimden bu duyguyu çıkarmayı başardı.”
Gençliğinden beri boks yapan Bellew, “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nun yapımcısı Kevin King-Templeton’tan filmde rol alması için telefon geldiğinde çok şaşırdığını belirtiyor: “Bir arkadaşım şaka yapıyor sandım. Biri Kevin King taklidi yapıp beni makaraya sarıyor, diye düşündüm. Eşimden internette Kevin King’e bakmasını rica ettim. Oda bana aynı kişi, aynı ses olduğunu söyledi. Yine de emin değildim. Fakat sonra Kevin, Charles Winkler ve diğerleriyle buluştum. Ancak Ryan’la tanıştıktan sonra bu işi yapabileceğime, Ricky karakterini istedikleri şekilde canlandırabileceğime gerçekten inandım.”
Coogler ise şunları söylüyor: “Tony inanılmaz karizmatik. Hiç İngiltere’ye gitmemiştim; Tony’yi internette buldum. Ricky Conlan’ın Adonis için iyi bir rakip, her anlamda onun tam zıttı olmasını istedim: Çok girgin, çok deneyimli, çok gururlu. Ricky Liverpool’lu, yerine yurduna çok bağlı, evde yetişmiş bir çocuk; Adonis ise biraz göçebe, hâlâ gideceği yeri bulmaya çalışıyor. Tony rol için kesinlikle doğru kişiydi.”
Stallone, Bellew’nun kariyeri hakkında fazlasıyla bilgi sahibiydi. “Boksörlük Tony’nin kanında var. Yumruk yediğinde ya da gaza geldiğinde, gözlerinde saldırganlık görüyorsunuz, tehdit görüyorsunuz. Normal bir adamın öfkesi değil bu; vahşi ve hırçın. Kazanmak için buna ihtiyacınız var; bir boksörün kalbinde atan, pek az insanın gerçekten anladığı o vahşi yöne” diyor aktör.
Bellew ise şunları söylüyor: “‘Rocky’ filmleri dövüşçülerin yaşadığı, sadece fiziksel olmayan pek çok şeyi yakalıyor. Sylvester Stallone biz dövüşçülerin sahip olduğu asalet, onur, dürüstlük ve centilmenlik özelliklerimizin gösterilmesine yardımcı oldu. Tabi ki boksta, filmlerde olduğu gibi, yırtıcı bazı insanlar var. Ama pek çoğumuz gerçekten düzgün konuşan, zeki ve esprili kişileriz. Boks, hayatın her alanında olduğu gibi, pek çok farklı karakterde insan barındırıyor. Stallone bu anlamda bizi gerçekten haritaya soktu.”
Adonis’in “Güzel” Ricky Conlan’la maçı Conlan’ın menajerinin dövüşçüsü için bir rakip bulmak üzere Rocky’yi araması sayesinde gerçekleşiyor. İskoçya doğumlu aktör Graham McTavish, girişken ve deneyimli Tommy Holiday rolünü canlandırdı.
“Ricky, Tommy için bir oğul gibi. Boksörün tüm kariyeri boyunca onun yanında olmuş ve ona göz kulak olmak istiyor” diyor McTavish ve ekliyor: “Ricky’yi bekleyen kötü bir durum olduğunu, bu yüzden de gerek ismini gerek çocuklarının geleceğini korumak için büyük bir maç yapması gerektiğini biliyor. Dolayısıyla, çok acımasız bir ruh halinde ama kötü adam olarak tanımlayacağım biri değil.”
McTavish, Bellew’nun menajeri Gary Disley’yle vakit geçirdi. Aktör bu görüşmelerden öğrendiklerini şöyle aktarıyor: “Gary bana menajerin işinin dövüşten önce boksörünü, yaşamak üzere olduğu korkunç mücadeleye hazırlamak olduğunu altını çizerek söyledi. Bir maç sırasında, her roundun ardından, dövüşçünüz üç dakikalık bir şey yaşamıştır ama bazı boksörler için bu süre öyle yoğundur ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Dolayısıyla, boksörünüzü yeniden odaklamalısınız çünkü o sırada boksörün aklından geçen şey neden orada olduğu, neden yüzüne yumruk yediğidir. İşte bu yüzden onu o yoğunluktan çıkarıp yeniden odaklamalısınız. İster kazansın ister kaybetsin, onun iyi olduğundan emin olmalısınız. Bu yüzden, maç dışında da boksörünüze karşı korumacı olmak kolaydır.”
Adonis’in Conlan’la maç yapmadan önce, çok farklı nedenlerden ötürü, tamamen farklı iki rakiple kapışması gerekmektedir. Los Angeles’a doğru yola çıkmadan önce, Danny “Dublör” Wheeler’la —Apollo Creed’in yuvası— Delphi Boks Akademisi’nde maça çıkar. 31 galibiyetlik rekoru ve 18 nakavtla, tüm sıkletler içinde dünya ikincisi olan Wheeler, Delphi’de Tony “Küçük Dük” Burton’la çalışır. Burton’ın babası hem Apollo Creed’i hem de sonrasında Rocky Balboa’yı çalıştırmıştır. Burton’ı Wood Harris, Wheeler’ı ise gerçek bir boksör olan Andre Ward canlandırdı.
“Kelimenin tam anlamıyla ‘Rocky’ filmlerini izleyerek ve müziklerini dinleyerek büyüdüm” diyen Ward, şöyle devam ediyor: “Dövüş sahnelerine bayılıyorum ama hazırlık kısmını, ringe çıkmak için yaşadıklarını izlemeyi de seviyorum. Bir boksör olarak, özdeşleşebiliyorum çünkü o şeyleri hayatımın çoğunda yaptım. Bu filmin bir parçası olmayı istememin en büyük nedenlerinden biri şuydu: Dövüşsever hayranlarımız bizim neler yaşadığımızı, mücadelelerimizi, perde arkasında olup bitenleri görme fırsatı bulamıyorlar. Film gerçekten bunun, yani iyi, kötü ve çirkinin net bir portresini çiziyor. Ve Ryan’ın birçok gerçek boksörü filme dahil etmesi sayesinde, ortaya son derece özgün bir yapım çıktı.”
Adonis, Philadelphia’ya gelişinden kısa bir süre sonra, şehrin en umut vaat eden boksörü Leo “Aslan” Sporino’yla tanıştırıldı. Sporino İtalyan aygırının eski yuvası olan Mighty Mick’te çalışmaktadır. Salonu işleten babası Pete Sporino yeni gelen Adonis’e biraz alaycı olmakla birlikte ona uygun bir lakap takar: “Hollywood.” Leo’nun 12’si nakavt olmak üzere 17 maçlık bir yenilmezlik serisi vardır. 2012 ABD Olimpiyat Ekibi’nde yer alan Sporino dünya hafif ağırsıklet sıralamasında dördüncüdür. Philadelphia doğumlu gerçek boksör Gabriel Rosado, umut vaat eden genç Sporino’yu; aktör Ritchie Coster ise baba Pete Sporino’yu canlandırdı.
“Rocky, Philadelphia için çok önemli” diyen Rosado, şöyle devam ediyor: “O tür bir geçmişe sahip bir dövüşçü olarak, gece gündüz çalışmanın, büyük çıkışı yapmadan önce yaşadığım zorlukların nasıl bir mücadele olduğunu bilirim. Pek çok diğer boksçu gibi, ben de Rocky karakteriyle özdeşleşebiliyorum. Dolayısıyla, bu filmin bir parçası olmak harikaydı. Aslında ikinci profesyonel dövüşümde Stallone’la tanışmıştım. Ama setteki spor salonuna gelip onunla Rocky’yken çalışmak gerçekten heyecan vericiydi.”
Her üç profesyonel boksör de Jordan’ın sete taşıdığı çalışma ahlakı ve doğal spor becerisinden övgüyle söz ediyor. Ward, “Michael ev ödevini yapmış ve role hazırlanmak için zaman harcamış. Birkaç yumrukta beni yakaladı ve bunları gerçekten hissettim. Birlikte çok eğlendik” diyor.
Rosado ise şunu ekliyor: “Michael’la çalışmak fevkaladeydi. Sabahın sekizinde spor salonunda buluşuyor, on ikiye kadar antrenman yapıyor, sonra üçte geri gelip 2-3 saat daha çalışıyorduk. O da bizimki kadar uzun saatler antrenman yaptı.”
Bellew da bu görüşe katılıyor: “Mike dur durak bilmeden çalıştı. Fiziği inanılmaz, müthiş bir sporcu. Boks sporuna gerçekten çok iyi adapte oldu ve bize ayak uydurdu. Kendisiyle müthiş gurur duyabilir.”
Coogler, boksörlerin yanı sıra, filmde Adonis’in antrenmanları için Rocky’nin tuttuğu uzmanları da gerçek profesyonellerden seçti: Ricardo “Minderci” McGill eldivenlerle çalışan Minderci’yi; gerçek boksör Malik Bazille, Minderci’nin oğlu ve Adonis’in boks partneri Amir’i; boks dünyasının efsanevi köşe sağlık görevlisi Jacob “Dikiş” Duran, Philadelphia’nın en iyi köşe sağlık görevlisi “Dikiş”i; spor ekipmanı tedarikçisi Elvis Grant ise kendini canlandırdı.
“Rocky” filmlerinin geleneğine uygun olarak, oyuncu kadrosunu spor medyası dünyasından çeşitli isimlerle tamamladı. Bunlar arasında yorumcular Max Kellerman, Jim Lampley ve Michael Wilbon; gazeteciler Anthony Kornheiser ve Hannah Storm; ayrıca, ringin ortasında mikrofonu tutan ünlü spiker Michael Buffer bulunuyordu.
ROCKY: Çok çalışmalısın. Eğer bunu yapmazsan, yemin ederim seni çalıştırmayı bırakırım.
ADONIS: Attığım her yumruk kendimindi. Kimse bunu nasıl yapmam gerektiğini göstermedi. Hazırım.
Adım adım, yumruk yumruk, round round. Adonis’i çalıştırırken, Rocky’nin mantrası, genç ve hevesli dövüşçünün odağını kaybetmemesi için tekrar tekrar söylediği şey bu. Elbette, Rocky’nin Donnie’yi belli bir tempoya oturtabilmesi için, önce Michael B. Jordan’ın dövüş formuna girmesi gerekiyordu.
“Bu film için forma girmek benim bir yılımı aldı. Orada burada, projeler arasında, yavaş yavaş antrenman yaptım, ta ki tam gaz çalışma fırsatı bulana dek” diyor Jordan. Aktör California-Burbank’teki Powerhouse Gym’de teknik danışman-boks antrenörü Robert Sale’le çalışarak, tıpkı karakterin de filmde yaptığı gibi, boksun temellerini öğrendi.
“Kendinizi formda ve atletik sanıyorsunuz ama o ringe çıktığınızda daha kat edecek ne kadar çok yolunuz olduğunu fark ediyorsunuz” diye itiraf ediyor Jordan.
Coogler ise şunu söylüyor: “Doğru olmasını sağlamamız gereken mutlak şeyin boks olduğunu biliyorduk. Çünkü, eğer doğru olmasaydı, filme, hayranlarına ve bu işi meslek edinmiş sayısız insana haksızlık etmiş olurduk.”
Jordan, Sale’le çalışmaya başladıktan sonra, “Yavaş yavaş ağırlık antrenmanına geçiş yaptık. Bu noktada, daha önce bir başka filmde de birlikte çalıştığım kişisel antrenörüm Corey Calliet’den yardım aldım” diyor.
Calliet, Jordan’ın antrenman programını çizmekle kalmadı, beslenme planını da hazırladı. “Apollo Creed’in vücudu oldukça güzeldi ama ben daha iyi yapıp yapamayacağımızı görmek istedim” diyor Calliet ve ekliyor: “Bir vücudu alıp onu bir heykele dönüştürmek için sabırsızlanırım.”
Jordan ise şunları aktarıyor: “Corey için beslenme birinci plandaydı. Forma giren pek çok insan ne kadar yediklerinin ve ne yediklerinin vücutlarını şekillendirmede ne denli önemli olduğunu fark etmezler. Corey bana şekeri, ekmeği, makarnayı, süt ürünlerini ve peyniri yasakladı. Tüm bunlar pencereden uçup gitti.”
Calliet buna gülerek yanıt veriyor: “Öyle bir nokta geldi ki Mike yemek saatinde arayıp, ‘Ne yiyebilirim?’ diye soruyordu. Bana sormadan bir şey yiyip içmesine izin vermiyordum çünkü onun herhangi bir hata yapması riskine girmek istemedim.”
Herhangi bir sınır olmayan tek şey suydu. “Günde beş litre ya da belki daha çok su içiyordum. Nihayetinde sonuçları görmeye başlıyorsunuz ve bu sizi o çılgın rutine ve katı diyete sadık kalmaya motive ediyor” diyor Jordan.
Coogler’ın talimatlarından biri ip atlamaya odaklanılmasıydı çünkü bu çalışma çeşitli kereler hikaye akışında yer alacaktı. “Ryan, Mike’ın çok iyi ip atlayabilmesini istedi” diyor Calliet ve ekliyor: “Mike doğuştan yetenekli. Bir akşam ona ertesi gün yapabiliyor olmasını istediğim şeyi gösterdim ve o da yaptı. Bu çok ender olan bir şeydir.”
Calliet, Jordan düztaban olduğu için, “Onu ayaklarının üzerinde tutabilmek için pek çok şey yaptık —gezindi, hopladı, zıpladı, temel pliometri hareketleri yaptı. Boksta mükemmel olmak için hızlı olması gerektiğini biliyordum. Bu alıştırmalar hız konusunu halletti” diyor.
Nasıl ki Rocky yıllar boyunca edindiği deneyimleri Adonis’le paylaşmaya çalışıyorsa, Calliet de Jordan’la kendi deneyimlerini paylaştığını aktarıyor: “Beden zihnin izin vermediğini yapmaz; eğer konuşmadan önce düşünebiliyorsan, yumruk atmadan önce de düşünebilirsin. Bu seni güvende tutan şeydir. Kendine yapabileceğini söylersen, yapabilirsin. Mike’ın durmak istediği günler oldu. O günlerde ona baktım ve şunu hatırlattım: ‘Önce zihnin duruyor. Zihnine devam etmesini söyle çünkü bedenin sadece zihninin söylediği şeyi yapacaktır.”
Calliet’nin kendisi de, Philadelphia’ya gelmeden önce, sekiz yıldan uzun süre gündüz bir işte çalışırken bir yandan da boks yaptı. “Boks benim ilk aşkımdı. İşe gitmeden önce 10 kilometre koşar, sonra boks yapıp öyle işe giderdim. Herkes Rocky gibi olmak istiyordu. Benim devam etmek istememi sağlayan şey onun çalışma ahlakı, yaptığı motivasyon konuşmalarıydı. ‘Rocky’ filmlerini her zaman izlerim. Dolayısıyla, böyle bir şeyin parçası olmak ayaklarımı yerden kesti.”
Jordan forma girip çekimler için hazır olmasının ardından, kameraya kaydedilen her şeyin gerçekçi ve doğru olmasını sağlama görevi Coogler’a ve dublör koordinatörü Clayton Barber’a aitti
ADONIS: Tüm hayatım boyunca dövüştüm. Başka seçeneğim yok.
ROCKY: Her zaman bir seçenek söz konusudur. Uğruna dövüşülecek bir şey bul!