Amelia henüz hamileyken kocası bir trafik kazasında ölmüştür. Olayın üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen kocasının kaybını bir türlü atlatamayan Amelia, içine kapanık oğlu Samuel ile münzevi bir hayat sürmektedir. Bir gün evlerinde “Bay Babadook” isimli esrarengiz bir çocuk kitabı bulan anne-oğulun hayatı, gotik çizimler ve ürkütücü tekerlemelerle dolu bu kitabı okumalarıyla birdenbire bir kabusa dönüşür. Duvarlarda gezinen gölgeler ve korkunç sesler yavaş yavaş evi esir alırken, bir çıkış yolu bulmaya çalışan anne oğulun çaresizliği de giderek artacaktır. Ama asıl dehşet daha da derinlerdedir!
Gösterildiği festivallerden övgülerle dönen; “The Conjuring”, “Insidious” ve “Sinister” gibi yeni dalga korku filmlerinin son halkası olan “KARABASAN”, izleyenlerin psikolojisini ele geçiren bir korku başyapıtı olarak nitelendiriliyor.
YÖNETMENİN NOTU
Duyguları, özellikle de acı verici duyguları bastırılan insanların başına gelen şeyler beni her zaman büyülemiştir. Duyguları bastırmak kısa bir süre için, hatta belki yıllar boyunca işe yarayabilir. Ama gerçek, eninde sonunda ortaya çıkacaktır.
Filmin merkezindeki karakter olan Amelia, kocasını korkunç bir şekilde kaybetmiş olmanın acısını yaşıyor. Hayatının aşkı, bir trafik kazasında ölüyor. Bu kaza, Amelia’yı ilk çocuklarının doğumu için hastaneye yetiştirmeye çalıştıkları sırada gerçekleşiyor. Kocasını kaybettiği gün, oğlu Samuel doğuyor. Film ise bu olayın yaklaşık 7 yıl sonrasında başlıyor.
Amelia yaşadığı trajedinin acısıyla yüzleşemediği için, oğlunu bir türlü sevemiyor. Baskılanan bu acı öyle bir enerji açığa çıkarıyor ki, kadını kovalıyor, ele geçiriyor ve 6 yaşındaki kendi oğlunu öldürme isteği yaratıyor. Kadının “anne sevgisi”ni sorguladığı bölüm, hikayede korkunun özünün bulunduğu yer… En eski ve güvenilir sevgi ve koruma sembolü olan “anne”, nasıl olur da korkunç ve ölümcül bir yıkım gücüne dönüşebilir? 6 yaşındaki bir çocuk, buna ne yapıp karşı koyabilir?
Amelia ve Samuel arasındaki bu tutarsız ilişki, filmin var olmasını sağlayan nokta… Korku yönüne rağmen THE BABADOOK aslında bir sevgi hikayesi. Cehennemin ortasından çocuğuna doğru ilerleyen bir anne düşünün. Kabus gibi bir yolculuk; ama tıpkı Amelia gibi seyirci de hikayeye sonuna kadar bağlı kalmanın ödülünü alıyor.
Erken dönem sessiz korku filmleri bana büyük ilham vermiştir. Bu filmler görsel açıdan çok güzeldi ve sizi kendine bağlıyordu. Şiirsel bir yönleri vardı. Görsel açıdan THE BABADOOK’a başlangıç noktamız bu oldu. Bu ilham verici ve cesur dünyalardan ilham alarak, kendimize özgü, modern bir hikaye yarattık. Alman dışavurumculuğu da bizi yoğun biçimde etkiledi. Duyguları tasarım ve kamera çalışmalarıyla tersyüz ettik. Kalitesi artan bu stil, bir psikolojik korku filmi için kusursuz bir görsel dil yarattı.
Hikayenin korkutucu gücünü düşününce, THE BABADOOK’un görsel açıdan seyirciyi kavrayacağına, derinden korku veren bir film olarak değerlendirileceğine kalpten inanıyorum. Korku türünü daha geniş bir seyirci kitlesine taşıyabilecek özelliklere sahip… Aynı zamanda orijinal, cesur ve derinliği olan bir film… Bu yönleriyle, sinema izleyicisinin bugüne dek gördüğü tüm filmlerden farklı bir yönü var.
Yönetmen / Senarist Jennifer Kent ile Bir Röportaj
THE BABADOOK hikayesi, Kent’in karşısına nasıl çıktı?
THE BABADOOK aslında bilinçli bir fikir değildi. Bir anda ampul yandı ve kendi kendime, “Bu fikre ne dersin?” dedim. Zaman geçtikçe proje olgunlaşmaya başladı. Monster adlı kısa filmim, THE BABADOOK için bir sıçrama tahtası işlevi gördü. Hayalini kurmaya başladım ve giderek büyüdü.
Essie Davis’in canlandırdığı Amelia karakteri üzerine…
Amelia hayli karmaşık bir karakter… Onu cesur bir karakter olarak resmetmeye çalıştım. Senaryoyu ilk okuyan dostlarım, Amelia’nın soğuk, duygusuz ve sevimsiz bir kadın olacağı endişelerini dile getirmişlerdi. Yazarken çok önem verdiğim bir karakterdi. Ve bu nedenle, gerçekten uygun bir aktris seçmeye çalıştık. Essie, karaktere sıcaklık katabilecek kapasitedeydi. Bana göre kusursuz bir seçim oldu çünkü Essie’yi yıllardır tanıyorum. Kendisi aynı zamanda arkadaşım… NIDA’da (Avustralya Ulusal Drama Sanatları Enstitüsü) birlikte okuduk. Ve aynı zamanda parlak, cesaretli bir aktris… İşine bağlı, zeki ve kalbini kullanarak oynuyor. Performansı beni bundan daha mutlu edemezdi. Gerçekten yıkıp geçti!
Samuel karakteri ve 6-7 yaşlarında yeni bir oyuncu olan Noah Wiseman’la çalışmak üzerine…
Filmi yazdıktan sonra, 6 yaşında çocuk seçmelerine başladık ve “Tanrım, ne yaptım ben!” diye düşündüm. Çünkü 6 yaşında bir çocuğu başrole koymak gerçekten çılgınca bir şey! Ama hikaye bunu gerektiriyordu. 8-9 yaşlarında çocuklara da baktık. Fakat Samuel, gerçek bir masumiyete ihtiyaç duyuyordu. İzleyicinin sevmesi gereken bir karakterdi. 8-9 yaşlarındaki çocuklarda bir tür “bilgiçlik” yönü ortaya çıkmaya başlıyor. Bu nedenle, 6 yaşında bir oyuncu olmalıydı. Noah’ı hayli çabuk keşfettik. Onda gerçekten özel bir şeyler var” diye düşündüm. Ben de oyuncu olduğum için, ne kadar zorlandığını anlayabiliyorum. Ona sahneleri kendim oynayarak gösterdim. Çok zeki ve duygusal yönden gelişmiş bir çocuk… 6 yaşında bir çocuğa göre çok ileri seviyede. Karakteriyle empati kurdu. Kocaman bir kalbi var. Tüm bu nitelikler, gerçekten muhteşem ve korku verici bir oyunculuk performansı sergilemesini sağladı.
Oyunculuktan senaristlik ve yönetmenliğe geçişi üzerine…
Çocukluğumdan beri bir şeyler yazıyor ve oynuyordum. Belki profesyonel olarak değil… Ama oyuncu olmak istediğimi biliyordum. Sonra NIDA’ya girdim. Mezun olduğumda, artık oyunculuk yapmak istemiyordum (gülüyor)! Oyunculuk sürecini seviyorum ama mizacım o kadar dayanıklı değil. Açıkçası oyunculuktan biraz çabuk sıkıldım. Dolayısıyla bırakmak benim için çok kolay oldu. Ben genelde biraz içe kapanığım. Kendimi sürekli zorlamam kolay bir şey değil. Bu konuda pek rahat olamıyordum. Çocukluğumda hep yazıp yönetmeyi hayal ederdim. Oyunculuğu bırakınca dönüşüm dolaylı olarak bu yöne oldu. Film okuluna gitmek istemiyordum çünkü eğitim sistemlerini sevmiyordum. İşi, yaparken öğrenmeyi tercih ediyordum. Bu nedenle, Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’le temas kurdum ve Dogville projesinde görev aldım. Benim için en iyi film okulu ve en iyi eğitimdi. “Pekala, bunu yapabilirim” deme cesareti kazandım. Geçiş sürecim böyle oldu. O film sonrası senaryolarım üzerinde çalışmaya başladım.
Seyirci bu filmden ne alacak? Filmin hangi yönleri onlara dokunacak?
THE BABADOOK’un ne olduğu konusunda seyircilerin kendi kararlarını vermelerini bekliyorum. Seyirciler bu senaryoyu yazma nedenlerimi keşfettikçe, bunun sadece korkutma amaçlı bir film olmadığını; onları başka yönlere taşıyabileceğini de görecekler. Benim umudum bu yönde…
YÖNETMEN HAKKINDA
JENNIFER KENT, Avustralya Ulusal Drama Sanatları Enstitüsü’nden (NIDA) mezun oldu. Avustralya’da pek çok film ve dizinin yanı sıra tiyatroda da rol aldı. Jennifer Kent o zamandan beri kendi film projelerini yazıyor ve geliştiriyor. Jennifer’ın bol ödüllü kısa filmi Monster, 40’tan fazla uluslararası festivalde gösterildi. Avustralya’da Channel Nine için çekilen ve Twilight Zone tarzı bir gerilim olan Two Twisted’ın yönetmenlerinden biriydi. Psikolojik gerilim THE BABADOOK, Jennifer’ın senarist ve yönetmen olarak ilk uzun metraj filmi olacak.