Dune: Çöl Gezegeni Hakkında Detaylı Bilgiler

21 Ekim 2021

Oscar adayı Denis Villeneuve (“Arrival”, “Blade Runner 2049”), Frank Herbert’ın çığır açan çoksatan romanının, Warner Bros. Pictures ve Legendary Pictures yapımı beyazperde uyarlaması olan “Dune: Çöl Gezegeni” filmini yönetiyor.

Efsanevi ve duygu yüklü bir kahraman yolculuğu olan “Dune: Çöl Gezegeni”, kendi ailesi ve halkının geleceğini garanti altına almak için evrendeki en tehlikeli gezegene seyahat etmek zorunda olan, kavrayışının ötesinde büyük bir kaderin içine doğmuş, parlak ve yetenekli genç Paul Atreides’in hikayesini anlatıyor. Kötücül güçler, gezegenin var olan en değerli kaynağı için -insanlığın en büyük potansiyelini ortaya çıkarabilecek bir maden- çatışmaya tutuşmuşken, yalnızca korkularını yenebilenler hayatta kalacaktır.

Filmin başrollerini Oscar adayı Timothée Chalamet, Rebecca Ferguson, Oscar Isaac, Josh Brolin, Stellan Skarsgård, Dave Bautista, Stephen McKinley Henderson, Zendaya, Chang Chen, David Dastmalchian ve Sharon Duncan-Brewster paylaşıyor. Filmde ayrıca Charlotte Rampling, Jason Momoa ve Javier Bardem rol alıyor.

Warner Bros. Pictures ve Legendary Pictures bir Legendary Pictures yapımı olan Denis Villeneuve filmi “Dune:Çöl Gezegeni”ni sunar.

YAPIM HAKKINDA

 Büyük İnsan Liderlik Peşinde Koşmaz, Ona Bunun İçin Çağrı Yapılır.

blankBinlerce yıl gelecekte geçen “Dune: Çöl Gezegeni”, kaderin galaksiler arası bir güç mücadelesine sürüklediği genç bir adam olan Paul Atreides’in hikayesini anlatıyor. Zor durumdaki sevilen hükümdar Dük Leto ve güçlü savaşçı rahibe Leydi Jessica’nın oğlu Paul nihai sınava tâbi tutulacaktır. Kader ve görünmeyen büyük güçler tarafından acımasızca uzak gezegen Arrakis’in kumlarına çekildiğinde korkusunu yenme sınavıdır bu.

Fremen adı verilen insan uygarlığına ev sahipliği yapan ve bu insanlarca Çöl Gezegeni olarak anılan Arrakis, nesiller boyunca şiddetli çekişmelere sahne olmuştur. Buradaki nadir, çok değerli, zihin genişleten doğal bir kaynak olan Baharat’ın kontrolü için insanlık savaş vermektedir çünkü uzay yolculuğu, bilgi, ticaret ve insan varlığı tamamen bu doğal kaynağa bel bağlamıştır. Ancak Baharat’ı hasat etmek isteyenler, gezegenin misafirperver olmayan sıcaklığından, kasırga gücündeki kum fırtınalarından ve genellikle tanrılara duyulan saygıya denk, haklı korku uyandıran kum solucanlarından kurtulmalıdır.

Oscar adayı sinemacı Denis Villeneuve tarafından beyazperdeye taşınan “Dune: Çöl Gezegeni”, Frank Herbert’ın 1965 yılında yazdığı ve 20. yüzyılın en etkili kitaplarından biri ve tüm zamanların en iyi filmlerinden birçoğuna ilham kaynağı olarak kabul edilen Dune romanından uyarlandı.

“Kitabı gençlik yıllarımda keşfettim ve şiirselliğinden, Dune gezegeninin gerçek başkarakteri olan doğa hakkında söylediklerinden bütünüyle etkilendiğimi hatırlıyorum” diyen Villeneuve, şöyle devam ediyor: “O zamanlar bilim eğitimi alıyordum; ya film yapımcısı ya da biyolog olabileceğimi düşünüyordum. Bu yüzden Frank Herbert’ın kitapta ekolojiye yaklaşma şekli benim için çok taze soluklu, çok zengin, çok şiirsel, çok güçlüydü. Doğaya bakışı, yarattığı tüm o güzel ekosistemler, kesinlikle büyüleyiciydi. Bugün hâlâ geçerli olan sömürgeciliğin neden olduğu etki ve kaosu irdeleyişi 20. yüzyılın bir portresiydi. Ve tüm bunların arasında, bizzat kendimin de yaptığı gibi, kimliğiyle mücadele eden, dünyada yolunu bulmaya çalışan genç bir adam vardı. Paul’un kimliğini başka bir kültür aracılığıyla keşfetme şekli benim için inanılmazdı.”

Villeneuve’ün beyazperde uyarlaması, izleyiciyi Paul’un aile rekabetlerinin, kabile çatışmalarının, sosyal baskının ve acımasız, çetin bir gezegendeki ekolojik felaket eşliğinde rüştünü ispatlayışının son derece dokunaklı hikayesine odaklıyor. Böylece ortaya hem destansı hem samimi fantastik bir sinema deneyimi çıkıyor.

Bu kadar büyük ölçekli bir hikayedeki saklı gizemlerin zenginliğini ve Herbert’ın karakterlerinin onları bu kadar özdeşleşilebilir kılan zaaflarını ve güçlü yanlarını yakalamak muazzam bir meydan okuma olacaktı. Bu nedenle, senaryonun yapılandırılması söz konusu olduğunda, herkes kitabın hakkını vermenin birden fazla film gerektirdiği konusunda hemfikirdi. Boyter, “Hikaye çok büyük” diyor ve ekliyor: “Hâliyle, yapmayı düşündüğümüz ilk şey kitabı bölmekti. Bu onu bir senaryo formatına nasıl oturtacağımızı çözmemizi çok daha kolay hâle getirdi.”

Yapımcılar filmin ardındaki itici güç olmaya uygun tek bir hâkim tema olduğuna beraberce karar verdiler.

blank

Herbert’in kendisi de dünyayı dolaşmıştı ve çevresinde olup bitenlerden büyük ölçüde yararlanan bir tarih öğrencisiydi. Sinemada karmaşık hikayelerin anlatımında usta olan Villeneuve, “Dune: Çöl Gezegeni”ne de hemen hemen aynı şekilde yaklaştı; amacı, tıpkı genç bir okuyucu olarak romanın kendisi için yaptığı gibi, kendi izleyicilerini daha önce hiç gitmedikleri yerlere götürmekti.

Homeros tarzı romanın zamandan bağımsız oluşu ve yazarının geleceği tahmin etme konusundaki esrarengiz yeteneği tartışılmaz. Dune evrenindeki çeşitli gruplar içinde, insan bilgisayarlar gibi olan Mentatlar; uzay yolculuğunu belirlemek için yıldızların hizasını tahmin edebilen Navigatörler ve insanlığın daha dindar yönünü temsil eden, evrendeki dengeyi korumaya yardımcı olan kararları vermenin yanı sıra olayları etkileyebilen kadınlar grubu olan Bene Gesserit bulunmaktadır. Bunların yanı sıra bir de hem Dune evrenindeki en güçlü ve değerli tek unsur olan, hem insanların geleceği görmelerini sağlayan, hem de Arrakis’in kendisini böylesine değerli kılan, büyülü ve bağımlılık yapan Baharat elementinin kontrolü için mücadele eden Büyük Atreides ve Harkonnen Haneleri vardır. Son olarak da Arrakis’in topraklarına saygı duyan yerli kabilesi Fremenler de Dune evreninin bir parçasıdır. İkinci sınıf vatandaş statüsüne düşürülmüş olsalar da, Atreides Hanesi’nin soylu oğlu Paul, ruhsal olarak bir şekilde Fremen kabilesinden Chani’ye çekim duyar.

Çok sayıda olan roller için oyuncu seçimine gelince; Villeneuve ve yapımcılar, rağbet gören rolleri doldurmak için müthiş bir oyuncu listesi oluşturdular. Kahramanımız Paul Atreides’i canlandıran Timothée Chalamet başta olmak üzere, Rebecca Ferguson, Oscar Isaac, Josh Brolin, Zendaya, Jason Momoa, Javier Bardem ve çok daha fazlası oyuncu kadrosuna dahil oldu. Villeneuve gülümseyerek aktarıyor: “Ne mutlu bana ki ilk seçeneklerimin çoğu müsaitti ve benimle bu yolculuğa çıkmaya istekliydiler”.

Villeneuve, görüntü yönetmeni Greig Fraser ve yapım tasarımcısı Patrice Vermette’in de aralarında bulunduğu yaratıcı ekip, Macaristan, Ürdün, Abu Dabi ve Norveç’te gerçek mekanlarda çekimler yaparken kendi uzak gezegenlerini yarattılar. Kostüm tasarımcıları Jacqueline West ve Robert Morgan, yönetmenin kitabı her okuyuşunda hayal ettiği her bir karakter için görünümü tasarladı. Paul Lambert, Gerd Nefzer ve ekipleri sırasıyla görsel ve özel efektleri ele aldı; Tom Struthers aksiyon dolu senaryonun çok sayıdaki dublörünü organize etti; Joe Walker ise filmin kurgusunu yaptı. Dune’un uzun zamandır aynı derecede tutkulu bir hayranı olan besteci Hans Zimmer bile, kendi kalbine dalıp müziğin hayalini kurmak için çölün derinliklerine geri döndü.

Nihayet karmaşık mitolojisi ile bir mihenk taşı niteliğindeki eseri hayata geçirme hayalini gerçekleştirmeyi başaran Villeneuve, “Dune benim için psikolojik bir gerilim, macera, savaş ve reşit olma filmi. Hatta bu bir aşk hikayesi” diyor ve ekliyor: “Kitabın bunca yıldır yatağımın yanındaki rafta durmasının bir nedeni var.”

“Arrakis’te bir kızla ilgili rüyalar görüyorum…
Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum”. –Paul

Oyuncular ve Karakterler

Uzak gelecekte, yıldızlararası feodal imparatorlukların bulunduğu uçsuz bucaksız evrende, tüm gezegenler soylu (ve soysuz) haneler tarafından kontrol edilmektedir. Uzak gelecekte geçse de “Dune: Çöl Gezegeni”, insan ilişkileri ve mücadeleleri üzerine kurulu. Gerçek insanları, ekoloji, evrim ve hayatta kalma gibi karmaşık temaları ve insanların sevgi, sadakat, görev, ihanet, güç gibi konularda karşı karşıya kaldığı günlük mücadeleleri konu alıyor… Yani bizi. “Dune: Çöl Gezegeni” bugün içinde yaşadığımız topluma bir ayna tutuyor.

ATREIDES HANESİ

Sadakat ve Merhamet

Paul Atreides’in kaderi korkunun ötesinde onu beklemektedir. Büyük bir adamın oğlu ve asil Atreides Hanesi’nin kraliyet varisi olarak Paul, tüm hayatını aile adının getirdiği ağır yüke hazırlanmak, dövüş becerilerini ve zekasını geliştirmek için ustalar ve akıl hocalarından eğitim almakla geçirmiştir. Şimdi erkekliğin eşiğinde, tam da yeni bir hayat için Caladan’daki çocukluk evinden ayrılması çağrısı gelmişken, Paul’a gizemli bir genç kadının ve kaçınılmaz bir geleceğin vizyonları musallat olur. Paul, Bilinen Evrendeki en tehlikeli gezegen olan Arrakis’e ulaştığında, gerçek yazgısını gerçekleştirmek için en derin korkularıyla yüzleşecektir.

blank

Paul’u bu nihai kahraman yolculuğuna, rolün kendisine verilmesinden büyük mutluluk ve heyecan duyan aktör Timothée Chalamet çıkarıyor. Chalamet, Paul’u bir kurtarıcı ya da Mesih olarak değil de, kaderinde kim ya da ne olması gerektiğini daha hâlâ öğrenmekte olduğu bir sırada, güç kendisine dayatılan isteksiz bir kahraman olarak görüyor. Etrafı yetişkinlerle çevrili olan Paul, aralarındaki tek çocuktur.

Chalamet, filmin bir parçası olmanın muazzam artılarından birinin birlikte çalışma olanağı bulduğu “mükemmel aktör ve aktrisler” olduğunu, yine de kendisi için en büyük çekim kaynağının yönetmen olduğunu belirtiyor. Chalamet, “Bu kadar büyük ama gerçekten bağımsız bir duyarlılıkla gerçekleştirilen, hem de Denis’in yönettiği böyle bir yapımda çalışacak kadar şanslı nasıl oldum bilmiyorum. O bir sanatçı. Bir dahi. Bu tür filmlerin nasıl farklı şekilde çekileceğine dair teknik bir anlayışı var ve bunu Blade Runner 2049’da ve ayrıca Arrival’da gördük. Bir şekilde bu tür malzemelerle kalben bir bağlantısı var”.

Villeneuve şunları söylüyor: “Timothée Chalamet’yi seçme süreci çok basitti. Süreç yoktu. Sadece Timothée vardı. B planım yoktu. Yani Dune: Çöle Gezegeni’ni Timothée Chalamet ile yapıyordum, o kadar. Timothée muazzam, inanılmaz, müthiş bir aktör. Omuzlarınızda böyle bir film olması için çok güçlü bir oyuncuya ihtiyacınız olur ve Timothée’nin rolü ona teklif etmemi sağlayan birkaç özelliği var. Her şeyden önce Timothée çok düşünceli ve bu onun gözlerine yansıyor. Bu hissettiğin bir şey. Paul entelektüel biri ve film boyunca onun şüpheleri olan, etrafındaki dünyayı yeniden tasavvur edecek, farklı bir gerçekliği kucaklayacak ve yeni bir gerçekliğe uyum sağlayacak biri olduğunu hissetmemiz önemlidir. Bu çok fazla zeka, adaptasyon kapasitesi gerektirir ve bu Paul Atreides’te görmek istediğim bir şey”.

Yönetmen şöyle devam ediyor: “Paul’un son derece karizmatik de olması gerekiyor. Gelecekte bir orduyu yönetebilecek dini bir lider olabileceğine inanmalıyız. Bu yüzden öyle bir karizmaya ihtiyacım vardı ve Timothée’de o çılgın rock yıldızı niteliği mevcut. Ve ayrıca çok genç görünüyor. Paul yaşlı bir ruh, ancak kitapta 15-16 yaşında. Timothée filmi çektiğimizde 22-23 yaşındaydı, yani biraz daha yaşlı ama kamerada genç görünüyor. Bu, Paul Atreides için mükemmel bir kombinasyondu”.

Paul’un çok sayıda kişinin lideri olan babası Dük Leto, halkına olan görevi ve ailesine olan sevgisi tarafından yönlendirilmektedir. Atreides Hanesi’nin başı olarak, kötülüğe karşı merhameti, güce karşı ilkeli oluşu ve korkuya karşı cesareti ile nam salmış biridir. Nesli tükenmekte olan Arrakis gezegenine barış getirmesi istendiğinde, tek oğlunu önündeki tehlikelere hazırlamak durumundadır.

blank

Oscar Isaac, halkını toplu göçle yeni bir dünyaya götürmek ve, Atreides adının tarihin sayfalarından kalıcı olarak silinmesi tehdidini oluşturan kötücül güçler toplanırken, Paul’u korumak zorunda olan Duke Leto’yu canlandırıyor.

Isaac romanın ve temalarının derinliğine her zaman hayranlık duymuş biri olduğunu belirtiyor: “Kitap Dünya gezegeni, medeniyet hikayesi, kabileler ve kültürler arasındaki etkileşim hakkında bir alegori. Frank Herbert’ın hayal gücüne, böylesine karanlık ve ürkütücü, böylesine rüya gibi oluşuna ve böylesine kehanetler içerişine gerçekten hayran kaldım. Piyasada var olan hiçbir şeye benzemiyor.”

Villeneuve’ün yeni sinema uyarlamasının geliştirilme aşamasında olduğunu duyduğunda, kendisiyle temasa geçtiğini belirten Isaac, gülerek şunları aktarıyor: “Sadece şansımı deneyeyim dedim. Yıllar sonra bana filminin bir parçası olmamı istediğini söylediğinde inanılmaz heyecanlandım. Kimse Denis’in yaptığı gibi film yapmıyor. Onunkiler devasa ölçekli, muazzam, derin, sanatsal, güzel, şiirsel filmler. Denis için bu filmin en önemli yönü sinematik vizyonu: O artık bir edebiyat eseri değil, romanın ruhunu mükemmel bir şekilde damıtan bir rüya manzarası. Film, özel bir amacı olan bir çocuk hakkındaki anlatıma ağırlık veren, Shakespeare’vari bir operayı andırıyor. Saf sinema budur”.

Isaac, canlandırdığı karakterin trajik yapısını cazip bulduğunu da sözlerine ekliyor: “Kaderine doğru yürüyebilmesinde inanılmaz bir şey var. Bunda bana çok insani gelen bir şey mevcut. Bununla nasıl yüzleşirsin? Onunla ilk tanıştığımızda bir tedirginliği var ama iyimser hissediyor ve oğluna güç aşılamak istiyor. Bu da benim için ilgi çekiciydi. Çocuklarınıza ne bırakmak istersiniz, onlara öğretmek istediğiniz dersler neler, onlara ne tür bir etik vermek istiyorsunuz, özellikle de en kolay seçenek ilkelerine aykırı bir şeyler yapmak olduğunda”.

Isaac için Villeneuve, birlikte çalıştığı en iyi sinemacılardan biri oldu. Isaac, “Karakteri nasıl yaratacağımı düşünürken hep romana geri dönüyordum” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “Denis, karakteri daha fazla keşfetmeye her zaman inanılmaz derecede açıktı. Leto’nun sadece orta mesafeli bir vizyona sahip, derin şeyler söyleyen biri olmakla sınırlı kalmasını istemedik. O, oğluyla çok sevgi dolu bir ilişkisi olan gerçek bir baba. O, gerçek bir insan; Bene Gesserit değil, Mentat değil, süper güçleri yok. Çok gerçek şeylerle uğraşıyor. Bunu hakikaten yansıtmamız kendi açımızdan çok önemliydi; aynı zamanda, Leto’nun Paul’u bir lider olmanın karmaşıklığına, meşakkatine ve zorluklarına hazırlayışını izlerken izleyicinin onunla özdeşlemesi açısından da önemliydi bu. Leto, lideri lider yapan şeyin güç değil, halk olduğunu biliyor. Halk yoksa gücünüz de yoktur. Leto, Paul’a empati aşılamaya çalışıyor; onu bir erkeğe dönüştürmeye çalışıyor”.

Isaac sadece romandan değil, gerçek hayattan ve sinemadan da ilham aldığını dile getiriyor: “İlham verici bulduğum liderlerin konuşma biçimlerine baktım ve birçok Toshiro Mifune filmi izledim. Onda bir şey var… o çok güçlü ve kudretli bir şahsiyet”.

Isaac, rol arkadaşlarıyla birlikte çalışmanın da ilham verici olduğunu ifade ediyor: “Timothée Chalamet çok zeki bir oyuncu ve işine kendini tamamen adıyor, yine de eğlenceli ve rahat bir yanı da var. Kibirli olmaktan uzak. Çok etkilendim ve ona karşı büyük bir sevgi beslemeye başladım. Rebecca Ferguson klasik tarzda bir aktris ki bunu kelimenin en iyi anlamıyla söylüyorum. Audrey Hepburn gibi son derece karizmatik ve çekici. Sahnede olup bitenin duygusuyla müthiş bir bağlantı kuruyor, ortak sahnelerimiz inanılmaz derecede yüklüydü ve ben aramızda büyük bağlantı hissettim”.

Chalamet de benzer şekilde hissettiğini ve filmdeki ebeveynlerini fazlasıyla takdir ettiğini vurguluyor: “Oscar ve Rebecca ile çalışmayı çok sevdim, inanılmaz bir deneyimdi ve bir rüya gerçek oldu. Oscar son derece hayranlık duyduğum bir aktör ve yapamayacağı hiçbir şey olmadığını düşünüyorum. Rebecca sert ve güçlü, filme bir yoğunluk katıyor ve çok çetin ceviz biri”.

blank

Rebecca Ferguson, Atreides Hanesi’nin liderliğinin yükünü ve oğulları Paul ile kopmaz bağı sevgilisi Dük Leto’yla paylaşan Leydi Jessica’yı canlandırıyor. Bene Gesserit olarak bilinen gizemli kadın tarikatının bir üyesi olarak Ses adı verilen bir güçle sözlerini silah hâline getirebilen, ailesini tehdit etmeye cüret edenlerin iradesini bükebilen bir beden ve zihin ustasıdır. Paul’un yazgısını yerine getirmek için ne olması gerektiği bilgisinin yükü altında, onu insanlığı daha iyi bir geleceğe yönlendirmeye hazırlamalıdır.

Ferguson’ı kendine çeken, böylesine karmaşık ve ilham verici bir filmde Villeneuve ile çalışma vaadiydi. “Çekimler başlamadan önce kitabı okuyacak vaktim olmadı” diye itiraf ediyor aktris ve şöyle devam ediyor: “Ama senaryoyu okuduktan sonra romanı da okudum. Denis’in kitabın ruhunu ekrana ne kadar iyi aktardığını fark ettim. Senaryo o kadar geniş bir alana sahip ki, daha önce okuduğum her şeyden daha büyüktü. Politika, felsefe, karakterler ve duygular içeriyor. Olan şeylerin arkasındaki nedenleri, tepkileri ve sonuçları irdeliyor”.

Rol arkadaşı Isaac gibi Ferguson da karakterini Villeneuve ile derinlemesine tartıştı. “Denis, Jessica’nın güçlü, kraliçe gibi bir cariye olduğunu, fakat savunmasız, saklı gizemleri olduğunu açıkladı. Bu onu böylesine büyük bir filmde bile özdeşleşilebilir kılıyor. Jessica, muazzam bir kudret ve güç taşıyan bir grup kadın olan Bene Gesserit üyesi. Onlar muhafızlar; savaşçılar insanları okuyabiliyorlar; seslerinde insanları tamamen kontrol altına alan bir güce sahipler. Politik nedenlerden ötürü Jessica’ya bir kız çocuğu doğurması söyleniyor ama o kendi nedenlerinden ötürü bir oğul doğuruyor; bu da İmparatorlukta kaos yaratıyor. Onunla tanıştığımızda, bu seçimlerinin sonuçlarıyla uğraşıyor ve sorumluluğunun nereye karşı olduğunu çözmeye çalışıyor; hangisinin önce geldiği sorusuyla boğuşuyor: İmparatorluk mu yoksa oğlu mu?”

Ferguson ve Villeneuve; Jessica, Paul ve Leto arasındaki aile dinamiği hakkında birçok tartışma yaptılar. Aktris, “Anne ve oğul arasında, Jessica’nın Paul’un olabileceğine inandığı kişi olması için onu eğittiği güzel anlar var” diyor ve ekliyor: “Filmin bazı anlarında Jessica savunmasız hâle geliyor ve Paul’un öne çıkıp annesinin ona olmayı öğrettiği şeye dönüşmesi gerekiyor”.

Hikayenin diğer geniş ve derin temalarına da değinen Ferguson, “Para, güçlenme, uyuşturucu ve mafya… Kim Arrakis valisi olursa dünyaya o hükmediyor. Ve gezegen zalim Harkonnen tarafından yönetilegelmiş. Kitaptakiler yazıldığı dönemde ne kadar geçerliyse, bugün de aynı ölçüde geçerli”.

Aktris, sayfalarda bulduklarına ve nihayetinde beyazperdeye yansıtılanlara ek olarak, böyle yetenekli bir ekiple çalışmanın heyecan verici olduğunu da söylüyor: “Oyuncu kadrosu inanılmazdı; hepsine hayran kaldım. Ve Denis tam bir usta. Çok açık ve cömert; ayrıca çok özel bir set yarattı. Sette tam bir eşitlik vardı ve burada en inanılmaz işbirliği hissini yarattı”.

Atreides ailesinin içinde yaşayan şair ruhlu cüretkar savaşçı Gurney Halleck, Paul’a doğduğundan beri göz kulak olmaktadır. Bunu asla yüksek sesle söylemese de, Gurney, Paul’u kendi oğluymuş gibi sever. Dük’ün Savaş Ustası olarak savaşta pişmiştir ve bir zamanlar Harkonnenler yüzünden kaybettiği ailesi kadar sevdiği Atreides Hanesi’ni korumak için gereken her şeyi yapacaktır.

Josh Brolin‘in canlandırdığı, Leto’nun bu güvenilir danışmanı, küstah ve kıvrak zekalıdır. Ayrıca kılıçta bir sanatkar olduğu kadar, az bilinen telli bir çalgı olan favori enstrümanı “baliset”i kullanmakta da aynı ölçüde yeteneklidir. Atreides, Arrakis’in tehlikeli dünyasına yeniden taşındığında Gurney, Dük’ü ve ailesini korumak için ne gerekiyorsa yapacaktır. Paul’un savaşa hazır olduğundan emin olmak genç adamın dövüş eğitimiyle bizzat ilgilenmektedir.

blank

Brolin, “Sicario”yu yaparken Villeneuve ile güçlü bir dostluk kurduğu için, “Dune: Çöl Gezegeni”nin kadrosuna katılmanın kendisi için kolay bir seçim olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Bu yönetmenle her şeyi yaparım dediğiniz birkaç yönetmen var. Denis ne istediğini gerçekten biliyor. Birinin sizinle ilgilenmesi ve sırf senaryoda olduğu için bir şeyi filme illa koymayacağını bilmekte bir güvenlik hissi var. Denis’in çoğu yönetmenden daha iyi yaptığı şey, kapsamı anlaması. Kontrolümüzden çıkıp kendi başına bir şey olmayacak. Romanı biraz okumuştum ve Denis onu ‘bilimkurgu-ortaçağ ile buluşuyor’ şeklinde tanımladığında, bunun son derece doğru olduğunu düşündüm; hikayede çok ilkel bir şey var ama yine de bilimkurgu”.

Gurney karakteri bir Savaş Ustası olsa da, onu esasen bir eğitmen, bir rehber olarak gören Brolin şunları dile getiriyor: “O, Paul’un öğretmeni ve Atreides ailesinin koruyucusu. Mizacı gereği kolay güvenmeyen biri. İyi bir korumanın olması gerektiği gibi daima ortada görünmeyen şeyleri arıyor. Gurney’yle ilk tanıştığımızda katı ama eğlenceli, doğal, Paul’a hem babacan hem anaç davranan biri. Paul’un yetiştirilmesine yardım etmiş; bu yüzden de fazlasıyla onu koruma dürtüsüyle hareket ediyor. Gurney, Paul’u çok zorluyor çünkü her durumda kendisini koruyabilmesini istiyor ama aynı zamanda oyuncu bir yanı da var. O, şiirini okuyan, yazan ve okuyan şair bir savaşçı”.

Brolin, rol arkadaşlarına hayran olduğunu da sözlerine ekliyor: “Oscar Isaac resmen ayaklarımı yerden kesti. İnanılmaz bir inancı ve müthiş bir odaklanma yeteneği var, kendisine büyük saygı duyuyorum. Timothée çılgın bir yetenek. Çok açık ve onun da odaklanma yeteneği müthiş. Birlikte eğlendik, onun çocukluğuna akıl hocası olmaktan keyif aldım. Ve Jason Momoa’nın öyle coşkun bir gençlik enerjisi var ki bunun etrafında olmak çok güzel”.

Jason Momoa, Paul’a “Rüyalar güzel hikayeler yaratır ama önemli her şey biz uyanıkken olur” diyen efsanevi Kılıç Ustası ve virtüöz savaşçı Duncan Idaho rolünü canlandırdı.

Bu eylem adamı Atreides Hanesi’nin en ölümcül silahı olabilir. Korkusuz bir pilot ve gizli keşif uzmanı olan Duncan Idaho, Dük Leto’nun gözü ve kulağı olarak hizmet etmektedir. Sadık ve ölümcül bir adam olan Duncan’ın rehberlik ilkesi, kraliyet ailesi için kendi aileleriymiş gibi savaşmak ve onları, özellikle de Paul’u hayatı pahasına savunmaktır.

Momoa rolü kabul etmekte hiç tereddüt etmediğini belirtiyor: “Denis Villeneuve beni aradığında şoke oldum çünkü kendisi gelmiş geçmiş tüm yönetmenler içinde benim en sevdiğim beş taneden biri! Onu da seviyorum, tüm filmlerini de seviyorum; o benim için bir ilah. Kendisi bu kitabı 14 yaşından beri seviyormuş ve bu onun rüya filmlerinden biriymiş. Dolayısıyla çok net bir vizyonu vardı ve ne istediğini tam olarak biliyordu. Onu mutlu etmek için çok uğraştım, gerçekten bu dünyanın bir parçası olmak istedim”.

Momoa, Duncan Idaho rolünü oynamaktan onur duyduğunu da sözlerine ekliyor. “Duncan’da biraz gizemli bir yan var ama o çok sadık ve onurlu bir adam. Denis’in bu karakter için istediği portre, güçlü ve tüm askerleri tarafından saygı duyulan, ayrıca asli görevi olarak Paul ve Jessica’yı koruyan ve kollayan baş şövalye olarak ikna edici biriydi. Ben dublörlük geçmişinden geliyorum ve Denis’e herhangi bir rolü üstlenip oldukça başarılı olacağıma dair güvence verdim!” diyor Momoa gülerek ve şöyle devam ediyor: “Gerçekten harika olan şey, Duncan’ın bir kaşif olmasıydı. Hayalet gemiden atlayıp uzayda dalışa geçtiği ve Arrakis gezegenine indiği o sahneyi çekmek olağanüstüydü”.

Filmde yer almak, Momoa’ya rol arkadaşı olarak en sevdiği bazı oyuncuların müthiş yeteneklerini birinci elden deneyimleme fırsatı verdi. “Filmdeki en sevdiğim anlardan biri, hepimizin -ben, Oscar, Timothée, Stephen [McKinley Henderson]- Duke Leto’nun ofisinde sıraya girdiğimiz ve Javier’in [Bardem] Stilgar olarak içeri girdiği andı” diyor aktör ve ekliyor: “Mick Jagger gibi kasıla kasıla yürüdü, muazzam bir güçle ve müthiş havalı bir şekilde hepimize baktı. Bu adamın oyunculuğunu izlemek çok güzeldi, hayran kaldım.”

Duncan Idaho çok belirgin bir fiziksel güce sahipken, Atreides Hanesi’nin güvenilir doktoru, aynı zamanda Dük’ün en yakın çevresinin bir parçası olan Dr. Yueh ise sessiz ama aynı ölçüde etkili bir güce sahiptir. Uzun süredir Dük’ün ailesinin sağlığını kendi sağlığına gösterdiği özenle gözeten Dr. Yueh, yaralanmaları tespit etmek, hastalıkları hissetmek için karmaşık basınç noktası manipülasyonu kullanır; ve hatta sadece onlara dokunarak hastalarının psikolojik durumunu sezebilir.

Dr. Yueh’yi aktör Chang Chen canlandırdı. Bu onun ilk İngilizce filmiydi. Çok katmanlı böylesi bir karakteri oynama fırsatına değer verdiğini belirten Chen, Yueh hakkında şunları söylüyor: “Hayatında çok fazla umutsuzluk yaşamış ve sonuç olarak bir oyuncu için karmaşık ve yürek parçalayıcı bir karakter oluşmuş. Denis bu adamı yorumlamam için bana emanet etti ve bu harika bir yolculuktu”.

Kraliyet Evi’ndeki bir diğer kilit isim, psikolojik savaş ustası ve güvenlik şefi Thufir Hawat’tır. O bir Mentat’tır. Yani beyin olarak bir süper bilgisayarın sonsuz işlem gücüne sahip, yüksek eğitimli bir strateji uzmanıdır. Hawat, tüm olası sonuçları görebilen, planların içindeki planları çözebilen ve Paul’u görünen görünmeyen tüm tehditlerden koruyabilen bir varlık olmanın yanında, neden-sonuç konusunda bir büyük ustadır.

Karakteri canlandıran Stephen McKinley Henderson şöyle diyor: “Denis beni arayıp neler olup bittiğini aktardığında, ‘Bu harika!’ diye düşündüm” diyor. “Sonra karakterin bir Mentat olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini fark ettim. Beyin merkezli bir karakterdi, dolayısıyla merak ettim: ‘Peki, neden bunu oynamamı istiyorlar? Ben tutkulu biriyim!” diye gülümseyen aktör, şöyle devam ediyor: “Fakat sonra anladım ki Hawat felsefe ve içgüdüler anlamında entelektüel biri olmasına rağmen, o kadar uzun zamandır Atreides ailesiyle birlikte yaşamış ve çalışmıştı ki onlar için gerçek bir sevgi besliyordu; özellikle de büyükbabasını da tanıdığı Paul için. Sonuç olarak, çok insanlaşmış bir Mentat’tı”.

Oyuncu, en sevdiği suç gizemi yazarlarından biri aracılığıyla karaktere uzanan başka bir yol buldu. “Arthur Conan Doyle’un bir hayranı olarak, fotografik hafızası ve noktaları esrarengiz bir şekilde birleştirme yeteneği anlamında da Mentat ile ilişki kurabildim. Bu bana Sherlock Holmes’u ve onun çıkarım gücünü düşündürerek büyük bir temel sağladı”.

Henderson hikayeyle de güçlü bir bağlantı hissetti. “Maneviyat, kaderin doğası, bizim, yani diğer karakterlerin sadece bu hikayedeki ana karaktere hizmet etmediğimiz, sadece Paul için orada olmadığımız fikri beni etkiledi. Hepimizin genel deneyime yapacak benzersiz bir katkısı vardı çünkü hikaye nihayetinde kendi dünyamız için bir metafor”.

BENE GESSERIT

Kehanet ve Kontrol

Gizemli Bene Gesserit Tarikatı’ndan Saygıdeğer Rahibe Gaius Helen Mohiam insanlığın neler yapabileceğini çok açık bir şekilde gören bilge bir Doğruyu Söyleyen’dir. Kendisi yargılayıcı sert bakışlarını Paul Atreides’e yöneltmiştir. İnsanlık tarihini tarikatın gizli yerinden manipüle etmek için kehanet ve batıl inançları kullanan Bene Gesserit, nesillere yayılan uzun bir oyun oynamakta ve insanlığın ışığa giden seyrini düzeltmektedir.

blank

Bene Gesserit’in tüm üyeleri gibi Leydi Jessica’ya da sesi ve zihni aracılığıyla güce sahip olması öğretilmiştir ve o da bunu oğluna öğrendiği diğer şeylerin yanı sıra aktarmıştır.

Filmin başlarında emektar aktris Charlotte Rampling’in canlandırdığı Saygıdeğer Rahibe’yi Paul’u test etmek ve hayatının bir sonraki aşamasına atılmaya hazırlanan genç adamın potansiyelini belirlemek üzere Atreides Hanesi’ne geldiğinde tanıyoruz.

Villeneuve, oyuncu seçimi konusunda açıkça şöyle diyor: “Charlotte Rampling hakkında söylenecek bir şey yok, o sinemanın ikonu, zamanımızın en büyük aktrislerinden biri. Saygıdeğer Rahibe için ilk tercihimdi. O çok karizmatik, perdede eşsiz bir varlığı var ve Başrahibe’nin tüm ağırlığını, karanlığını, sertliğini ve gücünü role yansıttı. Kimseye söylemeyin ama Bene Gesserit ve Fremen benim favori karakterlerim, bu yüzden onlara bu ateş gücünü vermek istedim ve Charlotte hepsini zarafetle yaptı”.

Dikkat çekici bir şekilde, uzun zamandır Herbert’ın eserinin hayranı olan Rampling, bir keresinde BBC’ye bunun onun “çöl adası seçimi”nde favorisi olduğunu söylemişti.

HARKONNEN HANESİ

Güç ve Gaddarlık

Acımasız Harkonnen Hanesi, nesillerdir Arrakis’e hükmetmiş Baharat’ın hasadını ve dağıtımını kontrol ederek güçlü bir aile hâline gelmiştir. Atreides Hanesi ile aralarında şiddetli bir husumet bulunmaktadır. Harkonnen Hanesi’nin heybetli figürü Baron Vladimir Harkonnen, korku, acı ve manipülasyon yoluyla hükmeden, yerçekimine meydan okuyan, karanlık, sadist, canavar ruhlu biridir. Havada bir hayalet gibi süzülen, saplantılı kötülüğün, açgözlülüğün ve zorbalığın vücut bulmuş hâli olan Baron, zulme olan bağımlılığını beslemeye ve Bilinen Evren’in üzerine bir gölge düşürmeye kararlı, kötü niyetli bir güçtür. Hüküm sürmek için korkudan yararlanan Baron ve ailesi, Atreides Hanesi’ne katı bir muhalefet içindedirler ve Dune’un doğal kaynaklarını sömürmekte ısrarlıdırlar. Bedeli ne olursa olsun.

blank

Bu canavar ruhlu adamı makyajla adeta tanınmaz hâle gelen Stellan Skarsgård canlandırıyor. Skarsgård kendisini projeye çeken şeyin, öncelikle Villeneuve ile çalışma fırsatı olduğunu ifade ediyor ve şunları söylüyor: “Denis ile çalışmak istedim. O çok ilginç bir film yapımcısı ve her zaman kendine ait bir evren oluşturuyor. Görüntüleri, seyirci olarak üzerinizde inanılmaz derecede güzel, yoğun ve tuhaf bir baskı yaratıyor ve bu sizi içine çekiyor. Filmin fantastik yanı da bu. Kendine ait çok belirgin bir damgası olan bir sanatçı tarafından yapıldı. Beni filme çeken ikinci şey ise Baron Harkonnen karakteriydi. Küçük bir rol ama o kadar güçlü bir fiziksel varlığa sahip ki gölgesi tüm filmi kaplayacak. Kötü bir adam için bu gerekli”.

Skarsgård, Herbert’ın romanını yeniden okuduğunu ve eserin ne kadar parlak olduğunu hatırladığını vurguluyor: “Herbert fantastik bir evren yaratmış. Rönesans kültürüne sahip, ancak gelecekte geçen bir bilimkurgu hikayesi çok enderdir. Yazarın yarattığı dünyanın en büyüleyici unsurlarından biri Bene Gesserit ve üreme sistemi üzerindeki kontrolleri. Romandaki erkekler ancak yarını görebilirken, Bene Gesserit uzun vadeli ve çok daha hırslı düşünüyor”.

Aktör çekimlerin her günü, kimi zaman yedi saat makyaj koltuğunda oturmak zorunda kaldı. “Zihinsel olarak bunun üstesinden gelebiliyorum çünkü protez sanatçılarının çalışmasını izlemek eğlenceli” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Fakat fiziksel olarak zor; yedi saat hareketsiz oturmak zorundasın. Katman üzerine katman vardı. En önemli kısım, çok, çok hassas bir çalışma gerektiren yüzdü. Ardından altında bir soğutma yeleği olan tam beden protez takımı ve bazen de kablolu çalışmalar için koşum takımı giydiriliyordum. Ayrıca yüzdeki, ellerdeki ve takım elbisedeki sahte deri arasındaki boşlukları boyamaları gerekiyordu. Çok girift bir işti”.

Skarsgård, karakterin görünümü söz konusu olduğunda Villeneuve’ün oyuncuların katkısına son derece açık olduğunu ve protez tasarımcılarının Baron’a daha belirgin bir görünüm kazandırmak için Mowat ve Villeneuve ile birlikte çalıştığını da sözlerine ekliyor: “Bir oyuncu için harika bir şey bu çünkü setteki sürecin olabildiğince yaratıcı olmasını istiyorsunuz. Bu doğrultuda Love [Larson] ve Eva [von Bahr] kilden devasa bir figür yarattılar ama yağın altındaki kasları görebiliyordunuz, yağa dönüşmeye başlayan kaslar. Bunun harika olduğunu düşündüm, Denis de aynı şekilde düşündü. Filmde Baron’u ilk olarak saunada görüyoruz ve buharın içinde gizlenmiş durumda. Sadece bir şekil ve vücudundan kesitler görüyorsunuz, bu çok atmosferik”.

Lakabının ima ettiği ölçüde hayvansı ve vahşi olan “Canavar” Rabban Harkonnen, sadist Baron’un yıldızı yükselen tetikçisi ve yeğenidir. İmparatorluğun güvenliğini gereken her şekilde sağlamakla görevlendirilmiş olan Rabban, bir volkan gibi patlamaya hazır, huysuz ve öfke nöbetlerine eğilimli vahşi mizaçlı biridir.

Tam adı Glossu “Canavar” Rabban Harkonnen olan karakteri Dave Bautista canlandırdı. Rabban, kendisini veya herhangi bir Harkonnen’i kızdıran birinin bunu ikinci kez yapacak kadar yaşamamasını sağlar.

“Blade Runner 2049”daki başarılı işbirliğinin ardından Villeneuve ile yeniden çalışmak isteyen Bautista, “Denis bu rolü bana teklif etmek için bizzat aradı. Bu benim için çok önemliydi çünkü kendimi bir aktör olarak kabul ettirmek ve Denis Villeneuve çapında birinin beni şahsen aramasını sağlamak için gerçekten çok çalıştım.”

Hikaye, doğal olarak, Bautista’ya da hitap etti. “Senaryonun harika olduğunu düşündüm” diyor aktör ve ekliyor: “Güzeldi. Romana bu kadar sadık kalmasını sevdim. Denis’in romanın gerçek bir hayranı olduğunu ve hatta bu konuda biraz takıntılı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu filmi ondan daha iyi kim yönetebilirdi? Bence yönetmenlik tarzı hikayeye çok uygun. Film, bu filmin olması gerektiği gibi görünüyor”.

Bautista, Rabban karakterine alışılmışın dışında bir şekilde yaklaştığını ifade ediyor: “Denis ile konuşmadan önce Rabban’ın kim olduğuna dair kafamda bir ön algıya sahip olmak istemedim çünkü onun bir vizyonu olacağını biliyordum. Kostüm provası ve makyaj testlerinin ilk günü, onunla bu konuyu konuştuğumda, o da pek emin değildi. Rabban’ın kim olduğunu ancak çekimlere geçildiğinde tanımlamaya başladık. Denis yaptığım bazı şeyleri anladı ve beni bunları sürdürmem ve onları daha fazla ortaya çıkarmam için cesaretlendirdi. Denis ile çalışmayı bu yüzden seviyorum; o bir performans yönetmeni. Rabban karakterini birlikte keşfettik”.

Bautista, Stellan Skarsgård ile karşılıklı oynama korkusu konusunda açık sözlü: “Stellan’a gerçekten saygı duyuyorum. Kendisi zamanımızın en başarılı aktörlerinden biri ve ona hayranlık besliyorum; onu örnek alıyorum. Bu yüzden onunla aynı sahnelerde oynamak biraz korkutucuydu. Ama o hem çok kibar biri, hem de çok çalışkan. Üstelik üzerindeki tüm o ağır makyaja rağmen onu bir kez bile hoşnutsuz görmedim”.

Mentat olan Piter De Vries, Haneler arasında sürekli değişen psişik savaş oyununda, Atreides Hanesi’nden ezeli rakibi Thufir Hawat’ın bir adım önünde kalırken, Baron’un kötü emellerini gerçekleştirmek üzere çarpık zihninin kurnazlığını ve zehrini kullanır.

David Dastmalchian, bir insan bilgisayar gibi -Hawat’ın da yaptığı şekilde- olasılıkları hesaplayabilen De Vries’i canlandırdı. Dastmalchian projeye katılmaktan heyecan duydu. Rol arkadaşı Bautista için olduğu gibi, bunun bir nedeni de “Prisoners” ve “Blade Runner 2049”da birlikte çalıştığı Villeneuve ile tekrar işbirliği yapma fırsatıydı.

Büyük bir bilim kurgu hayranı olan Dastmalchian, senaryoya hayran kaldı. “Kaynak materyal, pek çok perspektif, pek çok fikir ve pek çok felsefe ile son derece yoğun bir şekilde katmanlanmıştı. Yine de tüm bu fikirleri, tüm bu karmaşıklığı, Herbert’ın yarattığı bu inanılmaz dünyanın tüm bu harikasını bir film senaryosuna aktarmayı başarmaları beni çok etkiledi” diyor aktör.

Dastmalchian role hazırlanmak için kaynak materyale derinlemesine daldı. “Dune dünyası bilgisayarlardan yoksun. Bu yüzden bilgisayarların bizim hayatımızda hangi amaca hizmet ettiğini ve bir insanın onların yerini nasıl alabileceğini çok düşündüm. Piter pek çok açıdan o insani duygudan yoksun, bu da onun içine girip nasıl çalıştığını anlamamı gerçekten zorlaştırdı. Bu yüzden patolojik sosyopatlık hakkında çok fazla araştırma yaptım ve bunu gerçekten faydalı buldum. Denis hepimizin karakterlerimizin karmaşıklığını, katmanlarını, farklı bakış açılarını keşfetmemiz konusunda çok hevesliydi; bu ise Piter için gerçekten zor çünkü tek bir şeye odaklı olarak hareket ediyor. Ama Denis o kadar inanılmaz bir rehber ki onunla çok karanlık yerlere girerken kendimi çok güvende hissettim”.

FREMENLER

Hayatta Kalış ve Direniş

Fremenler, Harkonnenlerin zulmüne ve kırımına öylesine maruz kalmışlardır ki kurak gezegenin yüzeyini neredeyse tamamen terk edip yerin altında yaşamaya başlamışlardır. Gezegenlerinin kumları bir yandan da diğerleri tarafından Baharat için talan edilmektedir. Fremenler kendilerinin ve gelecek nesillerin hayatta kalabilmeleri ve onurlu bir şekilde yaşayabilmeleri amacıyla gerekli olan çevre koruması için çaba sarf etmektedirler. Dune’un bekçileri olarak, onun hayatta kalması için savaşacaktırlar.

blank

Sevgili çölünün efendisi Stilgar, Arrakis’in bu gizemli, mavi gözlü kabile muhafızlarının yaşamını ve kültürünü korumak için her şeyi yapacaktır. Dune’un vahşi yaşamıyla derin bir simbiyotik ilişkiden doğmuş bu en tehlikeli gezegeni yuvası yapmış ilk hayatta kalan büyük bilge bir adam olarak saygı görür.

Stilgar’ı canlandıran Javier Bardem, karakterini dünyanın doğal kaynaklarını korumaya çalışanların gezegenler arası bir versiyonuna benzetiyor. Bardem, “Modern dünyamızda petrol ne ise, Dune dünyası için de Baharat o” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “Herkes onun uğruna savaşıyor ve öldürüyor; ulusları yaratan ve onların birbirlerini işgal etmelerine, birbirleriyle savaşmalarına neden olan şey o. Dune: Çöl Gezegeni’nde, tüm gezegenler Arrakis ve Baharat’ını ele geçirmek istiyor”. Ancak Fremenlerin de güçleri vardır. Bardem, “Her şeyi yok edebilen ve güçlü bir savaş silahı sayılabilecek devasa, saldırgan yaratıklar olan kum solucanlarını kontrol etmeyi öğrenen tek halk Fremenler” diyor.

Şimdi Arrakis’te Dük Leto iktidara gelmişken ve Harkonnen tehdidinin gölgesi Atreides Hanesi üzerinde gezinirken, Fremenlerin bilge ve isteksiz lideri barışa benzer bir şey aramak için Leto’ya gelir. Oradayken Paul’da kendisini Atreides Hanesi ile tedirgin edici bir ittifakı kabul etmeye sevk eden özel bir şey fark eder.

Birçok oyuncu arkadaşı gibi Bardem de Stilgar karakterini yaratma konusunda kaynak materyalden ilham aldı. Çekimler başlamadan önce kitabı yeniden okumak, Bardem’in gözlerini daha derin anlamlara açtı. “Yetişkin bir adam olarak kitabın irdelediği çevresel, sosyal, politik ve dini temaları gençliğimden daha iyi anladım. Şahsen benim için çevre teması çok güçlüydü. Dünya bize her şeyi verdi; biz ise karşılığında ona kirlilik dışında hiçbir şey vermedik. Roman, dünya olarak kendi gezegenimiz için sevgiyi, empatiyi ve ilgiyi nasıl kaybettiğimizi yansıtıyor. Senaryo, romanın ruhuna çok sadıktı. Dune: Çöl Gezegeni gibi ana akım bir filmin izleyici için bunları vurgulayabilmesi harika”.

Stilgar, Atreides Hanesi’yle irtibatta olan tek Fremen üyesi değildir. Dune ve halkının yöntemleri konusunda en önde gelen uzman olan Dr. Liet Kynes’in gezegenle ilişkisi görevin ötesine geçmektedir. Arrakis’te güç transferini denetlemekle görevlendirilmiş bir İmparatorluk görevlisi sıfatıyla, Atreides Hanesi’ne elçi olarak yaptığı hizmetler, hem halkla hem de coğrafyanın vahşi güzelliğiyle kurduğu ruhsal bağlantı nedeniyle karmaşık bir hâl almıştır.

Kynes karakterinin romanda erkek olmasına rağmen, Villeneuve ve yapımcılar rolü Sharon Duncan-Brewster’a verdiler. Bu değişikliğin nedeni, film yapımcılarının bütününde Frank Herbert’ın romanına saygılı ve sadık kalsalar da filmde daha fazla kadın temsili istemeleriydi. Dr. Kynes’in kadınların çok güçlü olduğu bir toplum yarattığı göz önüne alındığında, yazarın onaylayacağı bir şekilde bir kadın rolü eklemek için mükemmel bir fırsat olduğunu düşündüler.

Duncan-Brewster şu gözlemde bulunuyor: “Bu hikayede genel olarak erkeklerin çoğunlukta olduğunu görüyorsunuz, sadece üç kadınınız var. Onlar hikaye örgümüzün üç güçlü ve ayrılmaz düğümü, tıpkı izleyicilere üzerinde konuşulacak son derece girift bir açılım sunan Kynes rolü gibi. Bu rol Frank’i ve orijinal misyonunu biz 21. yüzyıl insanlarının kalplerinde ve zihinlerinde tutuyor”.

Karakterin cinsiyeti ne olursa olsun, aktris Kynes’i araştırdı ve memnuniyetle gördü ki Kynes “avuçlarında çok fazla kudret, sır ve bilgi şeklinde güç tutan biri. Sonra katmanları soyup kimliğinin her bir parçasını gün ışığına çıkardıkça, her şeyi kontrol altında tutmak için çok fazla baskı altında olduğunu anlamaya başlıyorsunuz; kültür, hassas sosyo-ekoloji, siyaset”.

Filmdeki belki de en esrarengiz karakter, izleyicilere Paul Atreides’in rüyaları aracılığıyla tanıtılıyor. Paul bu rüyalarda Chani olarak tanıyacağımız, delici mavi gözlü genç bir Fremen kadını görür; onun kendisine seslenen sesini duyar. Paul’un henüz anlamadığı şey, bunların rüya olmadığı ve genç kızın da sadece bir vizyon olmadığıdır; bunlar ona galaksinin ücra köşelerinin de ötesinde bilinmeyen bir kaderi gösteren kehanetlerdir.

Chani, Dune’da doğmuş, özgür halkının yöntemleriyle büyümüştür ve gezegenin vahşi doğası tarafından, kendine güvenen, meydan okuyan ve tehlikeli bir savaşçı olarak şekillendirilmiştir. Sevdiği insanların amansız bir savunucusu olan Chani, dünyasının doğal güzelliğini tehlikeye atmak isteyen herhangi bir yabancıya karşı duracaktır.

Karakteri canlandıran Zendaya şunları paylaşıyor: “Chani ile ilk tanıştığımızda halkını tehdit eden Paul’u izliyor. Gözünü ondan ayırmıyor, onu tartıyor. Paul’un farkında olmadığı şey, Chani’nin istemediği bir şeyi yaparsa genç kızın onu kolayca öldürebileceği. Tabii ki Paul’un onu rüyalarında gördüğünden haberi yok”.

Chani hakkında rüyalar görse de Paul, onun kim olduğunun veya olacağının önemini hâlâ anlamamaktadır. Bu nedenle dostça olmayan koşullarda karşılaştıklarında, aralarında büyük bir gerginlik olur.

Zendaya, Dune süper hayranları ordusu tarafından nasıl mercek altına alınacağının farkındaydı. “Bazıları gerçek dillerden ilham alınmış, bazıları da uydurulmuş kelime dağarcığının nasıl telaffuz edileceğini öğrenmek için çok zaman harcadım, bu yüzden ateşli hayranlarla başım derde girmez! Ayrıca karakterlerin her birinin arka hikayesini gerçekten anlamak istedim ve bu çok geniş bir alandı. Her karakterin çok derin, ayrıntılı bir geçmişi var ve hepsi iç içe geçiyor ve birbirine bağlanıyor. Bunu yapmak, Fremenler konusunda özellikle önemliydi. Bu sayede, aralarındaki bağı ve bu insan grubunun gerçekte nasıl çalıştığını ve çölde nasıl hayatta kaldıklarını anlayabildim. Sularını muhafaza etmelerine yardımcı olan özel kıyafetleri var” diyen aktris, şöyle devam ediyor: “Ayrıca çok özel kuralları, kılavuzları ve ritüelleri var. Bu tamamen yeni dünyanın hayati bir parçası olan bir karakteri oynamak çok güzeldi”.

“Güneş alçakken gezegenim Arrakis öylesine güzeldir ki.
Kumlarda yuvarlanırken, havada Baharat’ı görebilirsin…” -Chani

“Korku gittiğinde, geriye yalnız ben kalacağım”. -Paul

blank

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

II. Dünya Savaşı’nın Dönüm Noktası: Midway

Midway, Pearl Harbor’dan sonra gerçekleşen ve ABD ile Japonya için
blank

After Earth Yapım Notları

Uzay gemileri düşen genç Kitai Raige (Jaden Smith) ile efsanevi