Aksiyon sinemasının emektar kurtları, The Expandables serisi ile sinema salonlarının tozunu attıktan sonra farklı kollardan saldırılarına devam ediyorlar. Bu silkelenişin bir diğer önemli yapıtı olan Escape Plan, hem Stallone hem de Schwarzenegger adına, beyazperdede yeni bir dönemin başladığını açık açık işaret ediyor.
Bunu fırsat bilen Öteki Sinema yazarlarından Yigilante Kocagöz, Emel Bilge Çınar ve Fatih Yürür; yarı uykulu bir gece yarısı sohbetiyle filmin altından girip üstünden çıktılar.
Yigilante Kocagöz : Önce okurlara şunu bildirelim de içleri rahat etsin: BİZ BU FİLMİ BEĞENDİK! Ben Arnie ve Stallone gibi anadan zırhlı tank doğmuş iki oyuncunun bu kadar iyi uyum sağlayacaklarını tahmin etmiyordum. Arnie’nin zaten buddy-action olayı pek yok, sanırım bir tek Red Heat‘te öyle bir olay vardı yanlış da hatırlıyor olabilirim tabii ikisi de birbirini iyi taşımayı bilmiş. Hikaye boyunca ufak tefek falsolarına rağmen bence gayet iyi bir iş çıkmış ortaya. Bir de (Fatih’e eskiden dediğim gibi) bu adamlara zeki imajı veren roller yakışmış. Mikael Håfström filmlerini genel olarak seviyorum ben zaten, bu tarz kapalı alan aksiyonunu gerilimini iyi kotaran biri 1408 zaten favori Stephen King uyarlamam Jim Caviezel de iyi bir kötü adam olmuş.
Emel Bilge Çınar : Olabildiğince az görsel efekte güvenen sahne içerdiği, 90’ların “özel efekte abanan” tarzını koruduğu için çok sevdim ben. Her şeyiyle 90’lar filmi aslında.
Fatih Yürür : Bence 90’lar aksiyonu olduğu kadar da taze bir film. Hatta 80’lerin, 90’ların ruh çağırma seanslarından pek de medet ummayan tarafını sevdim. The Expandables‘daki ‘yaşlı kurt’ imajlarına takılıp kalmamaları ayrıca hoşuma gitti. Miles Chapman’ın öyküsü de Phillip K. Dick kokuyordu buram buram sanki… Eski dostların gerçek manada yeni bir işe giriştiklerini hissettiğim bir film oldu ayrıca.
Y.K : Muhtemelen bu durumda projeyi Stallone’ın tamamen domine edememesinin etkisi büyük diye düşünüyorum. Severiz sayarız ama yönetmen koltuğuna oturduğunda ya da senaryo yazmaya kalkıştığında farklı kafalara bürünüyor bizim Silvie. Proje ilk düşünüldüğünde Stallone’ın rolü Bruce Willis için düşünülmüş mesela. Yani Stallone ve Arnie için yazılmış bir proje değil aslında Escape Plan ama onların dokusuna iyi uymuş bence. Bu olay biraz da kameranın arkasındakilere bakıyor zaten.
E.B.Ç : Sylvester Stallone’nin canlandırdığı Ray Breslin’in aynı zamanda Rocky Balboa, Lincoln Hawk, Frank Leone, John Spartan ve Ray Quick de olmasını da sevdim.
F.Y: Şu Stallone’un projeyi domine etmesinin sonuçlarına dair bir iki kelam da ben edeyim madem. Evet. Bunun en kanlı canlı örneği The Expandables‘daki iki filmin arasındaki ton farkı. Stallone zaten hikâye içinde eritilmesi zor bir adam. Hep odakta, kendisi de seviyor bunu. Bir de projenin ipleri onun ellerindeyse, baştan aşağı bir Stallone resitali ve radikalizmiyle göz yaşartan kelamlar silsilesi çıkıyor ortaya.
Y.K: Ya adamın genç kuşaklara hep bir mesaj kaygısı var ben ona gelemiyorum biraz. Rambo 4‘te demiştim “Allaaaah! Bizi büyük ahlaki mesajlar bekliyor!” The Expendables’da bunu sürdürdü, ikinci filmde neyse ki yönetmen koltuğunu bir başkasına teslim etti!
F.Y: Bunlardan yakayı sıyırınca ortaya temiz aksiyon mahsulleri çıkıyor aslında! Rambo 4 sadece mesaj kaygısıyla göstermiyordu kendisini. Yani filmin içeriğindeki şiddet dozajı da bir şekilde Stallone’un mesaj kaygısına hizmet ediyor gibiydi. “Akıllı olun yoksa mitralyöz ile kafanızı delik deşik edebilirim gençler!”
E.B.Ç : Bir de filmde müslüman karakteri yerin dibine sokmamalarını sevdim. Normalde müslümanların savunulması ile ilgili takıntım yok ama değişik bir yaklaşım onlar için, hele ki böyle bir filmde…
Y.K : O da Hollywood’un günah çıkartması aslında. Bana da bilakis şu pozitif ayrımcılık çabası biraz eğreti geliyor ama filme güzel yedirilmiş.
F.Y : The Expandables‘da filme ıkına sıkıla sokulmuş gibi duran Afganistan muhabbetinin ardından yine de bir adım bir adımdır. Belki de Yigi’nin dediği gibi günah çıkartmadır kim bilir. Farklı projeleri aynı yaklaşımdan sorumlu tutmak pek de doğru sayılmaz tabi. Ne kadar yerini bulur bilemiyorum ama neticede çatır çatır Müslümanları ya da herhangi bir esmer ırkı tu kaka eden Hollywood yapımlarına oranla biraz daha samimi duruyor.
E.B.Ç : Bence onun teknik olarak yüzeye çıkmasına izin verildiğinde, yıldızdan konumu bulabilme geyiği çok abartıydı beni genelde böyle şeyler rahatsız ediyor hep, kötü oyunculuk, mesaj kaygısı falan o kadar etmedi hiç.
Y.K. Yok valla ben de olsam onu denerdim.
E.B.Ç : Ama yıldızı görebiliyorlarsa zaten kuzey kutbundadırlar, o kadar teknik kas, sonra sifonunu yönünden kutup bul, ki o da hareket halindeki gemide güvenilir bir şey değil. Bu arada Arnold’un Almanca histeri krizi filmin en güzel yeriydi bence!
Y.K : Ben o Almanca’ya bayıldım! Nietzsche’den alıntı yapıyordu orada!
E.B.Ç : Arnold’un oyunculuğunun aştığı anlardan biriydi.
F.Y : Madem bu kadar Arnold mevzusu dolandı. O halde topu o tarafa atalım. End Of Days’den bu yana perdede gerçekten endamıyla, Arnold gibi Arnold gördük sanki! (Kafamı eğiyorum)
Y.K : Bak seninle şu olayı bir oturtamadık. Last Stand’de de Arnold oldukça iyiydi. Ama bu filmin Last Stand’den üstün bir yanı var tabi. “You Hit Like A Vegetarian” meşhur Arnie sözlerinden bir başkası oldu bence.
F.Y : Daha önceki projelerde Arnie’de bir sıkıntı yok ama Arnie’nin kullanımında bir sıkıntı var gibi sanki. Yani bir vücut geliştirme şampiyonunun, aksiyon sinemasının en sevilen siması olmasının ardından California Valiliği yapması zaten içinde mizah barındırıyor. Arnie de dört dörtlük bir mizah adamı aslında. Ama beyazperdede Arnold’u görmek demek, kıkır kıkır gülmek demek oldu neredeyse. Last Stand‘de iyiydi hoştu ama Arnie’nin artık geyik malzemesi olan hede hötölerinden de baymadım diyemem. ‘I’ll be back’ nereye kadar?
E.B.Ç : Diğer yandan berbat çizerim diye lafa başlayıp, adamı lafa tutup, berbat bir harita çizip Hobbes’a verdiği sahne de filmin bir diğer eğlenceli sahnesiydi. Ray Breslin’in dehasını vurgulamak için ekibindeki zenci ‘it guy’ın, alengirli bir küple bakışırken Stallone’nin gelip, bu ne ki ya diyerek 2 tıkla birleştirmesiyse biraz iticiydi sanki. Sohbetin başında da söylenildiği gibi Stallone egosu kendisini direk belli etmiş orada!
Y.K : Bence filmin tek kötü Stallone sahnesi başındaki İncil’den sayfa alıp yakması suratını hiç bozmadan “badass badass” nereye kadar!
E.B.Ç : Bu arada hapishanenin tasarımı Oz’u andırıyordu cam hücreler, dikey tasarım vs.
Y.K : Ya zaten Oz‘dur, Prison Break‘tir falan doğal referanslar. Bunları referans olarak alsınlar da arada Arnie’nin sonlardaki ağır makineli tüfek sahnesi bana Commando günlerini anımsattı mesela! Zorlamadan yapınca insan o nostaljiyi alıyor bir şekilde! Mesela The Expendables‘ın ilk filmi nostaljiyi kör göze parmak misali sokmaya çabalıyordu o yüzden eh işte oldu iki de biraz daha mevzu toparlandı yavaş yavaş aşama kat ediyorlar.
F.Y : Bak mesela, Last Stand’de Arnie’nin Escape Plan finalindeki gibi kodum mu oturtan bir havası yoktu. Sürekli ‘yaşlıyım ve bununla barışığım’ dili dökmesi ekşidi sadece. Halbuki eline tam otomatik silahı aldığında hala düşmanını üzebiliyorsun!
The Expandablers’ın çıkış noktası keyifliydi. Hasret gidermedik diyemeyiz. Fakat sonrasında ‘80’ler çocukları için gerçek bir nostalji’ furyasına dönüştü mevzu. Bunu ben biraz da her Disney ya da Dreamworks animasyonunun ardından ‘sadece çocukların değil, yetişkinlerin de izleyeceği animasyon’ ayrımına benzetiyorum. Ama Escape Plan gösteriyor ki, bu iri abilerin, bahsi geçen furyadan nemalanma dönemleri artık sona ermiş. Aslında Stallone bunu Bullet In The Head ile biraz biraz aşmış gibiydi. Tabi şimdi De Niro ile girişeceği Grudge Match’de yine nostaljiye yakalanacak gibiyiz orası ayrı!
Y.K : Bu arada benim ilgimi şu da çekti; Escape Plan, Amerika’da çok da iyi bir gişe yapmamış. Büyük getirisi daha çok uluslararası arenada! E gişe başarıları hangi ülkelerden Bulgaristan, Çin, Lübnan, Hungary, Malezya, Singapur, Tayland ve Birleşik Arap Emirlikleri. Yani Çin’in gişeye yansıması nedir tam hesaplayamıyorum ama ülke çeşitliliği çok ilginç değil mi? Bir de Stallone vs Caviezel çatışması net Hür Kan olmuş.
E.B.Ç : Bilenler bilir; Demolition Man‘deki “President Schwarzenegger” espirisi Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger arasındaki tatlı çekişmenin en ünlü meyvesidir. Nihayet bu sene, iki efsaneyi aynı filmde, başrollerde görebildik. Escape Plan Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger’ı “muhteşem ikili” olarak sunan ilk film olması sebebiyle, sinema tarihindeki yerini almıştır diyebiliriz. E bir de ne kadar yaşlanmış olurlarsa olsunlar, bu iki ismi aynı filmde görmenin, çocukluğumuzda gelişen duygusal bağı canlandırması açısından da çok büyük etkisi var. Kaç tane film çevirirlerse çevirsinler; ister dede olsunlar, ister komple CGI, Arnold ve Sly’ı izlemeye doyamam. Çocukluğunu 80’lerin sonu ve 90’ların başında geçirmiş olanlar için, bunun aynen geçerli olduğuna eminim. Son tahlilde Arnold Schwarzenegger’la Sylvester Stallone’den “kendi üslubunda” işler bekleyenler için tam da olması gerektiği gibi bir film
Y.K : Stallone 2000’lerde sarsılan kariyerini ne yaptı etti sonunda toparladı. Arnie de yaşlanınca ekrana yakışır oldu. Escape Plan, aksiyon dünyasının Grumpy Old Men‘i gibi bir şey. Gençken olsa bu ikili bu kadar iyi bir etki yaratmazdı, ilkin belki bir on sene evvel akıl etselerdi bu tarz birliktelikleri daha güzel olurdu. Ben gerçekten korkuyorum Stallone gaza gelip bir yerlerini kıracak fazla steroitten damarlar çatlayacak diye!
Özetle sevdim, tavsiye ederim. Ortam uygun olursa ikinci bir kez de seyredebilirim hani. bu arada hapishane baskını sahnesinde o kadar biber gazı sıkıldı güvenlik görevlileri tarafından sadece bir sahnede yere paralel tutuldu o tüfekler. Adamlar Blackwater terk bir de, iş bulamasalar o hapishanede suçlu olacaklardı muhtemelen, onlar bile adabını unutmuyorlar işin. Bu ayrıntıyı eklemezsem çatlardım.
F.Y : Bence gerçekten de keyifli bir öykü var ortada. Emsallerini daha önce defalarca okumuş, izlemiş olabiliriz fakat en azından tepeye Stallone ve Arnold’ı konduran bir filmin salt bu iki dev ismin marka payından nemalanma derdinde olmaması bile takdire şayan! Belki de ilk defa Jim Caviezel’e sinir olmadığım film de diyebilirim Escape Plan için. Kötü olmak bu adama çok yakışmış. Dolgu malzemesini de yabana atmamak lazım. Vincent D’Onofrio, Sam Neil, Vinnie Jones, her ne kadar ağırlıkları yok gibi görünseler de filmin tadını arttırmışlar.
Son tahlilde, Yetmişlerine doğru hızla yol alan iki aktör için de, yepyeni bir dönemin başlangıcı bu… İkinci bir Space Cowboys olmaktan ziyade, yeni nesil aksiyonun çöplüğünde tekrar ötmeye başlayan ağa babaların ‘müsaadenizle çocuklar’ diyerek, aksiyon mecrasında tekrar yerini alması bizleri illa ki mutlu ediyor. Güzel tarafı da şu ki, sırf ‘aman yaşlılara yer verelim’ mantığıyla boş saygı duruşuna açık bir film olmaması. Açık hesabı tüketmek yerine kendilerini aşma çabaları da Stallone ve Arnie ikilisinin önlerinde saygıyla eğilmemizin bir diğer sebebi!