Oscar® ödüllü sinemacı Peter Jackson, J.R.R. Tolkien’ın sevilen başyapıtı The Hobbit’ten uyarlanan üçlemenin ikinci filmi olan “Hobbit: Samug’un Çorak Toprakları”yla karşımızda.
Üçleme, Orta Dünya’da “The Lord of the Rings/Yüzüklerin Efendisi”nden (yine Jackson ve ekibinin beyaz perdeye aktardığı bu üçlemenin son filmi “The Lord of the Rings: The Return of the King/Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü” Oscar® kazanmıştı) 60 yıl önce geçen kesintisiz bir hikayeyi anlatıyor.
“Hobbit: Samug’un Çorak Toprakları”nda hikayenin baş kahramanı Bilbo Baggins, Büyücü Gandalf’le ve Thorin Meşekalkan’ın başını çektiği 13 cüceyle birlikte, Yalnız Dağ’ı ve kayıp Erebor Cüce Krallığı’nın bulmak için koyulduğu maceralı serüvene kaldığı yerden devam ediyor.
Apar topar çıktıkları yolculuğun başlangıcını atlatmış olan Grup, doğuya doğru ilerlemeye devam ederken, yoldaki Kuyutorman’da deri değiştiren Beorn’la ve bir dev Örümcek sürüsüyle karşılaşırlar. Tehlikeli Orman-elflerinin elinden kaçan Cüceler önce Göl kasabasına, oradan da nihayet Yalnız Dağ’a giderler. Burası en büyük tehlikeyle yüzleşecekleri yerdir: Tüm yaratıklar içinde en korkutucu olanıyla; gruptakilerin yalnızca cesaretlerinin boyutunu değil, aynı zamanda dostluklarının sınırlarını ve yaptıkları yolculuğun ne ölçüde akıllıca olduğunu da sınayacak bir yaratıkla; Ejderha Smaug’la.
Bir kez daha Gri Gandalf’ı Ian McKellen; hikayenin merkezindeki Bilbo Baggins’i Martin Freeman; ve Thorin Meşekalkan’ı da Richard Armitage canlandırdı. Filmin uluslararası oyuncu kadrosunun başını Benedict Cumberbatch, Evangeline Lilly, Lee Pace, Luke Evans, Ken Stott, James Nesbitt ve Legolas rolündeki Orlando Bloom çekiyor. Filmde rol alan diğer oyuncular ise (alfabetik sırayla) şöyle: John Bell, Manu Bennett, Jed Brophy, Adam Brown, John Callen, Ryan Gage, Mark Hadlow, Peter Hambleton, Stephen Hunter, William Kircher, Lawrence Makoare, Sylvester McCoy, Graham McTavish, Dean O’Gorman, Mikael Persbrandt ve Aidan Turner.
J.R.R. Tolkien’ın romanına dayanan “Hobbit: Samug’un Çorak Toprakları”nın senaryosunu Fran Walsh, Philippa Boyens, Peter Jackson ve Guillermo del Toro ortaklaşa yazdılar.
Jackson’ın yönettiği “Hobbit: Samug’un Çorak Toprakları” saniyede 48 karelik 3D formatında çekildi ve seçilmiş sinema salonlarında 3D Yüksek Kare Hızı (HFR-High Frame rate 3D) formatında gösterilecek. Diğer salonlarda ise 2D, 3D ve IMAX® formatlarında izleyiciyle buluşacak. Yapım Jackson’ın Miramar-Wellington’daki kendi mülkünde ve Yeni Zelanda’daki çeşitli mekanlarda çekildi. Post prodüksiyon ise Wellington’daki Park Road Post Production’da gerçekleştirildi.
ANLATIRKEN BÜYÜYEN HİKAYE
“Hobbit” üçlemesinin ilki olan “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk” 2012 sonunda gösterime girerek dünya çapında milyar dolarlık bir başarı elde etmiş, J.R.R. Tolkien’ın zamana direnen başyapıtının yeniden ilgi odağı olmasını sağlayarak her nesilden hayranlarına ilham kaynağı olmuştu.
Oscar® ödüllü sinemacı Peter Jackson, “Tolkien’ın dünyası o kadar zengin ki adeta bir tarih kitabının sayfalarını çeviriyor, o dünyadaki yeni bir bölüme gidip, yeni karakterler, yeni yaratıklar ve daha önce gitmediğiniz yerler görüyorsunuz” diyor.
Jackson ve senaryoyu birlikte yazdığı Fran Walsh, Philippa Boyens ve Guillermo del Toro The Hobbit’i üç uzun metrajlı sinema filmine uyarlarken, Tolkien’ın The Lord of the Rings’in sonuna eklediği 125 sayfalık materyali de kullanarak kitabın anlatımında kısaltma ya da teksife gitmek zorunda olmadıklarını fark ettiler. Tolkien The Hobbit zamanında Orta Dünya’nın ortamına ve politikalarına ilişkin bu kapsamlı ek bölümde, Bilbo Baggins’in serüveni ile The Lord of the Rings’de anlatılan Orta Dünya uğruna nihai mücadele arasında çok önemli bir organik bağ sunuyordu.
On yıl önce The Lord of the Rings üçlemesiyle bu üç ciltlik başyapıtı beyaz perdeye taşıyan sinemacılar için “Hobbit” üçlemesi de kendi adlarına karşı konulmaz bir serüven olanağı anlamına geliyordu: Hem ek bölümlerde hem de The Hobbit’te bazen ipuçlarıyla verilen bazen de tam anlamıyla tasvir edilen gizemleri ve tehlikeleri, aslen küçük yaştakiler için yazılmış bir kitabın tarzından taviz vermeden işleyebilme olanağı.
Senarist ve yapımcı Fran Walsh, “Bu filmleri yapmanın zorluğu bir yandan kitabın ruhuna sadık kalırken bir yandan da ‘Yüzüklerin Efendisi’nin tadı ve stiliyle köprü kurmaktı; tarzlardaki farkların bilincindeydik” diyor ve ekliyor: “The Hobbit çok daha oyuncu bir kitap, ama romanın ikinci bölümünde, Tolkien’ın bir sonraki üçlemesinde geliştirdiği daha ağır ve karanlık temalar kendini gerçekten göstermeye başlıyor: Güç ve cesaretin, açgözlülük ve fedakarlığın doğası. Dolayısıyla, ikinci filmin biraz daha karanlık bir tarzının olması bize doğal geldi.”
Filmin 15 esas karakteri ilk yapımda tanıtılmış olduğu için, Jackson ve çalışma arkadaşları ikinci yapımda, yönetmenin ifadesiyle, kitabın “soluksuz temposunu” hayata geçirebildiler. “Hikayeye ilk filmin kaldığı yerden doğruca giriş yapabiliyorsunuz, dolayısıyla açıklama gerektiren pek az şey vardı” diyor yönetmen ve ekliyor: “Ayrıca, ikinci filmde, yapılması gereken şey karakterlerimiz için çatışmayı derinleştirmek ve zorlukları arttırmaktı. Olaylar yoğunluk kazanıp, riskler arttığı için bunun bir gerilim filmi hissi vermesini istedim. Kendi adıma, bu filmi heyecanlı kılan şey bu —hikayenin devamı ama sizi yepyeni bir dünyaya götürüyor. Yeni yerlere seyahat ediyoruz; yeni insanlarla tanışıyoruz; ve elbette, Bilbo’nun Ejderha’yla karşılaştığı ikonik Tolkien anını görme şansı buluyoruz.”
Filmin adı, Ejderha Smaug’un güçlü ve vahşi saldırısının ardından, yakılmış topraklar, yıkılmış şehirler ve çaresiz insanlarla harabeye dönüşmüş olan Cüce Krallığı Erebor’dan geriye kalan yıkım ve kalıntılara gönderme yapıyor. Bir “Tolkien hastası” olduğu senaryo ekibindeki herkesçe bilinen Philippa Boyens, “Ejderhalar altını sever; ve o zamanlar kötü ve aç olan bu Ejderha’nın adı Smaug” diye açıklıyor ve ekliyor: “Cücelere hiç beklemedikleri bir anda saldırmış; ve sadece Erebor Krallığı’nı değil, Yalnız Dağ’ın eteğindeki Dale Şehri’ni de yerle bir etmiş. O gün öyle bir yıkım olmuş ki çok büyük bir toprak parçası harabeye dönmüş ve burası Smaug’un Çorak Toprakları olarak adlandırılmış.”
DOĞU’DAKİ TEHLİKELER: HİKAYE VE KARAKTERLER
“Cüceler yıllardır bu yoldan geçmemişti, ama Gandalf geçti; ve Ejderhaların insanları bu topraklardan sürmesinden beri, Yaban Eller’de kötülüğün ve tehlikenin nasıl büyüdüğünü ve hakim olduğunu biliyordu…” – The Hobbit, J.R.R. Tolkien
Thorin Meşekalkan, genç bir Cüce Prens’ken, Smaug’un Erebor’a yaptığı hunharca saldırıya tanık olmuştur; ve bu saldırının sonucunda ailesini, konumunu ve yuvasını kaybetmiştir. Fakat sürgünde geçen onlarca yılın ardından, Thorin’in kayıp krallığını geri alma arzusu yeniden alevlenir. 12 Cüce’den oluşan Bölüğü —Balin (Ken Stott), Dwalin (Graham McTavish), Fili (Dean O’Gorman), Kili (Aidan Turner), Bofur (James Nesbitt), Bombur (Stephen Hunter), Bifur (William Kircher), Oin (John Callen), Gloin (Peter Hambleton), Dori (Mark Hadlow), Nori (Jed Brophy) and Ori (Adam Brown)— ve Hobbit Bilbo Boggins (Martin Freeman) görünümündeki bir “hırsızla” birlikte Yalnız Dağ’a seyahat ederken kaderi Thorin’i Doğu’ya getirir.
Gruba yolculukta liderlik eden kişi (bir kez daha Ian McKellen’ın canlandırdığı) bilge ve zaman zaman da hilekâr Büyücü Gri Gandalf’tır. “Gandalf her zaman her şeyi kontrol etmeye çalışıyor” diyor dev tiyatro ve sinema oyuncusu McKellen ve ekliyor: “Onu her şeye karışıyor diye eleştirenler olsa da, aslında babacan bir yanı var. Sadece Bilbo değil, kollanmaya ihtiyacı olmayan Thorin için de çok korumacı bir tavır içinde. Thorin sorunları olan bir Cüce. Nadiren gülümsüyor ve kendi yazgısına dar bir anlayışı var ki bu biraz tedirgin edici çünkü bu durum diğerlerini tehlikeye atmasına yol açıyor.”
Üçlemenin ilk filminde Bölük, Bilbo’nun Hobbitköy’deki sıcak yuvası olan Çıkın Çıkmazı’nda toplanmıştı. Doğu’ya doğru serüvenlerinde Orkların ve Wargların hedefi olmuş, aç Trollerle savaşmış ve Büyücü Boz Radagast’la karşılaşmışlardı. Radagast, Gandalf’ı, artık Kuyutorman olarak bilinen, o sevdiği ormanındaki karanlık değişimler konusunda uyarmıştı. Rivendell Elfleriyle rahatsız ama aydınlatıcı bir konaklamadan sonra, Bilbo ve Cüceler Dumanlı Dağlar’a doğru yola koyulmuşlar ve burada çok geçmeden Taş Devlerle çarpışmış, Goblin Tünelleri’nde kovalanmış, Orkların vahşi saldırısına maruz kalmış ve dev Kartalların sırtına binerek kurtulmuşlardı. İkinci film başlarken, Gandalf, Bilbo, Thorin ve Bölük sarsılmış ve bitkindirler… ama yıkılmamıştırlar.
Aralarında belki de en fazla değişen Bilbo Baggins’in kendisidir. Öykünün merkezindeki Hobbit’i canlandıran Martin Freeman bu konuda şunları söylüyor: “Bence, yolculuk devam ederken, Bilbo dünyaya daha bir güvenle bakıyor. Hâlâ eskiden olduğu gibi biri, hâlâ korkuyor. Savaşçı ya da maceracı bir yapıya sahip değil, ama kendisini öldürmek ya da yemek isteyen başka türlerin arasında olmanın… ne kadar büyük bir değişiklik olduğunu söylemeye gerek yok. Ve Bilbo içinde var olduğunu bilmediği bir cesaret buluyor; daha önemlisi, ötekilerden hiçbiri de onun bu cesaretinden haberdar değildi.”
Bilbo’nun Goblin Tünellerinin altındaki mağarada Gollum olarak bilinen sıska ve işbirlikçi yaratıkla karşılaşmasından tek kazancı cesareti değildir. Gollum’un takan kişiyi görünmez yapma gücüne sahip “kıymetli” yüzüğünü çalmayı da başarmıştır.
“Bilbo bu altın yüzükle tuhaf bir ilişki yaşıyor” diyen Boyens, şöyle devam ediyor: “Yüzükte garip bir şey olduğunu hissetmeye başlıyor. Bilbo için yüzüğü takıp gözden kaybolmak zor bir seçim ve onu elinden geldiğince çabuk çıkartıyor. Martin Freeman gibi müthiş bir aktörle çalışmak altın yüzüğün insanı görünmez yapan bir takıdan ibaret olmadığı fikrini işlemenizi kolaylaştırdı. Bilbo’nun dağın altındaki o deliklerde yapmak zorunda kaldığı tercihlerin hepsi iyi değildi.”
Bilbo bu yeni bilgiyi Gandalf’tan saklamayı seçiyor. McKellen’a göre, Freeman’ın o andaki Bilbo portresi aktörün sanatını performansına yansıtışına örnek oluşturuyor: “Martin birçok ustalığa sahip ve çoğu zaman ne yapacağı kestirilemiyor. Kamera önünde aynı şeyi iki kez yapmaktan hoşlanmıyor; dolayısıyla, birden fazla kayıt alındığında, Martin size her seferinde farklı bir nüans, farklı bir renk, canlandırdığı karakterin farklı bir yönünü sergiliyor. Bir sonra ne olacağını pek bilemiyorsunuz, ki bu da tepkinizi çok daha gerçekçi kılıyor. Her kayıtta Bilbo hakkında yeni bir şey keşfettim.”
Bölüğün başındaki Cüce savaşçı ve veliaht kral Thorin Meşekalkan’ı bir kez daha Richard Armitage canlandırdı. Thorin çevresinde kuzenleri Fili ve Kili, danışmanı Balin ve diğer sadık Cüceler olsa da pek çok açıdan acı verici ölçüde yalnızdır. “Bana kalırsa Thorin’in en belirgin özelliklerinden biri güvenmeyi becerememesi. Babasından kendisine bir intikam görevi miras kalmış ve bu yükü taşımak büyük bir yalnızlığı beraberinde getiriyor. Thorin gururlu ve kibirli bir karakter, ama kendisinin iyi bir lider olmadığı paranoyası onu aşağı çekiyor. Öte yandan, bence ilham alma potansiyeline sahip” diyor Armitage.
Thorin’in güvensizliği bir diğer lider olan Gandalf’ın varlığıyla daha da derinleşse de, sadakat ve cesaret dolu davranışları artarak devam eden Bilbo güveninin Gri Büyücü’den Hobbit’e kaydığını görür. Freeman şu itirafta bulunuyor: “Bilbo ile Thorin arasındaki dostluk oldukça zor elde ediliyor. Hassas ve empati sahibi herhangi biri, ki bence Bilbo öyle, Thorin’in aslında pek mutlu olmadığını görebilir. Mutsuz birinin fevri davrandığını görmek çok hoş olmasa da, o kişiye yardım etmek istersiniz. Bilbo, Thorin’in özünde düzgün bir Cüce ve iyi bir adam olduğuna inanıyor.”
Thorin’in Görevi hiç kolay değildir ve attıkları her adım onları daha da tehlikeli sulara çekiyor gibi görünmektedir. “Bu münferit Cüce Görevi çeşitli amaçları olan grupların istenmedik şekilde dikkatini çekiyor” diyor Jackson ve ekliyor: “Yol boyunca her adımlarında bubi tuzaklarına takılıyorlar.”
Orklar kurtları andıran Wargların sırtında Anduin Vadisi boyunca grubun peşinden gitmeyi sürdürür. Bu amansız takip yüzünden, Gandalf grubun —dev bir adamdan daha da iri bir ayıya dönüşebilen— Kocoğlan’ın (Beorn) gizemli ve tehlikeli evine sığınmasını sağlar. Çelişiklerle dolu bir yaratık olan Kocoğlan bir an gayet sakinken göz açıp kapayana kadar tehditkâr bir ruh hâline geçebilmektedir. “Hangi yüzüyle karşılaşacağınız konusunda çok dikkatli olmalısınız” diyor McKellen.
Kocoğlan Cücelerin dostu olmasa da, kendi türünü tükenme noktasına gelene dek avlayan Orklardan nefret etmek için daha çok nedeni vardır. Jackson bu konuda şunları söylüyor: “Orta Dünya’da kendi türünün son temsilcisi; ve kimsenin tarafında değil. Ayıya dönüştüğünde olağanüstü tehlikeli olabilse de iyi bir yüreği var ve hayvanları seviyor. Ayıyken kendini ne ölçüde kontrol edebildiği ise, bir dereceye kadar, yanıtlanmamış bir soru.”
Yapımcılar bu karmaşık rolü oynaması için İsveçli aktör Mikael Persbrandt’ı seçtiler. “Kocoğlan muhteşem bir karakter ve eşsiz bir yaratım” diyen Boyens, şöyle devam ediyor: “Gandalf onu harikulade bir şekilde ‘kendisininki dışında hiçbir büyünün etkisi altında olmayan’ bir yaratık olarak tasvir ediyor. Dolayısıyla, bu karakteri nasıl hayata geçireceğimizi düşünmeye başladığımızda, aklımıza müthiş Kuzey mitolojisi ve oranın Vahşi doğada yaşayan insanları geldi. Ve Mikael’le tanıştığımız andan itibaren o bizim Kocoğlan’ımızdı.”
Kocoğlan tehlikeli ve sağı solu belli olmayan bir karakter olsa da, Persbrandt onda dokunaklı bir şey gördüğünü söylüyor: “İnsan yanı tam insan gibi değil. Oldukça saldırgan, ve insanken bile sizin benim gibi değil; başka türlü bir şey. Tam olarak anlayamadığınız, karanlık, üzücü ve vahşi bir yanı var.”
Persbrandt’tan karakter için kendi aksanını koruması ve role uygun ufak tefek bazı değişiklikler için diyalekt eğitmeni Leith McPherson’la çalışması istendi. McPherson, “Kocoğlan’ın konuşma şekli çağın biraz gerisinde kalmış, sıradan olmayan bir yapısı var. Söylemek istediği şeyler derin; kelimelerini çok dikkatli seçiyor” diyor.
Kocoğlan’ın hayvanlara zaafı yüzünden, kostüm tasarımcıları onun, kanvas botları da dahil olmak üzere hiçbir şekilde hayvan ürünü kumaşlar içermeyen kıyafetler giymesini istediler. Kostüm tasarımcısı Bob Buck şu açıklamayı yapıyor: “Her şeyi çok sade tutmalıydık, ama Kocoğlan’ın elleri çok marifetli olduğu için kemerinin çok güzel oymalı bir tokası var. Tokanın iki bağlantı yeri onun şekil değiştirme özelliğini yansıtıyor: Biri ayı kafası, diğeri ise insan kafası şeklinde.”
Bu ikilik makyajda da kendini gösterdi. Saç ve makyaj tasarımcısı Peter Swords King ve ekibi Kocoğlan’ın yüzü için insan olduğunun anlaşılmasına izin verecek ölçüde hayvani bir şekil ve ayı benzeri dişler yarattı. King at kılı aldı ve bunları çeşitli renklere boyayarak aktörün omurga protezinin üzerine baştan aşağı inen, Mohikan tarzı bir peruk yaptı. “İnsan durumundayken bile, bazı ayı özellikleri taşıdığını belli edecek çok sayıda protezi var” diyor King ve ekliyor: “Bir bakıma, her an patlamaya hazır ki bu da onun ne denli tehlikeli ve ilkel olabileceğine işaret ediyor. Her zaman dönüşümün eşiğinde, ama ayıya dönüştüğünde, çok kendine özgü olan gözlerini her zaman tanıyoruz.”
Jackson, Kocoğlan’ın her iki dönüşümünde de kimliğini hakkında şüpheye yer kalmadığından emin olmak için tasarım ekibi ve Weta Digital’la birlikte çalıştı. Görsel efektler amiri Joe Letteri şunları kaydediyor: “Yalnızca fiziksel benzerliği değil, insan ile ayı arasındaki duygu ve kişilik benzerliğini yansıtmak için de büyük çaba harcandı. Kocoğlan’a mitsel, hayvani bir görünüm vermek, ayrıca yaşını ve kararlılığını göstermek istedik çünkü o, deri değiştiricilerin sonuncusu.”
Grup Kocoğlan’ın evinde bir gece geçirdikten sonra Doğu’ya doğru yollarına devam etmeye isteklidirler. Ama yollarında hâlâ devasa bir engel vardır: Kuyutorman. Uçsuz bucaksız gibi görünen ormanın etrafından dolanmak ise iki kat uzun sürecektir. Gandalf onları önlerindeki en güvenli yola yönlendirebilir ama ormanın içinden geçiremeyecektir. Orta Dünya’da ilgilenmesi gereken başka acil meseleler vardır.
“Gandalf her zaman Orta Dünya’nın yanında —tehlikelere karşı uyarıyor ve bunları düzeltiyor” diyen McKellen, şöyle devam ediyor: “Ama her ne kadar istese de aynı anda iki yerde olamaz. Gandalf’ı böylesine ilginç kılan şey gözlerinde hep bir pırıltıyla, her daim oldukça hafif yorumlar yapmaya hazırken bile son derece ciddi olması ve en iyiyi bilmesi. İnsanlar onun doğru olduğunu düşündüğü şeyi anında yapmadıklarında geriliyor, ama bazen de onların içlerindeki gücü keşfetmelerine ve görevlerine devam etmelerine izin veriyor.”
Kendi görevinin Gandalf’ı götürdüğü yer The Hobbit evreninin uzantısında bir bölgedir. Senaristler burayı Toliken’ın The Lord of the Rings’in ek bölümündeki ayrıntılardan çekip çıkardılar. Jackson bunu şöyle açıklıyor: “Kitapta, Gandalf çeşitli zamanlarda ortadan yok oluyor ve nereye gittiği açıklanmıyor. Ancak Tolkien yıllar sonra Gandalf’ın yokluğunu çeşitli yollarla The Lord of the Rings’deki olaylara bağladı. Bu filmde, o boşlukları geçmişe dönük olarak doldurmayı başardık ki bu gözardı edilemeyecek bir fırsattı.”
Gandalf terk edilmiş Dol Guldur kalesinde ortaya çıkan gizemli Ölümbüyücüsü’nün Orta Dünya’da hissettiği değişikliklerle bağlantılı olduğuna inanmaktadır. Boz Büyücü Radagast’ın (Sylvester McCoy) Dol Guldur’da yeniden gün yüzüne çıkan antik kılıcı bu dünyaya ait değildir ve ilk filmde ortaya konduğu gibi, Gandalf’ın korkularını daha da pekiştirir. “Büyük kötülüğün Orta Dünya’ya geri döndüğünü hissediyor başlıyor. Onun binlerce yıl önce alt edildiğini sanıyordu ama şimdi durumun böyle olmadığına dair ipuçları ve işaretler görmeye başlıyor” diyor Jackson.
Boyens ise Gandalf’ın görevinin tohumlarının ilk filmdeki Beyaz Konsey toplantısında Elf Kraliçesi Galadriel (Cate Blanchett) tarafından atıldığını açıklıyor: “Galadriel ona, ‘Gölgelerde hareket eden, bizim gözlerimizden gizli bir şey var. Kendini göstermiyor’ demişti. Kraliçenin bu çok önemli içgörüsü bu dünyada bir takım gaddarlıkların nasıl var olabildiğini ve kötülüğün nasıl fark edilmeden ortaya çıkabildiğini anlatıyor. Profesör Tolkien hikayelerini yazarken de bu böyleydi, şimdi de böyle.”
Dol Guldur, Kuyutorman’ın güney ucunda yer almaktadır ve bir kötülük dalgası buraya ulaşmış ve her yeri sarmıştır. Bir zamanlar Koca Yeşilorman olarak anılan bu orman artık hastalıklıdır; içinde gezinen herkes için karanlık ve aldatmacalarla dolu bir tuzaktır —Thorin ve Cüceler, bunu birinci elden öğrenme talihsizliğini yaşarlar; üstelik hedeflerine bu kadar yaklaşmışken. Boyens, “Yaşlı ormanın bir iradesi olduğuna dair güçlü bir his var. Artık orası insanı ayartan bir kötülüğün hükmü altında” diyor.
Ormanın zehirli ortamı grubun zihinlerini bulandırıyor ve gardlarının düşmesine neden oluyor. Jackson, “Kuyutorman’daki yoldan ayrıldığınızda, bir daha asla yolunuzu bulamama ihtimaliniz var; ve muhtemelen uzun süre hayatta kalamazsınız zaten” diyor ve ekliyor: “O ormanda kabus malzemesi olacak şeyler var, benim kabuslarımda olacakları kesin.”
Cüceler yoğun ağaç dokusu içinde ormanı istila etmiş Dev Örümcekler için kolay birer av olurlar. Büyük çenelere ve keskin dişlere sahip bu örümcekler hızlı ve açgözlüdür, ama Bilbo’nun kılıcı vardır ve Örümceklere kılıcının dokunuşunu tattırır. Freeman bu konuda şunları söylüyor: “Size saldıran Büyük Örümcekler, eğer onlardan iğreniyorsanız, tam anlamıyla mide bulandırıcı olabilir. Ama burada gerçek bir öldür ya da öl durumu söz konusu. Bilbo da arkadaşlarını kurtarmak için Örümcekleri öldürüyor. Ben onun hakikaten çok cesurca bir şey yaptığını düşünüyorum. Örümceklerde organik bir şey var ve umarım izleyiciler için oldukça korkutucu olacaklar. Benim için öyle olduklarına şüphe yok.”
Fakat Kuyutorman Cüceler için daha da büyük tehlikelere ev sahipliği yapmaktadır…
“DAHA TEHLİKELİ VE DAHA AZ BİLGE” – ORMAN ELFLERİ
Kuyutorman’da devriye gezen Ormanlık Diyar Elfleri çatışmaya denk gelir ve Örümcekleri çabucak dağıtırlar. Ama bunu yapma nedenleri Cücelere duydukları sevgi değildir. Tolkien’ın Orta Dünya’nın diğer Elflerinden “daha tehlikeli ve daha az bilge” olarak tanımladığı Ormanlık Diyar Elfleri, Kral Thranduil’in komutasında, çok seri oklarla, şiddetli ve becerikli biçimde saldırırlar. Savaşçı grubun başındaki Legolas’ı bir kez daha Orlando Bloom, savaşçı Tauriel’i ise Evangeline Lilly canlandırdı.
Her iki karakter de The Hobbit kitabında yer almadığı halde, yapımcılar onları öyküye dahil etmenin filmde genişletilen anlatıma doğal bir uyum sağlayacağını hissettiler. Legolas Yeşilyaprak romanda Ormanlık Diyar’ın yönetici Elf Kralı Thranduil’in oğlu olan bir Kuyutorman Elfidir. “Legolas ‘Yüzüklerin Efendisi’nde karşımıza çıktığında onun Thranduil’in oğlu olduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla, bu filmde Ormanlık Diyarı ziyaret etmemiz Legolas’ı geri getirmek için harika bir fırsat gibi göründü çünkü artık Thranduil’in aile ağacını baştan sona biliyoruz. Elfler ölümsüzler; bu yüzden, iki hikaye arasındaki 60 yıllık süre hiçbir önem taşımıyor. Neyse ki Orlando da son on yılda bir gün bile yaşlanmış görünmüyor” diyor Jackson gülerek.
Bloom “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinden on küsur yıl sonra bir kez daha Legolas’ın yayını eline almaktan mutluluk duyduğunu belirtiyor: “Geri dönmek inanılmaz. ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmleri benim için çok değerli birer deneyimdi. Bu dünyaya ve bu karaktere geri dönme fırsatı bulduğum için çok mutluyum. Daha da güzeli, eski kostümümün içine girebildim, hâlâ üzerime oluyor!”
Bloom saçı, makyajı ve Legolas için yeniden tasarlanmış kostümle sete geldiğinde, “Sevilen bir karakterle buluşmak gibiydi” diyen Walsh ise, şöyle devam ediyor: “Bunca yıl sonra Orlando’nun geri dönmesi ve yeniden Legolas olması gerçekten çok müthişti. Orta Dünya’nın hepimizin sevdiği bu karakterinin yeniden aramızda olması bize çok tuhaf bir déjà vu duygusu yaşattı.”
İlk başta her ne kadar Legolas’ın hikayedeki yeri konusunda endişe duysa da, karakterin Ormanlık Diyar’la ilişkisi ve 13 Cücenin varlığı —bunlardan biri olan Gloin, gelecekte Legolas’ın Yüzük Kardeşliği’nde dostu olacak olan Gimli’nin babası— Bloom’u rahatlattı. “Hepimiz kitabın hayranlarının bilincinde ve onlara saygılıyız. Dolayısıyla, Peter, Fran ve Philippa’nın hikayeden fazla uzaklaşamayacağını biliyordum” diyor aktör ve ekliyor: “Tasarladıkları kurgunun harika olan yanı, ileride ‘Yüzüklerin Efendisi’ndeki Legolas’ın nasıl geliştiğini göstermesi. Ayrıca, bu hikayede, Legolas’ın Cücelere karşı antipatisinin kaynağına dair bir fikir de ediniyoruz. Karakterin geçmişine ilişkin dinamik bir anlayış sunuyor.”
Jackson ve çalışma arkadaşları aksiyonu ilk üçlemede sinemaseverlerin favorisi hâline gelen ikonik Legolas anlarıyla birleştirdi. Bu, aktör için yoğun bir antrenman programı ve tehlikeli sahneler anlamına geliyordu. Bloom, “Legolas’ın oldukça havalı bazı sahneleri var. Ve bence bunlar artık ‘Leggy’nin bir parçası oldu. Geliyor, fazla konuşmuyor, birkaç hareketle işin icabına bakıyor. Basit ama etkili bir plan” diyor.
Dublör koordinatörü Glenn Boswell ise şu yorumu getiriyor: “Orlando dövüş koreografilerini gerçekten hızlı bir şekilde kapıyor ki bu çok iyi bir şeydi çünkü çekimlere geçilmeden önce onu hazırlamak için kısıtlı zamanımız oluyordu. O ve Evangeline dövüş anlamında muhteşem bir uyum içindeydiler. Her iki karakterin de farklı stilleri vardı ve bunlar görsel açıdan müthişti.”
Evangeline Lilly’nin canlandırdığı Elf savaşçı Tauriel hikayeye tamamen yeni bir eklenti olup, Thranduil’in Muhafızlarının komutanıdır. Walsh, “Kitaba sadık kalmaya çalışmamız gerektiğini her zaman hissettik ama görmek istediğimiz filme de sadık olmalıydık. Kitap ile film arasında farklar daima olacaktır çünkü filmlerin başka dramatik gereklilikleri vardır. Ele almamız gereken şeylerden biri kadın karakterlerin eksikliğiydi; ve Tauriel bu açığı çok güzel biçimde kapattı. Evangeline gerçekten muhteşemdi. Orta Dünya’yı anladı ve Tauriel özgün bir karakter olsa da onun kitabın ruhuna uygun olarak yaratılması için elinden geleni yaptı” diyor.
Lilly filmde yeniydi, ancak The Hobbit’in çocukluktan beri hayranıydı. Bu yüzden, kendisine üçlemede bir rol oynaması teklif edildiğinde çok sevindi. Fakat teklif aktrisin ilk çocuğunu doğurmasından iki ay sonra geldi. “Bir anne ve yazar olarak gözlerden uzak, sakin bir hayata geçireceğimi düşünmüştüm, ama bu rol hayır diyemeyeceğim bir fırsattı” diyen Lilly, şöyle devam ediyor: “The Hobbit çocukken en sevdiğim kitaptı ve her zaman bir Elf olmak istemiştim. Dolayısıyla, bir Kuyutorman (Yeşilorman) Elfini oynamam için yapılan teklif bir rüyanın gerçek oluşuydu. Oyuncu olarak şu ana kadarki en zor işimdi ama bu zorluğu çok sevdim.”
Lilly, Tauriel’in Ormanlık Diyar sınırlarını koruyarak büyüdüğünü, dolayısıyla daha önceki filmlerde gördüklerimizden çok farklı türde bir Elf olduğunu belirtiyor: “Orman Elfleri daha amansızlar. Tauriel de bir savaşçı; hançer, ok ve yayda uzman. Ayrıca, Silvan Muhafızlarının başı. Yani oldukça belalı bir Elf, ve belki yaşça daha büyük Elflerden daha az bilge. Toprağa bu kadar bağlı olmasından dolayı Tauriel sıcak ve derin biri olsa da, işinde çok usta. Ve onun işi öldürmek.”
“Hobbit” üçlemesinde Elfleri canlandıran diğer oyuncular gibi, Lilly de Elflerin zarif ve çevik yürüyüşlerinde mükemmelleşmek için hareket koreografı Terry Notary’yle çalıştı. Aktris, ayrıca, dövüş sanatlarında yoğun antrenmanlar yaptı ve karmaşık dövüş sahnelerinin üstesinden gelmek için dublör ekibiyle çalıştı. Boswell övgüyle, “Evangeline’in dövüş sahnelerine büyük yatkınlığı vardı. Tauriel’in nasıl dövüşeceğine dair güçlü bir vizyona sahipti; kısmen daha önce görmüş olduğu çift hançerli eski Çin dövüş stilinden etkilenmişti” diyor aktris için.
Ucuyla olsun tüylerinin rengiyle olsun, Tauriel’in oku ve yayı ormanı yansıtan organik bir niteliğe sahipti. Tauriel’in şam modeli hançerlerinin üzerinde ise zarafetini ortaya koyan diken motifleri vardı. Tauriel’in kişiselleştirilmiş silahları konsept tasarımcısı John Howe ve Weta Workshop’la birlikte çeşitli sanatçıların ortak çalışmasıyla yaratıldı. Weta’dan Richard Taylor, “Bir Elf ninja olarak, kullandığı her şey, içinde yaşadığı dünyayla bir olmuş durumda ki yeşilliklerin içinde ortadan kaybolabilsin” diyor.
Tauriel’in kostümleri de Ormanlık Diyar’ı yansıtıyor ve Jackson’ın Orta Dünya’sında gördüğümüz diğer kadın Elflerin dökümlü ipek giysilerinden daha erkeksi çizgiler taşıyor. Kostüm departmanı orman tonlarında deri, süet ve ipekten giysiler ve özel yapım deri botlar yarattı. Tauriel’in vahşi estetiği saçına ve makyajına da yansıtıldı. King büyük kulaklar ve iri dalgalı kızıl bir peruk yaptı.
Bu Elfler Cücelere karşı dostane değildiler. Jackson bu konuda şunu söylüyor: “Ormanlık Diyar’daki Elfler, Legolas da dahil olmak üzere, Cüceler için oldukça gizemli ve biraz da tehditkarlar; Elfler Cücelerin görevine yardım etmek için orada değiller.”
İlk filmin giriş bölümünde görüldüğü üzere, Thranduil’le mazisinden dolayı, Elf Kralı’nın taht odasına getirilmek Thorin için zor ve aşağılayıcı bir an. “Erebor düştüğünde, Thorin, Elflerin neden harekete geçmediğini anlayamamıştı. Thranduil olaylara seyirci kalmış, hiçbir şey yapmamıştı. Thorin için bu affedilemez bir davranış. Elfler Cücelerin yanmasına izin verdiler ki Thorin bunu asla unutmayacak” diye açıklıyor Armitage.
Elf Kralı Thranduil rolüyle oyuncu kadrosuna katılan Lee Pace, canlandırdığı karakterin Cücelerin zor durumuna kayıtsız kalışının kökeninde uzun süre önce yaşanan bir karşılaşmanın yattığına inanıyor: “Benim teorim şöyle: Thranduil’in Erebor’un altın salonlarını görüşü kendisi için bir dönüm noktası oluyor. Cücelerin topladığı tüm o altınları gördüğünde, ‘Siz Cüceler yanacaksınız. Böyle bir açgözlülük cezasız kalmaz’ diye düşünüyor. Ve Ejderha geldiğinde, Elflerin bir fark yaratma güçleri var ama bunu kullanmamayı seçiyorlar.”
Jackson ve yapım ekibi Pace’i 2006 filmi “The Fall”da görmüşlerdi. Sırf bu kritik rolü ona sunmak için New York’a özel olarak seyahat ettiler. “Elfler için oyuncu seçmek zor çünkü tarifi neredeyse imkansız bir niteliğe sahipler” diyor Jackson ve ekliyor: “Zarafet, güzellik ve yaşlanmamazlık. Oyunculara biraz zihinsel bir sıçrama yaptırmalısınız. Ölümsüz olabileceği ama aynı zamanda uzun yaşamı boyunca çok şey görüp geçirmiş olduğu hissini vermelisiniz. Lee gerçekten tüm bu nitelikleri ve fazlasını rolüne kattı.”
Filmde gerek Pace olsun gerek Lilly ve Bloom, eski bir Elf dilinde konuşuyorlar. Tolkien Orta Dünya için iki tane Elf dili yarattı: Yaygın olarak kullanılan Sindarin, ve resmi dil olan Quenyan. Jackson’ın diğer Orta Dünya film setlerinde olduğu gibi, yapımcılar bir kez daha Tolkien uzmanı akademisyen David Salo’ya başvurdular. Tüm yaşamını bu dillerin gramer ve kelime dağarcığını genişletmeye adamış olan Salo, el yazmasının kesitlerini tercüme etti ve diyalekt eğitmeni McPherson’la birlikte oyuncuların Elf dilinde akıcı hâle gelmesine yardımcı oldu. McPherson, “Hepsi de dili çok güzel öğrendiler. Evangeline Fransızca biliyor. Dile büyük bir yatkınlığı var; ve kulağı da çok iyi. Orlando’nun Elf dilinde zaten deneyimi vardı. Onun işine duyduğu tutku, doymak bilmeyen merakı ve herkese bulaştırdığı hoş mizacı kendisiyle çalışmayı tam bir keyfe dönüştürüyor. Lee, Thranduil’in dile hakimiyetini, derinden gelen güçlü sesini çok güzel yansıttı” diyor.
Yepyeni bir Elf ırkı için zırh tasarlamak Taylor ve ekibi için bir zevkti. Taylor bu konuda şunları söylüyor: “Orman Elfleri inanılmaz bir karizmaya, güce ve canlılığa sahipler. Bir yandan da çok güzel ve artistikler ama sonuçta eğitimli birer katil olduklarını akıldan çıkarmamak da önemli. Zırhlarını fazla desenli ya da zarif yapıp ırk olarak zayıf ya da cansız görünmelerine izin veremezdik.”
Weta Workshop ve kostüm tasarımcıları Elf Kralı için, Ormanlık Diyar’ın kralı statüsüne uygun bir dizi uzun, yerleri süpüren cüppeler ve pelerinler hazırladılar. Thranduil’in taktığı taçlardan biri Weta Workshop’tan Daniel Falconer tarafından kitaptaki yaprak, diken ve dağ çileğinden yapılma taç model alınarak hazırlandı. Thranduil’in güçlü, şık, madeni kılıcı sağlam bir metal bloktan kesilip dövüldü. “Thranduil’in dik başlılığı ve kibrine çok uyan bu sevimsiz madeni kılıca sahip olmanın bağnaz bir yanı vardı” diyor Falconer.
Pace için, Thranduil’i anlamanın anahtarı Elflerin insan olmadığı düşüncesiydi. Aktör bu konuda şunları söylüyor: “Tolkien şöyle yazmış: ‘O, Yaban’ın diğer tarafındaki Elflerin kralıydı.’ Thranduil tehlikeli ama kötü kalpli olduğu için değil. Göz alıcı, fakat yüreği bir elmas gibi sert ve soğuk. Ayrıca hassas, ama duygusal anlamda hassasiyetten söz etmiyorum. O ormanda Thranduil fark etmeden tek bir yaprağın bile kımıldadığını sanmıyorum. Ve bu Cücelere bakıp, ‘Öldürebileceğinizden emin olmadan bir Ejderha uyandırılmaz. Ve siz onu öldüremezsiniz. Bu fikri kafanızdan çıkarana kadar sizi zindanlarımda tutacağım’ diye düşünüyor.”
Thranduil zırhlarını ve silahlarını aldığı Cüceleri yeraltı zindanlarının derinliklerine kapatır. Fakat kralın kararı yaratıcı Bilbo tarafından sabote edilir. Bilbo arkadaşlarını kurtarma düşüncesiyle fark edilmeden Diyar’a girer —arkadaşlarını Elflerin şarap mahzenindeki boş varillerin içine sokar ve varilleri nehre giden akıntıya bırakır.
Elflerin gazabına uğrama riskine rağmen, Hobbit’in sadakati Cüceleredir. Freeman, “Bilbo’nun karşılaştığı farklı türlerin potansiyel olumlu yanları içinde, Cücelerinkiler oldukça ön plana çıkıyor” diyor ve ekliyor: “Elfler bariz şekilde daha medeni ve daha kültürlüler ama Bilbo’nun Cücelerde gördüğü şey, sanırım, sonuç olarak bundan daha önemli. Bilbo’nun onlara yardım etmeye karar vermesi ise daha da ilginç ve cesurca çünkü buna mecbur değil. Eğer bunu yapmazsa tüm Orta Dünya cehennem ateşinde yanacak falan değil; ancak, onların görevinin yapılmaya layık olduğunu düşünüyor. Ve bence bir kez yurdunuzdan ayrılmaya karar verdiğinizde, beraberce ayrıldığınız kişiler sizin yurdunuz ve aileniz oluyorlar; sizden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar.”
Thranduil ise tam aksini düşünmektedir. Thorin’in görevinin daha karanlık, daha tehlikeli bir mücadelenin habercisi olduğunu hissetmektedir —ve bu mücadelede Elflerin bir işi olmadığına inanmaktadır. “Thranduil kendi ırkını ülkesinin sınırları dışındaki diğer ırkların yazgılarındaki iniş çıkışlardan soyutlamaya yıllar önce karar vermiş. Ve onun sözü kanun” diye açıklıyor Boyens.
Tauriel kralına itaatsizlik ederek nehirden kaçan Bölüğün peşine düşer. Legolas da babasının emri ile Tauriel’in neyin doğru olduğuna dair inancı arasında kalmasına rağmen, Tauriel’i takip eder. “Cücelerin Yalnız Dağ’a ulaşmayı deneme fikri bir tür delilik” diyen Bloom, şöyle devam ediyor: “Thranduil’in bakış açısına göre, Cücelerin ulvi bir amaçları olduğu kesin ama bu çabaları kaosa neden olabilir. Legolas, Tauriel’in pervasız olduğunu biliyor ve onun için kaygılanıyor. Babasıyla ters düşeceğini bildiği halde Tauril’i korumak istiyor. Bu ilişkide çok girift şeyler var. Legolas kralın oğlundan Yüzük Kardeşliği’nin bir parçası olmak üzere oradan ayrılacak olan bir adama dönüşüyor.”
Tauriel, Thranduil’in Cücelerle olan geçmişini yaşamadığı için onlara ve içinde bulundukları duruma karşı daha merhametli. Lilly, “Bence Tauril kendi ülkesine öldürmek ve yakıp yıkmak için gelen Ork istilacılarını durdurmayı daha çok istiyor. Olaylara seyirci kalıp buna izin veremez; gitmeli ve bu konuda bir şeyler yapmalı.”
İki Elf savaşçısı Cücelerin kolay hedef olduğu Orman Nehri kıyılarında ortaya çıkan Orklarla karşı karşıya geliyorlar. Bloom bunun sonrasını “muazzam miktarda Ork katliamı” olarak niteliyor.
Yıllar önce Orklarla Cüceler arasındaki büyük savaşta öldüğü sanılan Soluk Ork Azog, cani ruhlu oğluna ve emrindeki katil Ork sürüsüne Thorin Meşekalkan’ın Bölüğündeki herkesin yakalanıp öldürülmesini emreder.
“Azog’un Thorin’i Yalnız Dağ’a ulaşmaktan alıkoymak için kendi nedenleri var” diyor Boyens ve ekliyor: “Gandalf bu takibin Azog’un yaptığı bir ittifakla ve artık hizmetine girdiği güç odağıyla ilgili olduğundan korkuyor. Kaldı ki Azog, Cüceler başta olmak üzere, yaşayan her şeyden psikopatça nefret ediyor, özellikle de Thorin ve Bölüğünden.”
Jackson, Azog ve Bolg için hayal ettiği katıksız tehditkârlığı hayata geçirmek için Gollum’u yaratmakta kullandığı aynı performans yakalama tekniğine başvurmaya karar verdi. Jackson, “Azog zorluydu çünkü hikayeyi uyarlarken o esas kötü adamımızdı. Onun hareketli, anlamlı ve olabildiğince korkunç olmasını istedik. Dijital bir Ork yaratma düşüncesi heyecan verici olmanın yanı sıra, bizi boyut ve şekil anlamlarında özgürleştirdi çünkü artık temel insan oranlarına mahkum değildik” diyor
Ork komutanı Azog’u aktör Manu Bennett, oğlu Bolg’u ise “Yüzüklerin Efendisi” filmlerinin Uruk Hai karakteri Lurtz’u canlandırmış olan deneyimli oyuncu Lawrence Makoare hayata geçirdi. İki aktör rollerini performans yakalama sahnesinde oynadılar. Bennett kısa sürede dev bir Ork gibi hareket etmeyi öğrendi. Aktör şunları aktarıyor: “Kendi hızımda hareket etseydim, Azog çok küçük ve insan gibi görünürdü. Bu kaba yaratığın ciğer kapasitesini ve cüssesini ortaya çıkarmam gerekiyordu. Karınca gibi hareket edemezdim, dinozor gibi hareket etmeliydim.”
Azog ilk filmde tanıtılmıştı ancak oğlu Bolg “Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları”nda hayat buldu. Letteri ve Weta Digital’daki ekibi yeni bir kötü Ork yaratma fırsatından memnuniyet duydular. “Peter onun biraz anormal bir savaşçı olmasını istedi” diyor Letteri ve ekliyor: “O kadar çok savaş yarası var ki bu konsepti alıp daha da ileri götürmeye karar verdik: Zırhını vücut derisine gömdük. Böylece, hem darbe alabilecekti hem de hareket özgürlüğüne sahip olacaktı çünkü o sürekli olarak savaşan bir karakter. Bolg’da tasarımına harmanlayacağımız ilginç özellikler vardı.”
Azog’un katil Orklar ordusu neredeyse ayırt edilemeyen protezli aktörler ile dijital yaratımların bir karışımından oluşuyordu. Taylor, “Ork Öncü Birliği adını verdiğimiz bu grup hafif zırhlar giyen, seri okçular oldukları için epey çetin cevizler.”
GÖL KASABASI AHALİSİ
Aç, bitkin ve silahsız durumdaki Cüceler Dağ’a son bir hamle yapacak halde değildirler. Ancak yakındaki Göl Kasabası’ndan kendilerine doğru gelen bir filika solgun bir umut ışığı olur. Filikadaki adam Ormanlık Diyar’dan gelen nehrin aşağısına doğru ilerlerken suda yüzen boş varilleri toplamaktadır. Filikadaki bu adam Bard’dır (Ozan) ve Cüceleri önce okunun ucuyla selamlasa da, bilge Balin onu kendilerine yardımcı olmaya ikna eder.
Göl Kasabalı bir adam olan, Luke Evans’ın canlandırdığı Bard, görünenden çok daha fazlasını temsil etmektedir. “Bard kitabın unutulmaz karakterlerinden biri, ama bizim filmimizde bu mütevazı filikacı bazı yönlerden bir muamma” diyen Jackson, şöyle devam ediyor: “Yaptığı iş sahip olduğu becerilerin çok altında; açığa vurmadığı çok kayda değer bir yeteneği var ki bunun ne olduğu hikayenin ilerleyen bölümünde anlaşılıyor. Dolayısıyla, Bard oyuncu seçimi açısından ilginç bir karakterdi çünkü hikayemizi bir süre Cücelerin bakış açısından anlatıyoruz; ve bu adam Cüceler için bir muamma. Bu yüzden, role tedirginlik hissi katabilecek bir aktör istedik. Aradığımız her şeye sahip olan Luke Evans tehlikeli niteliklerin hepsini rolüne yansıttı. Öte yandan, gerektiğinde oldukça müthiş bir aksiyon kahramanı olabildiğini de gösterdi.”
Bard Cücelerin gerçek görevini bilmiyor olsa da, onlara güvenmediğini hemen hissediyor ve peşinde olabilecekleri şeyden korkmak için nedeni var. Evans bu konuda şunları söylüyor: “Bard’ın üç tane çocuğu var ve bu şehirde kır kanaat geçiniyorlar. Çocuklarının sağ ve güvende olmasını istiyor; dolayısıyla, onları korumak için yapmayacağı şey yok. Eğer bir meseleyi kan dökmeden halledebiliyorsa, yapacağı şey bu olur. Ama karşısında, kontrol edemeyeceğini bildiği, gösterişli Cüceler var.”
Evans rolü almakla kalmadığını, doğuştan sahip olduğu Gal aksanının Göl Kasabası dokusuyla bütünleştirileceğini öğrendiğinde çok sevindi. Jackson’ın Gallilere karşı duyduğu sempati bu aksanı Dale şehri için kullanmasına ilham kaynağı olmuştu. Dale sakinleri şehirleri Ejderha’nın ateşli soluğuyla yanınca Göl Kasabası’na kaçmışlardı. Bu yüzden, filmde, Dale’den gelmiş kişilerin tamamı Gal lehçesiyle konuşuyor. “Dale benim için daima Galler olacak ki bu gerçekten çok hoş bir şey” diyor Evans.
“Bard’ın atalarının başına gelmiş olan korkunç trajedi onu çok ilginç bir karakter ve çok değişik türde bir kahraman yapıyor” diyen Boyens ise, şöyle devam ediyor: “Onda doğuştan gelen bir özellik var. Bu en iri ya da en güçlü olması değil; haysiyete, gerçek cesarete ve çevresindekilere karşı empatiye sahip olması. Bard için riskler çok daha büyük çünkü çocukları var ve onları koruma güdüsüyle hareket ediyor. Ne şanslıyız ki Yeni Zelanda’dan babalarıyla birlikte iki harika genç aktris de geldi: Peggy ve Mary Nesbitt.”
Peggy ve kız kardeşi Mary, Cüce Bofur’u canlandıran James Nesbitt’in kızları. Bard’ın oğlu Bain’i ise 15 yaşına giren ve çekimler süresince boyu 10 santim uzayan John Bell oynadı. Bu durum kostüm departmanı için zorluk teşkil etti. Neyse ki yaratıcılıklarını kullanarak, Bell’in küçük gelmeye başlayan kıyafetlerine manşet ve duble paçalar eklediler. “Sanırım üç çift bot değiştirdim” diyor Bell gülerek.
Bard çok düşük kazancıyla çocuklarına bakmayı başarsa da, umutsuzca bir kader değişimi isteyen insanların arasında yaşamaktadır. Jackson Göl Kasabası’nı “tüm fabrikaların terk edip gittiği bir sanayi kasabası” olarak tanımlıyor ve şunları söylüyor: “Geçmiş günlerdeki tüm zenginliklerden ve ihtişamdan geriye bir şey kalmadığı hissi var. Bu da, Göl Kasabası’nın Efendisi gibi ahlaksız politikacıların kendilerine yer edinip bu insanların sefaletini bir ölçüye kadar sömürmelerine olanak tanımış. Efendi’nin Alfrid adında, Ryan Gage’in canlandırdığı bir asistanı var; ve oldukça perişan durumdaki bu küçük göl kasabasını kendi aralarında yönetiyorlar.”
Kasaba halkı açlıktan kırılırken, Göl Kasabası’nın vicdansız Efendisi lüks bir yiyecek stoğuna ve gizli zenginliklere sahiptir; bu anlamda Bard’ın tam zıttıdır. Jackson’a göre, “Bard sezgileri çok güçlü, pratik zekalı bir adam. Efendi’nin hiç hoşuna gitmese de, şimdiye kadar hayatta kalmayı başarmasının nedeni de bu. Efendi insanları açlığın eşiğinde tutuyor ki zayıf kalıp isyan etmesinler, ama görünüşe göre Bard ondan hep bir adım önde. Bazı açılardan, Bard içinde yaşadıkları bu çok karanlık dünyada ışık oluyor.”
Yapımcılar yozlaşmış politikacıyı oynaması için İngiltere’nin sevilen tiyatro ve sinema yıldızı Stephen Fry’a teklif götürdüler. “Stephen’ın rol için mükemmel olduğunu söylemek sanırım biraz kabalık olurdu” diyor Jackson gülümseyerek ve ekliyor: “Ama kitapta Efendi’ye ilişkin çok fazla hiciv ve özel göndermeler var ve biz de bunu filme taşıdık. Dolayısıyla, Stephen çok doğal bir seçim gibi geldi. Öylesine müthiş bir aktör ki Efendi’nin hem şehirli, iyi konuşan, cazibeli yanını yakalamayı, hem de size onun açgözlü ve yozlaşmış biri olduğunu hissettirmeyi başardı; oysa bu kişilik kendisininkinden o kadar farklı ki.”
Fry ise Efendi için şunları söylüyor: “Kahraman ve önemli bir lider. İnsanların onu sevip saydığına, kimsenin onun açgözlü ve yozlaşmış olduğundan asla şüphelenmediğine inanıyor. Bence bir zamanlar çok karizmatik bir kişilikti ve ya zekası ya doğal kurnazlığıyla kendini seçtirdi ve yerini korudu. Her şey vergilendirmekten ve Göl Kasabası’nı savaştan uzak tutmaktan ibaret.”
Duygusuz ve açgözlü Efendi’nin bir zamanlarki süslü kıyafetleri artık yıpranmış ve küflenmiş olduğu için, kostüm departmanı seçtikleri lüks ve kaliteli kumaşları zahmetlice eskitmek ve yıpratmak zorunda kaldı. “Artık biraz tozlu ve yanmış olan güzel bir ortaçağ brokarının cam resmini hayal edin. Bu etki Efendi’yi kaba, pis, çok bakımsız ve bir şekilde gülünç biri olarak resmediyor” diyor kostüm tasarımcısı Ann Maskrey.
Efendi ve kölesi Alfrid için stil yaratmak makyaj departmanı için katıksız ve çılgın bir eğlenceydi. King bunu şöyle ifade ediyor: “Peter’la Efendi’yi olabildiğince iğrenç yapmayı konuştuk. Bunun üzerine, ona korkunç bir saç modeli, çürümekte olan dişler ve seyrek sakal bıyık yapmak için elimizden geldiğince uğraştık. Alfrid için ise, Ryan Gage’i yağlı saçları, kötü bir cildi, kararmış, pis dişleri olan biri hâline getirdik. Dişlerini her sabah özel bir diş minesi boyasıyla boyadık.”
Efendi her daim kâr etme fırsatları aradığı için, Bard’ın evinde yabancıların saklandığına dair söylentiler yayılmaya başlayınca kendini halktan uzak tutma gayretini askıya alır. Fry’ın bu konudaki açıklamaları şöyle: “Efendi, Thorin gibi, görevlere gidip savaşmak isteyen kişilerden rahatsız oluyor; o tür insanlardan zarardan başka bir şey gelmez. Bu tür şeylerin bela getireceğine inanıyor ve her şeyin üstünü örtbas edip, dağlara Ejderhaları rahatsız etmeye gitme düşüncesindeki herkesi engellemenin daha iyi olduğunu düşünüyor. Fakat Göl Kasabası’nda hüküm süren bir kehanet var: Thorin ve diğerlerinin gelmesiyle Dağ’da altın çıkaran Cücelerin kazma sesleri yeniden duyulduğunda, kasaba eski zenginliğine yeniden kavuşacak.”
DAĞDAKİ EJDERHA
Kendilerine karşı toplanan güçlere rağmen, Bilbo ve Cüceler, Durin Günü sona ermek üzereyken Erebor’un gizli kapısına ulaşmak için Yalnız Dağ’da yolculuk yaparlar. Ve gizli haritadaki talimatlar doğru çıkar: Thorin babasının anahtarını kullanarak kapıyı açmayı başarır.
Boyens, Armitage’ın bu sekansta performansına “güzel bir sadelik” getirdiğini söylüyor ve ekliyor: “Bunun Thorin için bir zafer anı olması gerekir ama bunun yerine sessiz bir duygu anı oluyor: ‘Evdeyim ve hatırlıyorum.’”
Armitage ise şunları söylüyor: “Kapı açıldığında ve Thorin bu kapalı kalmış dağın içerisinden gelen havayı ilk soluduğunda, çocukluğunu, Erebor Krallığı’nı ve diğer her şeyi yeniden hatırlıyor. Thorin için müthiş bir an; ve ben onun sevincini hissettim. Ancak o küflü havanın içinde, Thorin’in halkını katleden Ejderha Smaug’un, isli taşların kokusu ve orada hayatlarını kaybetmişlerin anıları var; bu, ölümün kokusu.”
Tehlikeli bir nöbetçi Cücelerin hazinesini almaya çalışacak kadar cesur ya da çılgın herhangi birinin üzerine ateş ve yıkım yağdırmak için hâlâ bekliyor olabilir. Gerçek bir intihar girişimi olan bu Görev Bilbo’nun yapması gereken şeydir. “Bu filmde, bir hırsıza ihtiyaçları olduğunu anlıyoruz çünkü burada gerçekten önemli olan, onun çalmasını istedikleri şey: Arkentaşı, yani Cücelerin Yalnız Dağ’ın derinliklerinden çıkardıkları gizemli kaya” diyor Jackson ve ekliyor: “Arkentaşı’nın hakiki bir gücü yok ama Thorin için özel bir öneme sahip.”
Balin’i canlandıran Ken Stott ise şunu ekliyor: “Cüceler, Bilbo’nun işinin ne kadar zor olduğunu biliyorlar çünkü Ejderha büyük olasılıkla hâlen hayatta. Balin’in düşüncesine göre, geri dönmenin ayıplanacak bir yanı yoktur ama Bilbo söz verdiği gibi göreve devam ediyor ki bu çok başka bir cesaret gerektirmekte.”
Erebor’un odalarından geçerek aşağılara doğru ilerleyen Bilbo altın ve hazine yığınları arasında hareketsizce uyuyan bir Ejderha olduğunu görür. “Smaug’u, boyutunun dışında, diğer Ejderhalardan ayıran şey Tolkien’ın yarattığı kişilik. O, konuşabilen ve insanları yemek isteyen bir Ejderha olmanın ötesinde, hasta ruhlu ve çok ama çok zeki” diyor Jackson.
İkonik bir rol olan Korkunç Smaug’u Benedict Cumberbatch canlandırdı. Seçmelerde bile, yapımcılar aktörün Ejderha’yı çok net bir şekilde oynaması karşısında çok şaşırdılar. Walsh bu konuda şunları söylüyor: “Tolkien kitapta karakteri muhteşem bir şekilde dramatize etmiş. Smaug bir senaryoda uyarlama yapmak için çok güzel, arketipik bir karakter. Benedict sesiyle olağanüstü şeyler yaptığında, Smaug’umuzu bulduğumuzu anladık. Benedict, Smaug’un kim olduğunu ve onu nasıl oynayacağını kesinlikle biliyordu ve bu bizim karaktere ilişkin vizyonumuzla tam olarak örtüştü.”
Çocukken babasının kendisine The Hobbit romanını okuduğu zamanlardan dolayı, İngiliz aktörün yaratıkla ilgili çok canlı anıları var. “Babam olağanüstü bir aktördür; dolayısıyla, Hobbitlerin ve Ejderhaların bu muhteşem dünyasını benim için canlandırırdı. Böylesine inanılmaz bir kitapla tanışmak için çok renkli bir yoldu. Bu yüzden, eve gidip babanıza, ‘Smaug’u canlandıracağım ve bunu sana borçluyum’ dediğiniz gün bir oyuncunun hayatında çok tatmin edici bir gündür” diyen Cumberbatch, “Babam, Smaug’u müthiş pürüzlü ve hırıltılı bir yaratık olarak seslendiriyordu; yani aslında performansımı ondan çaldım” diye ekliyor gülerek.
Freeman filmdeki baş düşmanını dostu ve ünlü BBC dizisi “Sherlock”taki rol arkadaşı olan Cumberbatch canlandırdığı için mutlu olduğunu ifade ediyor: “Londra’daki seçmelere ikimiz de aynı zamanlarda, ‘Sherlock’un ilk bölümlerini çektiğimiz sırada katıldık. Benedict bu rolü oynayacağı için çok sevinçliydi ki ben de onun muhteşem olacağını düşündüm. Ben hakikaten iyi bir aktör. Fiziksel olarak müthiş, ayrıca ses olarak da muhteşem.”
Diyalekt eğitmeni McPherson, Cumberbatch’in ses performansını mükemmelleştirmesi için aktörle çalıştığını ve onun azminden etkilendiğini ifade ediyor: “Her bir anı fiziksel olarak irdeliyor ve o an için Smaug’un tam olarak kim olduğunu bulana dek farklı ses özellikleri üzerinde çalışıyordu. Bu tanık olması olağanüstü bir yaratıcı süreçti. Smaug’un büyük korku ve üzüntüye neden olduğunu biliyorum ama bana keyif haricinde bir şey vermedi.”
Smaug fiziksel olarak Weta Digital’daki sanatçılar tarafından hayata geçirildiyse de, aslında filmin konsept sanatçıları ile Weta Workshop ve Weta Digital’daki tasarımcıların hepsinin ortak eseri. “Bu karakter için muazzam büyük bir beklenti var. Bu da onu iki ucu keskin bıçak yapıyor çünkü Smaug’a hakkını veremezsek büyük bir sorun yaşarız” diyen Jackson, şöyle devam ediyor: “Toplantılara aklımda onunla ilgili bir vizyonla gitmedim kesinlikle. En başından itibaren bildiğim tek şey onun çok büyük olmasını istediğimdi —hayal edebileceğinizden çok daha büyük— çünkü onun, zekası ve kurnazlığına ek olarak, cüssesiyle de bu küçük Hobbit için dehşet verici olmasını arzu ettim.”
Jackson ve ekibi ilk filmde Smaug’un boyutuna ilişkin bir algı yaratmışlardı; yönetmenin bu konudaki talimatı Ejderhanın başının “bir otobüs büyüklüğünde” olmasıydı. Yaratığa ilişkin bu imaj “Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları”nda merkeze oturan yaratık için standardı oluşturdu. Jackson bu konuda şunları söylüyor: “Smaug’da çok sayıda ve inanılmaz yetenekli sanatçı çalıştı. Onlara parametreler verseniz de belirli bir özgürlük de tanımak istiyorsunuz. Ben buna bayılıyorum çünkü bana gelen pek çok farklı tasarıma bakıp karakterin parçalarını birleştirmeye başlama şansına sahip oluyorum.”
Son 20-30 yılı Orta Dünya’nın karakterlerini çizerek geçirmiş olan ünlü Tolkien illüstratörü John Howe ilk tasarımlarında hayal gücünün çıldırmasına izin verdi. Howe bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Tolkien bize Ejderha hakkında fazla bir şey anlatmıyor, ama zaten kendisi yorucu tasvirlerde değil çağrışım yaptırmada usta. Ana hatlarıyla, Smaug’un iri, kırmızımsı altın renginde ve kanatlı olduğunu, ağzından ateş püskürttüğünü biliyoruz. Sonrasında, canlı gibi görünen bir yaratık yaratmak heyecan vericiydi. Genel çizgileri ve silueti ortaya çıktıktan sonra ayrıntılar üzerinde çalıştık; örneğin, pençelerinin yakından nasıl göründüğü gibi.”
Ejderha Weta Digital’da iskeletinin şeklinden, nasıl hareket ettiğine ve derisinin dokusuna varana kadar katman katman yaratıldı. Derisinin dokusunun rötuşlarını doku amiri ve yaratıcı sanat yönetmeni Gino Acevedo yaptı. Acevedo’nun departmanı Smaug için iki buçuk yıldan fazla çalıştı. “Böylesine cüsseli bir karakter olduğu için, derisi çok geniş bir alan kaplıyordu” diyor Acevedo.
Jackson’ın hayal ettiği fiziksel yapıda ve kişilikte bir dijital Ejderha yaratmak animatörlerin tasarımı ile Cumberbatch’in performansını bütünleştirmeyi gerektirdi. Aktör, Ejderha’nın hareketi ile seslendirmesini uyumlu hâle getirmek için, repliklerini hareket yakalama amiri Dejan Momcilovic’in rehberliğinde, mo-cap teçhizatına bağlı olarak okudu. Karakter performans yakalama verileriyle yaratılmış olmasa da, Cumberbatch’in bu seansları animatörler için referans oluşturdu.
Letteri’nin bu konudaki açıklamaları şöyle: “Elbette, bir Ejderha’nın yüzü insan yüzünden çok farklı ama Benedict’in performansı bize pek çok fikir verdi ve bunları Smaug’un kişiliğiyle bütünleştirdik. Tüm tasarım fikirleri üzerinde de çalıştık. Fakat bunu yaparken Benedict’in perdede ortaya koyması gereken performansı gerçekleştirdiğinden emin olmalıydık. Bu da performansı parçalara ayırmayı gerektiriyordu çünkü ayrıntılara çok dikkat etmeliydik; örneğin gözlerinin çevresindeki pulların boyutu; bunların derinin dokusuyla ve göz kapaklarıyla nasıl uyum sağladığı gibi.”
Smaug’un pullarının her biri dijital olarak elde boyandı ki kusurlar daha belirgin olsun ve Ejderhanın yaşı ve mazisi yansıtılabilsin. Letteri, “Ona yakın planda baktığınızda, yüzünün gerek diğer Ejderhalarla savaşırken gerek yaptığı çeşitli saldırılar sırasında aldığı yaraların izleriyle kaplı olduğunu görmeliydiniz” diyor.
Smaug uykuyla geçen uzun yıllardan sonra artık yalnız olmadığını hemen sezdiğinde tüm ihtişamıyla Bilbo’nun karşısına dikilir. “O bir yırtıcı” diyen Cumberbatch, şöyle devam ediyor: “Duyuları çok keskin; yaşadığı yere biri girer girmez ilgisi uyanıyor. Bilbo’yla adeta oyun oynuyor; bu çok hoş çünkü onu ortaya çıkarıp kim olduğunu öğrenmek için insan mantığını kullanmaya çalışıyor.”
Freeman devasa Ejderha ile çok daha küçük yapılı Hobbit arasındaki karşılaşmanın her anından tat aldığını dile getiriyor: “Kitapta Gollum ile Bilbo arasındaki o çok hoş şey gibi, Smaug ile Bilbo arasında da oldukça efsanevi bir şey var. Bu bir zeka savaşı; her ne kadar Bilbo için zekadan çok hayatta kalma mücadelesi olsa da. Bilbo kendini pek zeki hissetmiyor ama çok pahalıya patlasa da, yapması gerekeni yapıyor.”
Aralarındaki kedi-fare oyunu sırasında, Bilbo’nun sadakati ve yeni keşfettiği cesareti psikopat Smaug tarafından sınanır. Jackson, “Ne kadar akıllı olursanız olun, Smaug daha akıllı” diyor ve ekliyor: “Ona yalan atamazsınız çünkü bunu hemen anlıyor. Smaug sevimli olabiliyor ama sonra bunun altında yatan siniri hissediyorsunuz. Hastalıklı öfkesini zar zor zaptettiği anlar var. Bu karakteri yazmak zevkli ve eğlenceliydi; Benedict de onu mükemmel oynadı” diyor.
Smaug muazzam miktarda altına sahip olmasına rağmen onun tek bir parçasını bile kaybetme düşüncesiyle deliye döner. Cumberbatch bu konuda şunları söylüyor: “Bu onun açgözlülük düzeyini gösteriyor. Smaug güç yozlaşmasının en üst noktasını simgeliyor. Altın yığının üzerinde uyuyan bir yılan. Altınlar ona rutubetli ve karanlık bir yerde, neşe ve mizahın olmadığı bir yaşam getiriyor. Gücü ve servetiyle pek gurur duyuyor olsa da, aslında bunlar onu mahvetmiş.”
Jackson bu kadersel karşılaşmanın hikayede bir dönüm noktasını temsil ettiğini ve üçlemenin büyük finali için beklentisini daha da arttırdığını ifade ediyor: “Üç film boyunca sınanan, pek çok baskıya ve etkiye maruz kalan bu karakterlerle olağanüstü bir yolculuk planlamanın zevkli yanı bu. Hikayenin dinamikleri onları yönlendirmeye başlıyor; sadece başlarına ne geldiği anlamında değil, onlara ne yaptığı anlamında da. Bu karakterlerin yolunu üç filme yayarak şekillendirebilmek ve anlatımı sürekli olarak ileriye taşımak Hobbit üçlemesinin sunduğu gerçek bir ayrıcalık.”
YABAN ELLERİN İÇLERİNE DOĞRU:
ORTA DÜNYADA BİLİNMEYEN TOPRAKLARI KEŞFETMEK
“Çıkın Çıkmazı’nı hiç terk etmemeliydim, bu benim ilk hatamdı. Shire’da bir deyişimiz vardır, doğduğumuzdan itibaren biliriz: Asla Doğu’ya gitme!” — Bilbo Baggins
Hobbit üçlemesi için önce 266 günlük bir çekim yapıldı. Oyuncular ve yapım ekibi daha sonra “Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları”nın çekimi için yapıma katıldılar. Yapım otuz iki dönümlük bir arazi üzerinde, Stone Street Stüdyoları’nın altı platosunda ve Miramar-Yeni Zelanda’daki yapım tesislerinde gerçekleştirildi. Oyuncular ve yapım ekibi, Bölüğün yolculuğunun son durağı olan Erebor’a uzanan geniş toprakları hayata geçirmek için Yeni Zelanda’nın iki adasında da çekim yaptılar.
“Bu filmde, Orta Dünya’nın yeni bölgelerine gidiyoruz. Yapımcılar olarak buraları daha önce hiç işlemedik” diyor Jackson ve ekliyor: “Issız topraklara uzanan yeni bir maceranın içine dalıyor, geçmişteki filmlerimizde yer vermediğimiz dünyalar sergiliyoruz.”
Jackson ve ekibinin Orta Dünya’yı olabildiğince ayrıntılı olarak, bütünlük içinde ve gerçekçi bir şekilde yansıtmadaki kararlılığı, ilk tasarımlardan son kurguya kadar, dev yapımın her zerresine nüfuz etti. Bu kararlılık tüm yaratıcı departmanlar arasında mutlak bir uyum gerektiriyor, gerçekleşmesi aylar hatta yıllar sürebilen tasarımlar sürekli evrim geçiriyordu.
“Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinde olduğu gibi, ilk başlangıç noktalarından biri ünlü Tolkien illüstratörleri John Howe ve Alan Lee’nin konsept tasarım çalışmalarıydı. Söz konusu çalışmalar karakterlerin çoğunu ve filmdeki doğa örtüsünün görsel iskeletini oluşturmada çok önemli bir yere sahipti.
“Peter, Tolkien’ın kitapta yaptığına benzer biçimde, ne gördüğünü çok ilginç şekilde tasvir ediyor” diyen Howe, bunu şöyle açıklıyor: “Bize neyin nasıl görünmesi gerektiğini anlatmıyor; onlara baktığında ne hissetmek istediğini anlatıyor. Bir şeyin korkutucu ve ürkütücü ya da büyüleyici ve davetkâr hissi vermesini istediğini söylüyor. İnanılmaz ayrıntılı tasarım notları yerine, onun nasıl tepki verdiğini gözlemliyoruz ki bu gerçekten heyecan verici çünkü bu sayede tasarladığımız şeye ne hissettiğimizi katabiliyoruz.”
Lee ise, “John ve ben bir sürü fikir üretiyorduk ve sonra, şaşmaz bir şekilde, Peter bizim aklımıza gelmemiş olan heyecan verici bazı ayrıntılar veya yaklaşımlar buluyordu. Bizim yapmış olduğumuz çizimleri çok iyi anlamasının ötesinde, potansiyel olarak neyi hayal edebileceğimizi de görüyordu. Benim hatırlayamadığım çizimlerime sık sık göndermeler yapıyordu” diyor gülerek.
“Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”taki çalışmasıyla Oscar® adayı olan yapım tasarımcısı Dan Hennah, baş sanat yönetmeni-set dekoratörü Simon Bright ve set dekoratörü Ra Vincent’la birlikte ayrıntılı ve tam dekorasyonlu setlerin hızlı bir şekilde hazırlanması için yirmi dört saat çalışan sanat departmanını yönetti.
Yaratıcı zekaların geniş çaplı desteğiyle çalışan Hennah ve ekibi üçlemenin tamamı için toplamda 94 modelden oluşan sanal bir Orta Dünya minyatürü yarattı; modeller 1:16 ya da 1:25 ölçeğindeydi. Hennah, daha sonra, Kocoğlan’ın evinin doğal dokularından Göl Kasabası’nın köhne ve gayrı muntazam katmanlarına, Erebor’un derinliklerindeki altın dağına kadar, Bölüğün yolculuğunun her evresine gerçekçilik ve olağanüstü ayrıntı getiren tam ölçekli setlerin yapımını denetledi.
Sanat departmanı filmdeki dokuların her düzeyinde otantikliği yakalamak için Yeni Zelanda’nın dört bir yanından çok sayıda yerel teknisyen, sanatçı ve zanaatçılarla çalıştı. Bunlar arasında heykeltıraşlar, mühendisler, çömlekçiler, kalıpçılar, dokumacılar, alçıcılar, perdeciler, demirciler, örgücüler, bıçakçılar, ağ örücüler, tekne üreticileri, bronz dökümcüler, bir vitraycı, bir yemek stilisti, bir mücevherci ve bir hattat vardı.
Dünyaca ünlü fiziksel efekt atölyesi Weta Workshop için —projenin başında yaratıcı yönetmen ve ortak kurucu Richard Taylor bulunuyordu—, üçlemenin ikinci filmi, tasarımı ve üretimi yepyeni bir düzeye taşımak anlamına geliyordu. Taylor ve ekibinin ilk film için Bilbo’nun ve Cücelerin ihtiyaçları doğrultusunda tasarlanmış protezlere ek olarak, çeşitli yeni medeniyetler için zırh, silah ve protez hazırlaması; filmin çok sayıdaki dijital yaratığı ve karakteri için Jackson’la, tasarım ekibiyle ve Weta Digital’la çalışması gerekiyordu. Workshop “Yüzüklerin Efendisi”ndeki kritik çalışmasından bu yana çok gelişti. Artık sanatçıları kille çalışmak yerine bilgisayarda z-brush kullanarak dijital modeller oluşturuyorlar. Ayrıca ekiplerine toplamda on robot katıldı.
“On iki yıldır Orta Dünya’da olduğumuz halde, bu dünya içinde akıllara yer eden karakterler yaratmanın orijinal yollarını bulmak istiyoruz ki sinemaseverler karşılarında daha önce gördükleri bir şey olduğu hissini yaşamasınlar” diyen Taylor, şöyle devam ediyor: “Ayrıca, her şeyin tasarım düzeyinde uyumlu olduğundan emin olmalıyız; ve bunun nihai kararını veren kişi Peter. Fakat bana öyle geliyor ki ‘Hobbit’ üçlemesinde kendisine büyük özgürlük tanıdı çünkü inandırıcı bir dünya yaratmak için kültür ve tasarım altyapısını zaten oluşturmuştu ve bu çerçevede belli şeylerle oynaması artık mümkündü. Kısıtlamaları azalttığı ve daha serbestçe çalışmamıza olanak tanıdığı için bu bizim açımızdan da heyecan vericiydi.”
Taylor ve ekibinin yaratımları “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”la Oscar® adayı olan saç ve makyaj amiri Peter Swords King’in çalışması için bütünleyiciydi. King ve ekibi 752 peruk ve 263 sakal yaptılar; üstelik bunların her biri başrol oyuncuları ve onların çok sayıdaki dublörlerinin ölçülerine uygun olarak üretildi. Sırf 13 Cüce için King’in departmanının ürettiği peruk sayısı 91’di.
Kostüm tasarımcıları Bob Buck ve Ann Maskrey Göl Kasabası halkını oluşturan yeni bir ırkı giydirmekten büyük keyif aldı. Buck bu ırkı “Doğu Avrupalıların, Sibiryalıların ve Tibetlilerin Doğu çizgileri taşıyan bir derlemesi” olarak niteliyor.
Sırf Göl Kasabası için toplam 400 kostüm hazırlandı. Kostümler bir zamanlar varlık içindeki şehrin dara düştüğünü yansıtacak şekilde tasarlandı; konumlarını kaybetmiş, fakirleşmiş bu insanların giysileri yıpranmış ve solmuştu. Maskrey bu konuda, “Çok sayıda kürk, kapitone ve kat kat giysiler var. Rus köylülerini referans aldık; Rus işçilerin kara kalem resimlerini, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başında yapılmış Rus tablolarını gözden geçirdik” diyor.
Yeni medeniyetlerin yanı sıra, Cüceler Bölüğünün kostümleri de film boyunca çok sayıda, genellikle de ciddi değişimler geçiriyor. Bob Buck bu konuda şunları söylüyor: “Cüceler pek çok açıdan kıyafetleriyle bireyselleşiyor; işin çılgın yanı, bu filmde giysilerini kaybediyor ve insan kıyafetleri giyiyorlar. Sürgündeki bir halk için bu yalnızca büyük bir aşağılanma değil kimliğini yitirmek anlamına da geliyor. Bu durum Görevlerini sonuçlandırma ve topraklarını geri alma konusundaki kararlılıklarını daha da pekiştiriyor.”
Bölüğün Erebor’a doğru ilerlerken karşılaştığı diğer medeniyetler için de aynı tasarım süreci geçerliydi. “Doğu’ya ilerliyorlar, dolayısıyla biz de daha çok Doğu esintisi getirdik. Ayrıca kışa giriyoruz, yani hava soğuyor ve her şey daha kasvetli bir hâl alıyor. Gerginlik artıyor ve gittikleri her yerde mutlak bir tehdit var. Bu durum her şeye daha soğuk bir hava veriyor; Göl Kasabası’nda buna bir de ıslaklık ekleniyor. Erebor’da devasa soğuk mermer odalar var” diyor Hennah ve, “Elbette, merkezde biraz sıcaklık var ve Ejderha uyandığında her yer çabucak ısınacak” diye ekliyor şakayla.
Kışın yaklaşması ve Orta Dünya’da karanlık güçlerin artması ikinci filmin görsel duygusunu belirledi. Filmin görüntü yönetmeni Andrew Lesnie, “Bu dünya doku ve tarih anlamında o kadar derin ve zengin ki yaratıcılık için muhteşem fırsatlar sundu, özellikle de karakterler bilinmeyen topraklarda ilerlerken” diyor.
İlk filmin tekniklerinin kullanılmaya devam ettiği “Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları”, saniyede 48 kare (fps) yakalayan son teknoloji ürünü Red Epic dijital kameralarla 3 boyutlu olarak çekildi. Kompakt ve mobil olan bu kameralar ister dolly ister vinç üzerinde ister elde kullanılsın, filmli kameralardan çok daha fazlasını kaydedebiliyor. Kamera departmanını kullandığı 48 adet Red Epic kamera ve 24 adet 3D donanım yönetmen Jackson’a sınırsız olanaklar sundu.
“Üç boyutlunun yakaladığı derinliği ve nesnelerin birbiriyle bağlantılı hareketini kullanarak çekimler tasarlamayı seviyorum” diyen Jackson, şöyle devam ediyor: “Filmi normalde çekeceğim gibi çekiyorum ama o ekstra boyutun bir artı olduğunun farkında oluyorum. İzleyicilerin bu dünyaya adım atıp onun bir parçası olduklarını hissetmelerini istedim.”
Lesnie ve ekibi belirli bir çekimin gerektirdiği ışıklandırmayı tam olarak gerçekleştirmek için yaratıcı olmak zorundaydı. Getirilen yeniliklerden biri, Lesnie’nin ekibinin tasarladığı “Colosseum düzeneğiydi”. Bu düzenek tüm şartlar altında şafak öncesi tonlarını ve gece ambiyansını yaratabiliyordu. Bunu 30 metrekarelik bir alanda herhangi bir konfigürasyonla kullanılabilen, açık tonlarda kumaştan yapılmış bir dizi yelkenle gerçekleştiriyordu. Ay ışığı etkisi yaratmak için, setin üzerinden sarkan, 288 adet 120 santim uzunluğunda Kino fluro ışık tüpü taşıyan aerodinamik düzenekler kuruldu. Hafif olan ve DMX’le kontrol edilen bu konfigürasyon Lesnie’nin ideal ışık şartlarını yaratmak için ihtiyaç duyduğu sayıda tüpü seçmesine olanak tanıdı. “Her iki yenilik de Göl Kasabası’nın labirenti andıran setlerinde başarılı şekilde çalışmamızda çok önemli rol oynadı” diyor Lesnie.
Yapım ekibi dokuz haftalık mekan çekimi için Stone Street Stüdyoları’ndan ayrıldıklarında, iki bağımsız birim —Jackson’ın ana birimi ve Andy Serkis’in ikinci birimi— yola koyularak değişken hava şartlarına göğüs gerdiler ve uzak yerlerdeki çeşitli çekim mekanlarının navigasyonu için GPS koordinasyonu yaptılar.
Yapımcılar Jackson’ın Orta Dünya’sını tam anlamıyla yakalamak için çeşitli ve çarpıcı manzaralar ararken, Yalnız Dağ’ın eteğindeki Dale Tepeleri’ne fon oluşturan Rock and Pillar Range’i mekan ekibine test ettirdiler. O günkü çekimlerin yarısına gelinmişken fırtına patladı ve uçuş imkansız hâle gelmeden bölgenin acilen terk edilmesi gerekti. Deniz seviyesinden 1200 metre yüksekte bulunan ve sadece helikopterle ulaşılabilen bu mekan, yapımcıların “Yıldırım Operasyonu” adını verdikleri hamleyi zorunlu kıldı: 10 helikopter bir buçuk saat içinde birkaç tur yaparak 120 kişilik çekim ekibini ve 15 palet ekipmanı dağdan indirdi.
Stone Street’te çekim yapılırken, kurgucu Jabez Olssen sette yönetmenle birlikte çalışarak Jackson’ın yapılan tüm çekimlere ya da serverdaki kayıtlara ulaşabilmesini sağladı. Fakat son derece kapsamlı mekan çekimleri söz konusu olduğu için, Olssen kurgu ekipmanlarını topladı ve bu süreci yollarda da sürdürdü.
Yanlarında dizüstü Avid medya sistemiyle ve içinde tam kapsamlı bir Avid’in bulunduğu karavandan bozma kurgu odasıyla, Olssen ve Jackson yapım nereye giderse gitsin filmi kurgulayabiliyorlardı. Olssen bu konuda şunları söylüyor: “Taşınabilir sistemi örneğin nehir kıyısına götürüyor ya da asistanımla birlikte bir dağa tırmanıp ekip nerede çekim yapıyorsa oraya kuruyorduk. Bir kurgucu için çekim mekanına gitmek ve filmin çekildiği muhteşem ortamları görmek oldukça sıradışı. Gerçekten müthiş bir deneyimdi.”
Filmin görsel efektleri Weta Digital’ın ekibi tarafından gerçekleştirildi. Ekibin başında “Hobbit” üçlemesinin ilk filmindeki çalışmasıyla 8. kez Oscar® adayı olan Joe Letteri vardı. “Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları”nın çok büyük çaplı görsel efektleri muazzam boyutta dijital ortamlar, ateş ve su efektleri ve sayısız dijital yaratık içeriyordu. Görsel efektler amiri Eric Saindon her bir dijital öğeyi denetlemek ve yönetmek için her gün setteydi. Saindon’ın ekibi sette geleneksel incelemeleri yaptı; referans için binlerce fotoğraf çekti; teknik kamera bilgilerini topladı; ışık ve renk tonlarını tam olarak kaydetmek için özel krom top mekanizmaları kullandı. Yapımda kullanılan en yeni gelişmelerden biri 3D ışıklı radar (Lidar) tarayıcısıydı. Lidar her set ve mekandan veri kaydeden bir aygıt; iki günde iki buçuk kilometrekarelik alanı taramak için kullanıldığında ise en üst noktasına ulaştı.
Weta Digital ekibi canlı aksiyon çekimleri için BYG fonlar oluştururken, konsept tasarımcısı Alan Lee’den destek aldı. Lee her gün kendisine verilen, yeşil ekran ortamı içindeki karakter ya da nesne fotoğraflarını alıp bunları kapsamlı çizimlere dönüştürüyordu. “Farklı türde bir yaratımla karşı karşıyasınız; herkesin bilgisayarda bir bina, bir doku ve tablo olduğu bir yaratım” diyor Lee ve ekliyor: “Sürecin çok eğlenceli bir yanı bu.”
Weta Digital, ayrıca, “Faux cap” (sahte kayıt) takma adıyla anılan bir tekniğe başvurdu. Bu teknik taşınabilir, esnek referans kameralarını çekim yapılırken setin çeşitli yerlerine koyarak, karakter hareketleri için hızlı ve kolayca referans elde etmeye yarıyordu.
Yapımcılar boyları birbirine yakın olan oyuncuları, karakterlerin genellikle birbirinden çok farklı olan boylarını yansıtacak şekilde, görüntülemek için Bağımlı Hareket Kontrolü (Slave Motion Control ya da Slave MoCon) adı verilen zorlu kamera teknolojisini kullanmaya bu filmde de devam ettiler. “Bağımlı hareket kontrolü düzeneği yeşil ekran aşamasında bir kamerayı otomatikman aynı yolu takip eden bir diğer kamerayla kontrol etmemizi sağlıyor” diyor Jackson ve ekliyor: “Hareket tam olarak koordine ediliyor, fakat ölçeği farklı tutuluyor ki Gandalf ya da Elfler, Cücelerin ya da bir Hobbit’in yanında kule gibi görünsün. Matematiksel olarak çok karmaşık ama etkisi gerçekten çarpıcı.”