Kara Kule Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey

4 Ağustos 2017

Bundan başka dünyalar var. Dünyanın en ünlü yazarlarından Stephen King’in iddialı ve zengin hikayesi The Dark Tower / Kara Kule beyazperdeye geliyor. Son Silahşör Roland Deschain (İdris Elba), Siyahlı Adam olarak da bilinen Walter O’Dim (Matthew  McConaughey) ile ebedi bir savaşın içindedir ve onun evreni bir arada tutan Kara Kule’yi yıkmasını engellemeye kararlıdır. Dünyaların yazgısı tehlikedeyken, iyi ile kötü nihai bir savaşta çarpışacaktır. Kule’yi Siyahlı Adam’dan koruyabilecek tek kişi ise Roland’dır.

YAPIM HAKKINDA

“Siyahlı adam çöl boyunca kaçtı, silahşör de peşinden gitti.” Stephen King bu sözlerle bütün bir evrenin kıvılcımını ateşledi. Bu evren şimdi beyazperdede uzun zamandır beklenen The Dark Tower / Kara Kule sayesinde sinemaseverlerle buluşuyor. Columbia Pictures, MRC ve Imagine Entertainment yapımı filmin başrollerini evreni korumaya yemin etmiş silahşör Roland Deschain’i canlandıran Idris Elba ile silahşörün ezeli düşmanı Walter O’Dim’i, nam-ı diğer siyahlı adamı canlandıran Matthew McConaughey paylaşıyorlar.

blank50 yıllık kariyeri boyunca seksenin üzerinde kitaba imza atmış olan King, çağımızın en büyük hikaye anlatıcılarından biri olarak muazzam bir şöhret kazanmıştır. Çoksatan birçok kitabın yazarı olarak, ABD başkanı tarafından Ulusal Sanat Madalyası, Ulusal Kitap Derneği tarafından Amerikan Edebiyatı’na Seçkin Katkı Madalyası ile onurlandırılmanın yanı sıra sayısız ödül aldı. King her yerde günlük dünyayı doğaüstüyle birleştirme ustası olarak anılmaktadır.

Yazarın tüm eserlerinin merkezinde ise The Dark Tower yer almaktadır. İyi ile kötü arasında birden fazla dünyanın kaderinin söz konusu olduğu ebedi savaş, sekiz ciltlik bu roman serisinde destansı bir şekilde anlatılmaktadır. “The Dark Tower’a 22 yaşında üniversiteden mezun olur olmaz başladım, yani bu serinin yazımı bütün kariyerime yayıldı” diyor King. “Zaman içinde, kitaplar ve hikayeler yığılmaya başladıkça, elimde o diğer dünyaya, Orta-Dünya’ya, The Dark Tower’ın dünyasına gönderme yapan bir sürü karakter olduğunu fark ettim. O dünya kurgusal evrenimin merkez noktası olmuştu; diğer kitaplardaki karakterler The Dark Tower’da, The Dark Tower’daki karakterler de diğer kitaplarda ortaya çıkıyordu.” King’in kendisi bile sonraki romanlarda karakterlerden biri olacaktır. The Dark Tower roman serisi King evreninin büyük çoğunluğunun bağlantı noktası haline gelecek, yazarın diğer kitaplarına sıçrayacaktır.

King’ın başyapıtını yaratmasına umulmadık bazı kaynakları harmanlaması katkı sağladı. “Lord of the Rings’in fazlasıyla etkisi altındaydım; orklara ve elflere, yürüyen ağaçlara pek bayılmadıysam da, Tolkien’ın yaptığı şeye bayıldım. Ve hemen hemen aynı zamanlarda, The Good, the Bad, and the Ugly filmini izledim. Clint Eastwood’un ‘Man with No Name’i de beni etkiledi. Bir de Robert Browning’in ‘Childe Roland to The Dark Tower Came’ adlı bir şiiri var, onu destansı bir fantezi başlatmakta kullandım. ‘Siyahlı adam çöl boyunca kaçtı, silahşör de peşinden gitti’ cümlesini yazdım. O noktada, onun nerede yaşadığı, Orta-Dünya’nın ne olduğu ya da bizim dünyamızla veya herhangi bir şeyle nasıl bağlantılı olduğu konusunda hiçbir şey bilmiyordum.”

Bu destan milyonlarca okurda ilham yarattı. Bunlardan önemli bir tanesi de, hayalgücü Orta-Dünya’daki olaylarla harekete geçmiş, küçük bir Danimarkalı çocuktu. Artık bir yetişkin olan o çocuk yönetmen Nikolaj Arcel idi ve The Dark Tower’ı beyazperdeye aktaran kişi olmaya kararlıydı. The Dark Tower kitaplarıyla büyüyen Danimarka doğumlu Arcel bu hikayelere öylesine daldı ki kendi kendine İngilizce öğrendi. Bunu şöyle aktarıyor: “On üç yaşlarındaydım. O sıralar Stephen King’in Danca’ya çevrilmiş hemen hemen hiç hikayesi yoktu. Danca okuduğum az sayıdaki kitaba o yaşta bile bayılmıştım. Bu yüzden, İngilizce romanlarını satın aldım ve küçük yaşta yetişkinler için yazılmış romanlardan kendi kendime İngilizce öğrenmeye başladım. Bana İngilizce’yi Stephen King öğretti.” Arcel 17 yaşındayken The Gunslinger romanını öyle sevmişti ki müzik grubuyla birlikte “The Gunslinger” isimli bir şarkı yaptı. (Şarkı hala bir kasette mevcut.)

Arcel’e göre, King’in böylesine büyük bir okur kitlesine hitap etmesinin nedeni hikayenin kişisel öğeleri ile gerçeküstü öğelerini bütünleştirme şekli: “14 yaşında imgelemler gördüğü için deli olduğunu düşünen bir çocuk kadar küçük şeyler ile çok kötü bir adama karşı savaşarak bütün evreni kurtarmaya çalışan bir kahraman kadar büyük şeyleri bir araya getiriyor. Hikayeleri çok samimiden çok destansıya uzanıyor.”

Ve hikayenin merkezinde de Kara Kule var. “Kule çok güzel, çok görkemli ve kudretli: Bütün dünyayı bir arada tutuyor. Bence o, bizim anlayışımızın çok ötesinde” diyor Arcel ve ekliyor: “Öyle sanıyorum ki kitapların tüm hayranları Kule’nin ne olduğu konusunda kendilerine ait bir görüşe sahiptirler.”

Bu durumda en iyisi onun ne olduğunu yaratıcısına sormak olsa gerek. King’in buna yanıtı şöyle: “Bütün bu dünyaların bağlı olduğu bir aks, bir dingil hayal etmeniz lazım. Aksını kestiğinizde bir arabaya ne olur biliyorsunuz; bir daha çalışmaz. Kule sabitleyici bir güç ve Silahşörler de Kule’yi koruma fikrine kendilerini adamış kadim bir şövalye grubu. Fakat ortadan kaldırılmışlar; geriye sadece Roland kalmış. Onun karşısında ise Kule’yi çökertmek isteyen bir kaos ajanı var.”

Elba ise, “Roland bir kovboy değil, bir silahşör ve çok yetenekli bir nişancı. Onu, Kule’nin nesillerdir koruyuculuğunu yapmış bir grubun son üyesi olarak tanıyoruz” diyor.

McConaughey de şunu ekliyor: “Kule evrenleri bir arada tutan manyetik bir burgaç. Eğer Kule çökerse, evren anarşik bir kaosa sürüklenecek, karanlık ve şeytani güçler onu ele geçirecek. Eğer Kule ayakta kalmaya devam ederse, evrende hâlâ dengeye benzer bir şeyi koruyacak. Bu yüzden, Walter, Kule’yi çökertecek.”

Bu özel roman serisi Arcel’in bütün artistik hassasiyetlerinin şekillenmesine yardım ettiğinden ötürü, kendisi filmin yönetmenliği için mükemmel bir seçimdi. “Bizi yeni dünyalara götüren, yeni fikirler ve mitolojiler içeren bir dünya inşa eden filmleri seviyorum” diyor yönetmen ve ekliyor: “Hayalini kurduğum hikayelerin filmini yönetme fırsatı bulmak inanılmazdı; özellikle Danimarka’dan gelir gelmez!”

Yapımcı Erica Huggins şunu söylüyor: “Nikolaj bu projeyi çok istedi. Hikayeye fazlasıyla hakimdi. Kendisiyle tanışır tanışmaz doğru kişi olduğunu anladık. O hem projeye safiyet getirdi hem de hikayeyi kendine özgü bir şekilde anlatmanın yolunu buldu.”

O yol –Arcel’in vizyonu– King’in ‘modern günümüz ile fantastik karışımına’ sadık kalmaktı. “Bu, Stephen King’in en iyi yaptığı şey” diyor Arcel. The Dark Tower / Kara Kule’de, fantastik öğeler zaten yeterliydi. Arcel bir Stephen King hikayesi hissi vermek için bunlarda gerçekçiliği hedeflediğini söylüyor: “Hikayeyi gerçekçi tutmak zorundaydık; bu dünya son derece geniş ve karmaşık ve hatta romanlarda bazen soyut. Orta-Dünya’nın, karakterlerin ve diğer her şeyin sıradan hissi vermesini çok istedim. Azametli bir havaya sahip, herkesin tuhaf şekillerde konuştuğu bir film yapmak istemedim. Herhangi bir kişinin Orta-Dünya’ya seyahat edebileceği, onu anlayacağı ve orada olabileceği duygusunu, oradakilerin gerçek insanlar olduğu duygusunu vermek istedim.”

Arcel, ayrıca, King’in hikayesinin duygusal niteliğinin de filme nüfuz etmesini arzu ettiğini belirtiyor: “Hikaye kuşkucu ya da soğuk değildi; büyük ölçüde aile, dostluk, yürek ve genelin iyiliği için savaşmak üzere insanların bir araya gelmesiyle ilgiliydi.”

Sıra senaryo adaptasyonuna geldiğinde, King’in yaklaşımı, kendi sözleriyle, öylesine “içgüdüseldi” ki yapımcılar The Dark Tower’ı sinemaya taşımakta sıradışı bir zorlukla karşılaştılar. Bu kadar çok malzeme varken, nereden başlanmalıydı? “Bunu nasıl sunmak gerekirdi ki sinema izleyicileri, kitabı okumuş olsalar da olmasalar da hikayeyi hemen anlasınlar ve onun içindelermiş gibi hissetsinler?” diye soruyor King. Senaristler bunun çözümünü The Dark Tower’a bir bütün olarak bakmakta, serinin çeşitli kitaplarındaki öğelerden yararlanmakta buldular. “Bu klasik bir şey: Terimin adı in medias res, yani ‘hikayenin ortasından başla.’ Ortadan başlıyor ve sonra herkesi eksikler konusunda bilgilendiriyor, ardından da o noktadan itibaren bir yük treni gibi yola devam ediyorsun” diyor King.

Akiva Goldsman, Jeff Pinkner, Anders Thomas Jensen ve Nikolaj Arcel tarafından yazılan senaryo uyarlamasını King bizzat onaylamakla kalmadı, filmin yaratıcı sürecinin her adımına hemen dahil olarak proje boyunca yaratıcı ekibin paha biçilmez bir parçası oldu. Filmin kilit unsurlarından biri, elbette, King’in ikonlaşmış karakterleri –Silahşör Roland Deschain ve kötülüğün kişileşmiş hali olan Siyahlı Adam Walter– için oyuncu seçimiydi.

Roland Deschain, nam-ı diğer Silahşör geçmişi çok eskiye dayanan Eld soyunun son üyesidir. Eld soyu, uzlaştırıcı, evreni koruyan, Kara Kule’nin savunucuları olan bir Silahşörler soyudur. Geriye kalan silahşörlerin katledilmesinin ardından, Roland’ın görevi gizemli Kule’ye ulaşarak kendi dünyasından arta kalanı kurtarmaktır.

“Stephen King, Roland’ı şekillendirdiğinde, o günün en çetin ve sıkı adamına dayanan bir karakter yarattı” diyen yapımcı Ron Howard, şöyle devam ediyor: “Zaman içinde, Roland karakteri herhangi belirli bir görünüm ya da ilhamın ötesine geçti; karakter kendiliğinden Roland oluverdi. Film için Roland’ı oynayacak aktörü seçerken biz o ilk baştaki yaklaşımı benimsedik ve kendimize şunu sorduk: ‘Günümüzün en çetin ve sıkı adamı kim? Roland’ı kim içinde barındırıyor?’ Bu sohbet Idris Elba’yla başladı. Roland’ın ete kemiğe bürünmüş hali oydu. Ayrıca kendisi olağanüstü bir aktör; karmaşık bir karakter olan Roland’ı hayata geçirebilecek becerilere sahipti.”

blank

Arcel Silahşör rolünü Idris Elba’ya vermenin kendisi için doğal bir seçim olduğunu söylüyor: “‘The Wire’dan beri hayranıyım; çok güçlü bir oyuncu. Tek soru işareti, karakter için, karakterin yolculuğu ve psikolojisi için benzer vizyonlara sahip olup olmayacağımızdı; neyse ki oldu. Vizyonlarımız tam anlamıyla örtüştü; Idris muhteşemdi.”

“Roland koruyucuların sonuncusu olarak büyük saygı görüyor ama bizim onu tanıdığımız noktada kalbi kırılmış ve kararmış” diyen Elba, şöyle devam ediyor: “O aslında bulamadığı bir şeyi, Siyahlı Adam’ı arayıp duran bir hayalet. Yıllar yılı Siyahlı Adam onu peşinden koşturmuş, onunla alay etmiş, Roland’ın dünyasını ve o dünyadaki tüm sevdiklerini yok etmiş. Bu yolculukta Roland’a devam etme gücü veren şey ezeli düşmanı için duyduğu öfke ve intikam ateşi.”

Elba, Silahşör rolünü üstlenecek olmaktan heyecan duyduğunu çünkü Stephen King’in derin, karmaşık ve büyük evren karakterleri yarattığını bildiğini söylüyor: “O çok zeki ve usta bir karakter kurucu. Kitapların tamamında Roland muazzam bir yolculuk yapıyor.”

Roland’ın gizemli düşmanı Walter, Orta-Dünya’yı yok etmiş bir psikopattır. O şimdi tüm dünyaları kaosa sürüklemeyi hedeflemektedir ve Kule’yi yıkmak bunu sağlayacaktır.

“Karakterin özü kayıtsız ve oyuncu ama aynı zamanda acımasız ve ürkütücü bir kötü adam; üstelik görünüşe göre her şey kontrolünün altında” diyor Howard ve ekliyor: “Matthew McConaughey Siyahlı Adam rolü için mükemmel bir seçim; kendisi son derece çekici, rahat ve sinsi olduğunu derinden hissettiriyor.”

Arcel ise şunları söylüyor: “Walter asırlardır pek çok dünya gezmiş. Çağdaş New York’u, nereden burger alabileceğini biliyor ama aynı zamanda sihirli küresi sayesinde bir kralın sarayına da gidebiliyor. Onun evren için planı Kızıl Kral’ın, yani şeytanın çağını getirmek.”

Yönetmen şöyle devam ediyor: “Walter tek boyutlu bir kötülük kaynağı değil: Dünyaya adeta keyifli, ilginç bir bakış şekli var; ışığın ve karanlık tayfın yanlış tarafında olsa bile. Bu karakterle çok eğlendik: Matthew da ben de kitaba sadık kalmak kaydıyla karaktere, karakterin konuşma ve hareket etme şekline pek çok katman ekledik.”

McConaughey böylesine dinamik bir karakteri hayata geçirme fırsatından heyecan duyduğunu ifade ediyor: “Projeye en başından gelip bir karakter yaratabilmek harikaydı. Siyahlı Adam’a özgün bir hikayenin parçası olarak hayat verdiğimi umuyorum.”

Walter ile Roland arasındaki etkileşimin merkezinde hem basit hem de karmaşık bir dinamik yer alıyor. Nihayetinde, McConaughey’nin ifadesiyle, “Walter iyi ile kötünün mitsel savaşında en katıksız kötü adam. Eğer Kule çökerse, Walter, Kızıl Kral’ın hemen yanı başındaki koltuğa oturacak.”

Ama King, Walter’da çok katmanlı bir kötü adam yaratmıştır. “Walter, Roland’la ince bir çizgi üzerinde yürüyor; Roland’a küçük de olsa ilginç bir sevgi duyuyor” diyen McConaughey, şöyle devam ediyor: “Walter kesinlikle Roland’ın onur, haysiyet ve değerler inancını tam olarak paylaşmıyor. Fakat oyun oynamaktan hoşlanıyor ve kazansa bile, oyunun çok erken bitmesini istemiyor. Roland o dünyanın en yeteneklisi olduğu halde, paranoya ve acı yüzünden devrilip oyunu kaybetmeye başlayınca, Walter onu hayata döndürüp ayağa kaldırıyor ki oyun bitmesin.”

Bu çarpışan güçlerin arasına ibreyi iki taraftan birine çevirebilecek, bizim dünyamızdan genç bir çocuk gelir. 14 yaşındaki Jake, New York şehrinde annesi Laurie (Katheryn Winnick) ve üvey babası Lon (Nicholas Pauling) ile sıradan bir hayat yaşamaktadır. Anlam veremediği dünya dışı rüyalar yüzünden tedirgin olan Jake, gördüğü imgelemlerin görüntülerin ayrıntılı çizimlerini yapar: Silahşör’ü, Siyahlı Adam’ı ve içinde yaşadıkları farklı bir dünyayı, uzaktan Kule’yi gördüğü Orta-Dünya’yı çizer.

“Hikaye pek çok açıdan Jake’in gözlerinden görülüyor ve o dünyayı zorlayıcı bir şekilde görüyoruz çünkü tıpkı Jake’in de düşündüğü gibi, onun çıldırmış olabileceğini düşünüyoruz” diyen Huggins, şöyle devam ediyor: “Filmin ilk kısmında onunla birlikte korkunç bir yolculuk yapıyoruz, ta ki çıldırmış olmadığını, gerçekten de diğer dünyaları gördüğünü ve kendisinden büyük bir şeyin parçası olduğunu fark edene dek. Nik, bunu portrelemesi için bu fantastik olaylardan ilham alacağını bildiği gerçek bir çocuk arıyordu. Tom Taylor inanılmaz bir aktör ama onu öne çıkaran öğe, role belirli bir düzeyde saflık katmış olmasıydı.”

Jake rüyalarındaki ipuçlarını takip eder ve Orta-Dünya’ya seyahat etmenin bir yolunu bulur. Orada Roland Deschain’i arar. Genç çocuk, Silahşör’le buluşmasının ardından, Orta-Dünya’dan New York şehrine uzanan, evreni koruma savaşının içine düşer.

Roland ilk başta Jake’ten şüphelenir. “Roland bu çocukla hiçbir işinin olmasını istemiyor; daha önce bir çocukla hiç uğraşmamış. Fakat Jake imgelemlerini anlattığında ve siyahlı bir adam gördüğünü söylediğinde, Roland’ın ilgisi aniden kabarıyor. Jake, Roland’ın Walter’ı bulmak için ihtiyaç duyduğu bilgiyi görmüş” diyor Elba.

Jake’le bağlantı kurmak, Roland’ın etrafındaki dünyayla ve yaklaşmakta olan savaştaki kendi rolüyle de bağlantı kurmasını sağlar. “Roland hala hislerinin olduğunun farkında değil. Bu genç çocuk ona kendisinin ölmüş bir ruh olmadığını keşfettiriyor” diyen Elba, şunu da sözlerine ekliyor: “Birbirlerini yavaş yavaş tanımaları büyük ve kademeli bir süreç. Filmdeki ilginç ve tatlı yolculuklardan biri bu.”

Arcel’e göre Taylor, Elba gibi gücün karşısında bile hiç aşağı kalmadı. “O bir oyunculuk makinesiydi” diyor Arcel ve ekliyor: “Sahneler arasında futbol oynuyor, kameranın önüne geçtiğinde ise tamamen odaklanmış oluyordu. Müthiş bir enerjiye ve 14 yaşında bir çocuk için harika içgüdülere sahip.”

FARKLI BOYUTLARIN GÖRÜNÜMLERİ

Arcel ve görüntü yönetmeni Rasmus Videbaek, The Dark Tower / Kara Kule’de beşinci kez birlikte çalıştılar. A Royal Affair’deki çalışmasıyla Bodil Ödülü’ne (Oscar’ın Danimarka’daki muadili) layık görülmüş olan Videbaek, şunları söylüyor: “Filmde çok çeşitli görseller var. Jake’in küçük dairesinin samimiyetiyle –kameralarımız adeta onun kafasının içine girmek ister gibi psikolojik olarak ona yakın tutuldu– başladık. Sonra bu küçük adam muazzam yeni bir dünyaya girdi. İşte bu noktada kör edici parlaklıktaki çölde çok geniş, destansı kayıtlar aldık.”

blank

Videbæk şöyle devam ediyor: “Bu filmde her şey var. O yüzden, her şey birbiriyle harmanlandı; el kameraları kullanarak kaleme ve çizimlere odaklandığımız, Jake’in dünyasındaki küçük sahnelerden, Orta-Dünya’nın muazzam manzaralarına, bir ormanda iki yüz çekim ekibiyle çekilen gece sahnelerinden ayrıntılı koreografilere sahip aksiyon sahnelerine kadar her şey. Eğer gerçekten de bu filmi çekiş biçimimizde yeni bir yaklaşım varsa, o da, belgeselden çılgın aksiyona, çok farklı bir sürü öğeyi bir araya getirmektir.”

King’in eserlerinin çoğu gibi bu film de sıradan dünya ortamında gizlenmiş doğaüstü öğeler içermekle birlikte gerçekliğe dayanıyor. Yazarın dünyalarının görsel yorumu, “Ana amacımız insanları doğrudan Stephen King’in dünyasına taşımaktı” diyen yapım tasarımcısı Christopher Glass’a emanet edildi.

Hikaye hem günümüz New York’u hem de Orta-Dünya’da geçtiği için, Arcel, Kule’nin bağlantı oluşturduğu iki dünyanın arasında tezat yaratmayı hedefledi. “Günümüz dünyasını görsel olarak gerçekçi ve samimi bir şekilde sunmak istedim; orada yalnızca Jake’le ve onun hayatındaki diğer karakterlerleyiz” diyen görüntü yönetmeni, film ilk on beş dakikadan sonra, “John Ford tarzı tam boyutlu manzaralarıyla, sinemaskop benzeri bir deneyim gibi açılıyor ve genişliyor” diye ekliyor.

Glass Orta-Dünya ile kendi dünyamız arasında tezat yaratmanın tasarımcıların hayali olduğunu belirtiyor: “O kadar çok çeşitli bitki örtüleri ve manzaralar var ki… Ayrıca, New York’tan Orta-Dünya’ya, oradan da Kule’nin kendisine doğru bir yolculuk ve ilerleme söz konusu. Tuhaf olanı sıradanla birleştiren, normalliği biraz acayip şeylerle harmanlayan bir dünya yaratmak eğlenceliydi.”

Glass önündeki en büyük zorluğun King’in katmanlı ve karmaşık vizyonunu tutturmaya çalışmak olduğunu dile getiriyor: “Başka birinin yazınını ve ayrıntılı imgelere sahip, çok sevilen bir roman serisini yorumlamak her zaman bir meydan okumadır. Kaynak malzemeye sadık kalmak ama aynı zamanda onu çağdaş izleyicilerin yeni ve heyecan verici bulacağı bir şey hâline getirmek zordur. Kitap serisinin hayranlarının bu dünyaların neye benzeyeceğine dair düşünceleri var; dolayısıyla çok fazla spekülasyon ve beklenti söz konusu. Filmin o boşluğu doldurmasını sağlamak bizim işimizdi.”

Arcel Orta-Dünya’yı yeryüzünün daha fantastik bir versiyonu olarak betimliyor. “Bizimkine paralel bir dünya. Yeryüzünden farklı görünüyor: Uhrevi, yabancı bitki örtülerine ve kıraç bir çöle sahip; orada yaşayan karakterler de bizlerden çok farklı. Silahşörler, büyücüler, yaratıklar, canavarlar var.”

Filmin bir kısmı Güney Afrika’da, diğer boyutlar için benzersiz bitki örtüleri ve huşu uyandıran orman manzaraları sunan gerçek mekanlarda çekildi. Yapımcılar ekipleri Orta-Dünya setlerini inşa ettikleri, Karoo çölü gibi uzak yerlere götürdüler. Paralel bir evrene daha fazla katman eklemek için, Cedarburg sıradağlarına gidildi. Buradaki korunmuş doğa büyüleyici mağaralara ve karakteristik kızıl kayalara sahipti.

“Orta-Dünya bir çölü andırıyor ama tam olarak öyle değil” diyor Glass ve ekliyor: “Bu yerde dağınık bir şekilde duran, antik bir medeniyetten geriye kalmış çok sayıda şey var. Tuhaf bir şekilde, bu medeniyet artık antik olmuş ama aslında geleceğe ait bir medeniyet.”

Glass şöyle devam ediyor: “Güney Afrika’da başka dünyaya aitmiş gibi görünen çöller bulduk; bu adeta Mars’ta olmak gibiydi. Ufuk uçsuz bucaksızdı; daha önce hiç öyle bir şey görmemiştim. Bana kalırsa, Afrika’da çekim yapmak romantizm ve belli bir macera duygusunu beraberinde getiriyor.”

Manni köyü için uygun mekan Cape Town’ın hemen dışındaki bir bağlık alanda bulundu. Yapımcılar burada, nefes kesici bir dağ manzarasının içine gizlenmiş gibi duran bir vadide köyü inşa ettiler. Köy savaştan sağ kurtulmayı başarmış bir grubun dünyadan kaçıp güvende olmak için kurdukları bir yerdir. Manni halkı kıt kanaat geçinerek hayatta kalma mücadelesi veren basit insanlardır.

“Nik, Manni halkını biraz Amiş biraz kabile insanları olarak tasvir etti” diyor Glass ve ekliyor: “Nik gerçekçilik istedi; 1930’lardaki toz fırtınalarını fazlasıyla andıran, Gazap Üzümleri benzeri bir yaşam biçimi istedi. Renk paleti için Andrew Wyeth tablolarından ve halkın sade yaşam biçiminden ilham aldık.”

Glass böylesine benzersiz bir toplum yaratmak için Moğolistan’dan Doğu Avrupa’ya, Sibirya’dan insanların aşırı şartlarda kıt kanaat yaşadıkları Kuzey Kutup Dairesi gibi uzak yerlere kadar, dünyanın dört bir yanındaki kültürleri araştırdı.

Glass’in distopik mimarisini inşa etmek sanat departmanının iki ayını aldı. Bu mimari yerli halkın ahşap evleriyle çevrili bir köy meydanı da içeriyordu. “Bilinçli olarak toprak tonlarını seçtik çünkü bu renkler etrafımızdaki dağ ve tepeler içinde adeta bir kamuflaj görevi görüyor. Bu sayede köylüler görünmüyor ve kendilerini dışarıdaki büyük dünyanın tehditlerinden güvende hissediyorlar.”

Walter’ın yaptığı her şeyin altında yatan kötücül güç olan Kızıl Kral da tasarımı etkiledi. “O adeta Şeytan; bir başka boyutta yaşıyor” diyen Arcel, şöyle devam ediyor: “Romanlarda zaten çok sayıda fikir vardı; örneğin, Kızıl Kral’ın işareti kırmızı bir gözdü. Kızıl Kral’ın yaşadığı evrene dair benim de bir fikrim vardı: Orayı kısmen yanardağı andıran bir yer olarak düşündüm. Dolayısıyla, film boyunca devam eden bir motif var: Jake’in kabuslarının da bir parçası olan karanlık ve ateş. Kısacası, kötülerin dünyasıyla ilişkili her şeyin ya karanlık ya da ateş olması gerekiyordu. Kırmızı ve siyah: Yolculuk boyunca bu karanlık ve alev rengi öğelerin çeşitlemeleri var.”

Orta-Dünya’ya gitmeden önce New York’ta yaşamakta olan Jake, anlamlandıramadığı tuhaf rüyalar ve imgelemler yüzünden tedirgindir. Yapımcılar genç Jake’in yalnızlığını resmetmek için onu özdeşleşilebilir bir dünyaya yerleştirdiler. “Jake sıradan bir çocuk olduğu için, onu New York’un zengin Üst Batı Yakası’na koymak istemedik. Sık ve düzenli kinayeleri onu sokak çocuğu gibi gösteriyor; sanki dışarı çıkıp bu maceraları yaşayabilirmiş diye düşünüyorsunuz. Odasında kendi küçük dünyasını yaratmış.”

Jake garip rüyalarını bir dizi eskize aktarıyor. Glass başarılı bir tasarımcı olduğu halde, eskizleri yaratmanın karşısındaki en büyük zorluklardan biri olduğunu dile getiriyor. “Bir yetişkinin çocuk gibi çizmesi oldukça güç. Sol elimle bile denedim ama bir türlü istediğimiz gibi olmadı.”

Glass çareyi genç sanatçılar için bir seçme açmada buldu. Böylece 15 yaşında iki genç hayatlarının ilk tasarım işini aldılar. “Onlara konsept illüstrasyonlarımızı gösterdik. Sonra onları başka yere götürüp hafızadan çizim yapmalarını istedik ki ortaya çıkardıkları çalışmalar, Jake’in rüyadan uyandığında hatırında kalanlarla yaptığı çizimlere benzesin.”

Orta-Dünya ile bizim dünyamızın çakıştığı yerler de vardı: Örneğin, vampirlerin ve Taheen yaratıkların New York şehrinde takıldığı Dixie Pig.

Dixie Pig şehir içinde küçük bir şehir. Yapımcılar Cape Town’da çok katlı ve tıpkı kapalı bir otopark gibi spiral şeklinde rampaları olan, terk edilmiş bir alışveriş merkezi buldular. Devasa set bodrumdan çatıya çok sayıda kattan, labirent gibi koridorlardan, tuhaf işlerle uğraşan satıcılar için küçük odalardan oluşuyor: Yaratıkların özel yiyeceklerini öldürüp kesmek için bir kasap; bir yüz maskesi dükkanı; vücut derilerinin giyimi için bir operasyon odası; bir soyu tükenmekte olan hayvanlar marketi; bir akvaryum; bir aktar; Taheen yaratıkların insan gibi davranmayı öğrendikleri bir okul; Sayre (Jackie Earle Haley) ve kötü adamların takıldığı bir kulüp alanı; bir sunak ve son olarak işkence ve tüy koleksiyonu için alanlara sahip bir en üst kat.

Yapımcılar, genel olarak, tasarımı gerçekçi tutmayı hedeflediler ama Dixie Pig için tüm niyetler bozuldu. “Biraz daha fazla çıldırabileceğimiz az sayıda setten biriydi bu” diyor Glass.

360 derecelik bir set inşa eden Glass, böylece hem atmosfer sağladığını hem de Arcel’e her açıdan çekim yapabilme özgürlüğü tanıdığını söylüyor: “Her köşeyi dekore ettik. Her yönden çekim yapabiliyor ve hatta bir sonraki kata doğru devam edip tüm silahlı çatışmaları ve patlamaları doğru şekilde görüntüleyebiliyorduk. Her aksiyon ritmi farklıydı, dolayısıyla bunun çözümü için yaratıcılığımızı kullanmamız gerekti.”

Setin çok önemli olmasının bir diğer nedeni filmin final savaşına mekan oluşturmasıydı. “Burası filmde Walter ile Roland’ın yüz yüze geldiği kopma noktası. Walter, Roland’ın oraya gelmekte olduğunu bildiği için, iki adam da savaşa hazırlanıyorlar” diyor Glass.

YARATIKLAR ve CANAVARLAR

Filmin figüran seçimlerinden sorumlu Merrimen, arka plan ve figüranlı sahneler için Dixie Pig’i bir psikiyatri hastanesindeki çalışanlarla, okulda insan dilini öğrenen Taheen yaratıklarla ve kan içen vampirlerle doldurarak King’in çok boyutlu karakterlerine bir katman daha ekledi.

blank

“Kendine has özelliklere sahip, tuhaf, ilginç ve muhteşem yüzler aradım, karanlık bir arka sokakta karşılaşmak istemeyeceğiniz türde, çeşit çeşit yüzler” diyor Merrimen ve ekliyor: “Korkutup gözdağı verebileceklerinden emin olmalıydık. Özellikle vampirlerde, saç rengi ve kaş tonuna göre eşleştirme yapmak için onlara setin farklı yerlerinde prova bile yaptırdık.”

Taheen yaratıkların tasarımı ve yaratımı Graham Press’in, İz Sürücülerinki ise Clinton Aiden Smith’in göreviydi. Taheenler kimsenin Jake’in gördüğü gibi göremediği, insana benzer yaratıklar. Press önündeki zorluğun gerçek ile beyazperdede gerçekleşen büyüyü birleştirmek olduğunu söylüyor. “Aslında hayvan görünümlüler. Maskeler takarak gerçek dünyada insanların arasına karışmaya çalışıyorlar” diyen Press, altmıştan fazla karakter için protez maskeler üretti. Maskelerin uygulanması bazen üç saat sürüyordu.

Press’in makyaj efektleri stüdyosu Glass’a çeşitli seçenekler sundu. “Stüdyomuza geldi ve, ‘Şunu istiyorum, bunu istiyorum, şu domuzu, şu babunu, şu köstebekleri istiyorum, kol ve bacaklar istiyorum’ demeye başladı. İşte bu yüzden, Dixie Pig’de kafası olmayan bir Alman çoban köpeği, yüzü tamamen yanmış bir babun, gözleri ve dili olmayan bir domuz göreceksiniz. Hepsinin miadı çoktan dolmuş” diyor Press.

Clinton Aiden Smith de King’in olağanüstü yaratıklarını tasarlama sürecini şöyle açıklıyor: “Onun kafasına girebilmek için, kesinlikle çemberin dışında düşünmeli ve hikaye anlatımına belli bir tat katacak her olasılığı değerlendirmelisiniz. Nik’in talebi King’in kitaptaki tasvirlerini, onları bir adım öteye taşıyarak hayata geçirmemizdi. Kediyi andıran İz Sürücü Taheenler için kendimize şunları sorduk: Ne tür bir kedi? Ne tür bir kürk? Ne tür beden hareketleri? İlhamımızı panter, aslan, kaplan gibi büyük kedilerden aldık ve onların hareketlerini insan formuna aktarmanın yollarını aradık. Görünecek öğelere yoğun ayrıntılar ekledik. Karakterleri hayata geçirmek için özel kontakt lensler ve takma dişler kullandık.”

Jackie Earle Haley’nin yarı insan, yarı Taheen karakteri Sayre, Dixie Pig’den ve buranın tuhaf sakinlerinden sorumludur. “Benim karakterim hiç insansı değil; hayvani bazı özelliklere sahip. Maskesi onun yarı normal görünmesine neden oluyor” diyor aktör.

SİLAHŞÖRÜ SİLAHLANDIRMAK ve GİYDİRMEK

Silahşör’ün silahlarından sorumlu olan Lance Peters, King’in silahlarla ilgili vizyonunu hayata geçirme konusunda şunları aktarıyor: “Oldukça zordu çünkü Stephen King kitapları yazdığında çok gençti ve kendisinin de itiraf ettiği gibi, o dönemde silahlar hakkında fazla bir şey bilmiyordu. Roland’ın silahlarının tasarımı Remington’a dayanıyor ama –bu filmdeki paralel evrenlerin miktarı kadar– yaratıcı özgürlüğe sahip olduğumuz için silahların namlularını, mermilerini ve üzerlerindeki işlemeleri çok daha geniş tuttuk.”

Huggins ise, “O bir silahşör, dolayısıyla silahları oyuncak gibi duramazdı” diyor ve ekliyor: “Idris çok uzun boylu olduğu için silahları da büyük ve ağır görünmek zorundaydı. Stephen King’in kitaplarda silahlardan söz ediş biçimi, silahşörün onları tutmak için bile belli bir güce sahip olması gerektiğini ima ediyor. King’in yazınında çağrıştırdığı düşüncenin fiziksel karşılığını yaratabilmek için çok uğraştık.”

Peters film için silahları kendi elleriyle yaptı.

Yapımcılar Roland’ın kostümü için de benzer şekilde, hem kaynak malzemeden yararlandılar hem de film için tamamen benzersiz bir görüntü yarattılar. “Hem var olan imajlara ve kafalarında Silahşör’e dair çok özel bir görünüm –ceket, gül, mendil ve şapka– olan hayran kitlesine saygı göstermek hem de bu görüntüyü kendimizin yapmak istedik” diyor Elba ve ekliyor: “Trish onun daha az kovboy, daha çok parlak zırhlı bir şövalye olmasını istedi. Bu yüzden de, Roland’ın giysisi kurşun geçirmez bir yeleği andırıyor; Excalibur-vari tabancaları ise onun kılıçları.”

AKSİYON HAKKINDA

“Silahşör çok seri” diyen Elba, şöyle devam ediyor: “Silahlarını çekerken veya yerine koyarken onu görmek imkansız; odağımız buydu. Çocukken bu oyunu oynarsınız, işte şimdi de burada oynuyorum; hayal gücünün canlı bir oyun alanındayız adeta.”

Silahşör’ün hareketlerinde ustalaşmak için hem silah eğitimi almak hem de fiziksel olarak aşırı formda olmak gerekiyordu. İkincisi için, Elba filmden önce de film sırasında da yoğun bir şekilde boks ve karışık dövüş sanatları antrenmanı yaptı.

Dublör amiri Grant Hulley en tehlikeli sahnelerin Dixie Pig sekansında, Roland’ın Jake’i Walter’ın elinden kurtarmaya çalıştığı sırada olduğunu söylüyor “Roland’ın içindeki gerçek silahşörün ortaya çıktığı muazzam bir alan söz konusu. Roland çok sayıda atış yapıyor, yüzlerce mermi sıkıyor ve boşluğa atlıyor. Aksiyon Dixie Pig’de devam ediyor; akvaryumun içindeki yaratıklar vuruluyor, su dolu tanklar patlıyor.”

HAYRANLAR İÇİN

Yıllar içinde, Stephen King çok büyük ve sadık bir hayran kitlesi kazandı. Yazarın sosyal medyada milyonlarca takipçisi bulunuyor. The Dark Tower serisi King evreninin büyük kısmı için bağlantı noktası olduğu ve King’in diğer kitaplarından birçoğuna uzandığı için, yapımcılar King’in diğer yazılı eserlerine hayranlarının tanıyabileceği birkaç küçük ve muzip gönderme yapmanın önemli olduğunu düşündüler.

“Filme gizli Stephen King göndermeleri yerleştirirken çok eğlendik” diyor Arcel ve ekliyor: “İzleyiciler arasında oturan hayranların, ‘Acaba bu başka bir Stephen King hikayesinden mi?’ diye düşünmesini istedim.”

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Hobbit Yapım Notları

The Hobbit Yapım Notları: Konforlu Hobbit Deliği’nden çıkıp, Büyücü Gri
blank

Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları Yapım Notları

Peter Jackson, J.R.R. Tolkien’ın sevilen başyapıtı The Hobbit’ten uyarlanan üçlemenin