Çalkantılı geçmişini unutamayan Çılgın Max hayatta kalmanın en iyi yolunun yalnız gezmek olduğuna inanmaktadır. Yine de, Imperator Furiosa’nın yönettiği bir Savaş Dümeni’nde Çöl’de yol alan bir grupla yolu kesişir. Grup, kendisinden yeri dolmayacak bir şey çalınmış olan Immortan Joe’nun zulmüne maruz kaldıkları bir Sığınak’tan kaçmaktadır. Öfke içindeki Savaş Lordu tüm çetelerini toplar ve yüksek oktanlı bir Yol Savaşı’nda acımasız bir şekilde asilerin peşine düşer.
Tom Hardy serinin dördüncü filmi “Mad Max: Fury Road”da başrolü üstleniyor. Charlize Theron ise Imperator Furiosa rolünde. Filmde rol alan diğer oyuncular ve üstlendikleri roller şöyle: Nux rolünde Nicholas Hoult; Immortan Joe rolünde Hugh Keays-Byrne; Slit rolünde Josh Helman; Rictus Erectus rolünde Nathan Jones. Ayrıca birlikte Eşler olarak tanınan şu beş isim ve rolleri de şöyle: Splendid Angharad rolünde Rosie Huntington-Whiteley, Capable rolünde Riley Keough, Toast the Knowing rolünde Zoë Kravitz, The Dag rolünde Abbey Lee ve Cheedo the Fragile rolünde Courtney Eaton.
YAPIM HAKKINDA
“Ah, ne gün ama! Ne güzel bir gün!” – Nux
“Mad Max: Fury Road”da, yönetmen-yapımcı George Miller sadece kendisinin altından kalkabileceği, yüksek oktanlı bir Yol Savaşı’nın güçlü sarsıntısıyla çığırından çıkmış bir dünya yaratıyor. İlk “Mad Max” üçlemesinin ardındaki deha, kendisinin hayat verdiği Yol Savaşçısı ve onun içinde yaşadığı kıyamet sonrası dünyanın güzelliğini ve koasunu yeniden hayal etmek için çağdaş sinemanın sınırlarını zorladı.
Miller kafasında her zaman baştan sona nefes kesen bir kovalamaca olarak gelişen bir film canlandırdığını söylüyor: “Aksiyon filmlerini bir tür görsel müzik olarak görmüşümdür ve ‘Fury Road’ çılgın bir rock konseri ile opera arasında bir yerde. “Seyircileri koltuklarından alıp yoğun, delişmen bir yolculuğa çıkarmak istiyorum ve bu süreçte karşınızdaki karakterlerin kimler olduğunu, bu hikayenin nasıl bu noktaya geldiğini öğrenme fırsatı buluyorsunuz.”
Miller’ın sinemacılıkta 35 yıldır ortağı olan yapımcı Doug Mitchell, “Mad Max: Fury Road”u beyazperdeye taşımak için harcanan on yılın da başlı başına canlandırıcı bir serüven olduğunu belirtiyor: “George’un müthiş yaratıcı bir beyni var ama yaratıcılık bazen belli paradigmaları da beraberinde getiriyor. Bu çapta bir proje ancak George’un doğuştan sahip olduğu türden bir bileşimle mümkün olurdu. Süreç içinde çok zorlu dönemeçlerden geçtik, çok komik anlar yaşadık ama benim için, bu destansı yolculukta onun yanında yer almak bir ayrıcalıktı.”
Miller için yolun çok daha gerisi var. 1970’lerin sonunda, tıp okulundan yeni mezun olmuştu ki sinemanın ilk dönem aksiyon ve kovalamacılarına duyduğu sevgiyle, bunların yalın dilini yeniden keşfetmek için kendi başına yola çıktı. Acil servis doktoru olarak deneyimlerinden yararlanarak, bir toplumun çöküşünün ardından çoraklaşmış, psikopat yol çetelerinin terör estirdiği bir dünyada yalnız bir karakter hikayesini yarattı.
Miller şunları kaydediyor: “Toplumların evrimi her zaman çok ilgimi çekmiştir; bu evrim kimi zaman inanılmaz ilham vericidir, kimi zaman da rahatsız edicidir. Modern dünyanın karmaşıklığından kurtulduğunuzda, çok yalın, çok boş bir dünyaya girebilir ve temel alegori olan hikayeler anlatabilirsiniz.”
Daracık bir bütçeyi bir araya getiren Miller, motosikletler ve güçlü arabalardan mobil bir karnaval yarattı; drama okulundan yeni mezun, ismi duyulmamış Mel Gibson’a başrol verdi ve Avustralya-Melbourne eteklerindeki ıssız yollara çıkarak, insanların gerçek arabaları gerçek süratlerde sürdüğü, çeşit çeşit tehlikeli sahneyle nefes kesici bir enerji yakaladı.
“Burada Avustralya’da arabanın gerçek bir silah olduğu bir araba kültürümüz var” diyen senarist Nico Lathouris, Miller’ın okul günlerinden arkadaşı ve ilk filmde Grease Rat’i canlandırdı. “George feci araba kazalarında yaralanmış gençleri tedavi ediyordu ve insanlarda bunları ciddiye almak yerine, birinin ciddi şekilde yaralandığı ya da öldüğü bir deneyimden böbürlenerek söz etme eğilimi vardı. Bir doktor olarak, George çok daha büyük bir soruna sadece yara bandı yapıştırıyor olduğunu hissetti ve bu hikaye onun olayın özüne iniş şekliydi.”
Ortaya çıkan sonuç “Mad Max”ti. 1979’da patlayan “Mad Max” efsanesi büyüdükçe, Miller kendine has güdümlü aksiyon ve derinlemesine dünyalar yaratma özelliğini sonraki iki filmle —ikonlaşmış “Mad Max 2: The Road Warrior” ve operayı andıran “Mad Max: Beyond Thunderdome”— daha da ileriye götürdü.
Miller bu konuda şunları söylüyor: “İlk ‘Mad Max’ filmini ve ‘Fury Road’u güdümleyen şeylerden biri Alfred Hitchcock’un dünyanın her yerinde altyazısız izlenebilen filmler yapma olgusuydu. Büyük müzik eserlerinin yaptığı şeye ulaşmaya çalışıyorsunuz; ruh haliniz ne olursa olsun, bu tür eserler sizi kendinizin dışında bir yere götürür ve diğer taraftan bir deneyim edinmiş şekilde çıkarsınız. Bizim bu filmlerle yapmaya çalıştığımız şey işte buydu.”
Miller’ın “Mad Max” üçlemesinde yarattığı çıplak, hoyrat manzaralar, canlı aksiyon, en az düzeyde diyalog ve zengin karakter yelpazesi yeni bir türe hayat vererek, sonraki sanatçı nesline her mecrada ilham verdi. “Mad Max: Fury Road”da ana karakter Max Rockatansky’yi canlandıran Tom Hardy şunları söylüyor: “George, esasen, şimdilerde pek çok video oyununda ve filmde gördüğümüz kıyamet sonrası atmosferin mucididir. Bu onun tuvali ve parmak uçlarında mevcut olan tüm becerileriyle onun üzerinde resmetmeye devam ediyor. Bu filmde olmak, George’la onun oyuncak kutusunda oturmak gibi ve hayal gücü öylesine muhteşem ki kendinizi bir filmde gibi değil, George’un kafasında gibi hissediyorsunuz.”
Yapımda yeni bir karaktere hayat veren Charlize Theron, Miller’ın bu filmde, zengin geçmişine rağmen, tek başına ayakta duran yepyeni bir vizyon oluşturduğunu dile getiriyor. “George gerçekten sevdiği bir dünyayı bu filmde yeniden hayal etti. Bu dünyaya herkes girebilir ve olağanüstü bir şey deneyimleyebilir. Seriyi sevenler için küçük bazı sürpriz hediyeler var ama aynı zamanda, bence, George ‘Mad Max’le büyümemiş yeni nesle de hitap eden bir şey yarattı. ‘Fury Road’un güzelliği burada.”
War Boy Nux’ı canlandıran ve kendini o nesilden sayan Nicholas Hoult da bu görüşe katılıyor. “George’un inanılmaz olan yanı böylesine muazzam bir şey yarattığı halde onu gerçekten samimi kılabilmesi. Tüm mitolojinin en küçük parçasına bile çok kafa yoruldu. Öyle ki, en ufak ayrıntı bile size karakterler ve çevre hakkında bilmeniz gereken her şeyi anlatacak.”
Burası Miller’ın hayalinde yaşayan bir evren. Mitchell bu konuda, “Derinliğinin ve boyutunun sınırı yok” diyor ve ekliyor: ‘Fury Road’ gerçekten de buzdağının sadece görünen kısmı; yüzeyin altında çok daha fazlası var. George bu dünyayı düşünmek için yıllarını harcadı ve şimdi de o dünya ona yavaş yavaş kendini gösteriyor” diyor.
Miller’ın çılgın geleceğini “Mad Max: Fury Road”la günümüz seyircisine aktarma arayışı kıtalararası yolculuklar ve ondan fazla yıl gerektirecekti. Özgün bir kıyamet sonrası evren yaratmak için yüzlerce sanatçı yeteneğini sergiledi: 3.500 hikaye tahtası yaratıldı, binlerce aksesuar ve kostüm tasarlandı. Daha önce görülmemiş çapta lojistik bir operasyonla, oyuncu kadrosu, yapım ekibi ve 150 adet el yapımı taşıt 120 gün boyunca çok sayıda birimle birlikte gerçek bir Yol Savaşı sahnelemek için Namibya çöllerinde gezdi.
“‘Mad Max’ dünyası yükseldi ama fanteziye dönüşmedi” diyor Miller ve ekliyor: “‘Fury Road’, seriyi, tüm yeni teknolojiyi kullanarak tam boyutu ve enerjisiyle gerçekleştirmek için bir fırsattı. Kameralarımızı geçmişte mümkün olmayan yerlere koyabildik ve onları muhteşem Kenar Kolu sistemiyle filomuzla bütünleştirebildik. Taşıtta bir kavga olduğunda, oyunculara kablo takıp sonra onları bilgisayarda silebiliyorduk. Max’i iki taşıt arasında baş aşağı asılı gördüğünüzde, o kişi Tom Hardy. Furiosa onun üzerinde asılıyken, gördüğünüz kişi Charlize Theron. Ve Nux taşıtın önüne tırmandığında, gördüğünüz kişi Nicholas Hoult.”
Hoult için bu, katıksız adrenalindi. “Altınızda büyük bir V-8 motorun gürlemesini hissetmek ve bombaların patladığı bir yolda kamyonların homurtusunu duymak ve insanların direklerin etrafına tutunduğunu görmek gibisi yok.”
Her şeyin merkezindeki adam için, bazı şeyler değişmiyor. “Çölde taşıtları birbiriyle çarpıştırmanın yoğun ve tuhaf bir canlandırıcılığı var. Kendinizi tamamen kaybediyor, sırf içgüdü ve dürtülerinizle hareket ediyorsunuz. Bu demek değildir ki çılgınca değildi” diyor Miller gülümseyerek ve ekliyor: “Ama eski bir deyişi yeniden dile getirmek gerekirse, ‘Bir ‘Mad Max’ filmi yapmak için çılgın olmak gerekmez ama faydası olur.’”
GELECEK ÇILGINLARIN OLACAK
“Dünya düşerken, her birimiz kendimize göre kırıldık. Kimin daha çılgın olduğunu bilmek zordu… ben mi yoksa başka herkes mi.” – Max
Dünyanın düşüşünün üstünden 45 yıl geçmiştir. Yasa gücü yoktur, elektrik şebekeleri yoktur, su yoktur ve acıma yoktur. “Mad Max: Fury Road”da medeniyet bir hatıradır, o da sadece hayatta kalan az sayıda insan için. Dünyanın en büyük ekonomileri yerle bir olmuştur; kıyı şehirleri silinip süpürülmüştür; petrol ile su savaşlarının arifesinde, yiyecek azdır ve hava zehirlidir. İnsanlıktan geriye kalanlar ya Çöl’de vahşi çeteler halinde gezmekte ya da Sığınak’ın eteklerinde hayata tutunmaktadırlar. Sığınak bir mağara sistemi içine kurulmuş, kilometrelerce kare alan içindeki tek su kaynağının su pompaladığı bir kaledir. Temel maddeleri kontrol eden Sığınak ve müttefikleri Petrol Kasabası ve Kurşun Çiftliği, Çöl’ü de kontrol etmektedir.
“Kısıtlı, distopik bir geleceğe düştüğünüzde, gerçekten de neredeyse ortaçağa dönmüş gibi oluyorsunuz” diyen Miller, sözlerini şöyle sürdürüyor: “İnsanlar sadece hayatta kalıyor. Şeref yok; empati ve şefkat için pek az zaman var. Bu durum net bir hiyerarşi dengesi yaratıyor —güçlü azınlık kesin olarak çoğunluğun ve ahlakın üzerinde. Ve tek amacı şeytanlarından kurtulmak olan Max bu dünyaya geliyor.”
Max Rockatansky ilk olarak Miller’ın 1979 orijinal filminde seyirciyle buluştu ve karakterin dünya çapındaki yankısı yaratıcısını bile şaşırttı. Kendisi bu konuda, “Farkında olmadan klasik mitolojik arketipe parmak bastığımı fark ettim” diyor ve ekliyor: “Japonya’da, Max’e yalnız bir Özgür Samuray adını verdiler. Fransa’da, filmi ‘tekerlekler üzerinde bir Western’, Max’i de yalnız bir silahşör olarak gördüler. İskandinavya’da ise, bazıları Max’in kendilerine çetin topraklarda tek başına gezen bir Viking savaşçısını hatırlattığını söylediler.”
Başrolü Tom Hardy’ye veren Miller mitsel karaktere elle tutulur bir gerçekçilik katabilecek bir aktör bulduğunu bildiğini söylüyor: “Aktör olarak temkinli olmak kolaydır, ama bazıları vardır ki duygusal birer savaşçıdırlar; işte Tom öyle biri. Korkusuz. Tom gibi birinin gelmesini bekliyordum ve onun kendi içinde Max’in ruhunu bulacağını biliyordum.”
Miller otuz yıl önce Mad Max rolünü verdiği Mel Gibson’la ilk karşılaştığında hissettiği enerjiyi Hardy’de de hissetti. “Bu karizma onu izlemeyi böylesine ilginç kılan paradokstan kaynaklanıyor” diyor yönetmen ve ekliyor: “Tom hem erişilebilir hem gizemli hem de kırılgan olabiliyor. Muazzam bir sıcaklığa, aynı zamanda da bir tehlike öğesine sahip.”
İlk film gösterime girdiğinde, Hardy sadece altı haftalıktı ama Yol Savaşçısı efsanesini gayet yakından tanıyarak büyüdü. Aktör zihnini yönetmenin vizyonuna odakladığında, kendisinden istenen şeyin karakteri yeniden canlandırmak değil, yeniden yaratmak olduğunu anladı. “Mel’in Max’i ikonlaşmış” diyen Hardy, şöyle devam ediyor: “Ama George benden bu karakteri oynamamı istediğinde, Max’i bu filmdeki olaylar için George’la birlikte çalıştım. Müthiş bir malzeme; bu rolü oynamak büyük bir onur.”
Yine de Hardy, iyi dileklerini istemek için Gibson’a ulaştı. “Öğle yemeği yedik; keyifliydi. Meşaleyi bana verdi.”
Hardy’nin canlandırdığı Max Rockatansky bağlılığın düşman bir dünyada sadece kedere yol açtığını öğrenmiş, yalnız başına hayatta kalmasına olanak tanıyan bir dizi beceriye sahip bir çöl savaşı gazisi olarak ortaya çıkıyor. “Max’in tek derdi eve dönmek ama bir ev yok” diyor Hardy. “Sessizlikten, acıdan ve yıkımdan başka bir şey yok. İnsanlığın kalmadığı bir yerde yaşıyor ama onu yine de istiyor. Ancak, bu dünyada ilişkilerin bir bedeli var.”
Filmde, Max’i Sessizlik Ovası’nın uçsuz bucaksız boşluğu içinde ölüm üzerine düşüncelere daldığı bir anda tanıyoruz. Burası, eski hayatından geriye kalan yegane şey olan hırpalanmış avcı uçağının onu getirdiği yer. “Olağanüstü miktarda travma ve dehşet görmüş; değer verdiği her şey yitip gitmiş” diyor Hardy ve ekliyor: “Ama hayatı her ne kadar yaşamaya değmese bile, ölüme kafa tutmanın cazip bir yanı var. Kendisinden alınmış her şey uğruna adaleti yerine getirene kadar ölmeye hazır değil.”
Düşünme anı süper güçlü motorların gürlemesiyle kesilir. Max bir grup vahşi çapulcu olan War Boys tarafından pusuya düşürülür ve zorla Sığınak’a sürüklenir. Çöl’ün en güçlü kalesi olan bu yerde arabası tamir edilip kullanılacak, Max de donör yapılacaktır.
Öfkesi ufuktaki Yol Savaşı’nı tetikleyecek olan Furiosa’yla Sığınak’ta tanışıyoruz. Furiosa’nın kadınları köleleştiren bir dünyada bir kadın savaşçı olarak serüveni, Miller’ı “Mad Max: Fury Road”u hayata geçirmeye yönelten ilk şeydi. Yönetmen, Theron’ın bu mücadeleyi çok gerçekçi kıldığını söylüyor: “Charlize sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da çok güçlü bir kadın. Aynı zamanda onun kırılganlığını da görüyorsunuz. Bu bir maske değil. Charlize şüphe götürmez biçimde bir kadın ama Furiosa kadınlığına ödün tanımayan bir karakter. Hayatı acı ve keder dolu olagelmiş ama oturup düşünecek vakit yok. Kendini hemen toplayıp kararlı olmalı. Charlize korkusuz bir şekilde bunu yapacak tutku ve beceriye sahip bir aktris.”
Theron, Furiosa’da, Miller’ın, daha önce gördüklerine hiç benzemeyen bir alfa kadın yarattığını söylüyor: “George bana ikonlaşmış bir karakter olan Max’in yanında dengi gibi duracak bir kadın karakter istediğini söylediğinde, ona inandım ve o da beni hayal kırıklığına uğratmadı. Senaryo bu iki karakterin aşık olmamasına, hatta dost bile olmamasına elverişliydi çünkü o ortamda ilişkiye yer yok.”
Ortamdaki ihtilaf, denkleme Hardy’nin girmesiyle daha da patlamaya hazır hale geliyor. “O dinamiği Tom Hardy gibi bir aktörle hayata geçirdiğinizde duygu yükseliyor çünkü kendisi olağanüstü bir düzeyde oynuyor” diyor aktris ve ekliyor: “Çıtayı gerçekten de onunla belirlemek istiyorsunuz.”
Hardy içinse Theron’ın çok az diyaloga sahip ve neredeyse sürekli aksiyon içindeki karakteri derinleştirmesi büyüleyiciydi. “Charlize tam bir ağır top. Yeryüzünde böylesine muazzam bir güç ve karizmayla birlikte, muazzam bir kırılganlık sergileyebilecek çok az oyuncu vardır.”
Sığınak’ın elit Imperator’u olarak War Rig’i (bir savaş taşıtı ve Çöl’ün Savaş Lordu Immortan Joe’nun hizmetindeki en değerli araç) Furiosa sürüyor.
Miller filmin en karmaşık ve en gösterişli kötü adamını yaratırken, bir karakterin yalnızca hayatta kalmasını değil aynı zamanda başarıya ulaşmasını sağlayacak beceri düzeyi, zeka ve eşi benzeri olmayan bir güç hırsı hayal etti. Immortan Joe yanıtı suda buluyor: Aqua Cola. Çöl’de yegane gerçek değerlerden biri budur ve Immortan Joe diğerlerini (Petrol Kasaba’sından benzin ve Kurşun Çiftliği’nden cephane) elde etmek, Sığınak’a göçmüş hasta ve aç kitleleri boyunduruğuna almak için onu kullanır.
Kalenin en tepesinde en iyi korunan kendi odası bulunmaktadır. Immortan operasyonunu buradan yönetir; kilitli kasasına kendisi için en değerli olan Beş Eş’ini istifler. Büyük mücadeleyle elde ettiği üstünlüğünün hayatta kalan iki oğlu, dev bir bedenin içinde bir çocuk olan Rictus Erectus (Nathan Jones) ve bir çocuğun bedenine hapsolmuş olgun bir zekaya sahip Corpus Colossus (Quentin Kenihan), vasıtasıyla sürme imkanı olmadığını bilmektedir. “Immortan öldüğünde her iki oğlun da onun yerini alması imkansız; dolayısıyla iklimi kontrol altında tutulan bir kasaya sağlıklı genç kızları hapsedip, sağlıklı bir erkek varis için onları hamile bırakıyor.” diyor Miller.
Yönetmenin Savaş Lordu rolüne oyuncu aramasına gerek olmadı. İlk “Mad Max”te neşeli psikopat Toecutter rolü için Hugh Keays-Byrne’ü seçmişti. O dönemde serbest olan aktör, oyuncu kadrosunun oluşumuna yardım etmeye gönüllü olmuştu. Miller motosikletleri gönderdiği takdirde, Sydney’den Melbourne’daki “Mad Max” setine kadar olan üç günlük yolculukta oyuncu alımı yapacaktı. Miller’ı çok şaşırtan şey, oyuncular geldiğinde, Keays-Byrne’ün dağınık bir oyuncu grubunu gerçekçi bir motosiklet çetesine dönüştürdüğüne tanık olmaktı.
“‘Fury Road’da fazlasıyla ihtiyacım olan şey işte bu karizmaydı” diyen Miller, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hugh filmde maske takıyor, dolayısıyla kimse onu Toecutter’la karıştırmayacak. Üstelik, Hugh’nun harika gözleri ve çok güçlü bir ses tonu var. Şirin, büyük bir oyuncak ayı gibi bir insan ve canlandırdığı karaktere gerçek bir muzurluk getiriyor. Sırf kişiliğiyle, filme ayrı bir derinlik kattı. War Boys çetemize gerçekten enerji verdi.”
Savaş Lordu, War Boys çetesinin beynini kendi yarattığı bir mitle yıkamıştır: Kendisi ölümsüzdür ve onları savaşçı cenneti Valhalla’ya götürmek için dünyaya dönmüştür; bu yüzden çete, yol savaşına dini bir coşkuyla sarılmaktadır. Diğer din ise çelik ve V-8 motorlardır. Black Fingers’lar yarı ömürlerini uzatmak için Kan Bankası’ndan beslenmek üzere Sığınak’ın orta kademelerinde Immortan’ın savaş donanmasında yerlerini almışlardır.
“Immortan onun tanrı olduğunu kabul etmezseniz derinizi canlı canlı yüzer” diyen Keays-Byrne, şöyle devam ediyor: “Duruma onun açısından baktığınızda, insanlar çevredeki kirlilik yüzünden kitleler halinde ölüyorlar; bu yüzden de bir yetiştiricilik programı, kan bankaları, süt bankaları, su bitkiciliği gibi ırkın devamı için gereken neyse onu oluşturmuş. War Boys çetesini temiz kanla güçlendiriyor çünkü hastalıktan ölürlerse onun adına savaşamazlar. Bu çocukları seviyor. Zaten diktatörlerin yaptığı budur.”
Senarist Brendan McCarthy’ye göre “Bu bir tür ahlaki ikilem. Immortan insan ırkını mevcut genetik çöküşten kurtarmaya çalışıyor ama bunu zaten bozulmakta olan kan çizgisini saklayarak yapmak istiyor. Bu amaç doğrultusunda acımasız ve cani yöntemlere başvuruyor ve War Boy çetesini hizada tutmak için bir din yaratıyor.”
Nicholas Hoult kısa ve tükenmekte olan hayatında bir War Boy için nihai noktaya, büyük bir mertebe olan sürücü konumuna yükselmiş; kendi kişisel yarış otomobili ve V-8 motoru bulunan Nux’ı canlandırıyor. “Bu hikayedeki herkes bir eşya ama yine de Nux’ta gençliğin ele avuca sığmazlığını görüyoruz” diyen Miller, şöyle devam ediyor: “Oldukça perişan bir hayat yaşasa da, fazla zamanı kalmadığını bilse de, müthiş eğlenmeyi başarıyor. Nick’te bu enerji doğuştan var. Kendisi müthiş bir oyuncu; son derece disiplinli, güçlü ve olağanüstü eğlenceli. Size karakterin gerçekte kim olduğunu anlatan o gençlik ateşi Nick’ten adeta taşıyor.”
Miller yapım başlamadan uzun süre önce, oyuncuların karakterlerin geçmiş hikayelerini öğrenmesi için kostüm provalarının, dublör testlerinin ve referans malzemelerinin yer aldığı güvenlikli bir web sitesi oluşturdu. Hoult sitenin kendisi için bir altın madeni olduğunu söylüyor: “Nux’ın nasıl her zaman iyimser olmak için elinden geleni yapmaya çalıştığı konusunda bana fikir verdi. Dünya hakkında fazla bir şey bilmiyor; tek bildiği sadece yarı ömre sahip olduğu. Boynunda Larry ve Barry adını taktığı, adeta onun kankaları olan ama aslında onu öldüren iki tane tümör var. Göreceli masumiyeti ve coşkusu Nux’ı bu filmde girdiği yola saptırmış olan şeyler.”
Tüm War Boys üyeleri dazlak kafalıdır; vücutlarında dövmeler ve yara izleri mevcuttur; ayrıca tüm bedenleri Immortan’ın imza rengi olan beyaza boyalıdır. Bu yüzden Hoult başını kazıttı ve her gün kameralar çalışmaya başlamadan önce makyaj sandalyesinde iki saat oturdu. “Görünümünüz bu kadar değiştiğinde, kişiliğinizin farklı yönlerine ulaşmanıza yardım ediyor” diyen aktör, süreçten keyif alsa da, Theron’ın makyajına gıpta ettiğini kabul ediyor: “Charlize gelip alnına yağ sürüyor ve çıkıp gidiyordu. O zaman ben, ‘Bir dakika ya…’ diyordum.”
Theron bunu doğruluyor: “Benim için durum, ‘Motor yağı nerede? Tamam, hadi gidelim’ şeklindeydi.” Aktris Furiosa’nın War Rig’inde çok zaman geçirdiği için, aralarda makyajına rötuş yapmak için yanında bir makyaj çantası ve ayna taşıyordu.
Furiosa kendi taşıtını ve konvoyu Petrol Kasabası’na planlanmış güzergahtan saptırınca, başka bir amacının olduğu anlaşılır ve Immortan’ın krallığı bir tımarhaneye dönüşüyor. Onu çılgına çeviren şey Imperator’unu, hatta War Rig’ini kaybetmek değildir …taşıtın içindeki kargodur. Değerli damızlıklarını tuttuğu kasa, kızların annesi gibi olan öğretmenleri Miss Giddy haricinde boştur. Kızlar duvarda basit bir mesaj bırakmışlardır: “Biz eşya değiliz.”
Theron, Furiosa’nın davranışını kahramanca görmüyor; hatta motivasyonunun kaynağında şefkat bile yok. Aktrise göre, “Furiosa klasik anlamda bir anti-kahraman. Çok insani kusurları var. Bana göre onun bunu yapmasına yol açan şey, kadınların üremekten başka bir işe yaramadığı bir dünyada kadın olarak değersiz hissetmekten bıkmış olması. Ve Immortan’a en acı çektirecek şeyi yapıyor çünkü Immortan onu annesinden çalıp, annesini bir kenara atarak Furiosa için en değerli olan şeyi ondan çalmış. Bana göre burada amaç, bunu o piç kurusunun yanına bırakmamak. Furiosa’nın bu yönünü seviyorum.”
Lathouris’a göre, Furiosa ile Max arasındaki benzerlikler tesadüfi değil: “Onun kumaşı Max’le aynı. Hikayesi de onunkinden pek farklı değil. Furiosa da hayatında büyük kayıplar yaşamış; ve o da kederden intikama dönmüş.”
Immortan varıyla yoğuyla misilleme yapıyor.
Savaş davulları çalmaya başladığında, Nux, Kan Bankası’ndadır: Burada Organic Mechanic, Sığınak’ın yeni evrensel donöründen (Max şimdi saçları kesilmiş, yüzüne maske takılmış, damgalanmış ve baş aşağı asılmış biçimde, kendi damarından Nux’ınkine uzanan tüple onu beslemektedir) alınmış “yüksek oktanlı çılgın kanla” onu tedavi etmektedir. “Max’i hayatta tutmalarının tek nedeni kanının kanserli değil, sağlıklı olması” diyor McCarthy ve ekliyor: “Kan bu filmde önemli bir rol oynuyor. Ayrıca, ‘fulle’ kavramına da alaycı bir yaklaşım var. Arabalar benzinle ‘fulleniyor’ ya, ‘Mad Max’ jargonunda da War Boys çetesini kanla dolduruyorsunuz.”
Nux fazla zamanının olmadığını bilmektedir ve Furiosa’nın isyanı, epik bir şekilde ölmek için son fırsatıdır, tabi Max’in yaşamsal desteğiyle. Hardy bu konuda, “Nux çıkıp bu şanlı kovalamacaya katılmak istiyor. Bunu yapabilmek için de, ‘Kan Torbası’nı yanında götürmesi gerekiyor” diyor.
Hoult şunu ekliyor: “Nux’ın Max’e ihtiyacı var ama aynı zamanda onunla dalga da geçiyor. Max dehşete düşmüş ve perişan durumda. Bu da Nux’a çok eğlenceli geliyor. Hayatının en güzel zamanını geçiriyor.”
Max, Yol Savaşı’na bir sürat arabasının kaputuna bağlanmış şekilde çıkar; burnunun dibinde hareket eden tonlarca metal çarpışırken her kalp atışında kan kaybeder. Sığınak ordusu, Petrol Kasabası’nın patronu ve Kurşun Çiftçisi’nin emirlerindeki çetelerle birlikte War Rig’e çıkmaya çalışırlar ve dört bir taraftan saldırırlar. Şiddetli çarpışma ve motor gürlemeleri içinde Doof Warrior, Ovalar’da çığlık çığlığa rockn’roll müzik eşliğinde ölüm mangalarını tam gaz ileri sürer.
Çöl’de War Rig’in karşısındaki tek tehdit ordu değildir: Her çatlak, her delik, kanyon ve tümsek tehlikelerle doludur; ister yeraltı kabilesi Buzzard’ın leşçil dehşeti şeklinde, ister asilerin geçmek zorunda olduğu tekinsiz kanyondaki müthiş kamuflajlı Rock Riders kabilesi şeklinde olsun. Hatta gökyüzü bile asilerin üzerine toz ve ateş sağanağı olarak çöker: Toksik fırtına.
Sonrasında, Max kendini sağ ama hâlâ Nux’a zincirli şekilde bulur. Furiosa ve Eşler gibi, o da aynı kum yığının içine düşmüştür. Tüm kirlerine ve etraflarını sarmış keşmekeşe rağmen, Eşler güzel ve el değmemiştirler. Ama Max’in gözü yalnızca tek kaçış şansı olan War Rig’dedir. Tek yapması gereken, Furiosa’yı aşmaktır.
Destansı bir yüzleşmenin ardından, iki savaşçı ellerine geçirdikleri her silah ve malzemeyle —Nux ve Beş Eş de dahil olmak üzere— birbirleriyle başa baş bir dövüş yaparlar. “Max ve Furiosa birbirlerini gerçekten öldürmek isteyen birer rakip olarak başlıyorlar” diyor McCarthy ve ekliyor: “Formlarının zirvesinde iki vahşi hayvan gibiler ve her açıdan denkler.”
Hayatta kalma şanslarının yalnız değil de birlikte olmaktan geçtiğini fark eden Max ve Furiosa huzursuzca ateşkes yaparlar; hatta Nux bile bu ateşkesin içine sürüklenir. Hoult bu konuda şunları söylüyor: “Nux, Furiosa’yı öldürüp kızları geri götürmek için yola çıkıyor ama asla başaramıyor. Amacına ulaşmaktan umudu kesince, beraberce küçük bir grup oluşturuyorlar ve hep birlikte onu hayata döndürmeye çalışıyorlar.”
Miller, Immortan’ın Beş Eş’ini bulmak için ABD’de casting yönetmeni Ronna Kress, Avustralya’da Nikki Barret’la birlikte çalışarak uluslararası çapta her düzeyde oyunculuk deneyimine sahip aktrisler aradı. Miller, Eşleri bir melodi gibi düşündü ve her biri kendi notasını getirebilecek bireylerden oluşan bir grup istedi. “Beş Eş bu filmin klasik MacGuffin’i, yani herkesin peşinde olduğu nesne” diyor Miller ve ekliyor: “Çöl’deki bu çılgın kovalamacanın ortasında her birini anında seçebilmelisiniz.”
Eşlerin geçici lideri Splendid Angharad için, mankenlikten oyunculuğa geçmiş olan Rosie Huntington-Whiteley’yi seçtiler. Liderlikte ikinci sırada olan Capable’ı Riley Keogh canlandırdı. Zoë Kravitz sert ve zeki Toast the Knowing rolünü üstlendi. Courtney Eaton korunup kollanan Cheedo the Fragile’ı oynadı; Abbey Lee ise The Dag’i canlandırdı.
Beş aktris de üç haftalık prova, kostüm provası, Avustralyalı koreograf Meryl Tankard’la hareket eğitimi ve Nico Lathouris’le karakterleriyle ilgili atölye için üç hafta önceden Sydney’ye geldiler. Araştırmalarının bir parçası olarak, feminist oyun yazarı Eve Ensler’la da zaman geçirdiler (Ensler, Kongo’da tecavüz mağduru kadınlarla çalışmış bir uzman).
Bu çalışma özellikle Huntington-Whiteley için aydınlatıcıydı çünkü tecavüz sonucu hamile kalan tek Eş oydu. “Eve Ensler müthişti. Bizim için her şeyi çok gerçekçi kıldı” diyen aktris, şöyle devam ediyor: “Splendid, tam bir lider ve son derece güçlü bir karakter. Kız kardeşlerine anaç bir yaklaşım gösteriyor ama hamileliği konusunda çelişkili duyguları var. Kendi başıma çok kapsamlı bir araştırma yaptım ve gerek Eve gerek George’la Splendid’in taşıdığı çocuk konusunda gerçekten ne kadar karmaşık duygular hissedeceği konusunda değerlendirme yaptım. Splendid büyük cesaret sergiliyor ama çoğu zaman pervasız. Ben bunu Immortan’ın ona çektirdiği acının ve her şeye rağmen çocuğu yine de sevme ihtimali olduğunun bir dışavurumu olarak görüyorum.”
Keogh’in canlandırdığı Capable’ın da yumuşak ve şefkatli bir yanı var. Bunu Nux’ın Savaş Taşıtı’na gizlice binerek aracı durdurmak için başarısız bir şekilde ölüm girişiminde bulunduğunu fark ettiğinde görüyoruz. Keogh bu konuda, “Eşler Immortan’ı kırılgan olduğu zamanlarda görmüş oldukları için, Capable onun Nux’ın sandığı ilahi bir varlık olmadığını biliyor. Empati hissediyor ve Nux’la tanıştığında kendine yeni bir amaç buluyor. Birbirlerine gerçekten değer vermeye başlıyorlar” diyor.
Hoult ise şunları ekliyor: “Nux çetin bir dünyada büyümüş; dolayısıyla, Capable’ın kendisini dinlemesi ve onu önemsemesi neredeyse anlam veremediği bir şey. Bir bakıma yavru bir köpek gibi. O andan itibaren, Capable’a her şeyiyle aşık oluyor. Onun hayatını değiştirebileceği olasılığını gören ve zihnini bildiğinin dışında bir dünyaya açmasını sağlayan tek kişi Capable.”
Yelpazenin diğer ucunda, Furiosa gibi bir savaşçı olmaya heveslenen Toast var. Kravitz bu konuda şu yorumu yapıyor: “Bu kızların şimdiye dek kendileri için hiçbir şey yapmaları gerekmemiş ama şimdi hayatları için yarışıyorlar. Birden bire kendilerini korumaları, Furiosa için silah doldurmaları gerekiyor. Toast ise aralarında harekete geçip savaşmaya hazır tek kişi. Çok fazla düşünecek ya da herhangi bir tereddüt yaşayacak zaman yok; peşinizde daima birileri var.”
Mankenlikten sinemaya bu filmle geçiş yapan Lee, oyuncu seçimi sürecinde The Dag rolü için Miller’ın dikkatini çekti. Miller oyuncular hakkında bir his edinmek için, potansiyel Eşlerden, senaryodan bir kesit yerine bir film ya da televizyon dizisinden bir sahne okumalarını istedi. “Eğer biri ‘Network’ gibi bir diziden çok ritmik bir parçayı ya da Monty Python gibi bir komediyi üstlenmek istediyse, seçimleri bana oyuncu olarak kim olabileceklerini anlatıyordu” diye açıklıyor Miller.
Monty Python’ı seçen tek oyuncu Lee’ydi ve buna uygun şekilde grubun “klas palyaçosu” o oldu. “Mad Max” kültürünü yakından tanıyarak büyüyen bir Avustralyalı olan Lee, “The Dag biraz komik bir karakter” diyor ve ekliyor: “Onda karanlık bir yan var ki komedi de işte buradan geliyor; bu onun olaylarla başa çıkma mekanizması. Uçarı bir yanı var ve bu gerginlikle karıştırılabilir ama aslında etrafında olup bitenleri fazlasıyla anlamasından kaynaklanan bir şey bu.”
Lee’nin sette Keays-Byrne’ü tam takım Immortan Joe kostümüyle ilk gördüğünde yaşadığı panik atağa benzer şey sanatın hayatı bir taklidiydi. Miller bu olayı şöyle hatırlıyor: “Lee, Hugh’yu karakterinin içinde ilk kez görmenin en korkunç duyguları uyandırdığını söyledi. İşte bu Hugh’ydu; o çok zeki bir adam ama aynı zamanda maskenin ardından oldukça vahşi bakan gözleriyle sizi gerçekten yerinize mıhlayabilir.”
Çekimler sırasında sadece 16 yaşında olan Eaton, Eşler’in en genç ve safı olan Fragile’ı canlandırdı. “Fragile dış dünyada doğmamış” diyen Eaton, şöyle devam ediyor: “Sığınak’ta doğmuş ve o hayattan başkasını bilmiyor. Dolayısıyla, dışarıda olmak onu etkiliyor. Güvenli ve istikrarlı olan, yiyeceğinin olduğu, ölmeyeceğini bildiği yere geri dönmek istiyor. Bir bakıma, her zaman tacizcisine dönen taciz kurbanı eşler gibi.”
Miller ise şunları söylüyor: “Tüm kadınlar tehlikelere açık çünkü daha önce Çöl’de hiç bulunmamışlar ve Furiosa’nın dediği gibi, ‘Dışarısı insanın canını yakar.’ Aralarında en kırılgan olanı Fragile ama hikaye içinde kendi gücünü buluyor.”
Furiosa, Eşler’in kendileri ve Splendid’in doğmamış çocuğu için daha iyi bir hayat bulacaklarına inandığı cennetimsi vaha Yeşil Yer’i bulmaya çalışmaktadır. Burası çocukluğundan hatırladığı bir yerdir. “Furiosa, Max gibi umutsuzluğa kapılmış değil” diyen Miller, şöyle devam ediyor: “O da tükenmiş durumda ama Çöl’den kurtulmak için son bir şansı var. Kendi için değil ama hâlâ umudu olan bu genç kadınlar için. Kendi hayatında bir anlam bulmak için, onları Yeşil Yer’e götürmeye çalışıyor.”
Max gibi Furiosa da kolay kolay güvenmiyor ama şartlar, görev ve gereklilik sayesinde belli bir güven kazanılmış. Theron’a göre, “Furiosa’nın yolculuğu Max’le karşılaştığında yön değiştiriyor. Birden bire, gerçekte umudun olmadığı bir yerdeki bu umut yolculuğunda birbirlerine mahkum oluyorlar.”
Hardy bu konuda şunları söylüyor: “Max ve Furiosa çok benzer karakterler; ve aralarında benzer ruhların sözsüz anlayışı gelişiyor. Herhangi biri ya da herhangi bir şeyi önemsemek tehlikeli bir şeydir ki onlar bunu yapıyorlar. Bu bir aşk hikayesi değil ama birbirlerinde, bağlanmalarını ve ilerlemek için birbirlerine yardım etmelerini çok önemli hâle getiren bir şeyi ortaya çıkartıyorlar.”
Immortan kendisine ait olanları almak için dünyayı ayağa kaldırırken, Max de War Rig’i korumak ve Savaş Lordu’nu durdurmak için karşı saldırıya geçer. Hardy’ye göre, “Max bu küçük grup içinde önemli bir şey yaptıkları anlaşılan insanlar arasında bir bağ ve birlik gözlemliyor. Bu onun uzun zamandır ilk kez kendi kafasının içinden çıkmasına olanak tanıyor. Hayatta kalmanın her şey demek olduğu ve tutunacak hiçbir şeyin olmadığı bir dünyada, insaniyet anları olağanüstü derin.”
Lathouris, Max’in tanık olduğu insaniyetin onu “hariç” olmaktan “bir şeyin parçası” olmaya taşıdığını kaydediyor ve şunu ekliyor: “Max kendisinin iyi yanından kaçagelmiş. Ama War Rig’de, iyi yanı onu yakalıyor: Bu iyi yan, Furiosa. Başta birbirlerini öldürmek isterken, sonunda Max’in kendi canını onun ve davasının uğruna feda etmek istediği bir noktaya geliyorlar. Max’in içinde kırılmış olan şeyi ancak sevgi tamir edebilir.”
Miller ise sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Onun daha asil ve güvenilir bir adama dönüşümünü görüyoruz. Onun iyi yanının nasıl olabildiğini görüyoruz. Zaten o noktada olan Furiosa son derece kararlı. Çıktıkları bu yolculukta kalbi kırılmaya çok yaklaşıyor ama beraberce dünyanın kaosuna karşı durmanın ve bir tür kefarete kavuşmanın yolunu buluyorlar.”
Güzel bir yazı dizisi olmuş. Filmi izlerken kafamda oluşan soruların cevabını almış oldum bu sayede. Yazı akıcı bir dille yazılmış. sıkılmadan ve zevk alarak okudum. Bu zamana kadar birçok film için sinemaya gittim ama ilk kez bu çılgın film için ikinci defa sinemanın yolunu tutucam. Yazıda emeği geçen herkese teşekkürler.