Vizyon Tarihi: 23 Eylül

Yönetmen Antoine Fuqua kendi modern vizyonuyla “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”yi yeniden yorumladı. Rose Creek kasabasının sanayici Bartholomew Bogue’un (Peter Sarsgaard) ölümcül kontrolüne girmesiyle, çaresiz kasaba halkı, Emma Cullen’ın (Haley Bennett) önderliğinde kanun kaçakları, kelle avcıları, kumarbazlar ve paralı silahşörlerden oluşan yedi kişiyi –Sam Chisolm (Denzel Washington), Josh Faraday (Chris Pratt), Goodnight Robicheaux (Ethan Hawke), Jack Horne (Vincent D’Onofrio), Billy Rocks (Byung-Hun Lee), Vasquez (Manuel Garcia-Rulfo) ve Red Harvest (Martin Sensmeier)–  kendilerini korumaları için tutarlar. Bu paralı korumalar, kasabayı yaklaşmakta olduğunu bildikleri şiddetli hesaplaşmaya hazırlanırken, kendilerini paradan fazlası için mücadele ederken bulurlar.

FİLM HAKKINDA

Kanunsuzlar, silahlı soyguncular, kelle avcıları ve kumarbazlardan oluşan yedi kişilik bir çetenin yozlaşmış bir kasabayı kurtarmak için bir araya geldiği “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”de Denzel Washington’la yeniden birlikte çalışma olanağı bulan yönetmen Antoine Fuqua, “MGM benden bir Western yapmamı istediğinde, bu olasılık beni heyecanlandırdı çünkü ben Western filmlerle büyüdüm” dedikten sonra, şöyle devam ediyor: “Sonra kendime sordum: ‘Neden şimdi bir Western yapmalıyım? Bu neden önemli olsun?’ Ve verdiğim yanıt şuydu: Günümüzde dünyamızda olup biten zorbalık, bu hikayeyi güncel kılıyor. Zorbalıkla savaşmak için özel bir grup insana ihtiyacınız var.” Fuqua’nın ayrıca bu sinema türüne de zaafı vardı çünkü çocukken büyükannesiyle Western filmler seyrediyordu.

“Bu hikayede bencillikten uzaklaşma ve kendini feda etme teması var –kanunun dışında yaşamış bir grup adam bir topluluğa hizmet etmek için özverili bir şey yapıyorlar ve yaptıkları şeyde başkalarına yardım etmekten başka bir amaç gütmüyorlar” diyor yapımcı Roger Birnbaum ve ekliyor: “Dış güçlerle savaşmak için, kendi içlerine dönüp, imkansız görünen bir şeyi kendi çabalarıyla başarıyorlar… yedi adam bir orduya karşı… insanların öleceğini biliyorlar… ve bunu yalnızca ama yalnızca yapılması doğru olan şey olduğu için yapıyorlar.”

Birnbaum’la birlikte yapımcılığı üstlenmiş olan Todd Black ise şunları söylüyor: “Daha yaşlı bir nesil bu filmin adını biliyor olabilir ama günümüz nesli bilmiyor; işte o yüzden de yeniden yapılma vakti gelmişti. Antoine’un içgüdüsel ve yoğun sinematik yaklaşımı, bir grup silah arkadaşını konu alan klasik bir hikayeye çağdaş ve stilize bir his katıyor. Bu, özünde,  doğruyu yapan bir grup erkeğin sade bir hikayesi –benim yaptığım her filmde bulmaya çalıştığım bir şey bu” diyor yönetmen.

Filmin yeniden yapılması fikri, daha önce Metro-Goldwyn-Mayer’ın Ortak Başkanı ve Ortak CEO’su olan, 2010’da eski ortağı Gary Barber’la birlikte stüdyonun başına geçen Roger Birnbaum’la başladı. “O dönemde, fazla bir gelişme olmamıştı, dolayısıyla sıfırdan başladık” diyen Birnbaum, şöyle devam ediyor: “MGM’in muhteşem the-magnificent-seven-muhtesem-yedili-1kütüphanesine bakıyorduk ki ‘The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili’ karşıma çıkıverdi. Önce çocukken, daha sonra da sinema öğrencisiyken bu filme bayılmıştım. Filmin ‘The Seven Samurai/Yedi Samuray’dan uyarlandığını öğrendiğimde, bunun klasik bir hikaye olduğunu ve yeniden anlatılmaya değer olduğunu düşündüm.” Sonrasında, Birnbaum yapımcı olarak çalışmak üzere stüdyodan ayrıldığında, “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili” onun ilk projesi oldu. Columbia Pictures proje için Metro-Goldwyn-Mayer’la ortaklığa girişti.

Bu şekilde, Fuqua’nın “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”yi yeniden yorumlayışı günümüze yönelik olacaktı. Fuqua bunun için çeşitli yöntemlere başvurdu. Bnların başında başrol oyuncuları geliyordu. “Henüz görmediğimiz bir şeye ihtiyacım vardı; Western türünde daha önce beyaz perdede görülmemiş bir bakış açısına” diyor Fuqua ve ekliyor: “Bu yüzden, ‘Denzel Washington’a ne dersiniz?’ diye sordum. Odadaki herkes tamamen sessizleşti –ama sonra bir patlama yaşandı. ‘Bu muhteşem olur. Sence kabul eder mi?’”

Fuqua ile Washington’ın çok güçlü bir ilişkileri var. “Antoine’la büyük başarı elde ettiğimiz aşikar” diyen Washington, şöyle devam ediyor: “‘Training Day’le Oscar® kazandık ve ‘The Equalizer’la da büyük gişe hasılatı elde ettik. O çok usta bir sinemacı; ne yaptığını biliyor ve benim nasıl yapılacağını bildiğim şeyi yapmama izin veriyor. Çok uyumluyuz.”

Black aktörün projeye birkaç nedenden ötürü ilgi duyduğunu düşündüğünü belirtiyor: “Bana kalırsa, Denzel bu filmi yapmak istedi çünkü daha önce hiç Western yapmamıştı. Nadiren kalabalık oyuncu kadrosuyla çalışıyor ve bence bunu denemenin eğlenceli olacağını düşündü. Bir aksiyon filmi yapmanın farklı bir yoluydu. Ayrıca, Antoine’la güçlü bir ilişkisi vardı. Ama en önemlisi projenin farklı oluşuydu; o, her zaman farklı olanı arar.”

Doğal olarak, Washington yedilinin lideri olan Chisolm’u oynama ihtimaline de ilgi duydu. “Bu dünyaya masumları korumak için gelmiş olanlar vardır” diyor aktör ve ekliyor: “O, bu kasaba için doğru zamanda doğru adam.”

Washington başı çekince, yapımcılar Chisolm’un sağ kolu ve yediliye ilk katılan isim olan kumarbaz Josh Faraday’i oynaması için Chris Pratt’e teklif götürdüler. Pratt bu teklifi seve seve kabul etti. Aktör gerçek anlamda kızıldericilik-kovboyculuk oynama fırsatının karşı konulamaz olduğunu söylerken birçok rol arkadaşının duygularına tercüman olduğunu belirtiyor: “Bir Western’de rol almak istediğimi sağa sola duyurmuştum. Hikayeyi okuyup filmin vizyonunu gördüğümde çok heyecanlandım” diyen Pratt, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir Western yapma konusunda bu kadar heyecanlanmamın nedeni binicilik ve atıcılık eğitimi alabilme fırsatıydı. At rençperimiz Bobby’yle ve tüm o gerçek kovboylarla takılma olanağı bulmak çok büyük bir ödüldü. Kırk beş kalibrelik gerçek Colt Peacemaker silahı kullanmak  –onunla atış yapmak, parmağımda döndürmek– çok eğlenceliydi. Orada hepimiz  koca birer çocuktuk.”

Aslında, aktörler gerçek hayatta da birer silah arkadaşı, filmdeki karakterlerine yansıdığı gibi yakın dost oldular. Birnbaum bu konuda, “Aktörlerimiz kendi aralarında gerçekten oyuncuydular. Rolleri doldurmaları için isteyebileceğimiz en iyi ve en istekli aktörler olmalarının yanı sıra, filmde çelıştığımız her günü çok daha eğlenceli kılan müthiş insanlardı” diyor.

Washington ve Pratt’in kadroya dahil olmasının ardından, yapımcılar onları çevreleyecek rolleri kimlerin oynayacağını düşünmeye başladılar. “Denzel’la birlikte oturup konuştuk. Batı hakkında bir sürü kitap okumaya koyulduk ve o dönemlerde ne kadar büyük bir çeşitlilik olduğunu konuştuk. Dünyanın her yerinden insanlar vardı: Meksika, İrlanda, Rusya. ‘O BATI’yı görmek istiyorum’ diye düşündüm” diyor Fuqua.

Filmlerde çok az görülmüş bir gerçeği yansıtan “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”, aynı zamanda günümüz dünyasını da yansıtıyor. Fuqua şunları söylüyor: “Normalde bu sinema türünde görmediğiniz bu müthiş oyunculara sahip olmak muhteşemdi. Bunun gerçekten benzersiz ve çağdaş bir şey olduğunu düşündüm. Geleneksele sadık kalırken, bir yandan da bu çağdaş hissin olması beni çok heyecanlandırdı.”

Bunu akıllarının bir kenarında tutan yapımcılar, senarist Nic Pizzolatto ve Richard Wenk’le birlikte, farklı farklı genç aktörler tarafından canlandırılan yeni karakterler yarattılar: Goodnight Robicheaux rolünde Ethan Hawke; Jack Horne rolünde Vincent D’Onofrio; Billy Rocks rolünde Güney Koreli yıldız Byung-Hun Lee; Vasquez rolünde Meksikalı aktör Manuel Garcia-Rulfo; Red Harvest rolünde Amerikan yerlisi aktör Martin Sensmeier.

Ethan Hawke tüm bu karakterlerin gruba farklı nedenlerden ötürü katıldığını söylüyor: “Biri bir rüyası olduğu için orada. Biri ailesini kaybettiği için orada. Biri bir arkadaşı için orada. Biri gizlediği bir sırrı olduğu için orada. Biri başka ne yapacağını bilmediği için orada. Hiçbiri etik nedenler yüzünden oarada değil ama tesadüfen kendilerini doğru şeyi yaparken buluyorlar ve bu onlara kendilerini iyi hissettiriyor ve onları motive ediyor.”

Aslında, “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”nin temaları o kadar güçlü ki kültürlerin ve nesillerin ötesine geçiyor –orijinal filmin kendisinin de bir yeniden yapım olduğu gerçeğinin kanıtladığı gibi. “Kurosawa, Amerikan fimlerini insanların fark ettiğinden daha fazla etkiledi; ve ‘The Seven Samurai/Yedi Samuray’ bizim sinemamıza her şekilde katkı sağladı” diyen Antoine Fuqua, şöyle devam ediyor: “DNA o; bu filmlerin anası o. Orijinal filmi izlemiştim ve sinemacı olmak istememi sağlamıştı. Kurosawa o filmi alan derinliği, güçlü ön planlar, büyük ve panaromik açılarla çekti; iyi de olsalar kötü de olsalar samuraylarla gölgelerde oynadı. Kurosawa’nın karakterleri başıboş samuraylar, biraz tehlikeli ve şiddet eğilimli adamlar ama bunlar aynı zamanda görev adamı ki zaten samurayın da anlamı bu. Tüm bunlar Sturges’ın filmine yansıdı elbette ama bizim filmimize daha da çok yansıdı.”

Fuqua 1960 filmi ile yeni film arasındaki diğer farklılıkları şöyle açıklıyor: “Sturges’ın filmi müthişti, Amerika’nın kendisini belli bir şekilde gördüğü bir dönemde yapılmıştı. Western kahramanının siyah-beyaz bir bütünlüğünün olduğu dönemlerdi. Fakat Western kahramanı zamanla değişti ve bu da onun dünyaya yansıtılışını belirledi. Daha sonra, Western kahramanı daha karanlık, daha karmaşık ve biraz daha tehlikeli oldu. ‘Stagecoach’taki John Wayne ‘The Searchers’daki John Wayne oldu; Vietnam’dam sonra, ‘The Wild Bunch’ gibi, kahramanların kötü adamlar olduğu ama yine de onlara aşık olduğunuz filmler çıktı. İzleyiciler daha karmaşık, o kadar da bütünlük içinde olmayan karakterlerle özdeşleşebildiler.”

“Günümüzde, ahlak mevhumları yerli yerinde olduğu sürece, daha karanlık bir kahraman yaratabilir, onu daha karmaşık hâle getirebilirsiniz” diyor Fuqua ve ekliyor: “Onların günümüz dünyasını yansıtmasını sağlayabilirsiniz. O zamanlar Denzel Washington’ın başrol oynaması asla olmayacak bir şeydi çünkü Amerikalılar kendilerini asla o şekilde görmemişlerdi, oysa günümüzde Western, içinde yaşadığımız dünya hissi vermeli. Yine de, ne olursa olsun, iyi adamlar iyi adam, kötü adamlar kötü adam; biz bu filmi hazırlarken, DNA’sının doğru olduğundan emin olmak için dönüp ‘The Seven Samurai’ı yeniden izledik. Her kim olursanız olun ya da ne yaparsanız yapın, ahlaki açıdan, yadıma ihtiyacı olanlar için doğru olanı yapmak zorundasınız.”

Fuqua’nın vizyonunda, film klasik şekilde çekildi: Mümkün olan her yerde görsel efektten kaçınıldı; tehlikeli sahneleri ve aksiyonu kamerayla çekmek için dünyanın en iyi bazı dublörleriyle çalışıldı. Chris Pratt bunu etkileyici bulduğunu söylüyor: “Dev setleri olan, çap olarak bunun kadar büyük bir çok filmde çalıştım, ama bunların çoğu –‘Guardians of the Galaxy’, ‘Jurassic World’– büyük ölçüde görsel efekte dayalıydı. Bu filmde sahnelerde dublörlerle gerçek çekimler yapıldı. Birinin hızla ilerlemekte olan bir attan düşüşünü her gördüğünüzde ki o kişi aslında bir dublör; ve böyle yüzlerce sahne var.”

OYUNCULAR HAKKINDA

Yedili

İki Oscar ödüllü Denzel Washington, Chisolm karakteriyle “The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili”nin başrolünü üstlendi. Chisolm bu yedili içinde yazılı olmasa da bir şekilde kanun kuvvetinin onayıyla hareket eden ender kişilerden biridir. “Ona sorduğunuzda, size Wichita-Kansas’tan yemin etmiş bir kıdemli subay, ayrıca Arkansas, Kızılderili Bölgesi, Nebraska ve daha yedi eyalette lisanslı bir sulh memuru olduğunu söyleyecektir” diyen Washington, şöyle devam ediyor: “Chisolm vahşi batıda, yetkili konumda bir siyah adam; dolayısıyla, işini yapması için devlet tarafından kendisine yetki verildiğini insanların bilmesini sağlamak zorunda. O bir yalnız kovboy, korkusuz biri. Silah konusunda çok usta ama böbürlenmiyor; yalnız, onurlu, cesur bir adam; insanlarla muhatap olmaya pek alışık değil.”

the-magnificent-seven-muhtesem-yedili-5

“Bu tür adamlar –gerçekten vahşi Batılı olan, geçimini bununla sağlayan özgür siyah adamlar– hakkında çok araştırma yaptık ve bu araştırmalara dayanarak hareket ettik” diyen Fuqua, şöyle devam ediyor: “Chisolm’la ilk tanıştığmızda, kötü adamların peşinden gidiyor ve onları ya hakim karşısına çıkartıyor ya da öldürüyor –her ikisine de hakkı var. Çok soğuk ve karanlık bir varoluş içinde –tamamen işine odaklı– ta ki Haley Bennett’ın canlandırdığı karakter kasabada erkekleri, kadınları ve çocukları öldüren bir adamın olduğunu söyleyene kadar; Chisolm’un buna tepkisi onu durduran şey oluyor.”

“Bu kasabada, kelimenin tam anlamıyla insanların belini büken ve cesaretlerini kıran kötü bir adam var” diyen Washington, açıklamalarını şöyle sürdürüyor: “Bence bu, yedilinin her birini farklı şekilde etkiliyor ama bu konuda bir şey yapmaya kararlılar. Chisolm oraya iş için geliyor  –kasaba ele geçirilmiş– ama anlaşılıyor ki bir yandan da ailesinin başına gelen bir şey yüzünden intikam arayışında. Kendi durumu için, kendi ailesi için adaleti sağlayamamış olduğundan, yanlışları düzeltme, kötü insanları hapse gönderme, onlara suçlarının bedelini ödetme arzusu duyuyor.”

Bu hikayenin önceki yeniden yorumlanışlarından sonra Takashi Shimura ve Yul Brynner’ın performansları efsaneleşmiş olsa da, Washington daha önceki versiyonların hiçbirinin kendisinde endişe ya da etkilenmeye yol açmadığını belirtiyor: “‘The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili’ filmlerinin hiçbirini izlemedim; zaten bir karaktere önceki filmlerdeki karakterlere dayanarak yaklaşmam. ‘Efsanevi’ nasıl oynanır bilmem –bunun ne anlama geldiğini de bilmem. Ben sadece senaryoya ve o şartlar içindeki bir adam için ne yazdığına bakarım.”

Chris Pratt yediliye çenesi güçlü, eli silahına az giden kumarbazı Faraday olarak katılıyor. “Guardians of the Galaxy” ve “Jurassic World”ün yıldızı Pratt, “Faraday biraz tilki, biraz dalavereci” diyor ve ekliyor: “Vurdumduymaz, kumarbaz, içki ve puro meraklısı, kadınları seven biri ama aynı zamanda ölümcül bir adam. En tehlikeli durumlarda bile serinkanlılığını koruyor. O bir tranquillo (sakin insan ) –yavaş hareket ediyor, yumuşak hareket ediyor ama seri. Öldürmede etkili çünkü telaşa kapılmıyor.”

“Chisolm ile Faraday ve diğer karakterler arasındaki ilişki bu filmin ana lokomotifi” diyen Pratt, şöyle devam ediyor: “Bunlar hayatları boyunca, çeşitli şekillerde katil olmanın getirdikleriyle uğraşmış insanlar. Faraday pek çok adam öldürmüş ama bunun için kendini kötü hissetmiyor. Sadece kötü biri olduğunu varsayıyor. O kasabadaki insanlara yardım etmek isteme nedenlerinden biri de bu: Eğer bunu yaparsa, belki de kendi hakkında yanılıyor olduğunu, belki içinde biraz iyilik olduğunu, belki de o kadar kötü biri olmadığını kendine kanıtlayabilir. Başkalarına yardım ettiği için olumlu şeyler hissetmek, kendinden daha büyük bir şey görmek ve bu uğurda savaşmaya istek duymak daha önce hiç tatmadığı şeyler.”

Fuqua, “Chris Pratt dünyanın en iyi insanı. Nasıl görünüyorsa tam olarak öyle biri. Her yönüyle tam bir Amerikalı; komik, her zaman çekici, her zaman pozitif ve her zaman insanlara yardım etmeye istekli.”

Oriijinal filmde, Yul Brynner’ın yanı başında Steve McQueen vardı –ama Faraday farklı bir rol canlandırıyor olsa da, Fuqua’nın hedeflediği şey benzer bir ilgi çekici dinamikti. “Chris, Steve McQueen’in karizma ve cazibesine sahip. Kendimize sorduk: Kim havalı? Kim çekici? Kim bir film yıldızı? Ve bu herifte hepsi vardı.”

Yapımcılar keskin nişancı Goodnight Robicheaux rolü için seçimi Fuqua’nın yönettiği “Training Day”de Washington’la karşılıklı oynamış olan Ethan Hawke’du. Bu geçmişin faydası oldu. “‘The Equalizer’ın bir IMAX gösterimindeydik. Beni köşeye sıkıştırdı, ceketimden tuttu –‘The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili’yi yapacağımı bir yerde okumuştu– ve şöyle dedi: ‘Eğer bu filmi yaparsan, bende içinde olacağım. Hangi rol olduğu önemli değil, ben de oynayacağım.’ Ethan ben daha Denzel’la konuşmadan önce projeye katılmıştı” diyor yönetmen.

Hawke ise şunları söylüyor: “Benim canlandırdığım Goodnight aslında bir bakıma kayıp bir ruh. Muhtemelen Kuzey-Güney Savaşı’ndan sonra evine dönmeyip, Vahşi Batı’da takılmış biri. Buna TSSB demiyorlar ama hayata ucuz davranmanın gerçekten travmatik bir yanı var –yaşamı ve ölümü hiçe saymanın. Goodnight’ı kafasındaki şeytanlardan kurtulamamış biri olarak düşünmek hoşuma gidiyor. Kayıp biri ve bu kasabada uğruna savaştığı şey ona bir aidiyet hissi veriyor.”

“Ethan senaryoda her şeyiyle olmayan bir karakter bulup çıkardı” diyor Black ve ekliyor: “Bizimle ve yazarlarla oturdukça, TSSB gibi güncel meseleleri ele almak istedi ve bizim bunların o zaman da var olduğunu fark etmemizi sağladı; o dönemde bunların birer adı yoktu sadece. Bu fikir bütünüyle ona ait.”

Hawke, canlandırdığı karakterin neden yediliye katıldığını ise şöyle açıklıyor: “Goodnight, Chisolm’a muazzam bir saygı duyuyor  –Chisolm ona kendisinin en iyi yanını hatırlatıyor. Aralarındaki dostluğu onore etmek için bir görev hissi duyuyor, sanki belki geçmişten dolayı ona bir şey borçluymuş gibi.”

Deneyimli aktör Vincent D’Onofrio bir dağda kendi başına vahşi doğayle içi içe yaşamış, olabildiğince sert Jack Horne rolünü üstlendi. Bu karakter kasabayı kurtarmak için el altında hangi silah mevcutsa onu kullanıyor. D’Onofrio, “Bu rol çok fiziksellik gerektiriyordu” diyor ve ekliyor: “Balta, bıçak ve uzun namlulu tüfek kullanıyordu –tabancayı çekip ateş etmekle sınırlı değildi. Ayrıca, etrafta koşturup insanların boyunlarını kırmam, onlara balta falan fırlatmam gerekiyordu.”

D’Onofrio, uzun ve zengin kariyerinde, oyuncuların oyuncusu olarak itibar kazandı; kendisi sadece mükemmel bir performans sergilemekle kalmayıp, yapımın olabildiğince sorunsuz yürümesi için de incelikli katkılar sağlayacağına güvenilen bir isim. ‘The Magnificent Seven/Muhteşem Yedili’de, bunun anlamı onun yaşça daha genç aktörlere bir tür akıl hocalığı yapıp, sette doğal bir lider olmasıydı. Fuqua bu konuda şunları söylüyor: “O güçlü bir oyuncu ve güçlü bir insan. Onun ve Denzel’ın filmde birlikte yer alması harika bir dinamik yarattı çünkü her ikisi de çok sağlam karakterli iki büyük oyuncu. Denzel çoğu zaman insanları sessizce ve arka plandan yönlendirmeyi seviyor ki ben bunu Mandela’dan öğrendiğini düşünüyorum. Vincent ise sorumluluk alıyor –öbür oyunculara babalık yaptı. Çekim yapmadığımız zamanlarda hepsi bir arada takılıyordu: Vincent ve diğer genç aktörler.”

Birnbaum ise şunu ekliyor: “Çok ama çok iyi bir aktör olmasının yanı sıra, güç ve güven yayıyor. Daha genç aktörler onu izlediler; onu izlediler çünkü  şunu ortaya koydu: ‘Size destek olmaya hazırım.’”

Koreli yıldız Byung-Hun Lee, Goodnight’ın dostu ve sırdaşı Billy Rocks rolünü üstlendi. Fuqua mutlu bir tesadüf onları bir araya getirmeden önce de Lee’nin çalışmalarının yıllardır farkında olduğunu belirtiyor: “‘A Bittersweet Life’ adlı filmi yaptığında BH’e hayran olmuştum. Filmi yıllar önce izledim, hatta yeniden yapmayı istedim. Fakat aradan yıllar geçti. Ona bu rolü vermemizden önce ofisimize geldiğinde onun aynı kişi olduğunu fark etmedim –ama sonra o filmde rol aldığını söylediğinde hatırladım ve gerçekten heyecanlandım: “Aman Tanrım, büyük bir hayranınım’ dedim.”

Black ise şunu ekliyor: “Casting yönetmenimiz  Mary Vernieu bize BH’den söz etti. BH gelip seçmelere girdiğinde diğer herkesin tozunu attırdı. Onun sessiz varlığı, güzel yüzü ve elbette bıçaklar konusundaki müthiş yeteneği seçmelerdeki performasına mükemmel yansıdı.”

Meksika doğumlu aktör Manuel Garcia-Rulfo ise yediliye Chisolm gibi kelle avcılarını atlatmaya çalışan kanun kaçağı Vasquez rolüyle dahil oldu. “Vasquez işlediği bir suç yüzünden aylardır kanundan kaçıyor” diyor Garcia-Rulfo ve ekliyor: “Bütün yaşamı boyunca, bir haydut ve soyguncu –bir suçlu– olmuş ama bu seferki çok büyük bir suçmuş; önemli birini öldürmüş. Aylardır kaçıyor ama kelle avcısı Chisolm onunla ilgili her şeyi bildiği halde yediliye dahil etmek için ona Emma’yla birlikte gidiyor.”

Garcia-Rulfo canlandırdığı karakterin şiddetinin saman alevi gibi olduğunu belirtiyor: “Vasquez silahlı çatışmayı seviyor. Bu işte iyi” diyor ve ekliyor: “Çatıştığı zaman bariz bir şekilde gülüyor – bu işi seviyor.”

Birnbaum’a göre, böylesi bir coşku aktöre doğal bir şekilde geliyor. “Manuel hayatınızda tanıyacağınız en iyi insanlardan biri. Bu filmin bir parçası olmaktan inanılmaz mutluydu ve bunu bir gün bile yitirmedi. Heyecanını gözlerinden okuyabiliyordunuz –kameraların önündeyken de gerçek hayatta da gözleri parlıyor. Bence bu yediliye kattığı tat ve enerji çok belli.”

Yediliyi tamamlayan isim bir Komançi olan Red Harvest’tı. Bu rolü bir Koyukon-Athabascan ve Tlingit melezi olan Martin Sensmeier canlandırdı. “Antoine kızılderili kültürüne karşı çok hassastı ve bu kültüre hakkını vermek istedi” diyen Sensmeier, şöyle devam ediyor: “Bir Amerikan yerlisi olarak, bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Antoine Amerikan yerlilerinin saygılı bir şekilde resmedilmesi için elinden geleni çabayı gösterdi. Ödevini yapmış ve ne istediğine dair bir vizyon belirlemişti.”

Bu hassasiyet daha önceki Hollywood filmlerinde her zaman belirgin değildi. Sensmeier bu konuda şunları söylüyor: “Eski filmlerin hepsinde, Kızılderilileri İtalyan aktörler oynuyordu. Davranışları bana hep çok saçma geldiği için onlarla hiç özdeşleşmedim. ‘Neden böyle yapıyorlar? Neden böyle bağırıyorlar? Neden böyle giyiniyorlar?’ diye sordum hep. O yüzden de kovboyculuk-kızıldericilik oynarken hep kovboymuşum gibi yaptım. Yaşınız ilerledikçe, Hollywood’un Amerikan yerlilerini resmedişlerindeki gerçeği fark etmeye başlıyorsunuz. Yine de Western filmlerini seviyorum ve bu filmde oynamayı büyük bir onur olarak görüyorum. Bir Komançi’yi canlandırıyorum. Komançi kültürü danışmanımız yönetmenimizin ve yapımcılarımızın bu kültüre olağanüstü hassas yaklaştığını söyledi.”

Aynı ölçüde önemli olan bir diğer şey de, Sensmeier’ın Red Harvest karakteriyle çeşitli şekillerde bağ kurmasıydı. “O bir Komançi ama kabilesiyle birlikte değil. Filmi çektiğim sırada, ben de kabilemle değildim; kabilem Alaska’da” diyor aktör.

Black ise şunun altını çiziyor: “Red Harvest rolü için oyuncu seçmek zordu. Amerikan yerlisi bir aktör seçmek elbette çok önemliydi ama aynı zamanda karakteri yansıtan ve fazla konuşmadan kendini ifade edebilen bir oyuncuya ihtiyacımız vardı. Seçmelere gelen aktörlerden bazıları bu niteliği fazla taşımıyorlardı. Martin ise sessizlikle çok şey ifade edebildi.”

Birnbaum şunu ekliyor: “Bu rol Zen ve huzurun kişileşmiş haliydi. Martin gerçek hayatında çok ama çok disiplinli biri. Kameralar kapalıyken yaptığı her şeyi, kameralar önünde rolüne yansıttı.”

Emma Cullen

Filmde, Bogue’un adamları Matthew Cullen’ı (Matt Bomer) öldürünce, eşi Emma kontrolü eline alır ve Chisolm’u bulup onun kasabayı korumaya ikna eder. Yapımcılar, Emma Cullen rolü için, “The Equalizer’da Fuqua, Black ve Washington’la birlikte çalışmış olan Haley Bennett’ı seçtiler.

“Emma büyük bir kayıp yaşıyor ve kasabasını Bartholomew Bogue’un zulmünden kurtarmak için dizginleri eline alıyor” diyen Bennett, şöyle devam ediyor: “Emma bütün stereotipleri yıkıyor –metalaştırılmıyor, boyun eğen ya da ezilen bir kadın olarak resmedilmiyor. Film kadınların eşit şartlara sahip olmadığı bir dönemde geçiyor; dolayısıyla, onu karmaşık bir kadın, değişim yaratabilecek kadar ses getiren bir kişi olarak oynamak çok ilham vericiydi. Bu, filmdeki hikaye anlatımımızın farklı olduğunun da bir diğer göstergesiydi.”

Birnbaum ise şunları söylüyor: “Haley o dönemden gerçek bir karakteri canlandırdı. Yeni bir hayata başlamak için vahşi batıya gitmiş bir kadın ve erkek söz konusu olduğunda, her iki birey de güçlü olmak zorundaydı. Her kadın ya da erkek güçlü olmayabilirdi ama sanırım o durumda da hayatta kalamazlardı. Emma ile Matthew’nun beraberce bir zamanlar ıssız olan bu topraklarda bir kasaba kurarak yeni bir hayata başlama mücadelesi verdiklerini görüyoruz. Dolayısıyla, Matthew öldürüldüğünde, Emma gücünden bir şey kaybetmiyor; içindeki o gücü bulup kendini toparlıyor.”

Bartholomew Bogue

Yapımcılar kötü adam Bartholomew Bogue rolünü Peter Sarsgaard’a verdiler. “O, kasabayı yaşanmaz bir yer yapmak için katı kurallar koyan bir çetebaşı” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Bu adamın hızlı adalet anlayışı kasabayı korkuya boğmuş. Beni Bogue rolünü oynamaya çeken şeylerden biri bu adamdaki megalomanlık, kendisinin hayattan bile büyük olduğu algısıydı. Onun bu pişmanlık duygusundan yoksun, narsist karakterini çok ilginç buldum.”

Aktör, Fuqua’yla çalışmanın nasıl bir şey olduğu konusunda fikir almak için ailesinden birine, “Southpaw”da Fuqua’yla çalışmış olan kayınbiraderi Jake Gyllenhaal’e başvurdu: “Antoine size bir aktör olarak isteyebileceğiniz kadar alan tanıyor –ve sonra o anda aklına o sahneyi nasıl çekeceğiyle ilgili bir şey geliyor ve bunu anlatımın bir parçası yapıyor” diyor Sarsgaard ve ekliyor: “Aslında, çekimlere başlamadan önce bu bana söylenmişti. Kayınbiraderim daha önce Antoine’la çalışmıştı. Senaryonun hedeflerini tam olarak yerine getirseniz ve replikleri kelimesi kelimesine söyleseniz bile, sırf Antoine’ın yaklaşımı sayesinde, rolünüzle ilgili her şeyi sahipleniyorsunuz.”

EĞİTİMLER, AKSİYON VE DUBLÖRLÜK SAHNELER

Çekimler başlamadan önce, aktörler binicilik ve silah eğitimine başladılar  “Binicilik ve silah eğitimi aldılar, silahı parmakta döndürüp kınına geçirmeyi öğrendiler” diyen Fuqua, şöyle devam ediyor: “Gerçek silahlarla atış talimi yaptılar ki silahların gerçekten neler yapabildiğini hissedebilsinler. Ağırlıklarına alışmaları için de tabanca kılıfları sürekli üzerlerindeydi. Çizmelerini aylarca giydiler –şehirli bir insan için her gün toprağın içinde kovboy çizmeleriyle yürümenin ne kadar zor olduğunu tahmin edemezsiniz!”

the-magnificent-seven-muhtesem-yedili-3

Fakat bu eğitimler yalnızca oyun ve eğlenceden ibaret değildi; yönetmen onları yakından izliyordu çünkü her karakterin belirli bir eylemini –savaşa katılış biçimini– aktörün kişiliği, gerçek hayattaki becerileri ve en iyi neyi yaptığı belirleyecekti. Fuqua bunu şöyle açıklıyor: “Her zaman bir karakterin kişiliğine uyan aksiyon parçaları bulmaya çalışıyorsunuz ki aksiyon o kişinin kimliğine bağlı olarak bir özgünlük kazansın. Bu her zaman bir keşiftir; işte kovboyluk eğitimi de benim aksiyonu tasarlamaya başladığım esas yerdi –bu adamların neler yapabildiğini görmek istedim.”

Örneğin, Washington’ın aksiyonunu boksör olarak yeteneği belirledi. “Denzel gibi güçlü bir aktörde, her şey karakterinin bir parçasıdır; aksiyonu tasarlayıp, onun bu aksiyona uymasını bekleyemezsin” diyen Fuqua, şöyle devam ediyor: “Denzel’ın silah çekişinin ne kadar hızlı olduğunu gördüm –sanırım bunun nedeni boksör oluşu; o küçük, kasılma kaslarını kullanması. İşte bu yüzden, onun iki tane değil, bir tane silah taşımasına karar verdik. Ve silahı yanında kılıfın dışına çıkmış vaziyette duruyor, oysai bu silah düellolarında alışılmış bir şey değil. Bu, bir karakter olarak onun geliştirdiği bir şey.”

Fakat bu seçimler Washington’la sınırlı değildi: Yedilinin her biri için yönetmen benzersiz bir aksiyon tasarladı. Fuqua bu konuda şunları söylüyor: “Chris’in karakterinin aksiyonunu başarılı kılan şey cüretkar olmasıydı –vurulmaktan korkmuyordu, dolayısıyla, dümdüz üzerinize yürüyüp ateş ediyordu. Sizden iyi bir nişancı olduğunu bildiği için hızlı olmasına gerek yoktu, atışının isabetli olması yeterliydi. Bu da provalar sırasında ortaya çıktı: Chris talim sırasında adeta bir deniz komandosu gibi dosdoğru üzerinize geliyordu, böylece onun aksiyonunu bu tarzda tasarladım. Vincent inanılmazdı; tıpkı bir ayı gibiydi. Karakterinin geliştirdiğine inandığı yeteneğe güveniyordu, dolayısıyla onun aksiyonu çok saldırgandı; içinden çıkan ve ne yaparsanız yapın her seferinde çıkmaya devam eden bu canavarı durdurmaya niyeti yoktu. BH ise bir balet gibiydi –çok atletik, zarif ve asil; bu yüzden onun bıçaklarla daha iyi olacağına karar verdik; onları kullanmayı biliyordu, dolayısıyla o yetenekle oynayabileceğimi düşündüm. Manuel, provalar sırasında, silahlarını çıkarıp onları döndürmeyi çok doğal bulduğunu fark etti, böylece onun özelliği bu oldu; iki silahla da iyiydi ve gelişimi bu şekilde oldu. Martin ise yay ve okta daha iyiydi çünkü bunları daha önce kullanmıştı.”

Yedili, silah düellosu eğitiminde, çocukluğundan beri hızlı silah çekme uzmanı olan Thell Reed’le çalıştılar. Reed, Gene Autry’nin Vahşi Batı gösterisinin turnesinde yer almış, daha sonra uzmanlığını ve becerisini “Gunsmoke”un ve sayısız Western filminin kamera arkası ekibine danışman olarak sunmuştu.

“Bu adam işinde gerçekten çok iyi” diyen Chris Pratt, şöyle devam ediyor: “Şimdi 70’lerinin ortasında. Henüz 14 yaşındayken dünya silah çekme şampiyonu olmuş; Ed Sullivan’la çalışmış ve o zamandan beri de dünyadaki bütün Western filmlerde görev almış. Colt Peacemaker silahlar kurma horozlu, yani yarı otomatik değiller ama yumuşak ve eğlenceli silahlar. Colt’un batının kalbini neden kazanmış olduğunu gösteriyorlar.”

Fakat aktörlerin de söyleyeceği gibi, hızlı silah çekmenin hızı illa çekiş hızıyla ilgili değil. Washington bunu şöyle açıklıyor: “Thell Reed’in her zaman söylediği şey şuydu: ‘Yumuşak hızlıdır.’ Benim ellerim hızlıdır, yıllardır boks yapıyorum. Sadece hızlıyım. Ama o bana hep, ‘Yavaşla, yavaşla; yumuşak hızlıdır’ diyordu.”

Tüm aktörler silah eğitimi almış ve ata binmeyi öğrenmiş olsa da, Martin Sensmeier’in aldığı eğitim biraz farklıydı: O, eyersiz ata binmeyi, yay ve ok kullanmayı öğrendi. “Çekimlerden önce Louisiana’da altı hafta geçirdim. Oraya gitmeden önce Los Angeles’taki iki haftalık eğitimimi saymıyorum bile” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Her gün eyersiz ata bindim. Eğitmenlerim Montana’dan Blackfeet kabilesi üyesi Scotty Augere ve dublörüm olan Danny Edmo’ydu. Onlardan ve çok iyi bazı binicilerden çok şey öğrendim. Eyersiz ata binmek eyerle binmekten çok daha zor çünkü bacaklarınızı çok daha fazla kullanmanız gerekiyor. Birkaç kez düştüm ama sonra işi kaptım; şimdi bayılıyorum. Hatta eyersiz binmeyi tercih ediyorum. Atla daha fazla bağ kurduğumu, bunun daha doğal olduğunu hissediyorum.”

“Bunun yanı sıra, yay ve ok, tüfek ve tabanca eğitimi de aldım çünkü Red Harvest her şeyi yapıyor: Ok atıyor, silah, balta ve bıçak kullanıyor… Kendim de okçulukla uğraştığım için filmde bunu yapmak çok harikaydı” diyor Sensmeier ve ekliyor: “Ayrıca, günde iki kez spor salonuna gidiyor, çok sağlıklı besleniyordum. Öncesinde de spor salonundan çıkmazdım ama bu kez olabilecek en iyi formu yakalamak için antrenman biçimimi değiştirdim.”

Manuel Garcia-Rulfo tüm bu eğitimin yeniden çocuk gibi davranabilme fırsatı sunduğunu söylüyor: Meksika’da bir çiftlikte büyüdüm, dolayısıyla ata binmeyi biliyordum. Ama bir  Western filminde oynamak olabilecek en iyi şeydi. Kurşunlar havada uçuşur, patlamalar olurken, yangın, duman birbirine geçmişken ben iki elle ateş ediyordum, acayip mutlu ve heyecanlıydım. Çocukken yaptığınız şeyleri yaparak geçiminizi sağlamak tek kelimeyle müthiş.”

Haley Bennett de karakterine uyum sağlamak için silah ve binicilik eğitimi aldı. Aktris bu konuda şunları söylüyor: “Bence bir kadının erkeklere pabuç bırakmaması oldukça güçlü bir imge. O dönemin öncü kadınları çok güçlüydü; öyle olmak zorundaydılar çünkü erkeklerin uzun süreliğine gitmeleri gerekebiliyordu, dolayısıyla kadınlar kendilerini ve evlerini korumak durumunda kalıyorlardı.”

Yapımcılar başrol oyuncuları için fazla zor ya da tehlikeli olan sahneler için attan ya da binalardan düşme konusunda uzman bir grup elit dublörden yararlandılar. Fuqua bu konuda şunları söylüyor: “Jeff Dashnaw ve ekibi inanılmazdı. Resmen, zamanında John Wayne ve John Ford’la film yapmış adamlarla çalıştık; bu filmin atlardan düşme sahnelerini ve vurulma sahnelerini yaptılar. Kaç kişinin vurulup attan düştüğünün ya da pencereden dışarı uçtuğunun sayısını bilmiyorum bile.”

Todd Black ise, “Antoine bunun bilgisayar yapımı görüntülere ya da görsel efektlere dayanan bir film olmasını istemedi. Bu yüzden çoğu zor sahneyi kamerayla çekmeye çalıştık; filmi böylesine karmaşık kılan şey de buydu. Sektörün en iyi dublörlerine sahiptik, Clint Eastwood’un dublörlüğünü yapmış insanlarla; gerçekten de en iyi dublör koordinatörü ve olabilecek en iyi dublörlerle çalıştık. Attan düşmek ya da bir binadan atlamak çok tehlikelidir ve bizim bunları gerçekçi şekilde yaptırmamız gerekiyordu” diyor.

Dashnaw’un dublör ekibi çoğunlukla at üstünde büyümüş oldukları için gündüz işleri bile profesyonel rodeo biniciliği gibi işlerdi. Bu dublörlerin çoğu filmde birden fazla kez öldüler. Çatıdan aşağı atılan dublörler için, tahta gibi görünecek şekilde boyanmış on santim kalınlığında köpükler ve toprağın altına gömülmüş otuz santim kalınlığında yastıklar kullanıldı.

TASARIMLAR VE KOSTÜMLER HAKKINDA

Yapım tasarımcısı Derek Hill, Rose Creek kasabasını Baton Rouge-Louisiana’ya bir saat mesafede bir alana kurdu. Üstelik burada sözünü ettiğimiz kasaba bir sokağın ön cephesinden ibaret değildi: Birçok sokağı olan, gerçek binaların dikildiği ve içlerinin dekore edildiği bütün bir kasabaydı.

the-magnificent-seven-muhtesem-yedili-4

Fuqua “Olympus Has Fallen”da birlikte çalışmış olduğu için Hill’i tercih ettiğini belirtiyor: “O filmde, Derek’le birlikte bir inek merasına gitmiştik ve kendisi oraya Washington DC’yi ve Beyaz Saray’ı inşa etmişti. Bu film için, bütün bir kasabayı inşa edebileceğimiz ve bütün aksiyonu gerçekleştirebileceğimiz bir alan bulduk.”

Fuqua şöyle devam ediyor: “Bana çizimleri gösterdiğinde, ‘Bütün bunları buraya mı inşa edeceksin?’ diye sordum. Ve kendisi beni tanıdığı için şöyle yanıt verdi: ‘Tüm bunları fazlasıyla yapmak zorundayım çünkü muhtemelen hepsinde çekim yapmak isteyeceksin. İnsanlar filmi izlediklerinde, onun yarattığı bu koca kasabaya inanamayacaklar.”

Hill toplamda 25 bina, bir kilise ve tamamen işlevsel bir ahırdan sorumluydu.

“Her şey gerçek, her şey hakikiydi” diyor Sarsgaard ve ekliyor: “Bir dolabı açıyordunuz ve içinden kullanılabilir bir fincan çıkıyordu. Tüm o yer, içinde yaşanılıyormuş hissi verdi. Antoine’ın çekim yapma şekli böyle. Derek’in her şeyi bu şekilde yapması gerekiyordu çünkü o kapıya ya da o odaya ihtiyacımız olabilirdi.”

Ray” ve “Dreamgirls”deki çalışmalarıyla iki kez Oscar adayı olmuş Sharen Davis gardıroplara da benzer bir özgünlük kattı. “Spaghetti Western ile gerçekçi görünüşü birleştirmek istedim; belgesel gibi değil de gerçek anlamda vahşi batı kıyafetleriyle” diyor Davis ve ekliyor: “Bu iki konsept arasında denge kurmaya çalıştım.”

Davis’in kostümlerinin en önemli belirleyicisi karakterlerin en önemli aksesuarları olan silahları, kemerleri ve silah kılıflarıydı. “Aktörler silahlarını ve kılıflarını seçtikten sonra, onların karakterlerini anlamam kolaylaştı. Aksesuar ekibi bana herkesin silahlarını ve tabanca kılıflı kemerlerini gönderdi ki bu çok ilham vericiydi” diyor tasarımcı.

Davis bu noktadan yola çıkarak her bir karakter için tasarımlarına başladığını söylüyor: “Denzel o dönem hakkında çok araştırma yaptı ve öykünmek istediği kişiyi belirledi. O kişiyi esas aldık. Denzel siyah giyiyor, o kişi ise giymiyordu ama söz konusu kişi doku ve stil olarak büyük ilham kaynağı oldu.”

Davis şöyle devam ediyor: “Chris’in karakterinin daha az karmaşık olması en iyisiydi. Onun kıyafetleri vücudunun farkında olduğunu gösteriyor. Görünümüne aldırmaz bir hali var ama biz yine de onun seksi görünmesini istedik. Önce biraz fazla renkli başladık ama sonra rengi azaltıp, dokuyu arttırdık. Chris’in harika fikirleri vardı; ayrıca, çok hevesli ve işbirlikçiydi.”

Hawke’un karakteri Davis için hem kolay hem de yaratıcı açıdan tatmin ediciydi. “Aslında onun kıyafetlerinin çizimlerini yaptım ve bunlar kağıttan çıkıp Ethan’ın gardırobuna girdi. Ethan inanılmaz görünüyor. Gerçekten de onun karakterinin diğerlerinden ayrıldığını düşünüyorum” diyen tasarımcı şöyle devam ediyor:

“Horne üzerinde çalışmak da gerçekten eğlenceliydi. Vincent’la yaklaşık bir saatlik bir toplantı yaptım. Onun karakteri dağlarda yaşamış ve insanlardan çok uzakmış. Dolayısıyla, ona hayvan derisi ve kürk ağırlıklı kıyafetler hazırladık. Bunları giydiğinde, Horne oluvermişti.”

Manuel Garcia-Rulfo’nun karakteri için ise, Davis şunu söylüyor: “Vasquez’in kesinlikle Meksikalı ama Amerika’da da seyahat etmiş biri olduğunu göstermek istedim. Dolayısıyla, onun tarzı için biraz karışım yaptık: Biraz Western, biraz Meksikalı.”

“Billy Rocks’ın ikimizin birlikte hazırladığı bir şapkası var. Ayrıca taktığı tabanca kemeri de müthiş; bu kemer yüzünden çok çalışmam gerekti. Örneğin, kemeri yüzünden ceket giyemezdi. Dolayısıyla ona fazla renkli olmayan, yoğun dokulu, bol metalli ve dar kıyafetler  hazırladık” diye açıklıyor Davis.

Yediliyi tamamlayan son isim içinse tasarımcı şunları söylüyor: “Red Harvest’ta kendimizi geri tuttuk. Kıyafetleri zorlamak yerine, makyajın öne çıkmasını sağladık. Onda çok geleneksel şeyler kullandım ve takılarının kabilesini yansıtmasını hedefledim.”

Kıyafeti öne çıkan bir diğer önemli karakter de kötü adam Bartholomew Bogue’du. Davis onun görünümünün bir tür evrim geçirdiğini belirtiyor: “İlk başta onun için sonradan görme bir tarz planladım ama sonra, Rockefeller gibi, aileden zengin bir adam imajı yaratsak daha iyi olmaz mı diye düşündük. Çok şık görünüyor  –kıyafetleri biraz yıpranmış ama zamanında çok pahalı oldukları ve o yüzden bu kıyafetlerden vazgeçmediği hissini ediniyorsunuz. Her zaman harika bir kravatı ve fuları var, paralı bir adam.”

Kostüm departmanı için çizmeleri ve şapkaları bulmak işin daha zorlu olan kısmıydı çünkü her aktörün ayağına tam oturan çizmeyi ya da başına tam oturan şapkayı bulması için 15-20 deneme yapması gerekti.

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Man from U.N.C.L.E. Yapım Notları

1960’ların çok sevilen dizisi “The Man from U.N.C.L.E.”ın Guy Ritchie
blank

Incredibles 2 / İnanılmaz Aile 2 Yapım Notları

Incredibles / İnanılmaz Aile finalinde, Syndrome engellenmiş ve özel jeti