2013 yılı itibarıyla Neill Blomkamp’ın henüz iki uzun metrajı var (District 9 ve Elysium) ama şimdiden kendine sadık bir izleyici kitlesi kazandı. Neill Blomkamp filmlerini bağrımıza basmamıza sebep olan altı bahaneyi bulduk çıkardık ve sizlerle paylaştık. Çok da zor olmadı!
Aksiyonun Ortasında Kalıp Her Şeyi Kaçırmazsınız!
Neill Blomkamp aksiyon sahnelerini çekerken daha geniş açılar kullanır, izleyenle olayın arasına bir seyirci mesafesi koyar. Böyle olunca da bir Michael Bay filmindeki gibi toz duman içinde ne olup bittiğini anlamadan kalmazsınız! Sam Peckinpah’ı rahmetle andığı slow mo’lar da mevcuttur aksiyon sekanslarında… (Murat Tolga Şen)
Tozu Dumanı Ciğerlerinizde Hissedersiniz!
Malumunuz, son yılların janti bilimkurgu çeşitlemelerinin olmazsa olmazı, yerli yersiz mavi-beyaz ışık patlamaları, buram buram izolasyon kokan pahalı malzemeleri ve her biri aynı eleğin ürünüymüşçesine karşımıza dikilen neo fütürizm zırvalarıdır. Eğer önünüze dizilen seçenekler içerisinde Blompkamp varsa feci yanılıyorsunuz! Bir Blomkamp filmi demek, orasından burasından irin akan uzaylılar, sefaletle cebelleşen insanlar, paslanmış teknolojik oyuncaklar ve her daim toz bulutunun eksik olmadığı sıcak görüntüler demektir ki çekici olan da budur zaten! (Fatih Yürür)
Post Apokaliptik’e Doyarsınız!
Ben de Mad Maxvari havayı seviyorum filmlerindeki. Sarının 50 tonu diye bir film bekliyorum kendisinden. CGI’daki pas duygusu gerçeklik katıyor. Bir de insanın şeytani yönünü iyi veren senaryolarla geldi ikidir. Elysium’daki uzay yerleşimini çıkar, herhangi bir kaçak göçmen hikayesinden farkı kalmaz. Bilim-kurgu da bu olmalı bence. Günümüze gelecekten ayna tutmalı. (Masis Üşenmez)
Alma Mazlumun Ahını, Çıkar Aheste Aheste…
Blomkamp filmleri izlemek demek, deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurmak demektir. Hem zeki bir bilim kurgunun zevkini çıkarırken, hem de herhangi bir ‘feel good movie’ izlemiş gibi kendinizi iyi hissedebilirsiniz. Blomkamp filmleri hep ezilenin tarafını tutar. Şans, kısmet, olmadı kader hep onların yanındadır.
Varan 1: D9’daki ırkçı karakter Wikus Van De Merwe, dünya dışı bir sıvıya temas ederek “prawn” (karides) diye dalga geçtiği, filmde ezilmiş zümreyi temsil eden uzaylılardan birine dönüşmeye başlar.
Varan 2: Elysium’daki ana karakter Max, toplumun belki de en alt tabakasında yer alır, zor koşullarda çalışır, sevdiceği de uzaklara gitmiştir, bir de üstüne üstlük bir kaza sonucu radyasyona maruz kalmaz mı, kısacası kelimenin tam anlamıyla acıların çocuğudur. Ama kader henüz son sözünü söylememiştir. İçine düştüğü bu amansız durum, aynı zamanda Max’in kendisini (ve onun temsiliyetinde tüm mazlumları) sömürenlerden alacağı intikamın da yolunu açar.
Blomkamp’ın da en sevdiği söz öbeklerinden biri olmasından şüphelendiğim şu atasözümüz ne güzel diyor: “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!” (Murat Kızılca)
Ne Oldum Değil, Ne Olacağım Demeli!
D9 ve Elysium’da başkahramanlar filmin başında ve sonunda tamamen farklı hallere bürünüyorlar. Hem fiziki hem mental olarak. Ağır transformasyon soz konusu. Sırf bu değişimleri görmek için meraktan filmlere göz atılabilir. (İlker Güler)
Kahraman Kızı Asla Öpemez!
Erkeklerin kahramanlık hikayelerinin Hollywood formülü şu şekilde işler; dünyayı kurtarırsan finalde kızı öpersin. Bir Neill Blomkamp filmi ise bu açıdan hiç umut vermez. District 9’da kahramanımız harika bir kadınla evliyken finalde Sheltoks sıkılacak bir böcek haline gelmiş ve eli kıskacında kalakalmıştı. Elysium’da da durum değişmiyor. Eller aya biz yaya! (Murat Tolga Şen)