SİNOPSİS

“The Others”, “The Sea Inside”, “Thesis” filmleriyle büyük beğeni kazanan, Oscar ödüllü yönetmen Alejandro Amenabar’ın yeni filmi “Regression”da izleyicileri gerilimi yüksek dakikalar bekliyor. Film, 1990 yılında Minnesota’da geçiyor. Dedektif Bruce Kenner (Ethan Hawke), babası John Gray’i (David Dendrick) korkunç bir suçla itham eden Angela’nın (Emma Watson) vakasını araştırmaktadır. John beklenmedik bir şekilde, olayı hatırlamasa da suçunu kabul eder. Tanınmış psikolog Dr. Raines (David Thewlis) anılarını canlandırmak için John’a yardımcı olur ve birlikte ülke çapında, dehşet verici bir gizemi ortaya çıkarırlar.

YAPIM HAKKINDA

Alejandro Amenábar, “Regression” ile gerilim türündeki filmlerine dönüş yapıyor. Amenábar yeni filmiyle ilgili şöyle diyor: “Regression: Gerileme” terimi geriye dönüşü temsil ediyor. Bana göre bu proje “Thesis” filmiyle başladığım kariyerimin belirleyicisi olan gizem türüne yeniden dönüş niteliğinde. “Thesis”, korkuyu tasarlamanın bazen üstümüzde hipnoz etkisi yaratabileceğini inceliyordu. “Open Your Eyes”da, hayallerin ve gerçeklerin iç içe geçmesi konu ediliyordu. “The Others”ta da eski klasik gerilim filmlerinin tadını geri getirme çabası vardı. Hep beni motive eden şeyi arıyorum, bazen bambaşka şeyleri incelerken bulduğunuz o enerjiyi. Bu yüzden hep farklı türleri ele aldım: Dram, korku, gerilim ya da “Agora”daki gibi karma türleri.”

Regression Afiş“Regression”, filmin yapımcısı Fernando Bovaira’ya göre gerilim türünün dışında diğer türleri de içerisinde barındırıyor. Şöyle anlatıyor: “Alejandro türleri dönüştürüyor. Filmin adı çok uygun çünkü belli bir yere kadar film, insan zihninin tuhaflığı ve karmaşıklığı hakkında. Alejandro Amenábar ise şöyle anlatıyor: “Regression’da olan bazı şeyler korku türüne uyuyor ama aslında suç unsurları taşıyan bir psikolojik gerilim. Asıl olarak 70’lerin gerilim ve korku filmlerinden etkilendim: “The Exorcist”, “Rosemary’s Baby”. Tüm bunlardaki kısıtlamaları geri getirmek istedim. The Others, 40’ların, 50’lerin ve 60’ların filmlerinden esinlenmişti, bu film de 70’lerden esinlendi. O ahenkli, ağır ilerleyen tonu geri getirmek istedim. Ama en çok anlattığım hikâyeyi ciddiye almak istedim.” Türe duyulan saygı, projede yer alan ekip üyeleri arasında, oyuculardan tutun filmin estetiğinden sorumlu kişilere kadar herkes için geçerliydi. Görüntü yönetmeni Daniel Aranyó şöyle anlatıyor: “Alejandro bu filmi yapmayı teklif ettiğinde filmin her anının inandırıcı   olmasının   kendisi   için   çok   önemli   olduğunu   söyledi.   Sanki   70’lerde   bir film izliyormuşsunuz gibi hissetmeliymişsiniz. Diyaloglar kısıtlı, karamsar bir havası olan bir film olacaktı. Karakterler arasında yakın bir bağ olmasını, anlattığı hikâyenin de güvenilir olmasını istiyordu. Gerilim filmlerindeki merakı yaratmak için günümüzde kullanılan araçlardan uzak durmalıydık. Hikâye sizi yavaş yavaş yönlendirecekti.”

80’lerde ABD’de meydana gelen bir dizi olaydan etkilenen filmin “hem kötülüğün bir yansıması, hem de aklın kısa yollarının keşfi” olduğunu söylüyor Fernando Bovaira. Senaryo yazılırken belge niteliğinde kullanılan baştaki suçlamalar, ABD içindeki artan siyasi ve dini güç bağlamında ortaya çıktı. Daha sonra dünyanın geri kalanına yayıldı, hatta küresel bir komplo olarak kategorileştirilen   bir noktaya bile geldi. Alejandro Amenábar şöyle anlatıyor: “Satanist Ayin Tacizi olarak bilinen tuhaf ve korkunç bir yapbozu bir araya getirme girişiminde, polis soruşturmalı, psikolojik danışmanlı bir dizi gerçek olay meydana geldi. Suçlamalar ve itiraflar çok ağırdı, aileleri dağıttı, kaos ve sosyal panik yarattı. Hatta birkaç olayda ağır cezalar verildi. 21’inci yüzyıldan birinin perspektifinden bakarak 80’ler ve 90’lardaki o davaları incelemek çok ilginç oldu.” Fernando Bovaira’ysa şöyle ekliyor: “Beyin incelemeleri, bilim insanları için yeni bir sınır. Hâlâ anılarımızı nasıl işlediğimiz, zamanın ve manipülasyonun onları nasıl değiştirebildiğine dair çok az bilgimiz var. Din ve bilim, farklı dünyalara ait olsa da, Stephen Jay Gould’un dediği gibi, psikoloji hâlâ bebeklik aşamasında ve her an batıl inanca dönüşebilir. Regression’da, Raines ve Peder Beaumont, farklı alanlarda mücadele etseler de, birbirlerine zannettiklerinden daha yakınlar aslında.”

Regression (8)

Filmin başında suça dair ihbar yapıldığında, Regression’daki karakterler kovalamacaların ve şeytana tapma ayinlerinin dünyasına giriyor ve şüphelerini kanıtlayacak ve suçluları hapishaneye yollayacak delilleri bulmak için zamana karşı yarışıyorlar. Amenabar şöyle anlatıyor: “Olay büyüdükçe, medya, tanık ifadeleri ve satanist tecrübelerle ilgili yazılan yazılar, çok önemli rol oynadı. Bir de tabii filmin kendi etkisi de var.”

Orta Batı’da küçük bir muhit ve burayı çevreleyen devasa alanlarda geçen filmin kurgusu, hikâyeye ekstra öğeler katan bir sahne yarattı. Orta Batı, çok küçük dünyaları içeren, geniş açık alanları olan bir yer. Filmde tipik bir Amerikan kasabası görüyoruz. Herkesin herkesi tanıdığı dağınık evler var. Bu tip kapalı alanlarda, yapılan hatadan ötürü duyulan vicdan azabı daha da yoğunlaşır. Ana karakterlerin üzerindeki en büyük yük vicdan azabı.

Yapımcılar şunu merak etmiş: “İçimizdeki korkuyu ne tetikler?” Filmin oyuncularından Ethan Hawke şöyle diyor: “Film, niye korkmak istediğimiz, korkmaktan niye hoşlandığımız ya da niye ondan hem nefret edip hem de onu çok sevdiğimizi, kişiliklerimizin büyük kısmında korku ve vicdan azabı bulunmasıyla olan ilişkimizi inceliyor biraz.” Fernando Bovaria için “Regression korkuyla ilgili bir film. Korkularımızla nasıl yüzleştiğimiz ve bazen bu korkuların nasıl en kötü kâbusumuza dönüştüğüyle ilgili. Bir suç hikâyesi gibi oluşturulmuş ama soruşturulan suça dair görünürde hiçbir delil bulunamamış. Dedektif türünde, birinin suç işlemesini kaosu tetikler. Soruşturmanın başarısıyla dedektif de yeniden düzen sağlar. Regression’da ana karakter Bruce kendini vakaya o kadar kaptırıyor ki, orada mahsur kalıyor. Gerçek avına çıkan adamın kendisi ava dönüşüyor.”

OYUNCULAR HAKKINDA

Tamamen İngilizce çekilen Regression’ın uluslararası bir kadrosu bulunuyor. Başrollerinde Amerikalı Ethan Hawke (Boyhood, Training Day) ve İngiliz oyuncu Emma Watson (Beauty and the Beast, Training Day) oynuyor. Alejandro Amenábar şöyle diyor: “Ethan Hawke’un karakteri Bruce Kenner, kasabanın en zeki ve en sofistike adamlarından biri. Emma Watson’ın canlandırdığı Emma ise, o dünyanın ortasında adeta küçük bir melek. Görünürde çok az konuşuyor ama herkesin dikkatini çekiyor. Ethan Hawke “Karakterim benim için de bir tür gizem” diyor. Alejandro Amenábar’ın dediğine göre bu hem yönetmenin hem de oyuncunun yaşadığı ortak bir mücadeleydi: “Çekimlere başladığımızda, Ethan bunun uyuyan bir adamın hikâyesi olduğunu söyledi. Benim cevabım da şuydu: ‘Hayır, bu, mütemadiyen uyanık olan bir adam. Ondan hiçbir şey kaçmıyor. Bence o da, kasabanın en zeki dedektifi olan ama mütemadiyen uyurgezer durumda olan bir karakter yaratmayı başardı. Ethan’ın performansıyla ilgili beni en çok şaşırtan şey, son derece sert ama aslında yürekten korkan birinde bu denli bastırılmış enerjiyi bulabilmesiydi.”

Regression (6)

Regression’da anlatılan hikâyenin tetikleyicisi, genç Angela Gray’in yaptığı suçlama. Angela’nın suçlaması, daha önce kimsenin dile getirmeye cesaret edemediği anlaşmazlıklara ışık tutuyor. Emma Watson şöyle diyor: “Bu, canlandırmak zorunda kaldığım muhtemelen en zor rol ya da karakter. Angela, çok zor bir hayat yaşamış bir kız. İki bağımlının olduğu bir evde büyümüş: Babası da büyükannesi de alkolik. Annesi o çok küçükken trafik kazasında ölüyor. Çok karmaşık bir geçmişi var.”

Kırsal bir Kuzey Amerika ailesinin etrafında geçen hikâyeyi anlatmak için niye bir İngiliz oyuncu seçtiniz sorusuna, Alejandro Amenábar, onun neden kusursuz bir Angela Gray olacağı konusuna hiç şüphesiz şöyle cevap veriyor: “Emma Watson son derece akıllı bir kadın, çok yetenekli ve projeyi kusursuz bir şekilde anladı. Böyle bir film yaparken, size bir suç ortağı, söylemeye çalıştığınızı anlayan insanlar lazım. Çekimlere başlamak için geldiğinde çok net fikirleri vardı.

Seçim sürecindeki en büyük zorluklardan biri, “gerileme” teorisini gerekli sıradanlık ve incelikle açıklayabilecek, seyircinin bilimsel açıyı kolaylıkla anlamasını sağlamak ve aynı zamanda da hikâyeye mizah katan en kibar karakter olarak algılanacak bir oyuncu bulmaktı.”

“Asıl zorluk aynı zamanda size otorite hissini verecek birini bulmaktı. Terapiyi açıklayabilecek, ona dair soru soracak yer bırakmayacak birini. Terapiyi açıklarken yaptığımız çekim tekrarlarında David Thewlis her çekimde gitgide daha da iyi oldu. İngiliz oyuncuya göre “Raines bir psikoterapist. İnsan hafızasını geri getirme terapisiyle uğraşıyor ve soruşturmaya yardımcı olması için çağırılıyor ama çok inatçı biri. Büyücülük ve dinle ilgili konulara girmemekte çok kararlı. Peder Beaumont’a çok karşı çıkıyor ve katı bir bilim adamı. Bu davayı sadece bilimsel olarak çözmek istiyor. Bence sorunların çoğunu çıkaran Raines.”

Regression (7)

David Thewlis’in söylediğine göre, onun karakteri ve Peder Beaumont, hikâyede ikili akım yaratıyor. Yönetmen şöyle diyerek altını çiziyor: “Beaumont, şeytana kafayı en çok takmış karakter.” Lothaire Bluteau şöyle ekliyor: “Madalyonun iki yüzü gibi. Psikiyatrın bilimi ve inancı var. Olayı olduğu gibi kabul ediyor. Seyirciyle aradaki bağlantı benim. Filmde, seyircinin taraf tutması gerekmesine bayılıyorum.”

Gray ailesinin geri kalanını bulmak, Amenábar’la The Others ve Agora’da çalışmış olan Jina Jay’in liderliğini yaptığı, aralarında Kanadalı Jason Knight’ın da bulunduğu ekibin göreviydi. Angela’nın babası John Gray için Amenábar, İsveçli oyuncu David Dencik’i seçmiş: “David, John’u canlandıracak en alışılmadık kişiydi. En kolay seçenek, tipi de tehlikeli görünen birini seçmekti ama David Dencik’te şansımızı denedik. Kendisi daha ziyade Peter Lorre gibi, tekinsiz ama kırılgan biri çünkü size onunla duygusal olarak daha iyi bağ kurmanızı sağlıyor. Yeteri kadar vicdan azabı çekiyor ve aynı zamanda gözlerinde, birçok şey saklıyor olabilecek bir karanlık var.

Amenabar, John’un annesi Rose ile ilgili şöyle söylüyor: Seyirci, Dale Dickey’nin büyükanneye inanılmaz dönüşümüne hayret edecek. Hemen her sahnede bir mutsuzluk duygusu, öfke veya kafa karışıklığı var.” Gray ailesi, Kanadalı Devon Bostick’in canlandırdığı, Angela’nın kayıp kardeşi Roy’la tamamlanıyor. “Seçmelerde müthişti ve ancak ondan sonra ben onun ülkesinde oldukça ünlü bir komedi oyuncusu olduğunu öğrendim” diyor Amenábar.

KARAKTERLER HAKKINDA

BRUCE KENNER (Ethan Hawke)

Bruce Kenner, küçük bir Minnesota kasabasında satanist ayinler yapmakla suçlanan bir ailenin soruşturmasındaki baş dedektiftir. Kısa süre önce boşanan Kenner, kendini işine verir. Bu sayede obsesif karakterini işine odaklar ve her vakanın derinine iner. Detaycılığı ve azmi yüzünden, iş arkadaşlarıyla sürekli ters düşer. Bu defa da insan doğasının en karanlık derinliklerine sürüklenecektir. Ethan Hawke karakteriyle ilgili şöyle söylüyor: “Bruce, çok tuhaf, satanist bir tarikatın parçası olduğunu itiraf eden bazı insanlar tarafından ciddi biçimde istismar edilen genç bir kadına karşı işlenen suçları soruşturan bir dedektiftir. Bu da deyim yerindeyse bir nevi Bruce’u gerçeğin derinliklerine taşıyor.”

ANGELA GRAY (Emma Watson)

Angela, annesini bir trafik kazasında kaybettikten sonra huzuru ve emniyeti dinde bulur. Peder Beaumont’un kilisesindeki bir seminer sırasında kendini daha fazla tutamaz ve babasının onu taciz ettiğini itiraf eder. Bruce’un yardımıyla, vakanın çözülme sürecinde kabuğunu kırar ve önemli bir tanık hâline gelir. Emma Watson karakteriyle ilgili şöyle anlatıyor: “İki bağımlının bulunduğu bir evde büyümüş. Babası ve büyükannesi birer alkolik… Annesi o çok küçükken bir trafik kazasında ölmüş. Büyüdüğü eve baktığınızda, Angela’nın hayatı boyunca çok ihmal edildiğini seziyorsunuz. Bu ihmal onun seçimlerini, dünyaya bakışını, dünya hakkındaki görüşlerini, seçeneklerini etkiliyor.”

KENNETH RAINES (David Thewlis)

John Gray’in hafıza kaybı durumu, Kenner’a davada yardım edecek olan psikolog Kenneth Raines tarafından ele alınıyor. Raines, Regresif terapi kullanarak, John’un beyninin bilinç dışı bastırdığı, önemli satanist ayinlerin ortaya çıkması için gereken anıları gün yüzüne çıkarıyor. David Thewlis şöyle anlatıyor: “Raines bir psikoterapist. İnsan hafızasını geri getirme terapisiyle uğraşıyor ve soruşturmaya yardımcı olması için çağırılıyor ama çok inatçı biri. Büyücülük ve dinle ilgili konulara girmemeye kararlı.”

JOHN GRAY (David Dencik)

John Gray, Angela ve Roy’un babası. Hikâyenin geçtiği Minnesota’nın küçük bir kasabası olan Hoyer’da araba tamircisi olarak çalışıyor. Karısı öldükten sonra John, dine yönelerek alkol bağımlılığından kurtulmaya çalışmış. John’un kızı, onu kendisini taciz etmekle suçluyor. Ne şaşırtıcıdır ki, olanları hiç hatırlamasa da polisle iş birliği yapmak istiyor. David Dencik, John karakteriyle ilgili şöyle anlatıyor: “O bir aile babası ve iki çocuğu var. Film, karakoldan çağırılması üzerine oraya gitmesiyle başlıyor. Kızı son birkaç gündür kilisede kalıyor çünkü babası John Gray’i, kendisine cinsel tacizde bulunmakla suçluyor.”

ROSE GRAY (Dale Dickey)

Rose Gray, John’un annesi, Angela ve Roy’un da büyük annesi. Oğlunu çok genç yaşta doğurmuş ve geçmişinde alkolle mücadele etmiş. O da bunun üstesinden sık sık Peder Beaumont’un kilisesine giderek gelmeye çalışıyor. Dale Dickey karakteriyle ilgili şöyle anlatıyor: “Rose, alkolizmle mücadele ediyor. Bir yanda bu karışıklık ve suçlamalar, bir yanda da kilise olduğu için, torununun bunları uydurduğuna inanmak istiyor. Bu onun için çok kafa karıştırıcı. Sonra olaya bir de polis dâhil oluyor. Dolayısıyla neyin gerçek neyin yalan olduğunu öğrenmek için bir yolculuğa çıkıyor.”

ROY GRAY (Devon Bostick)

John’un oğlu, Angela’nın da erkek kardeşi olan Roy, baskıcı ortamdan kaçmak ve yeni bir hayat arayışına girmek için evden ayrılmıştır. Dağılmış bir ailede, kız kardeşini yapayalnız bırakmıştır. Devon Bostick, şöyle anlatıyor:”Roy, babasının kendisine cinsel tacizde bulunmakla suçlayan Angela’nın ağabeyi. Karakterim kendisini bir nevi ailesinden ve bu olayın tamamından soyutlamış çünkü ona göre bunlar çok karanlık ve korkunç.”

PEDER BEAUMONT (Lothaire Bluteau)

Peder Beaumont, Joy of Salvation Kilisesinde, Gray ailesini koruyan rahip. Angela babasını suçlayınca onu kanatları altına alıyor. Lothaire Bluteau karakteriyle ilgili şöyle söylüyor: “Kilisenin kurallarını kabul eden ama kökenci olmayan birini canlandırıyorum. Olayı olduğu gibi kabul ediyor. Aileye de çok yakın.”

POLİS AMİRİ CLEVELAND (Peter MacNeill)

Minnesota’nın polis amiri Cleveland, Bruce Kenner ve George Nesbitt’in de dâhil olduğu bir grup genç dedektifin amiri. Bu dava belli ki ona çok fazla geliyor. Bu yüzden davayı en titiz ve en etkili memuru Bruce’a veriyor.

GEORGE NESBITT (Aaron Ashmore)

Genç bir polis memuru ve Bruce’un iş arkadaşı olan Nesbitt’in adı, soruşturma sırasında ortaya çıkıyor. Bruce, herhangi bir şüpheliye yapacağı gibi, onu da hiç tereddüt etmeden tutukluyor ama bu davranışı karakol içinde güvensizliğe ve şüpheye yol açıyor.

OYUNCULAR HAKKINDA

ETHAN HAWKE (Bruce Kenner)

Texas doğumlu, başarılı oyuncu Ethan Hawke’un kariyeri “Dead Poets Society” filmiyle başladı. 25 yıldır bu sektörde yönetmen, senarist ve oyuncu olarak birçok filme imza attı. Cesur rolleriyle Oscar adaylığı elde etti. Hawke, yönetmen Richard Linklater’la birçok filmde çalıştı. Bu filmlerden bazıları: “Fast Food Nation”, “Waking Life”, “The Newton Boys” ve “Tape”. Birlikte çalıştıkları en yeni film, 2014 Sundance Film Festivali’nde gösterilen ve 11 Temmuz 2014’te IFC tarafından gösterime sokulan “Boyhood” filmiydi. Ethan bu filmdeki performansıyla Oscar, SAG, Altın Küre, BAFTA, Film Independent Spirit, Critics’ Choice ve Gotham Independent Spirit ödüllerinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında aday gösterildi.

Regression (3)

Hawke, çok beğenilen “Before Sunrise” ve iki devam filmi “Before Sunset” ve “Before Midnight”ta Julie Delpy ile birlikte rol aldı. Üçlü, Before Sunset ve Before Midnight’ın senaryolarını birlikte yazdı, iki senaryo için de Oscar ve Independent Spirit Ödülüne aday gösterildiler. Hawke’un yönetmenliğini yaptığı ilk film Seymour: An Introduction, 2014 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde ilk kez gösterildi, aynı zamanda New York Film Festivali’nde de oynatıldı. Proje, efsanevi piyanist ve piyano hocası Seymour Bernstein’in hayatını anlatıyor. Hawke şu an Rebecca Miller’ın “Maggie’s Plan” filminde, Julianne Moore, Greta Gerwig ve Bill Hader’la birlikte oynuyor. Hawke’u yakında Andrew Niccol’ün Good Kill filminde, January Jones’la birlikte rol aldığı ve bir insansız uçak pilotunu canlandırırken izleyeceğiz. 3 milyon dolar bütçeyle çekilen “The Purge”, 34,5 milyon dolarlık hasılatla, Ethan’ın gösterime girdiği hafta sonu en çok gişe yapan filmi oldu. Popüler kültürün ele alındığı, 1994 yapımı Ben Stiller filmi “Reality Bites”ta da rol alan Hawke, 40’ı aşkın filmde rol aldı. Bunlardan bazıları: “Explorers, Dad, White Fang, Waterland, Alive, Rich In Love, Gattaca, Great Expectations, Hamlet, Assault On Precinct 13, Taking Lives, Before The Devil Knows You’re Dead, What Doesn’t Kill You, Brooklyn’s Finest, Woman In The Fifth ve Sinister.” 2002 yılında Hawke, Antoine Fuqua’nın “Training Day” filminde Denzel Washington’la birlikte oynadı ve buradaki performansıyla Oscar ve SAG Ödüllerinde en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında aday gösterildi. 2001 yılında Hawke, “Chelsea Walls”la ilk yönetmelik denemesini yaptı. Film, Chelsea Oteli’nde, tek bir günde geçen beş farklı hikâyeyi anlatıyor. Filmin Hawke, kısa süre önce de meşhur piyano bestecisi Seymour Bernstein’le ilgili bir belgeselin de yönetmenliğini yaptı.

EMMA WATSON (Angela Gray)

Emma Watson, Harry Potter filminde canlandırdığı Hermione Granger karakteriyle tanındı. Serinin ilk filmi Harry Potter and The Sorcerer’s Stone’daki performansıyla En İyi Genç Kadın Oyuncu ödülü kazandı. Emma aynı zamanda, Harry Potter and the Prisoner of Azkaban ve Harry Potter and the Goblet of Fire filmlerindeki çalışmalarıyla iki Critics’ Choice adaylığı da aldı. Yedinci ve sekizinci filmler tamamlanınca Emma, 2011 yılında Nickelodeon Kids’ Choice Ödüllerinde ve Jameson Empire Ödüllerinde en iyi kadın oyuncu dalında aday oldu. Harry Potter serisi, 2011 Şubat ayında BAFTA Ödüllerinde sinemaya yapılan İngiliz katkılarından ötürü ödül aldı.

Regression (2)

2011’de Emma, Simon Curtis’in “My Week With Marilyn” filminde rol aldı. Emma, Stephen Chbosky’nin, olgunluğa adım atış romanından uyarladığı The Perks of Being a Wallflower filminde, Logan Lerman ve Ezra Miller’la birlikte oynadı. Geçtiğimiz yaz Emma, Sofia Coppola’nın Amerikan satirik kara komedi suç filmi The Bling Ring’de oynadı. Film, gerçek olaylardan esinlendi. Moda ve şöhret düşkünü bir grup ergenin Los Angeles’taki ünlülerin evlerini soymasını konu eden film, 2013 Cannes Film Festivali’nde Un Certain Regard bölümünde gösterildi. Emma aynı zamanda Seth Rogen’ın kıyamet komedisi “This is The End”de kendisini canlandırdı. Filmde, Hollywood’un en sevilen oyuncularının, James Franco’nun evindeki bir partideyken kıyamet kopunca başlarına ne geldiği konu ediliyor. Emma kısa süre önce Darren Aronofsky’nin Noah filminde Russell Crowe, Jennifer Connelly, Ray Winstone, Douglas Booth, Logan Lerman ve Anthony Hopkins’le birlikte rol almıştı. Emma, Disney’in Beauty and The Beast’inin canlı aksiyon versiyonunun çekimlerine başladı ve ikonik Belle rolünü canlandırıyor. Filmde Dan Stevens, Luke Evans ve Emma Thompson’la birlikte oynayacak. Emma, 2013 yılında Trailblazer ödülü kazandı ve GQ Yılın Kadını ödülüyle onurlandırıldı. 2014 BAFTA/LA Britannia Ödüllerinde de yılın İngiliz Sanatçısı seçildi. Emma, oyunculuğunun yanı sıra UN WOMEN’ın da iyi niyet elçisi.

DAVID THEWLIS (Professor Kenneth Raines)

Oyuncu, yazar ve yönetmen David Thewlis, Blackpool’da doğup büyüdü. 18 yaşında Londra’ya taşındı ve prestijli Guildhall Müzik ve Tiyatro Okulu’na kaydoldu.. İlk büyük rolü, sokak filozofu Johnny’yi canlandırdığı ve Mike Leigh’nin yönettiği “Naked” filmiydi. Thewlis, National Society of Film Critics, London Film Critics Circle, the Evening Standart, New York Film Critics’ Circle ve Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı. Thewlis 1990’larda birçok filmde rol aldı. Bunlardan bazıları şöyle “Restoration” (1995), “Black Beauty” (1994), Leonardo DiCaprio’yla “Total Eclipse” (1995), “The Island of Dr. Moreau” (1996), “Dragonheart” (1996) ve Brad Pitt’le “Seven Years In Tibet” (1997). Divorcing Jack filmiyle İngiltere Bağımsız Film Ödüllerinde aday gösterildi. Bernardo Bertolucci’nin “Besieged” (1998) ve Paul McGuigan’ın “Gangster No. 1” (2000) filmlerinde Paul Bettany ve Malcolm McDowell’la birlikte rol aldı. Thewlis aynı zamanda The Boy In The Striped Pyjamas filmindeki ana karakterinin babası, Nazi ölüm kampının SS komutanı olarak rol aldı. 2004’te Thewlis, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda Remus Lupin’i canlandırdı. Yönetmen Alfonso Cuaron’un ilk tercihi olduğu için seçmelere katılmadı. Sonraki dört filmde de aynı rolü canlandırdı. Son filmleri arasında şunlar yer alıyor: Terrence Malick’in New World, Roland Emmerich’in Anonymous’ı, Steven Spielberg’ün War Horse’u, Luc Besson’un The Lady’si, Dean Parisot’nun RED 2’si, Terry Gilliam’ın Zero Theorem’i, Bill Cordon’ın The Fifth Estate’i, John Boorman’ın son uzun metrajlı filmi Queen and Country’si ve elbette ödüllü, çok beğenilen Stephen Hawking biyografik filmi, Working Title Films adına James Marsh’ın yönettiği, Eddie Redmayne ve Felicity Jones’un oynadığı The Theory Of Everything. Thewlis, yönetmenliğini yaptığı “Hello, Hello, Hello” (1995) filmiyle BAFTA kısa film ödülüne aday gösterildi, Cheeky (2003) adlı filmi yazdı, yönetti ve filmde rol aldı. David aynı zamanda Kevin Thomas’ın yönettiği ve Craig Roberts’ın da rol aldığı Sunday Roast’u yazdı ve oynadı.

DAVID DENCIK (John Gray)

Danimarka’da büyüyen David Dencik, 2003 yılında İsveç, Stockholm’deki Teaterhögskolan’dan mezun oldu ve o zamandan bu yana iki ülkede de meşhur ve saygın oyunculardan biri oldu. Ulusal İsveç Tiyatrosu Dramaten’de yıllarca çalıştı ve Danimarka Kraliyet Tiyatrosu’nda birçok rol canlandırdı. Birçok İsveç ve Danimarka televizyon dizisinde yer aldı. Bunlardan bazıları şöyle: “Wallander, Happy Life ve The Killing.” David Dencik’in okulu bitirir bitirmez oynadığı ilk film, Christoffer Boe’nun “Reconstruction”ıydı. İlk büyük çıkışını Mikael Arcimain’in 2005 yılına ait TV filmi “The Laser Man’le” yaptı. Pernielle Discher Christensen’ın “A Soap” filminde transseksüel Veronica’yı canlandırdı. Film, 2006 Uluslararası Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülü kazandı, Dencik de Danimarka Oscar Ödülleri olarak bilinen Robert Ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. O zamandan bu yana birçok ödüle aday gösterildi. Adaylık aldığı filmlerden bazıları Daniel Espinosa’nın “Outside Love”ı (2007) ve Nicolo Donato’nun Brotherhood’u (2010). Amir Chamdin’in Cornelis (2010) filmiyle, 1964 yılından beri İsveç Film Enstitüsü tarafından her sene verilen İsveç resmi film ödülü Guldbagge Ödülüne aday gösterildi. Kendisi kısa süre önce Hotell (2013) filmiyle en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Guldbagge ödülüne tekrar aday gösterildi. 2011 yılında dünya çapındaki izleyiciler David Dencik’i şu filmlerde izledi: Thomas Alfredson’dan “Tinker, Tailor, Soldier, Spy”, Steven Spielberg’den “War Horse” ve David Fincher’dan “The Girl With The Dragon Tattoo.” 2014’de Dencik, Tommy Lee Jones’un Amerikan dramı The Homesman’da oynadı ve “Gentlemen” filminde dışadönük Henry Morgan başrolünü canlandırdı. Bu rolüyle İsveç Guldbagge ödülüne aday gösterildi. Dencik aynı zamanda Nikkel Norgaard’ın, “The Keeper of Lost Causes” filminin devamı olan   “The Absent One” filminde oynadı ve Oscar ödüllü yönetmen Susanne Bier’ın “Serena” filminde Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence’la rol aldı. Dencik bu yıl Mads Mikkelsen, Nikolaj Lie Kaas ve Nicolas Bro’yla birlikte yönetmen Anders Thomas Jensen’ın “Men and Chicken” filminde başrolü canlandırdı.

YAPIM EKİBİ HAKKINDA

ALEJANDRO AMENABAR (YÖNETMEN,SENARİST)

1972’de Şili, Santiago’da doğan Amenábar, kısa süre içinde uluslararası prestij elde etti ve bu prestij, her filmiyle daha da arttı. “Regression” kendisinin altıncı filmi. Rachel Weisz’ın oynadığı “Agora” filmi, Cannes Film Festivali’ne seçildi. “The Sea Inside” En İyi Yabancı Film dalında Oscar kazanmasının yanı sıra 58 başka uluslararası film ödülü kazandı. Nicole Kidman’lı “The Others” Venedik Film Festivali’ne seçildi ve büyük beğeni toplayarak dünya çapında popüler oldu. İlk sinema filminden bu yana Alejandro Amenábar, hem seyircilerle hem de eleştirmenlerle bağ kurdu. İlk sinema filmi “Thesis” İspanyol Film Akademisi tarafından yılın en iyi filmi seçildi ve farklı uluslararası film festivalinde de birçok ödül kazandı. İkinci filmi “Open Your Eyes” İspanya’da büyük gişe yaptı ve dünya çapında gösterime girdi. Filmin Amerikan versiyonu “Vanilla Sky”ı Cameron Crowe yönetti ve filmde Tom Cruise, Penelope Cruz ve Cameron Diaz rol aldı.

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı Yapım Notları

Kaptan Amerika serisinin 3. filmi olan Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı

The Dark Knight Rises / Kara Şövalye Yükseliyor Yapım Notları

The Dark Knight Rises/Kara Şövalye Yükseliyor, büyük ölçüde, karakterlerin daha