Aftermath (1994)
İspanyol yönetmen Nacho Cerda’nın bu otuz dakikalık kısa filmi, salçalı filmler denince aklıma gelen ilk film. Kesinlikle hassas midelerden ırak bir yapım. Diyalog barındırmayan film nekrofil bir morg görevlisinin rutin bir iş gününü ve gece vardiyasında seçtiği kadın cesediyle girdiği cinsel ilişkiyi mutlak bir gerçekçilikle perdeye taşımakta. Filmin hikayesini bir kenara bırakalım, Aftermath tüm varoluşunu efektlerine bağlamış bir film ve içinde gerçekten muhteşem makyaj ve efekt bir çalışması barındırıyor. Otuz dakika boyunca ekrandaki morgun soğukluğunu ve pıhtılaşmış kan kokusunu hissetmediğiniz bir an bulunmuyor. Cerda’nın özel efeklerle seyircinin midesine çalışması ve bu işi çok iyi yapması yönetmene kısmi bir kötü şöhret de kazandırmış. Aftermath’ten bir sene sonra çekilip kamuoyuna verilen ve uzun süre sansasyon yaratan sahte “uzaylı otopsisi” görüntülerinin yönetmeninin Cerda olduğundan şüpheleniliyor ancak İngiliz prodüktör Ray Santilli’nin asıl yönetmen olduğunun açığa çıkmasıyla Cerda’nın ismi de temize çıkıyor.
Cerda’nın karanlık kısa film üçlemesinin ikinci filmi olan Aftermath, bugün bile seyredenlerde “acaba gerçek kadavra mı kullandılar?” sorusunu sorduracak kadar güçlü bir görselliğin eseri. Açıkçası Nacho Cerda daha evvelden keşfedilse belki de 2000’lerin Saw çılgınlığına benzer bir gore akım çok daha önceden anaakım sinemaya sıçrayabilirdi. Bunun gerçekleşmemesi çoğu hassas seyirci için çok iyi olmuş.
En Zor Sahne: Morgun içinde geçen her saniye. (Yigilante Kocagöz)
Invitation Only (2009)
Uzakdoğu sineması korku dalında sınırları aşmasıyla bilinir. Taiwan yapımı Invitation Only de (Jue Ming Pai Dui) sınırları çok zorlayan bir film. Şoförlük yapan Wade Chen, bir gün patronu Bay Yang’ı bir top modelle uygunsuz pozisyonda görür. Bu olaydan sonra patronu ona sadece zenginlerin girebildiği özel bir parti için davetiye verir ve gidip kuzeniymiş gibi davranmasını söyler. Başta çılgınlar gibi eğlenip hayallerindeki Ferrari’ye kavuşan Wade, partinin amacının aslında kendisi gibi fakirlerin, zengin seyirciler önünde vahşice katledilmesi olduğunu anlayınca yeni tanıştığı arkadaşlarıyla birlikte ölüm kalım mücadelesi vermeye başlar.
Yönetmen Kevin Co bu filmde izleyiciyi rahatsız etmek için elinden ne gelirse yapmış. Bu öyle koltuğunuza yaslanıp izleyeceğiniz filmlerden değil dercesine, yanak derisinin yüzülerek yaraya tuz basılması gibi işkence sahnelerini uzattıkça uzatmış, Sadece bu sahnelerde değil, filmin her anında bir huzursuzluk hissediyorsunuz. Örneğin kahramanımızın yanlışlıkla iri bir hamamböceğini ezdiği sahne, mide kaldıracak şekilde ayrıntısıyla gösteriliyor. Yarısı ezik böceğin kaçtığı anda öyle bir his yaratılmış ki bir an kendinizi böcek istilasını konu alan bir korku filminde sanıyorsunuz.
Bol kanlı bu kedi fare oyununu illa ki izlemek istiyorum diyorsanız, sağlam bir mideniz olup olmadığını kontrol edin ve koltuğunuza öyle oturun. (Pınar Batum)
The Evil Dead (1981)
Türkiye’de ‘’Şeytan’ın Ölüsü’’ olarak bilinen yapım türün klasikleri arasında yer alır. Kimilerinin Spider-Man serisinden de tanıyacağı yönetmen Sam Raimi tarafından yazılıp yönetilen yapım vizyona girmeden öncesinde bile çok tartışılan ve Finlandiya, Almanya, İzlanda, İrlanda dâhil olmak üzere birçok ülkede çok fazla şiddet içerdiği için yasaklandı ya da şiddet içeren bölümleri büyük ölçüde makaslandı. The Evil Dead, aradan geçen yıllara rağmen orijinal kopyası yasaklılar arasında olan yapımlardandır. İzlenebilen versiyonlarında ise şiddet sahneleri büyük oranda çıkarılmıştır.
Konu itibariyle film; Ash adındaki bir üniversite öğrencisinin sevgilisi ve arkadaşlarıyla sakin bir hafta sonu geçirmek için gittikleri bir dağ kulübesinde geçer. Ash ve arkadaşı bodrum katında Ölüler Kitabı olarak da bilinen Necrocomicon’u ve bir ses bandı bulurlar. Kayıtta profersör olduğunu söyleyen bir adam bir büyüden ve onun eski iblisleri uyandırmasından bahsetmektedir. Kulübede bulunan kız kısmı bu bandı dinlemek istemezler lakin cesur erkek arkadaşları bandı sonuna kadar büyülü sözler kısmı da dâhil dinlerler ve olanlar olur. Eski iblisler ‘’Kimdir bizi uykumuzdan eden?’’ nidaları arasında önce ormanı sonra bu gençleri ele geçirirler…
Film, Tennessee ormanında terk edilmiş bir kulübede iki yıl süren uzun çalışmalar sonucu tamamlanır. Tabi birçok oyuncu değişikliğinin ardından… Lakin oyuncuların birçoğu filme devam etmek istemezler. Sebat eden tek bir oyuncu vardır o da Ash karakteriyle hayatının işini çıkaran Bruce Campbell… (Melahat Yılmaz)
Cannibal Holocaust (1980)
1980 yılı mahsulü, Ruggero Deodato’nun yönettiği, İtalya yapımı Cannibal Holocaust için bugüne kadar izlediklerim arasında, başımı ekrandan öteye çevirmeye zorlayan yegane film diyebilirim.
Gerçeğe yakın şiddet ve ölüm sahneleri göz önüne alındığında, Cannibal Holocaust için rahatlıkla çığır açan, öncü bir film denebilir. Hatta ölüm sahneleri o kadar gerçekçidir ki zamanında oyuncuların gerçekten öldürüldüğüne inanılır. Deodato’nun oyuncuların ölmediklerini ispatlamak için oyuncu kadrosuyla beraber bir televizyon programına katıldığından bile bahsedilir. Ancak maalesef hayvanların öldürüldüğü sahneler gerçektir. Deodato, sette öldürdükleri bütün hayvanları sonradan bütün ekip ile beraber pişirip yediklerini, dolayısıyla sadece filme çekmek için katletmediklerini söylemişse de mahkemede suçlu bulunup para cezası ödemekten kurtulamamıştır.
Cannibal Holocaust’u sadece içerdiği aşırı gerçekçi şiddet sahneleriyle değerlendirmek haksızlık olur. Acımasız bir üslupla ele aldığı kapitalizm, medeniyet ve uygar insan/ilkel insan eleştirileriyle de dikkate değer bir yapımdır. Her haliyle ayrıksı bir yönetmenin elinden çıktığı belli olan Cannibal Holocaust, 1977-1981 yılları arasındaki Cannibal Boom döneminin en değerli örneklerinden biridir. Fake documentary ya da mockumentary (sahte belgesel) olarak isimlendirilen yöntemi çok çarpıcı bir şekilde lehine kullanmayı becerir. Bariz bir şekilde Cannibal Holocaust’tan esinlenerek çekilen The Blairwitch Project (1999) ile başlayan found footage (buluntu film) alt türünün de dedesi sayılır.
Velhasıl her haliyle önemli bir film olmasına rağmen seyretmesi hiç de kolay değildir. Birçok ülkede hala yasaklı olan Cannibal Holocaust, benim ‘seyretmesi en zor filmler’ listemde de bir numara olmaya devam ediyor. (Murat Kızılca)
Zombi 2 (Zombie Flesh Eaters, 1979)
Yönetmen Lucio Fulci’nin en önemli bahtsızlığı, filmine Amerika gösterimleri için bulunan bu garip isimdir kanımca. George Romero’nun zombilerinin, seyircinin iliğini kemiğini sömürdüğü bir dönemde vizyona çıkması da kuşkusuz bir diğer bahtsızlığıydı. Hatta manidar bir şekilde film Zombi 2 adıyla da anıldı.
Fulci’nin hikayesinin arka planında Afrika var. Vahşi hayvanlardan yayılan bir virüs neticesinde insanlar, zombiye dönüşüyorlar ve tahmin edebileceğiniz gibi önlerine çıkan her taze ete saldırıyorlar… Tabi yine adet olduğu gibi gösterime girdiği dönemde sansür engeline takılan filmdeki çarpıcı sahneleri pek çok sinefil çok çok sonra keşfedebildiği için, filmin net bir biçimde gore kulvarına dahil edilme davası da muallakta kalmıştı.
Filmde son derece meşhur sahneler bulunmakta ki bunların en önemlisi bir köpek balığı ile zombinin kapıştığı sahnedir. Her ne kadar birbirlerine diş geçirmekte sıkıntı yaşasalar da filmin sembollerinden biri olmuştu bu sahne. Diğer sembol sahne de kadın karakterlerin birinin gözüne giren kıymıktır ki Endülüs Köpeği’ndeki jilet sahnesini bile kıskandırabilecek seviyededir (tabi ki aklıma gelen ilk örnek olduğu için veriyorum). Fulci’de tıpkı Bunuel gibi sahnesindeki her ayrıntıyı gösterir ama Fulci’nin gerilim yaratma becerisi, kuşkusuz göze giren kıymıktan çok daha çarpıcıdır burada.
Fulci’nin zombi güzellemesinde kovalarca kan akmaz belki ama, kendisi görsel algımızla öyle bir oynar ki, film bittikten sonra mezbahada bir buçuk saat geçirdiğimize inanırız. Atmosfer ve gerilim yaratmadaki başarısı ve detaylı makyaj işçiliği de, filmin tuzu biberidir adeta! (Fatih Yürür)
Bad Taste (1987)
Biz her ne kadar da Bad Taste’i “seyri zor” listesine almış olsak da, Peter Jackson’ın kurbanlarının beynini kaşıklamaktan keyif alan Derek tiplemesi, sizlere bunun tam tersini söyleyecektir. Diğer taraftan çilekli dondurma meraklılarının aşermesini sağlayacak kadar da iştah açıcı bir özelliğe sahiptir bu güzide korku-komedi kırması!
Peter Jackson’un hafta sonu toplaşkalarında, arkadaş çevresi ile birlikte dört senede kotardığı ve yapımcılığını doğrudan ailesinin üstlendiği Bad Taste, listede yer aran diğer filmler gibi sizleri gerim gerim germekten uzak olsa da; abur cubur tıkınırken izlemenin pek de olumlu sonuçlar doğurmayacağı bir örnek. Niteliksiz bilgi maiyetinde, Jackson’un bir nevi mide bulantısı atölyesi kurarak “kusmuk yapımı” konusunda annesinden yardım aldığını da belirtmek lazım tabi. Evil Dead’in final sahnesindeki sarı mercimek üzerine fışkıran yarım yağlı inek sütünü görünce midesi ekşiyenler, Bad Taste’den sonra uzunca bir süre meyveli yoğurt yemeye de ara vermiş olabilirler.
Zaman içerisinde, kaşık kaşık mideye indirdiği insan beyni çorbasına rağmen, Jackson’ın “eğlenceli kabilde gore” açlığı devam edecek ve bu açlığını Braindead ile giderirken, bizlere de yediğimiz Frigoları kusturmaktan çekinmeyecektir. Kendisinin erken döneminde, karakterlerine koyduğu kurallar ise oldukça kesindir : düşmanından kaçıp taşa takılacak kadar avanak olanlar, kafalarının patlamasını ve belli başlı uzuvlarının kopmasını çoktan hak etmiş fanilerdir!
Bu zamana kadar can yakıcı bir kusmuk resitaline maruz kalmasak da, filmi izlerken odanın yakın bir köşesinde orta ebatta bir leğen bulundurmak gerekebilir… Ne olur ne olmaz… (Fatih Yürür)
cannibal holocaust o kadar da seyretmesi zor degil. evil dead ise listede bulunmamali.
Evil Dead seyredilmesi o kadar da zor bir film değil bence. Fulci’nin zombi filmlerini bir türlü sevemedim, giallo-slasher kırması filmlerini daha başarılı buluyorum. Invitation Only konusuyla ilgimi çekti, biraz My Little Eye filmini andırıyor, bir yerden bulup izlemeliyim. Buradaki filmlerden Cannibal Holocaust gerçekten de hazmı zor bir film. Hayvanların film ekibi tarafından öldürüldüğünü duyunca bayağı bir beddua etmişimdir yönetmene ve film ekibine.
Güzel bir site hazırlamışsınız, tebrikler.
Hepsi iyi seçimler. Klasik ve kült filmler olarak bu tarz listelere adları her zaman yakışır. Benim aklıma da Fransız yeni dalgasından “İçerde” filmi geliyor. İzlemesi gerçekten zor ve filmi çok sevdiğimden çevremdekilere tavsiye ederken hep ikilemde kalırım iyi mi bir şey yapıyorum yoksa kötü mü diye :)
hepsi çok iyi seçilmiş ancak arkadaşlar kendi aralarında seçilen filmlere seyretmesi o kadar da zor değil yorumu getiriyorlar. yahu size göre zor olmayabilir kişi burada seçim yapmış bize açıklamış. bu izlenilmesi zor gerçekliğini değiştirir mi değiştirmez. size göre kolay olabilir. evil dead ise listede yer alması iyi olmuş.
Joe d,amatodan buıo omega adlı filmde gayet izleneilmesi zor filmdir.
A Serbian Film kafadan girmeli bu listeye.