Sinemada 3D Teknolojisi: Kurtarıcı mı, Kabus mu?

10 Temmuz 2010

Avatar’la birlikte yükselen 3 Boyutlu (3D) sinema teknolojisi öyle bela, öyle istila edici bir şey ki, sağımız solumuz bu tekniğe göre çekilmiş ya da “Clash of the Titans” gibi sonradan 3D’ye devşirilmiş filmlerle doldu. Yeni sezon gerçek bir “gözlüklü seyirciler” resmi geçidine dönüşecek çünkü hergün 3D olarak çekilmiş onlarca filmin haberi geliyor.  Aklımıza takılan soru şu; ev sinemasının oldukça yüksek bir seyir zevki vaadettiği şu günlerde, 3D teknolojisi, toplu gösterim yapan sinema salonları için bir kurtarıcı mı, yoksa 7. sanat sinemayı hepten lunapark eğlencesine çeviren teknolojik bir güve mi!?

Sinema üzerine düşünen ve yazan değerli kalemlere sorduk, onlar da kırmayıp cevapladılar. İşte 3D/3B ne getirir, ne götürür fikir yürütmeleri…

blank

Giovanni Scognamillo – Sinema Tarihçisi, Yazar

Aşırı teknolojiye bağlı sinema zamanla ve giderek teknik aşamalara bağlanarak sanat olma özelliğini kaybedebilir hatta kaybetmektedir. 3D oldukça eski bir teknik, şahsen ilk 3D belgeselimi 6-7 yaşımda iken izledim (1935-1936) eski Elhamra sinemasında. Bir ara çokça denendi ama kısa süreli oldu, şimdi ise toptan saldırıya geçmiştir. Devamını ben de merak ediyorum ama biraz ürkerek…

Osman Cavcı – Oyuncu, Yönetmen, Yazar

Sesli sinemaya geçişte de itirazlar oldu. Chaplin bunlardan biriydi, ama sonra kendi de yaptı. Sinema teknolojik bir şey… Tabi ki hoşlanmadım bu durumdan… ama teknik…. tiyatro gibi kalır sinema… Hatta fanatik bir seyircisi yaşar..(mı) gibime geliyor… Evreler var her zaman… Siyah beyazdan renkliye geçildi, efektler katıldı, bir şey olmadı. Yeterki ruh ölmesin, sanatçı ölmesin. Yoksa mühendislik bir şey olur sinema… Eee napalım… hala Vahi Öz, Öztürk Serengil filmlerine bakar ağlarız… Bu da iyi.

Sadi Çilingir – Sadibey.com Editörü

Bence birkaç sene içinde 3D hızını kesecek. Klasik renkli filmler değerini hiç kaybetmeyecek. Benim şahsen gözlerimi yoruyor ve normal filme göre görüntü karanlık oluyor.

Yasin Karakaya – Korkusitesi.com Editörü

Bol gürültülü, aşırı bütçeli, oyunculuk gerektirmeyen, günü kurtaran, animasyonik, hamburger gibi tüketilen filmlerde, evet kullanılsın. Fakat sinemanın bir sanat olduğunu hatırlatan filmlerden kesinlikle uzak olsun istiyorum. Korku sineması açısından ele alırsak yine uzak olsun diyorum. blank3D filmlerde oyunculuktan çok görsellik ön plana çıktığından, kafamızın üzerinden geçen bir baltadan ya da dolaptan ani olarak üzerimize fırlayan bir kediden veya gözümüzün içine doğru gelen delici bir aletten korkmamız bekleniyor. Halbuki iyi bir korku filmi hööö’lü bööö’lü efektlerin aksine ancak inandırıcı oyunculuklarla iyi bir korku filmi olabilir. Ben 3D’nin bunu öldüreceğini düşünüyorum. Kaldı ki 3D’yi bir dramada, bir biyografide, bir aşk filminde hiç düşünemiyorum. Buradan çıkacak olan sonuç= 3D teknolojisi sinema SANAT’ını öldürecek olan bir kabustur!..

Yasin’in notuna Giovanni üstadın eklemesi: Tümden katılıyorum ama sinemadan salt eğlence bekleyen izleyici kalabalıkları ne yazık ki bir süre daha bu 3D tuzağına düşecekler. Sanat…? Hollywood sinemanın bir sanat olduğunu eskiden çok iyi biliyordu ama çoktan unuttu artık hedef satan üründür.

Yasin’in, üstada cevabı: Değerli görüşünüz için teşekkür ederim. Ben 3D furyasının bir süre daha devam edip raftan kaldırılacağını düşünüyorum. Tıpkı geçmişte olduğu gibi belli dönemlerde popüler olan bir olay bana göre. Fakat bu seferkinin süresi biraz uzayabilir. Sinema izleyicisi daima eski alışkanlıklarını arar. Sizler nasıl ki 50’ler, 60’lar sinemasını, bizler nasıl ki 80’ler sinemasını özlemle anıyorsak yeni nesil izleyicide bir süre sonra mutlaka eskiye dönüş yapacaktır diye düşünüyorum. Hollywood ise maalesef dediğiniz gibi bir tüccara dönüştü. Hem de gözü doymak bilmeyen aç bir tüccara. Dilerim eskiye dönüş olur ama umudum yok tabii…

Kaan Zanbakçı – Hayali İcraat Editörü, Öteki Sinema Yazarı

Sinemanın hem ticari, hem de sanatsal yönü olduğu yadsınamaz bir gerçek. Her sanatın ticari yönü var belki ama sinemada bu biraz daha baskın. Bu ikisi arasında bir çatışma olması gerekmiyor ama büyük stüdyoların belli bir üretim kotasını ve kâr marjını doldurma zorunluluğu, yüksek mercilerdeki bazı insanların bu durumu zorunlu olarak görmesine sebep olabilir. Asıl olan ve eğlence sinemasında keyif veren şeyse ikisinin arasında denge tutturulmasıdır.

70’li ve 80’li yıllarda bu denge sayesinde pek çok kült film çekildi. Ancak kişisel gözlemlerine göre, özellikle Bush yönetiminin iktidara gelişinden sonra ortalık faşizan aksiyon çöpleriyle doldu ve denge ticaret lehine bozuldu. Bu noktada şunu sormak gerekiyor: 3B olarak çekilen film Avatar değil de, söz gelimi Transformers II olsaydı, bugün yine bu konuyu tartışıyor olur muyduk, yoksa “teknolojiye yüklenip filmi unutmuşlar” diye alaycı bir edayla gülüp geçer miydik? Avatar’ı bu kadar öne çıkaran farklı bir politik mesaj, daha solcu alt metinler, klişelerle dolu olsa da sebep sonuç ilişkileri mantıklı bir hikâye ve nispeten inandırıcı karakterler içermesi miydi, yoksa karakterlerin koşarken sıçrattıkları saçların yüzümüze doğru geliyormuş gibi görünmesi mi? Ben bu noktada tercih hakkımı Avatar lehine kullanmak istiyorum. 2009’un en kötü bilim-kurgusu olsa bile Avatar’da 3B teknolojisi, eleştirilecek pek çok yanı olmasına rağmen bir hikâyeyle desteklenmişti ve sığ gişe filmlerinin birbiri ardına geldiği dönemde, yani yoklukta patlama yaptı.

Kısacası, sinema sanatında asıl olan yine hikâyedir. Bu sunum teknolojisi hikâyeyi boşlamak için bir bahane olarak kullanılmazsa herkes için sinema deneyimini arttıran bir etken olacaktır. Aksi takdirde, yeniliğin büyüsüne kapılan kalabalıklar kaç hayal kırıklığından sonra ilgilerini kaybederler bilinmez ama, istenildiği kadar 3B televizyon ve oynatıcı üretilsin bu teknoloji tıpkı 50’li yıllarda olduğu gibi bir kez daha tarihe gömülmeye mahkûm olacaktır. Sinema sanatı bir “badireyi” daha atlatacaktır.

Ezgi Aksoy – Yeni Harman Dergisi ve Öteki Sinema Yazarı

Babam anlatırdı; televizyonun Türkiye’ye geldiği ilk yıllarda önce büyük bir önyargıyla karşılanmış. Yaşlılar, bu gizemli kutuyu şeytan icadı olarak görüp satın alan çocuklarını evlatlıktan dahi reddetmişler. Ama yine de mahallenin tek televizyonuna sahip evden çıkmazlarmış. Aynı şey radyo için de geçerli. Ayrıca tarihi makaleler gösteriyor ki, benzer bir yaklaşım sinema için de geçerli. Bir zamanlar önü görülemeyen, neye hizmet edeceği tam olarak kestirilemeyen, varolduğu ilk yıllardan beri sanat mı değil mi diye tartışıladuran sinema, şimdi dünyanın en büyük sektörlerinden biri. “Yeni”yi daima kuşkuyla karşılayan yığınlarsa televizyonun başından kalkmıyorlar. Kalkarlarsa da akın akın sinemaya gidiyorlar.

Liberal ekonomi düsturunda her yeniliği büyük bir mutlulukla sahiplenmek ve bağra basmak vardır. Geri dönülemez. Liberal ekonomiye sorarsanız ilerleme teknolojiden geçer ve eskiyi özleyenler yobaz, ya da daha yumuşak ifadeyle muhafazakardırlar. Yaşlıdırlar, çağın gerisinde kalıyorlardır. Hadi bilemediniz en iyi ifadeyle nostalji tutkunu birer romantikten başka bir şey değildirler. Ama aslında bu bir yanılsama.

Unabomber, “Sanayi Toplumu ve Geleceği” adlı manifestosunda; “Teknolojinin böylesine güçlü bir sosyal güç olmasının diğer bir nedeni ise, teknolojik ilerlemenin, bir toplumda daima aynı yönde ilerlemesidir; bu ilerleme tersine çevrilemez. Teknik bir yenilik bir kere ortaya çıktı mı, insanlar genelde ona bağımlı hale gelirler. Yani, daha gelişmiş bir yenilik onun yerini alıncaya kadar, bir daha asla onsuz olamazlar. Yeni bir teknolojik araca yalnızca bireyler bağlanmaz, dahası sistem de tümüyle bağlanır. Bilgisayarların ortadan kaldırılması durumunda sistemin ne hale geleceğini düşünün.”diyor.

3D’yi de bu bağlamda ele almak lazım. Bana kalırsa 3D; tüm bu sektörün içinin boşalması, senaryoların basitleşmesi, filmlerin eser olmaktan çıkıp ürüne dönüşmesi, efektlerin artması, içeriğin boşalması tartışmalarından ayrı olarak; Cronenberg’in Videodrome’da sunduğu ‘yeni beden’in evrim sürecindeki bir başka fazdır. Yeni bedenin DNA’sının sarmal marmal sayısının artmasıdır. 3D, değişim ya da yenilik de değildir; sinemanın sonu ya da kurtarıcısı, dijital çağın başlangıcı falan da değildir; evrimdir. Yeni bedenin evrimidir.

Sinemada 3 boyutlu bol efektli kaslı maslı, kovalamacalı aksiyon görmekten şikayet eden entel künteller de 3 boyutluya karşı değiller. Kaczynski’nin manifestosunda bahsettiği gibi bu teknolojik yeniliği tamamen reddedemezler. Birisi akıl edip Tarkovski filmlerini 3 boyutlu olarak yeniden çekse, sinemaları binlerce sanat sevicisinin dolduracağına bahse girerim. Ne yani şimdi, 3 boyutlu sinema, Superman’i allayıp pullayıp yeniden çekip sununca kötü de, Hitckcook’un Birds’ünü çekip sununca post – modern sanat mı oluverir? The Final Destination gibi filmler üründür de, çekilse Solaris’in 3D’si değil midir?

Baudrillard içinde yaşadığımız sanal dünyayı, simülasyon evrenini anlatıp duruyor yıllardır. 3 boyutlu sinemadan daha iyi sanallık mı olur? Bu yeni evrim, internetten bile daha etkili olacaktır, buna inanıyorum. Evrim içerisinde doğal seleksiyon uyumsuzları ve güçsüzleri temizler. 4. boyut zamandır. Yıllar, 3 boyutluya ‘upload’ olamayanları da temizleyecek, “yobaz” olarak etiketleyecek ve bir rafa kaldıracaktır; göreceksiniz. Baudrillard kadar kuşkucu olmasak bile, Avatar’daki gezegenin gerçek olup olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? 3D, tüm insanların yeni bedenden ‘Matrix’e kopyalanmasıdır. 3D, beyaz tavşandır. İzleyin!

blank

Can Yalçınkaya – Öteki Sinema Yazarı

3 boyutlu filmler sinema tarihinin çeşitli dönemlerinde yükseliş yaşayageldiler. 1950’lerde, 1980’lerde ve Avatar’in popülerliğiyle 2010’larda – yani 30 yıllık aralıklarla sinemaseverlerin gündemini meşgul ettiler, etmeye devam ediyorlar. Kimi 3D filmlerin sinemanın geleceği olduğuna inanıyor, kimisi ise Avatar gibi biçimsel olarak bir 3D sinema şaheseri olan fakat içerik olarak fazla bir derinliği olmayan filmlerin sinema endüstrisini bayağılaştıracağını öne sürüyor.

blankKanımca, her iki bakış açısı da – kurtarıcı/kabus – aşırılıktan mustarip, abartılı yorumlar içeriyor. Öncelikle, 3D filmlerin sinema endüstrisinden çok sinema salonlarını kurtarma potansiyelinden bahsetmek lazım. Zira, 3D filmler, ev ortamında tekrarlanamayacak bir deneyim vaadindeler. Film izleyicisinin, bu filmlerden maksimum keyif almak için evinden çıkıp sinemaya gitmesi gerekiyor. Fakat görünüyor ki, bu da kısa vadeli bir çözüm olacak. Avatar’ın gösterime girmesinden kısa bir süre sonra, sağda solda üç boyutlu televizyon reklamları görmeye başladık – durmaksızın gelişen ev sineması teknolojileri çok geçmeden 3D filmleri de evde rahatlıkla tüketilebilir hale getirecektir. Bu nedenle, bu 3D furyası da kurtarıcılık payesinden sıyrılacaktır, diye düşünüyorum.

3D filmlerin kabus olması konusuna gelince – bunun ancak iyi, sinemaseverleri tatmin edecek filmler tümden tedavülden kalkıp yerine içi boş 3D filmler gelmesi durumunda gerçek olacağı kanaatindeyim. Hollywood sinemasında her zaman belirli furyalar olacaktır, ama bu hiçbir zaman iyi filmlerin yapılmasını engellememiştir. 3D film de nihayetinde bir araçtır, daha iyi, içi dolu, orijinal fikirler uğruna kullanılırsa iyi sonuçlar doğurabilir.

Öte yandan, 3D’nin başka bir açıdan kabus olabileceğini öne sürebiliriz. Yapılan araştırmalara göre, uzun süreli, ve düzenli olarak üç boyutlu görüntülere maruz kalmak gözümüzün derinlik algısıyla oynayabilir ve bir süre kalıcı bir görme hasarına yol açabilir. Bu özellikle, 3 boyutlu televizyon ve ev sinema teknolojilere hayatımıza girmeye başlarsa büyük bir sorun haline gelebilir.

Kısacası, her şeyi olduğu gibi, 3D’yi de tadında sevmekte fayda var!

Melahat Yılmaz – Öteki Sinema Yazarı

Sinema hayatın taklidinden ibarettir. Yansımadır bize. Yaşadığımız ya da isteyip de cesaret edemediğimiz hikâyelerimizi bize sunar. Bunun içinse oyunculuk gerektirir. Bu oyunculuğu bize yansıtacak bir kaptan yani yönetmen gerektirir. Lakin Köroğlu’nun da dediği gibi delikli demir çıktı mertlik bozuldu. Her şeyin içine makineleri, teknoloji dediğimiz canavarı gereğinden fazla müdahil ettiğimiz şu dönemden sinemada etkilendi. Bence 3D ya da adı her ne ise masumiyet ve gerçek emeği sonuna kadar sömürüyor. Gerçek oyunculuğu öldürüyor. Yine biz gözün gördüğüne iman etmiş oluyoruz. Duygulara yazık oluyor. Hissetmeye çalışmayı bıraktık çoktan. Sadece ne kadar gördüğümüz önem taşır oldu. Bu teknoloji de bizim tembelliğimizin bir sonucu…

Can Evrenol – Yönetmen, Öteki Sinema Yazarı

Kurtarıcı olmadığı kesin. Ama kabus mu değil mi bilmiyorum. Renkli sinema ve siyah beyaz sinema gibi bir yol ayrımına sebep olacağını hala düşünmüyorum bu 3D oyuncağının.

Şahsen geçen sene patlamış olan bu 3D furyasının 80’lerde patlayan 3D furyasından ne farkı olduğunu çözebilmiş değilim. Yani neden 80’lerde bu furyanın rüzgarı dinmiş de, şimdi birden tekrar patlıyor? Aradaki teknoloji farkının o kadar da büyük olduğuna katılmıyorum. Yine sinema perdesinin tam ortasına değil de, gözünüzü biraz köşelere kaçırırsanız işin büyüsü gidiyor.

Esas bu sebeple ben sinemada 3D olayına çok taraftar değilim. Sinema izlerken çerçevenin içindeki bütün detaylarla ilgilenmeyi, perdedeki resmi bir resim/fotoğraf gibi incelemeyi seven biri olarak 90 dakika boyunca 3D gözlüğüyle filmden soğuyorum.

Bence 3D teknolojisi, kısa doğa belgeselleri, ve Universal Studios’daki eğlenceli oyuncaklar için muhteşem bir şey. Ama günün sonunda benim için hala bir oyuncak ve sinema içerisinde kendine bir yer bulabilmiş değil.

blank

Banu Bozdemir Cinedergi Yazıişleri Müdürü, Yazar

3D’nin sinemada bir boyut olduğunu düşünüyorum… Sinemada kimi zaman teknik kimi zaman içerik bir ön planda… Dünyada o kadar fazla şey teknoloji ağırlıklı ilerliyor ki sinemanın bunun dışında kalması düşünülemezdi… Sinemanın eğlence yanına hitap ediyor, bazı filmlerin yeniden çevrim ve tekrar duygusuna farklı bir hareket katıyor… Eskiden ‘şaşı bak şaşır’lar ardı. Gözlerimi şaşı yaparak o resimlere bakmayı çok severdim… Şimdi takıyorum gözlükleri yanımda olup bitenlere tanıklık ediyorum. Kurtarıcı ya da kabus gibi iki uç kutuptan bakmak istemiyorum, sadece bir boyut meselesi olduğunu düşünüyorum… Tekonolojik konulara karşı zaman zaman ketum olsam da sanırım ben 3D’yi seviyorum… :)

Hakan Tunga Kalkan – Kahramanlarsinemada.com editörü

3D teknolojisi animasyonlarda şimdiden standart oldu diyebiliriz. Animasyon dışındaki 3D kullanımının sinemaya katkısı olmayacağına inanıyorum. Ancak 3D televizyonların da satışa çıktığı günümüzde neredeyse gişe hasılatı kadar para kazandıran DVD ve Blu-Ray satışları sebebiyle 3D teknolojisi yapımcıların ağızlarını sulandıracak ve 3D filmler bundan sonra hep karşımıza çıkacaktır. Sinemadan para kazanmayı ön plana almayan (veya kendilerine güvenen) oyuncu ve yönetmenler gerçek sinemayı devam ettireceklerdir.

Birkaç sene sonra “3D filmler başarısızdır” genel yargısı izleyicilerde oluşsa bile iş işten geçmiş olacak çünkü film stüdyoları ve sinemalar 3D için gerekli altyapıyı oluşturacakları için 3D filmleri destekleyeceklerdir. 3D filmlerin bilet fiyatlarının 2D filmlere göre tüm ülkelerde daha yüksek olmasının yapımcıları mutlu eden bir diğer faktör olarak görüyorum. Fiyatlar eşitlenene kadar haksız kazanç devam edecektir. Hollywood’un seri filmler ile başlayıp remakeler ile devam eden arayışı 3D filmler ile sinemaya son darbesini vurmuş oldu.

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

3 Comments Leave a Reply

  1. teknolojiyi üreten, o teknolojiyi kullanan babasının hayrına üretmez, kullanıma sokmaz. 3D filmler de, sektörde kâr ettiği sürece varolur, çekilir gösterime sokulur vb. kazandırmadığı sürece bu da bir demdir, gelir geçer…
    lakin, ama, sanırım ve hatta, uzun vadede teknoloji de yerinde saymayacağı için; teknolojonin kendisi de bir tüketim nesnesi olduğu için; biz insanlar da “homo consumens” denen tüketenler familyasından olduğumuz için; illa ki çekilir 3D filmler be öteki sinema… ha?

  2. Sonuçta bu olay zamanında Amerika’nın sanatı ele geçirmek için soyut resim denen saman çöpünü yaratmasına benzer. kesinlikle biri Kandinsky gibi bu 3D olayına anlam katıcaktır. yani şu an 3D tamamen duygusal bir şey için yapılıyor. :D

  3. yorumları okuyunca gercekten cok sasırdım icinde yasadımız dunyada teknolojinin nerde nereye geldlglnl ve nereye gidecegini her halde bu arkadslar anlıyamamıs bu bir gecis donemi asıl amac goruntunun her hangi bir yere yansıtmadan (tv vaya sinema perdesi)boslukta olusturulması 10 seneye kadar artık evlerde tv denen alet olmuyacak ve goruntuler bugunkunde cok daha gercekci yakalanacak arkadslar geriye gidecegimizi soyluyorlar her halde dalga geciyorlar ne geriye gitmiskiinsan oglu hep daha iyini pesınde bundan 10 15 sene sonra goruntuler odamızın icinde olacak ve bizde onun bir parcası olucagız sanalmıdır evet iyimidir bilinmez amam olacakta budur kacınılmaz

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Bir Teknik Direktör Olarak Paul Verhoeven II

Paul Verhoeven filmlerindeki şiddeti öznel kılan imgesel mutasyondan bahsetmiştik. Elbette
blank

Yün Eğiren Kadınlar

İlk filmimiz diye anılan "Ayastefanos’taki Rus Anıtının Yıkılışı" diye bir