Sinema artık hayatımıza yeni girmiş bir sanat/eğlence değil, doğduğumuzdan bu yana filmlere gidiyoruz ama hala izlemediğimiz/izleyemeyeceğimiz binlerce film var, bunlardan bazıları da çok iyi ve sosyal medya sevdiğimiz filmleri paylaşmak için iyi bir araç, ayrıca sinemadan bahsetmeyi çok seviyoruz. Sosyal medyada sinema, diğer sanat dallarının pabucunu çoktan dama attı!
Tabi böyle olunca da sosyal medyada sinemadan anlıyor gibi görünmek için tuhaf bir şekilde çırpınan bazı profiller türedi. Aslında sinema popüler bir sanat/eğlence ve filmler herkes içindir ama bu arkadaşlar, diğerlerinden öne çıkmak ve ayrışmak için çırpınıyor gibi görünüyorlar oysa ki “sinefil olmak” sizi ayrıcalıklı biri yapmaz. Sanat takipçiliğinin gösterişçi tarafında takılmak sizi en fazla Jackie Chan filmlerindeki sahte kung-fu üstatlarından biri yapar ama eğer ille de öyle görünmek istiyorsanız, işte size az film izleyerek çok anlıyor gibi görünmenin yolları!
Özellikle dikkat! Bu yazı eğlence amaçlıdır ve kimseyi yerme/incitme kaygısı gütmez, okuduklarınızı sakın üstünüze alınmayın. İşte gerçekten çok film izlemiş ve 9 yıldır bu siteyi yaşatan Öteki Sinema yazarlarının tespitleri…
1- Tarkovski, Bergman ya da Pasolini filmlerinden planları Facebook kapak fotoğrafı yapmak…
Profili oldukça havalı göstermesinin yanında sizi bir sinefil olarak işaretler… Kademeli bir durumdur. Transformers, Ninja Kaplumbağalar gibi filmlerin planlarını kapak fotoğrafları yapmak sizi direk kafir yapar ama çizgi roman uyarlamalarının daha prestijli olanlarında sorun yoktur. Bir üst kademede Easy Riders gibi 70’ler Amerikan filmleri vardır, yol filmlerinden planlar paylaşmak hep havalıdır zaten ama Yedinci Mühür’ün satranç sahnesini Facebook kapak fotonuz yaptığınızda artık kimse size “sinemadan anlamıyor” diyemez! Böyle yapanların kaçı bu filmleri izlemiştir bilinmez ama arada gerçekten bu sinemacıların samimi sevdalılarına da rastlanır tabi…
Bir yan etki de, bu sinemacılar ya da filmleri hakkında sosyal medyada paylaşılan makaleleri sorgusuz sualsiz ve hatta okumadan like’lamaktır. Bu paylaşımların altında kayda değer bir sinema muhabbetinin dönmemesi ayrıca ilginçtir. 145 like-1 yorum! (Murat Tolga Şen)
2- Festival koşturmacasını tweetlemek…
Özellikle İstanbul Film Festivali zamanı, nasıl da azılı bir sinefil olduğunuz göstermek zorundasınız. Festivalde insan gibi her gün bir iki film izleseniz olmaz, ille de karaborsadan bilet bulacaksınız, her gün 5 filmi bünyeye indireceksiniz, İstiklal’in ara sokaklarında filme yetişmek için koştururken “şu film izlendi, şimdi de şu film için Atlas 2. salona koşturmaca” gibisinden tweetler atacaksınız!
Festival bittikten sonra ki 10 gün içinde ise sevdiğiniz, beğendiğiniz 2-3 filme güzelleme yapmaktan başka işiniz olmayacak. (Murat Tolga Şen)
3- Dönemin indie kafasındaki popüler filmlerinin sosyal medya sayfalarını beğenmek…
Myspace’in ilk günlerinde, favori filmler arasında Fight Club, Amelie ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ın yer alması sinefil imajının asgari gerekliliği olarak kabul görmüştü. Facebook’a geçiş döneminde bu filmleri aynen ‘like’ etmeye devam ettik. Yakın geçmişte, Frances Ha, Her, Only God Forgives gibi filmleri beğenmek benzer bir imaj yakalamaya yardım etti. Hangi Indie filmleri beğenmeniz gerektiğini kestiremiyorsanız Indiewıre vb siteleri takip etmenizde yarar var. (Can Yalçınkaya)
4- Hollywood’a yüz dönmek, orada üretilen ne varsa “sömürü sineması” adına yapılıyor sanmak…
Amerikan sineması sadece Hollywood’un çizgi roman uyarlamalarından ya da romantik komedilerinden ibaret değil. Little Miss Sunshine’dan bu yana bir sürü bağımsız iyi film çekildi ama ısrarla bu filmler görmezden gelinir çünkü gerçek bir keşif yapmayı gerektirir. Hollywood’a böylesine yüz dönen bazı arkadaşların diğer ülke sinemalarından en fazla 5 isim sayabilmeleri de enteresandır! (Murat Tolga Şen)
5- Twitter’da Türk filmleri hakkında eşsiz yorumlar yaparken sonuna mutlaka yönetmen ve oyuncuları mentionlayıp sanki arkadaşmışsınız gibi hava yapmak…
Es kaza cevap gelirse RT’leyip ortamlarda ne kadar önemli olduğunuzu takipçilere göstermek. (Masis Üşenmez)
6- Bazı yönetmenlerin adını her sinema sohbetinde zikretmeye çalışmak…
işte bir Tarkovsky’dir, bir David Lynch’tir, efendim Pasolini ya da Fellini’dir. (Ezgi Aksoy)
7- Yönetmenlerin ve oyuncuların doğum tarihlerini, sünnet olma tarihlerini vs. paylaşmak…
‘Sevgili Bunuel, canımın içi Bunuel, iyi ki doğdun bebişim…’ Abartılı oldu ama cidden benzer kutlamalar okudum. (Serdar Kökçeoğlu)
8- Klişe bazı kalıp kelime ya da cümleler kullanmak…
Özellikle şu: “Yönetmen şu sahnede bilmem kime selam çakmayı ihmal etmemiş” ha bir de “janr” kelimesi olmazsa olmaz. (Murat Özkan)
9- Bazı isimler hariç Yeşilçam’ı çöpe atmak!
Yeşilçam kötüdür, Yeşilçam kakadır, sakın ola Yeşilçam filmlerini sevdiğinizi belli etmeyin sinefilliğiniz yara alır. Türk sineması denince, birkaç isim hariç, sinemacılar ağzıyla kuş tutsa nafiledir. Tarihi ve maskeli kahraman filmleri ile dalga geçmek bir yüksek sinema bilgisi göstergesi olarak hala geçerlidir. Örneğin “Kartal Tibet, Sultan filminde oldukça iyi bir reji yapmış” ya da “Osman F. Seden’in, Her Gönülde Bir Aslan Yatar filmi dönemin Türkiye’sine ışık tutan güçlü bir filmdir” gibisinden cümleler kurmayın. Tarkovsky dururken Osman F. Seden de kimmiş! (Utku Uluer – Murat Tolga Şen)
10- Eleştirmenlerin genel olarak beğendiği bir filmi beğenmemek ve bunu dillendirmek…
“Bu yönetmen artık eskisi gibi değil”ler falan… Bunun tam tersi olarak da çok kişinin beğenmediği bir filmi çok beğenerek “siz anlamamışsınız” yoluna sapmak.. (Ezgi Aksoy)
Bonus: Dünya yansa, kıyamet kopsa dahi sosyal medyada sadece “sinema” konuşmak…
Sanki ülkede başka bir şey yaşanmıyor; siyasi, toplumsal vb gelişmeler olmuyormuş gibi sosyal medyada sinema ahkamı yapmak… Gündem sakinken tweet yağmuruna tutup, ülkede bir şey olduğunda da aman biri yanlış anlar, orada burada yazamam korkusuyla sus pus olmak. Sinema şahane ama her şey değil; hayatta konuşulması gereken başka şeyler de var, ıskalamayalım! (Başak Bıçak)
Movie Quotes, IMDB gibi sitelerden filmdeki diyalogları aynen alıp, yazı içinde sanki metnin tamamını hatırlıyormuş gibi gözükmeye çalışmak…
Filmle ilgili değerlendirme yaparken, üçüncü kişiden kaynak gösterilerek alıntı yapıldığında, yazı dili Türkçe olmasına rağmen alıntılanan metni yabancı dilde paylaşmak, böylece “kaynağa birinci elden hakimim” havası yaratmak… (Emel Bilge Çınar)
bu yazı, incicilerin ekşicilere b*k atma hevesiyle yazdıkları şeylere benzemiş biraz. biz size b*k attık ama kılıfına uydurmamız lazım diye düşünüp yazıya şu paragrafı iliştirmeniz de çok manidar: “özellikle dikkat! Bu yazı eğlence amaçlıdır ve kimseyi yerme/incitme kaygısı gütmez, okuduklarınızı sakın üstünüze alınmayın. işte gerçekten çok film izlemiş ve 9 yıldır bu siteyi yaşatan öteki sinema yazarlarının tespitleri…”
neyse.
özellikle takıldığım konu, twitter’ı gerçekten ciddiye alanların olması. dünyada ne yaşanırsa yaşansın, buna twitter’dan bir şeyler yazmak zorunlu değildir. hatta çoğu zaman gereksizdir de.. twitter’ın belli konularda bazı şeyler için etkin rol oynadığı görülmüştür ve görülecektir ama hiç kimse bir şey yazıp yazmadığı için sorumlu tutulamaz ya da suçlanamaz. twitter’ın kuruluş amacı bu olmadığı gibi, özellikle türkiye’de görülebileceği gibi “olm bak bu konuda bir şey yazmazsan tarafsındır” vb. manasız çıkarımlar için de uygun bir platform değildir. 140 karakterden bahsediyoruz a dostlar. daha dün yüzeysel bulunan twitter, şimdilerde bir şeyler için referans noktası olmuş, garip..
benim de twitter’da takip ettiğim kerem akça, tr’de kıyametler koparken halen sinema üzerine yazmaya devam ediyordu. hatta bazı anlarda o kadar çok laf yedi ki, bir süre sonra aynen yazdığınız paragrafta olduğu gibi sus pus oldu. sonraki günlerde belki de içinden gelmeyerek bir şeyler yazdığını görmüştük… twitter’ı bir baskı aracına dönüştürmektir bu, ne yazık ki.. klişe ama o 140 karakter ile türkiye’yi kurtardığını zannedenler yüzünden bu hale getirilmiştir. keşke gerçekten işe yarar alanlarda, işe yarar çalışmalar yapabilse insanlar. (kerem bey’i örnek gösterdiğim için kendisini savunma amacı ile bunları yazdığım düşünülmesin. kalemini sevdiğim bir eleştirmen değildir kendisi ama saygı duyarım)
özellikle dikkat! yazdığım yazı hiçbir kimseyi hedef almamıştır ve yerme/incitme amacı taşımamaktadır. gerçekten çok film izlemiş biri olduğumu hatırlatır, saygılarımı sunarım.
Ben sinemadan anladığını göstermeye çalışanlardan daha büyük tehlikeler olduğunu düşünüyorum. Başka bir deyişle eğer ortada böyle bir kitle varsa çok masum kalıyor, kimseye rahatsızlık ta vermiyorlar, öyle değil mi? Kabaca bahis açmak gerekirse, bazı yönetmenleri dokunulmaz ilan edip, onların çektiği her filmi başyapıt kabul ederek bu yönetmenleri veya filmlerini beğenmeyenlere sinemadan anlamıyor muamelesi yapanlar… Hiçbir haltı beğenmeyip, beğeni eşiğini çok yüksekte tutarak izledikleri her filmden şapkadan tavşan çıkarmasını bekleyenler, kısaca o da olmamış bu da olmamışçılar… Hollywood sinemasını, popüler kültürü, eğlence filmlerini toptan aşağılayanlar ki yazıda bu konuya biraz değinilmiş. Sanatsal kaygı ile çekilmiş filmlere en azından değer vermek, saygı göstermek için bile en ufak bir çaba sarfetmeyenler… Favorim ise bütün filmleri kendi ideolojik çerçevesinden değerlendirip, bir filme değer biçerken kendi siyasi, toplumsal vs. görüşleriyle ne kadar uyuşup uyuşmadığına bakan, yani hem bütün filmleri ideolojik gözle izlerken hem de bütün filmlerin ideoloji taşıdığı iddiasında bulunan sinefiller, kalemler… Ama en beteri başkalarının tercih ve zevklerine tahammülü olmayanlar! Sonra kimse bana insanları kategorize ediyorsun demesin, hayatın gerçekleri bunlar.
Harikasınız.