Sadece birkaç saat içinde, Silverton şehri o güne dek gördükleri en öfkeli hortumların benzersiz saldırısıyla harabeye döner. Tüm şehir ani değişimler gösteren, ölümcül siklonların insafına kalmıştır; üstelik fırtına takipçileri daha en kötüsünün gelmediğini öngörmektedirler. Çoğu insan sığınacak bir yer ararken, bazıları hortuma doğru koşarak, bir fırtına takipçisinin hayatta bir kez ele geçecek çekim fırsatı için ne kadar ileri gidebileceğini sınarlar.

Profesyonel fırtına takipçilerinin, heyecan peşindeki amatörlerin ve cesur şehir sakinlerinin bakışıyla ve lensleriyle anlatılan “Into the Storm/Fırtınanın İçinde” sizi doğrudan fırtınanın gözüne fırlatarak Doğa Ana’nın en aşırı hâlini deneyimlemenizi sağlıyor.

“Into the Storm/Fırtınanın İçinde”nin başrollerinde Richard Armitage, Sarah Wayne Callies, Matt Walsh, Alycia Debnam-Carey, Arlen Escarpeta, Max Deacon, Nathan Kress, Jeremy Sumpter, Kyle Davis ve Jon Reep yer alıyor.

YAPIM HAKKINDA

Fırtınadan önce sessizlik yok…

Güçlendirilmiş Fujita Ölçeği’nin en yüksek derecesi olan, dev bir EF5 kasırgasının ortasında, rüzgar saatte 320 km.den hızlı esmektedir. Böylesine bir hortumun gazabı, yoluna çıkan her şeyi mahvedebilir —genellikle de eder. İklim-kurgu bir afet-gerilim filmi olan “Into the Storm/Fırtınanın İçinde”, sinemaseverleri EF5 kategorisinde, yıkıcı olduğu kadar muhteşem de olan bir kasırganın tam ortasında son derece çılgın bir serüvene sürüklüyor.

“Size doğru gelen 3 km genişliğinde bir hortumla karşı karşıya olduğunuzda ne yaparsınız?” diye soruyor yönetmen Steven Quale. “Çömelir misiniz, kaçar mısınız, yoksa ona doğru koşar mısınız? Farklı insanların nasıl tepki verdiğini göstermenin, böylesine ezici bir doğa olayıyla karşı karşıya kalınca ve kaçacak veya saklanacak bir yer yokken kimin sorumluluk alacağını görmenin gerçekten ilginç olacağını düşündüm.”
“Into the Storm/Fırtınanın İçinde” fikri Doğa Ana en dehşet verici ve yıkıcı silahlarından birini kuşandığında neler olabileceğini irdelemeye istekli olan yapımcı Todd Garner’dan geldi.

Kendisi bu konuda şunları söylüyor: “Hortumlar, en mükemmel şekillerindeyken, canavar gibidirler. Sizi kovalıyorlarmış gibi hissedebilirsiniz; oysa izlediği yol tamamen tesadüfidir. Los Angeles’ta deprem tehdidi altında büyüdüm. Hiç beklenmedik zamanlarda geldikleri için korkutucudurlar. Ama çoğu zaman başladıktan birkaç saniye sonra biterler. Hortumlar geldiklerini belli ederler, bu yüzden ne kadar hasar verebilecekleri kaygısını yaşamak durumunda kalırsınız.”

Yapımcı filmi birinci şahıs anlatımıyla sundukları, özellikle de onları kameranın arkasına koydukları takdirde izleyicilerin daha da fazla heyecan yaşayacağını hissettiğini belirtiyor: “Bu stilin seyirciyi hikayeye sokmasını, adeta deneyimin bir parçası olan, serüveni birlikte yaşayan görünmez bir karakter hâline getirmesini seviyorum.”

Quale, Garner’ın afet filminde birinci şahıs kamera stili konseptini harika bir eşleşme olarak gördü: “Bir filmin gerçek zamana ne kadar yakın olursa o kadar gerilim yaratacağını her zaman düşünmüşümdür; belirli bir aciliyet hissi oluşur” diyor ve ekliyor: “Böyle bir hikayede gerçekleşen tüm aksiyona baktığınızda zor bir süreç, dolayısıyla eğlenceli bir meydan okuma olacağını biliyordum.”

Garner fikrini senarist John Swetnam’a götürdü; o da bunu senaryoda geliştirdi. “Todd Garner bana birinci şahıs bakış açısından bir hortum filmi yapma fikriyle geldiğinde, bunu nasıl yapacağımı daha o an biliyordum. Olay bugünün teknolojisini gerçek bir zemin oluşturmak için kullanmak ve izleyicilerin bu fırtınaları yakından yaşamasını sağlamaktı. Yıllarca Tennessee’de yaşadım. Hâlâ da orada bu hortumların yıkımlarını yaşayagelen pek çok arkadaşım var. Bu yüzden, benim kendimi yakın hissettiğim bir şeydi ve hikayeye hakkını vermek istedim. Sonuç olarak, amacım gerçek duygular da içeren eğlenceli bir hikaye anlatmaktı. İnsanların sevdikleri için ne kadar ileri gidebileceklerine, ve kenetlendiklerinde, direnip her engeli nasıl aşabileceklerine dair ilham verici bir öykü bu” diyor Swetnam.

“John’ın senaryosunun hoşuma giden yanı görkemli bir afet filminden ibaret olmaması” diyen Quale, şöyle devam ediyor: “İnandırıcı, hayatın içinden tarzında, takip ettiğiniz, çeşitli ilginç karakterlere sahip. Liseli bir gencin ilk kez bir kıza çıkma teklif etme heyecanını da, gencin o huzursuz ergenlik evresindeyken babasıyla ilişkisini de hissediyoruz. Ayrıca, filmde bu nihai kasırga kadar değişken bir fırtınanın yolunu nasıl belirleyeceklerine dair farklı fikirleri olan bir grup fırtına takipçisi; ve hatta, internette olabilmek için çılgınca şeyler yaparken kendilerini kameraya kaydeden, o yöreden birkaç genç adam da var.”

Bekar bir babayı canlandıran Richard Armitage’ı projeye çeken şey olağanüstü şartlarla karşı karşıya kalan sıradan bir adamı canlandırmaktı. “Kim olursanız olun, bence, şehrinize doğru gelen yok edici bir dizi hortum sizi ne tür bir insan olduğunuzu bulmaya zorluyor. Hiç hazırlıklı olmadığı bir şekilde davranmaya mecbur kaldığı bir durumun içine fırlatılan çok sıradan bir adamı canlandıracak olmaktan heyecan duydum. Aklıma gelen benzetme şuydu: Yanan bir binanın yanından geçiyorken bir çocuğun bağırdığını duyarsanız, içeri koşup onu kurtaracak türde bir insan mısınız, yoksa başka birinin yapması için etrafa bakınan biri mi?”

Aktris Sarah Wayne Callies ise bu felaket yüklü gün boyunca ilişkilerin evrimleşmesini çok cazip bulduğunu dile getiriyor: “Sadece inanılmaz kaotik olarak tanımlanabilecek olaylar sırasında, insanlar birer yabancı olarak başlıyor ve sonra birlikte geçen birkaç saatin ardından, olağanüstü yoğun ve bunaltıcı bir duygu çeşitliliği deneyimliyorlar. Çok uzun ve çok kötü bir deneyimin ardından, ancak bu tür bir krize beraberce göğüs germiş insanların arasında olacak şekilde, birbirleri için bir şey ifade etmeye başlıyorlar. Bu, irdelemeyi çok arzu ettiğim bir şeydi.”

Yapımcılar biliyorlardı ki izleyiciler için filmde insan ilişkilerinin dışında en önemli öğe siklon canavarı olacaktı. Cep telefonu kameralarının, haftanın her günü 24 saat haber döngülerinin ve internetin olduğu bir dünyada, bilgili seyirciler böyle bir fırtınanın neye benzediğini biliyor olmalıydılar. Başını görsel efektler yapımcısı Randall Starr’ın çektiği ekip hava şartlarına en meraklıları bile koltuklarından zıplatacak bir EF5 kategorisi kasırgası yaratmakla görevliydi.

Quale bu konuda şunları söylüyor: “İster şahsi gözlemlerimiz ister medya görüntüleri sayesinde, hepimiz doğal afetlerin ne kadar yıkıcı olabileceğini biliyoruz. Ben orta batıda büyüdüm ve hortumların gücünden son derece haberdardım. Bu film vesilesiyle, kontrol edilemez bu güce hakkını teslim etmek —ve izleyicileri fırtınanın tam gözüne sokarak ne denli nefes kesici olabileceğini göstermek— istedik.”

Into The Storm 2

OYUNCU SEÇİMİ

Hayatlarının en korkuncu olacak günün sabahında, Silverton’un genç sakinlerinden pek çoğu en unutulmaz olaylardan birinin beklentisi içindeydiler: Lise mezuniyeti. Herkesin hayatında bir dönüm noktası olan lise mezuniyeti genellikle ömür boyu akılda kalması umulan anılar barındırır. Bu tür anıların çoğunlukla güzel olması beklenir, ama Silverton öğrencileri, öğretmenleri ve ebeveynleri için böyle olmayacak.
Törende her şeyin sorunsuz yürümesi, ağırlıklı olarak, Silverton Lisesi Müdür Yardımcısı Gary Fuller’ın sorumluluğundadır. Ancak, o sabah daha evinden bile çıkamadan, hava durumu raporu onu duraklatır.

Rolü üstlenen Armitage şunları kaydediyor: “Herhangi bir günde bile, Gary çok meşgul biri. Müdür yardımcısı olarak öğrencilerin destek için başvurdukları, bel bağladıkları biri olarak okulda saygın bir konumda; ayrıca, kasaba halkının önde gelen üyelerinden biri. Donnie ve Trey adlarında, ergenlik çağında iki oğlu var. Anneleri öldüğü için, onlara hem analık hem babalık yapıyor.”

Quale ise, “Richard çok karizmatik bir aktör. Sessiz ama hükmedici bir duruşu var; karaktere çok büyük bir içsel güç getirdi. Canlandırdığı karakter yönetimin zirvesindeki kişi olmadığı için çok diplomatik olmayı öğrenmiş bir şahsiyet. Gary çocuklarına da önem veren bir baba ve aynı diplomasiyi ev ortamında da uygulamaya çalışıyor. Elbette kendi çocuklarınızda bu taktik her zaman o kadar işe yaramıyor” diyor.

Havanın beklenmedik vahşiliği Gary’yi güvenli limanından çıkarıp, gerçekten de zorlukların üstesinden gelmekten başka bir seçeneği olmayan isteksiz bir kahramana dönüştürür. Okulda Trey dahil kendi gözetimi altındaki öğrencilere göz kulak olmak zorundadır; ama daha da kötüsü, Donnie hiçbir yerde yoktur. Armitage’ın kamera önünde oğullarını canlandıran genç aktörlere karşı korumacı doğasının ön plana çıkması uzun sürmedi.

“İlk başta 17 ve 16 yaşlarında iki çocuğun babasını oynadığımı fark etmek biraz şok edici oldu. Onlara daha çok arkadaş gözüyle bakıyordum. Fakat çalışmaya başladığımızda, onlara karşı korumacı hissetmeye başladım, özellikle de Max’e karşı; kamera arkası ilişkimiz de bunu yansıtmaya başladı” diyor aktör.

Daha en başından babasıyla çalkantılı bir ilişkisi olan ağabey Donnie Morris’i Max Deacon canlandırdı. Donnie’nin uzun süredir aşık olduğu Kaitlyn’le birlikte olmak için mezuniyeti videoya kaydetme görevini asma kararı babasıyla ilişkisi açısından pek de iyi olmaz.
Garner’a göre, “Donnie çok düşünceli, içine kapanık ve çekingen bir çocuk. Dünyayı bir kamera lensinin arkasından görüyor; kendilerininkindense başkalarının tepkileri ve duygularını yakalamak onu daha rahat ettiriyor.”

Karaktere biraz daha derin bir bakış sunan Deacon ise şunları söylüyor: “Donnie’nin çoğu zaman kendi kafasının içinde yaşadığı bir hayat evresinde olduğunu hissettim. Okulda işitsel-görsel kulübünde ve kendi işine bakıyor. İnek de değil, popüler de; sadece kendi dünyasında var oluyor. Okul için videolu bir zaman kapsülü hazırlaması gerekiyor ama canı bunu yapmayı pek istemiyor —muhtemelen babası istediği için.”
Quale’e göre ise, “Max’in oyunculuğu çok doğal ve inandırıcı; bu sanata müthiş hakim. Onunla çalışmak bir zevkti; o, Richard ve Nathan’ın arasında gerek kamera önünde gerek kamera arkasında harika bir ilişki vardı.”

Donnie’nin içine kapalı mizahının kısmen nedeni annesini kaybetmiş olmasıdır. “Bence Trey hayatlarındaki değişimlere birazcık daha iyi adapte olmuş” diyen Deacon, şöyle devam ediyor: “Ama aralarında iyi bir diyalog var; ve babalarıyla aralarında gergin bir ilişki olsa da, kardeşler birbirlerine çok yakın. İlginç olan ise, Donnie’nin babasına farkında olduğundan daha fazla benzemesi. Her ikisi de çoğu zaman kurallara göre hareket ediyorlar, ama zaten muhtemelen ona karşı isyankar davranmasının kısmen nedeni de bu.”

Yaşça çok az daha küçük ama kayda değer ölçüde daha dışa dönük lise iki öğrencisi Trey Morris’i Nathan Kress canlandırdı. “Benden büyük ve küçük erkek kardeşlerim var; bu yüzden, benim için oynanması aşina bir durumdu. Trey daima şakacı, güldürme peşinde ve Donnie’nin de gevşemesini sağlamaya çalışıyor” diyor genç aktör.

Quale aktörün Trey’e getirdiği oyuncu havayı çok beğendiğini söylüyor: “Nathan gerçekten komik. Mizacında var olan komedi anlayışı, sahnelerine biraz hafiflik kattı. En korkunç durumlarda bile —üzerlerine devasa hortumların gelmesi gibi—, sahneye ya da karaktere aykırı durmayacak şekilde tek cümlelik espriler yapabiliyordu.”

Kress’e göre ise, Trey “biraz da sorun yaratan bir çocuk, ama Donnie’yi Kaitlyn’e açılmaya cesaretlendirenin kendisi olduğunu fark edene kadar bunu görmüyor; ve sonra, Donnie’nin başının bu yüzden dertte olabileceğini düşünüyor. Sanırım ağabeyinin bulunmasına yardım etmek için böylesine istekli olma nedeni de bu. Ancak, babası onun güvenli bir yerde olmasını istiyor.”

Ne yazık ki, Donnie ve Kaitlyn tehlikenin yolunun tam üzerindedirler. Donnie genç kızın çevreyle ilgili bir bilinçlendirme videosu hazırlamasına yardım etmek için gönüllü olduktan sonra, onunla beraber terk edilmiş bir kağıt fabrikasına gider. Fakat kasırga vurunca, bina üzerlerine çökmeye başlar ve onları hızla suyla dolan dar bir alana hapseder.

Kaitlyn’i canlandıran Alycia Debnam-Carey, “Göçükte çekim yapmak gerçekten zordu. Çok kapalı, ıslak, soğuk ve karanlıktı… üstelik dışarıdaki yağmur ve rüzgar makinelerinin yoğun gürültüsü yüzünden oldukça bezdiriciydi. Fakat gerçekçi şartlar adrenalimizin hakikaten yükselmesine neden oldu ve performansımıza katkı sağladı. Ayrıca, yanımızda çekim ekibinden harika insanlar vardı, yani hepimiz olayın içindeymişiz gibi hissettik” diyor.

Küçük bir profesyonel fırtına takipçisi grup, Silverton’ın yaklaşmakta olan atmosfer olayından kaçmaya çalışan pek çok sakininin aksine, kasabaya hortuma olabildiğince yakın olmak için gelmiştir —hatta mümkünse hortumun tam ortasına girmek için. Sarah Wayne Callies’in canlandırdığı meteoroloji uzmanı Allison Stone’un, fırtınanın yolunu tam olarak belirlemek ve takip etmek gibi zor bir görevi bulunuyordu. Aktris rolü için araştırma yapmak üzere Michigan Üniversitesi’nden bir meteoroloji profesörüyle bir araya geldi.

“Allison’ın bunun gibi hava olaylarına ilişkin önceki deneyimleri birincil olarak akademik” diyen Callies, şöyle devam ediyor: “Bu alanda doktorası var; dolayısıyla, işin bilimini anlıyor. Ayrıca, bu işe şu bakış açısıyla geliyor: Eğer insanlarda iklim değişikliği yüzünden neler olup bittiği konusunda farkındalık yaratabilirsek —çünkü bu gitgide artan hava olaylarının altında yatan nedenin iklim değişikliği olduğuna inanıyor—, değişim için kamuoyu sağlayabiliriz. Öte yandan, bekar bir anne olduğu ve küçük kızı onu evde beklediği için, geçimini sağlaması gerekse de, büyük riskler alan biri olmayı pek istemiyor.”

Bekar ebeveynlik Allison ile Gary’nin ortak bir yönü olmakla birlikte, karşılaştırma yapmaya fazla vakit bulamazlar. Callies gülerek şunları aktarıyor: “Gerçekten de, Allison’ın Gary’yle tanışması havada uçtuğu sırada oluyor; Gary onu yakalayıp kurtarıyor. Oldukça güçlü bir tanışma anı. Başka şartlar altında karşılaşmış olsalar, yani bu çılgın fırtınadan başka herhangi bir şartta, muhtemelen gece birbirinin yanından geçen gemiler gibi olurlardı. Ama iki insanın olağanüstü kaotik şartların içine sürüklendiği durumlarda, nasıl ittifak kurduklarına ve anında yakınlık hissetmelerine iyi bir örnek teşkil ediyorlar.”

Quale, aktrisin, rol için istediği tüm nitelikleri barındırdığını belirtiyor: “Sarah kameraya yansıyan hakiki bir zekaya, elle tutulur bir sağduyuya ve şefkate sahip. Bunlar da onu Allison rolü için mükemmel kıldı.”

Allison ve Gary ortak bir amaca doğru beraberce çalışabilmektedirler, ancak Allison’ın fırtına takipçisi ve belgesel yapımcısı patronu Pete Moore ile daha sıkıntılı bir ilişkisi vardır. Pete’in deyişiyle, “Son bir yıl içinde, durum ‘sıfıra sıfır elde var sıfır’dır.” Pete kasırga konulu belgeseli için bir hortum görüntüleme konusunda paniğin bile ötesine geçmiştir ve başarısızlığın sorumluluğunun büyük ölçüde Allison’da olduğunu düşündüğü bir sır değildir.

“Pete fırtına takip ekibinin başı” diyor rolü üstlenen Matt Walsh ve ekliyor: “Son on yılı —Titus adını verdiği— ideal taşıtı geliştirmeye harcamış ve şimdi kasırganın gözüne girme ve daha önce kimsenin görmediğini görüntüleme zamanı olduğunu düşünüyor. Fakat üç aydır yollardalar ve internette bulunamayacak hiçbir şey kaydedebilmiş değiller. Dolayısıyla, yatırımcısı parasını geri çekiyor. Bunun için Allison’ı suçluyor çünkü onun tüm o şaşalı verileri bir işe yaramadı. Zaten aslında başka birini işe almak istiyordu; kendi gibi, daha çok içgüdüleriyle hareket eden birini.”

Quale de şunu ekliyor: “Pete gerçekten ipin ucunda. Bu işi uzun zamandır yapıyor ama istediği başarıyı henüz elde edemediği için onda bir çaresizlik havası var. Matt rolde müthişti.”

Fırtına takip ekibinde, Allison ve Pete’in yanı sıra, üç kamera operatörü bulunmaktadır: Lee Whittaker’ın canlandırdığı Lucas; Arlen Escarpeta’nın canlandırdığı Daryl; ve Jeremy Sumpter’ın canlandırdığı Jacob.

“Lucas, Pete’in sağ kolu, yıllardır birlikte çalışıyorlar” diyor Whittaker ve ekliyor: “Pete gibi, o da korkusuz. Her şey o kaydı yapmak için.”

Kariyeri boyunca bol miktarda tehlikeli sahnede yer almış olan Whittaker, geçmiş deneyimlerini “Into the Storm/Fırtınanın İçinde” için özellikle uygun bulduğunu dile getiriyor: “Pek çok sahne için —araçların birbirine çarpması, büyük bir ağacın devrilmesi gibi— beni grubun önüne koydular çünkü kendimi ayarlamaya ve sahnenin tehlikeli öğelerine tepki verirken diğer oyuncular için arkamda güvenli bir alan yaratmaya alışığım.”

Quale’le daha önce “Final Destination 5”te çalışan Escarpeta, Daryl’ı oynamanın en sevdiği yanının kamerayı idare etmek olduğunu ifade ediyor: “Aksesuar sabit kamera harikaydı. Açıları, dengeyi ayarlamayı öğrenmek, nasıl çok yavaş ve özenle yürüneceğini çözmek gerçekten eğlenceliydi, ama aynı zamanda kamerayı tutmak, aşağı yukarı hareket ettirmek için yeterince güçlü olmalıydınız. El kameralarıyla da, zıplayabiliyor, koşabiliyor, her şeyi yapabiliyordunuz… nereye gidersem gideyim kameram da benimle geliyordu. Gerçekten hoşuma gitti.”

Aktör yeniden Quale’in yönetiminde çalışmaktan da keyif aldığını sözlerine ekliyor: “Steve’e gerçekten saygı duyuyorum. Harika bir gözü var ve her şeye hakim; ayrıca, filmin her karesinden en üst düzeyde yararlanmayı biliyor. Ön planda olduğu gibi, başka yerlerde de neler olup bittiğini —tam ölçekli— yakalamaya her zaman hazır. Yani, tüm deneyimi yaşıyorsunuz.”

Lucas eski bir profesyonel, Daryl da az çok deneyimli olsa da, Jacob fırtına takibinde tamamen acemidir. “Jacob ve Daryl arkadaşlar, zaten Jacob ekibe de o sayede katılıyor” diyor Sumpter ve ekliyor: “Bu yüzden, Jacob, Pete’i etkilemek istiyor ama işler çığırından çıkınca umduğundan daha fazlasıyla karşı karşıya kalıyor.”

Jacob çok önemli çekimler gerçekleştirmeye çalışırken kasırganın yolunun üzerinde biraz fazla oyalanır. Bu durum Sumpter için —dublör koordinatörleri Bob Brown ve Scott Workman tarafından tasarlanan ve denetlenen— bir miktar kablolu çalışma gerektirdi. “Sahnede dev bir hortum ve patlama var; ve beni rüzgara, yaklaşık 12 metre yukarı çektiklerinde ters yöne koşuyorum. Hakikaten muhteşemdi” diyor Sumpter.

Pete ve ekibi kendilerini daha yüce bir amaç için öncelikle ve belki de sadece tehlikenin önüne atarken, Silverton’da doğup büyümüş adrenalin bağımlıları Donk ve onun hem azmettiricisi hem suç ortağı olan Reevis sırf eğlence için —ayrıca internette arkadaşlarını ve “fanlarını” eğlendirmek için— kendilerine zarar vermenin saçma yollarını bulurlar. Titus’ın şehre doğru ilerlediğini görür görmez, ellerinde video kamerayla, kendi tarihlerini yazma umuduyla aracın peşine düşerler.

Quale’e göre, Kyle Davis’in canlandırdığı Donk ve Jon Reep’in canlandırdığı Reevis hortumlar ortaya çıkıp, gerilim artınca filmin gitgide ciddileşen havasına biraz mizah katıyorlar: “Kyle ve Jon, Donk ve Reevis olarak müthiştiler; tam olarak ihtiyacımız olan şekilde oynadılar. Biraz hafifliğin çok önemli olduğunu, bir takım şeylere biraz daha gerçekçi bir hava verdiğini düşünmüşümdür. Gerçek dramatik durumlarda çoğu zaman, biri gerginliği yumuşatmak için bir espri yapmaya çalışacaktır; korkulu durumlarda çok doğal bir tepki bu. Bir filmde ise, izleyicilere, eğer sahnenin aksiyonuna gerçekten girmişlerse, tuttukları nefeslerini bırakmaları için bir fırsat tanıyor.”

Donk ve Reevis 1980’lerden kalma, üzerine onları kasırgadan koruyacağını düşünerek koli bandıyla yapıştırdıkları kontrplak levhalarla kaplı eski püskü kamyonetleriyle gerçek fırtına takipçilerinin peşlerine takılırlar. “Olan şey, elbette, olacaklarını düşündükleri şeyin tam tersi” diyor Quale ve ekliyor: “Titus’a yaklaşan herhangi bir şeye neler olacağına dair hiçbir fikirleri olmayan, şirin ve aptal çocuklar.”

Into The Storm 4

TİTUS

“Into the Storm/Fırtınanın İçinde”de, fırtına takipçisi Pete Moore bu nihai kasırgayı tam göbeğinden belgelemeyi ummaktadır ve bunun için de nihai taşıtı yaratmıştır: Titus. Filmin yapım tasarımcısı David Sandefur tarafından çizilen Titus kurşun geçirmez Lexan camlar, 4 mm.lik sağlam çelik zırh kaplama ve 12 ton kapasiteli bir vincin yanı sıra, rüzgar ölçeri, bir nem ölçme sensörü ve bir gerilim ölçeri bulunan mini bir hava durumu merkeziyle donatılmıştır.

Sandefur bu konuda şunları söylüyor: “Titus tasarlamaya başladığım ilk şeydi ve çok eğlenceliydi. Zırhlı araçlardan —tanklar, personel taşıtları— olduğu kadar, hayalet donanma gemilerinden fazlasıyla ilham aldım. Onun sadece gerekli olana sahip, uzay çağı taşıtlarına asla benzemeyen, tamamen işlevsel bir araç olmasını istedik.”

Detroit’teki Kustom Creations uzmanları tarafından, baz olarak modifiye bir Dodge pikap kamyonet şasisi kullanılarak inşa edilen Titus, saatte 270 km.lik rüzgara kadar yeri sıkı bir şekilde kavrayacak şekilde tasarlandı. Bunu başarması için, özel yapım kanca pençeleri bulunuyordu: Ağır çelik payandalar, tetiklendiklerinde, yanlardan çıkıp toprağın içine derinlemesine gömülüyorlardı.

“Custom Creations fevkalade bir iş çıkardı” diyor Sandefur ve ekliyor: “Beklentilerimizin çok üstüne çıktılar —o şey muhtemelen inşa edildiği haliyle 160.000 km falan giderdi.”

Titus’ın görevi yalnızca bir hortumun muhteşem güçlerine direnmek değil, aynı zamanda onu belgelemektir. Tepesine içinde azami görüntü alanı için jiroskopik stabil dijital kamera bulunan 360 derecelik görüşe sahip cam bir kulecik yerleştirilmiş olan Titus, bunun yanında fırtınanın gözünün içinden nihai çekimi yapabilmek için 23 kameraya daha sahiptir.

Quale ortaya çıkan nihai üründen çok etkilendiğini belirtiyor: “İlk sunduklarında çok etkileyiciydi: Mükemmel şekilde boyanmıştı; canavar gibi, muhteşem bir taşıttı. Ne yazık ki, onun birkaç yıl içinde inşa edilmiş ve hava sistemlerini aramak için bir kerede aylarca yol yapmış gibi görünmesi için, üzerini kirletmemiz ve ufak tefek çentikler yapmamız gerekti… böylece, küçük şehrimize gelmeden önce cehennemi görmüş gibi duracaktı.”

KAMERA & YAPIM TASARIMI / MEKANLAR

İronik bir şekilde, “Into the Storm/Fırtınanın İçinde”nin çekimleri sırasında, yapımın en büyük engellerinden biri hava şartlarıydı. “Michigan’ı seçme nedenimiz güzel, çok düz ve Hortum Geçidi eyaletlerinin topografisine çok yakın olmasıydı; üstelik, burada gerçek hava şartları oluyordu” diyor Quale ve ekliyor: “Bizim orada olduğumuz zaman hariç.”

Görüntü yönetmeni Brian Pearson konuyu biraz daha açıyor: “Bu filmde yaşanan en büyük zorluk hava, güneş, rüzgar ve yağmurdu —ve yağmuru biz yaptık. Filmin büyük kısmı bulutlu gökyüzü altında olacak şekilde yazılmıştı. Ancak, yaz ortasında büyükçe bir Detroit alanında çekim yapmak, ayın 25 gününün güneşli olması demekti… bu, tam da istemediğimiz şeydi.”

Yapım ekibi her gün iki ya da üç tane 36 metrelik inşaat vinci kullandı. Güneşi kesmek için bu vinçler setin üzerinde kömür rengi kumaşla kaplı 9’a 18 metrelik balyalar tutabiliyorlardı. “Oyuncuların yüzündeki gölgelerin ve yansımaların sanki bulutlu, karanlık bir gökyüzünün altında duruyorlarmış gibi olmasını istedim” diyen Pearson, şöyle devam ediyor: “Ön plan öğelerini bulutlu göstermek için bu insan yapımı gölgelerle kapladık; arka planda ise çekimin güneş içeren diğer her kesimi görsel efektler departmanına bırakıldı. Onlar için bu, ön plandaki tüm o insan yapımı yağmur öğelerinden dolayı özellikle zordu.”

Pearson insan yapımı kasırga yağmuru ve yıkıcı rüzgarın da ilk başta zorlu olduğunu dile getiriyor: “Güneşten kurtulduktan sonra, 30 metre uzunluğunda yağmur boruları su püskürtüyor, rüzgar makineleri saatte 160 km hızla oyunculara, kameralara ve kamera ekibine doğru hava üflüyordu. Her şeyin içine su girdi; ama kamera ekibi ekipmanları kuru ve işler durumda, lensleri sudan uzak tutmakta harika bir iş çıkardı.”
Pearson ekibinin yağmurla baş edebilmesinin yollarından birini şöyle açıklıyor: “Giderici sprey saptırıcılar muhteşem. Gürültülü ve biraz hantallar ama dakikada 5000 gibi aşırı yüksek bir devirde çalışıyorlar ve suyu lenslerden anında temizliyorlar. Lense bir kova su fırlatsanız, su hemencecik süpürülüyor; filmdeki kasırga şartlarında bu gerçek bir artıydı.”

Gökyüzünden yağan yağmurun noksanlığına rağmen, oyuncular çekimlerin yarısından fazlasında yapay rüzgar ve yağmurla mücadele etmek zorunda kaldılar; bu da onların çoğu zaman ıslak olmasını —ya da öyle görünmelerini— gerektirdi. Bu amaçla, saç departmanı oyuncuların saçına durulanmayan saç kremlerinden sürdü. Ayrıca, her ne kadar her bir oyuncu tek bir kostüm giyse de, “hava” efektlerinden dolayı, kostüm tasarımcısı Kimberly Adams ve ekibi ana oyuncu kadrosunun her üyesi için aynı kostümün farklı aşamalardaki —temiz, kirli, yırtık, vs.— hallerinden düzinelerce üretti.

Doğa Ana’nın gazabından payını almış gibi görünmesi gerekenler sadece oyuncular değildi; Silverton şehrinin yaratılması ve sonra da, sokak sokak, bina bina, yıkılmış gibi görünmesi gerekiyordu. Sandefur, Titus’ı hallettikten sonra, araştırmalarına başladı.

“Steven’la filmin görünümü hakkında konuşurken birbirimizi çok iyi anlıyorduk. Onun ne istediğini kavradığımda, hortumlar yaşamış ve film için gerekli olanla uyumlu gerçek mekanların fotoğraflarını taradım; ardından her evre için setleri çizdirdim.”

Sandefur için kilit setlerden biri okuldu. Michigan-Oakland Township’teki Oak View Orta Okulu, Silverton Lisesi’nin yerine geçti. “Bunun bir hortum filmi olacağı konusunda onları uyardık. Fakat her şey yüzeyde olacaktı tabi: Bir pencere ve birkaç kaldırımdan fazlasını kırmadık ama tüm sinema büyüsünde olduğu gibi, her şey yerle bir oldu. Liseyi aldığımız durumundaki gibi iade ettik. Güzel bir okuldu ve yeniden eski güzelliğine kavuştu” diyor yapım tasarımcısı gülümseyerek.

Sandefur yapılan işlerin Oak View’da bağlantılı oldukları kişiyi endişelendirdiğini itiraf ediyor: “Tüm süreçte bizimle çalıştı ve olumlu yaklaşımını hep korudu ama bazen gözlerinden ‘Siz benim okuluma ne yaptınız?’ diye düşündüğünü anlayabiliyordunuz. Yine de, sanırım şimdi ilk baştakinden daha iyi görünümlü bir yerleşkeleri var.”

Bir başka hortum sonrası büyük yıkım sahnelerinden biri de Fuller ailesinin evinin yakınında, yerleşimin olduğu bir sokakta geçiyordu. Auburn Hills semtini hortum vurmuş gibi göstermek, yeni inşa edilmiş evler arasındaki boş alanları kullanan sanat departmanının birkaç haftasını aldı. İşleri bittiğinde, ortalığı temizlemeleri de yaklaşık bir hafta sürdü.

Donnie ve Kaitlyn’in mahsur kaldığı metruk kağıt fabrikası drenaj çukuru üç ayrı mekanda çekildi: Eski bir depo, mekanın dışı görevini gören bir çöp atık alanı ve Michigan Motion Picture Stüdyoları’nda bir plato. Yakın çekimler için oluşturulan ve sadece 2,5 metre derinliğinde, 1,80 metre genişliğinde ve 3 metre uzunluğunda olan ve 10.000 galon suyla doldurulan çukur, ancak oyuncuları ve gerekli sayıda çekim ekibi üyesini barındırabiliyordu. Klostrofobik şartlar oyuncular Max Deacon ve Alycia Debnam-Carey için birlikte yer aldıkları sahnelerde destek alabilecekleri gerçekçi şartlar sunarak filme katkı sağladı.

Film boyunca bir diğer gerçekçilik unsuru da her gittiği yerde Titus’a eşlik eden meteoroloji minibüsüydü; bu minibüz Allison ve fırtına takip ekibinin diğer öteki üyelerine dakikalık istatistikler ve fırtınanın bir sonra nereye vuracağına dair bir fikir veriyordu. Sandefur minibüsü çekimler için işlevsel olacak şekilde tasarladı; set dekoratörü Brana Rosenfeld ise aracın içinde tam olarak hangi ekipmanların —Doppler radardan sekiz bilgisayar monitörünlük düzeneğe kadar— bulunması gerektiğini belirlemek için deneyimli fırtına takipçileriyle görüştü.

Quale, “David ve ekibinin ortaya çıkardığı iş bu filmde istediğimiz gerçekçi görüntünün ayrılmaz bir parçasıydı” diyor ve ekliyor: Örneğin, enkaz parçalarını gerçekçi göstermek kolay değildir; ve bu film onlardan bir ton gerektiriyordu. Ama David bir hurda şirketi bulup onlardan enkaz parçaları kiralamayı başardı; böylece muazzam miktarda dev inşaat demirleri ve tuğlalar temin edip, onları alçı ve köpük kalıpların arasına stratejik bir şekilde yerleştirdik. David gerçekten sinerjik bir görüntü yarattı ve bu kendini hissettiriyor.”

Into The Storm 3

GÖRSEL EFEKTLER

Quale görsel efektlerdeki engin deneyimi sayesinde, “Into the Storm/Fırtınanın İçinde”de hayali bir şehri yerle bir eden canavar bir kasırgayı yaratmak ve izleyicileri soluksuz bırakmak için neye ihtiyacı olduğunu tam olarak biliyordu. Bu muazzam görevi başarmak için, görsel efekt yapımcısı Randall Starr’a başvurdu.

“Steve’le giriştiğimiz ilk iş ön görselleme yapıp, sekansların nasıl görünmesini istediğimizi bilgisayarda yaratmaktı” diyen Starr, şöyle devam ediyor: “Düz hikaye tahtaları kullanıyorsanız bir hortumu görselleştirmeniz zordur; bu yüzden, onun nasıl görüneceğinin esasını, ayrıca filmdeki fırtına takipçilerinin onu yakalamaya çalışırken neler gördüğünü belirlemek açısından bilgisayar ön görsellemesi kritik öneme sahipti. Filmdeki değişik sekanslar için bunu çeşitli kereler yapmamız gerekti çünkü fırtına takipçileri ayrı türlerde hortumlarla karşılaşıyorlar; örneğin, geleneksel burgu hortumlar, uzun ince hortumlar, bir ateş hortumu ve 3 kilometre genişliğinde bir dev hortum. Bilgisayarda her bir hortumu ‘görebildiğimizde’, ya da görselleyebildiğimizde, Hollywood’un en iyi görsel efekt şirketlerine başvurarak, hortumun, süper hücre bulutlarından burgunun oluşumuna ve yerden çer çöpü havalandırışına kadar, her yönüyle foto-gerçekçi yaratım sürecini başlattık.”

Görsel efektler ekibi, gerçekte var olmayan hortumlar yaratmanın yanı sıra, var olan ama olmaması gereken pek çok öğeyi de yok etmek zorundaydı. Starr, “Bulutlu olması gereken mavi gökleri yok etmekle kalmayıp, ağaçların, çalıların, çimlerin, arabaların ve hatta bazı durumlarda tüm sokakların yerine başka şeyler koymamız gerekti. Gerçek bir hortumda, bu öğeler tamamen yok olur, dolayısıyla, görsel efektler ekibinin orijinal karedeki hemen hemen bütün öğeleri ortadan kaldırması zorunluydu. Günün sonunda kendimize soruyorduk: Ön plandaki oyuncu dışında orijinal kareden geriye ne kaldı?” diyor gülerek. Elbette, oyuncuları gerçek ortamda bulundurmak mükemmel işe yaradı çünkü bu sayede Quale deli gibi esen rüzgarla ve yıkıcı şartlarla mücadele ettikleri sırada onlardan hakiki performanslar yakalama fırsatı buldu.

Starr’ın ekibi çabucak keşfetti ki, hortumun yanı sıra, “esas görev hortumların bitki ve ağaçları söküp atarak, muazzam miktarlarda moloz kaldırarak çevrelerini nasıl etkilediklerini ortaya koymaktı. Dolayısıyla, nerede bir hortum varsa, onun meydana getirdiği dijital gazabı yaratmamız gerekiyordu; yani, dijital yağmur, molozlar, ağaç gövdeleri, dallar, araba parçaları ve çer çöpü.”

Starr filmin gerçek özel efektlere de büyük ölçüde bel bağladığını çabucak sözlerine ekliyor: “Yaprak, moloz ve toz üfleyecek dev vantilatörler yaratmak için onların yardımına ihtiyacımız vardı. Filmde oyuncuların kıyafet ya da saçlarının uçuştuğunu, arka planda çimlerin yan yattığını gördüğünüz zamanlarda her şey gerçek efektlerle başarıldı.”

Özel efektler filmin en dehşet verici sahnelerinden birinin de çok önemli bir parçasıydı. Söz konusu sahnede, yaklaşmakta olan E5 şiddetinde hortumdan kaçmaya çalışan bir grup insanın sığındığı yer şiddetli kasırga yağmuru alıyor. Oyuncular ve çekim ekibi saatte 160 km hızla esen rüzgara, yağmura ve etraflarında nesnelerin uçuşmasına maruz kalıyorlar. “Bu sahne kesinlikle gerçek efektler gerektirdi ve orada olan herkes için hakiki bir meydan okumaydı. Böylesine müthiş efektler onlara doğru gelmekte olan muazzam bir hortum olduğuna inanmayı çok daha kolaylaştırdı” diyor Starr.

“Into the Storm/Fırtınanın İçinde”de fırtınanın bezdirici saldırısını görüntülemenin kilit öğelerinden bir diğeri de kasırgaya eşlik eden yoğun ve sağır edici uğultuydu. Bundan ses kurgu amiri Per Hallberg sorumluydu. “Per müthiş bir ses kurgu ustası ve tasarımcısı” diyor Quale ve ekliyor: “Bunun gibi görsel bir hikaye için, öylesine bir ses deneyimi yarattı ki, bana kalırsa, gözlerinizi kapasanız bile, sadece duyduklarınıza dayanarak yaklaşmakta olan şeyden dehşete düşerdiniz.”

Yönetmen birlikte çalışmaya başladıklarında aralarında geçen bir diyaloğu şöyle aktarıyor: “Per bana, ‘Bununla sahada bir gün geçireceğim; burada pek çok şey yapabilirim’ dedi. Ve öyle de yaptı, hem sesi hem de sessizliği inanılmaz bir etki yaratacak şekilde kullanmanın bir yolunu gerçekten buldu.”

Filmin atmosferinin bir diğer öğesi de müzikti. Besteci Brian Tyler sıradan bir şekilde başlayıp karakterlerin hayatlarının en olağanüstü deneyimine dönüşen günle ilgili hikaye için duygusal bir bağlam yarattı.

Quale son olarak şunu kaydediyor: “Umudum o ki, seyirciler bu filmi izlerken, Doğa Ana’nın yapabilecekleri karşısında huşu duyarlar. Ayrıca, yine umuyorum ki karakterlerin yaşadıklarından, hayatta neyin önemli olduğunu —ailenin ve insanlığımızın önemini— nasıl anladıklarından duygusal olarak etkilenirler. Ve son olarak, umuyorum ki onları yalnızca sinemada bulabileceğiniz türde bir serüvene çıkarmış oluruz.”

KASIRGALAR HAKKINDAKİ GERÇEKLER

Into The Storm posterHortumlar yeryüzündeki en şiddetli fırtınalardır.

5. kategorideki bir hortum, gücünü saatte 480 km hızla esen rüzgardan alır – bu, 5. kategorideki bir kasırganın rüzgar hızının iki katıdır.

Hortumlar ağaçların kabuklarını soyabilir ve sokaklardaki kaldırımları sökebilir.

Hortumlar bir büyükbaş hayvan sürüsünü kırsal alanın bir başka yerine taşıyabilir.

Hortumlar 20 tonluk vagonları raydan söküp alabilir.

Hortumda dönen molozların hızı buzdolaplarını, su ısıtıcılarını, büyük depolama tanklarını ve arabaları binalarda delikler açan füzelere dönüştürebilir.

Ortalama bir hortumun çapı ortalama bir evin genişliğinden büyüktür.

Hortum bir evin temeli üzerinde yön değiştirmesine neden olabilir; bunu yapıyı en kuvvetli noktasının ekseni etrafında şiddetle döndürerek gerçekleştirir.

Geceleri vuran hortumların, gündüz vakti oluşan küçük hortumlara oranla iki kat fazla insan öldürmesi olasıdır.

Rüzgarı saatte 200 km hızla esen 2. kategoride bir hortum 18 tekerlekli kısa tırları havalandırıp, oyuncak arabalar gibi uçurabilir.

En aşırı hortumlar 3 km genişliğe ulaşabilir ve yerde 100 km.den uzun bir mesafe kat edebilir.

Bir hortumun gözü bir kasırganın gözünden daha yoğun ve kaotiktir.

Hortumlar yılın herhangi bir zamanı vurabilir. Günün herhangi bir zamanı da vurabilir.

Hiçbir bölge —dağlar, vadiler, nehirler, şehirler— hortum tehlikesine karşı güvenli değildir.

Bir hortumun yerden kaldırdığı nesnelerin 480 km kadar uzağa taşınabildiği görülmüştür.

Hortum rüzgarları kapalı yerlerde hızlanır; dolayısıyla, yaygın inanışın aksine, hortumdan saklanmak için otoyol üst geçitlerinin altına sığınmak akıllıca değildir.

Hortum bir dakikadan kısa sürede oluşabilir.

Çok az insan bir hortumun gözünü görmüş ve sağ kalmıştır.

Hortumun gözünde rüzgar sakinleşir, şimşek çakar ve mini hortumlar hayat bulur.

Hortumlar çoğalır – farklı yönlerde dönen daha küçük hortumlar oluştururlar.

3. kategoride bir hortum bir karavanı saniyeler içinde un ufak parçalara ayırabilir.

Hortum sadece 15 dakika içinde oluşup, bir yerleşim yerini yıkıp, ortadan kaybolabilir.

5. kategoride bir hortum bir evi yok edebilir ve nesneleri 320 km uzağa taşıyabilir.

Hortumun yere değmeden önceki sesi bir arı sürüsününki gibidir.

Hortum bir yeri vurduğunda, sesi bir yük trenininki gibidir.

Hortumlar kaotiktir —bir evi dümdüz edip, komşu evi olduğu gibi bırakabilir; bir karavanı un ufak ederken, uydu antenine dokunmayabilir. Indiana-Great Bend’de hortumun uçurduğu bir çek 490 km uzakta, Nebraska’da bulundu.

Hortum yıkım skalası hortumun 5. kategoriden bile daha güçlü sınıflanmasını mümkün kılar; böyle bir hortum “akla sığamayacak ölçüde hasar” yaratır.

Hortumlara genellikle sağanak öncülük eder.

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Yine Yeni Bir Çizgi Roman Uyarlaması: Bloodshot

Aynı adlı Valiant çizgi romanına dayanan Bloodshot: Durdurulamaz Güç, yeni
blank

Iron Man 3 Yapım Notları

Dünyanın en sevilen milyoner/mucit/süper kahramanı Tony Stark'ın beyazperdeye yansıyan macerasının