T2 Trainspotting 5 Mayıs’ta Sinemalarda!
Önce bir fırsat vardı…… sonra bir ihanet.
Üzerinden yirmi yıl geçmiştir. Çok şey değişmiş, fakat bir o kadar şey de aynı kalmıştır. Mark Renton (Ewan McGregor) ev olarak tanımlayabildiği tek yere geri döner.
Onu bekleyenler vardır: Spud, Sick Boy ve Begbie.
Bekleyen başka eski dostlar da vardır: Keder, kayıp, neşe, intikam, nefret, dostluk, sevgi, özlem, korku, pişmanlık, diamorfin, kendini harap etme ve ölümcül tehlike; hepsi ona hoş geldin demek için sıraya girmiştirler ve dansa katılmaya hazırdırlar.
T2 Trainspotting Oscar ödüllü yönetmen Danny Boyle’ı 1996 orijinal filminin oyuncu kadrosuyla yeniden bir araya getirdi. John Hodge bu filmin senaryosunu da Irvine Welsh’in Porno ve Trainspotting isimli kitaplarına dayanarak yazdı.
ONLARI BIRAKTIĞIMIZ YERDE…
Dört eski dost-ortak-kırgın düşman şans eseri buldukları bir çanta dolusu eroini satmak üzere Londra’ya gitmişlerdir.
Diğerleri uyurken, Mark Renton tüm malla birlikte sıvışır. Cebinde 16.000 sterlin nakit parayla yürür gider. Arkasına bakmayacaktır.
Bir dolap içinde Spud için 4.000 sterlin bırakır. Bu nazik bir hediyedir ama alıcısı için karmaşık bir mutluluk kaynağı olacaktır çünkü Spud, öyle ya da böyle, iflah olmaz bir eroin bağımlısıdır.
Sadakat duygularına asla kafayı takmayan Simon, hem öfke hem de kırgın bir kıskançlık duyar. Eğer arkadaşlarına ihanet edecek biri varsa, o kendisi olmalıdır. Kendi duygusal zayıflığına veryansın ederek, intikam hayalleri kurar.
Frank Begbie yetişkin hayatının büyük kısmını yürüyen bir el bombası gibi geçirmiştir. Renton onun pimini çekmiştir. Öfkesi kendini yok edebilecek kadar şiddetli olabilir ama bundan bir tek kendisinin zarar görmeyeceğini söylemek yerinde olur.
YAPIM HİKÂYESİ
“SERSERİLER TARAFINDAN İSTİLA EDİLMİŞ” –TRAINSPOTTING (1996)
İki milyon sterlin bütçeyle Shallow Grave’in ardındaki ekip tarafından yapılan ilk film bağımsız mütevazı köklerinden büyüyüp hakiki bir kültürel fenomene dönüştü.
Danny Boyle şunları hatırlıyor: “İlk filme çok hızlı bir şekilde girdik. Oldukça başarı kazanan Shallow Grave’i yeni tamamlamıştık ve herkes bir film daha yapmamızı istiyordu. Irvine’in olağanüstü kitabı elimizdeydi ve aklımızı kemirmeye devam ediyordu. John Hodge senaryo üzerinde çalışmaya başladı ve filmi yapacağımızı hemen anladık. Bize yaklaşık 20 sayfa verdiğinde, ‘Evet, bunu yapacağız’ dedik. Kısacası, filme balıklama daldık.”
Yapımcı Andrew Macdonald ise şunları söylüyor: “O dönemde filmin başarılı olmayacağından endişe ediyorduk çünkü uyuşturucuyu ve gençlik kültürünü ele alan, görünürde fazlasıyla İskoç havası taşıyan bir filmdi. Çoğu insanın anlayacağından emin değildik. Ama kitabı sevdiğimiz için, filmi mutlaka yapmak istiyorduk.”
“İşin harika yanı tamamen deneyimsiz oluşumuzdu” diyen senarist John Hodge, şöyle devam ediyor: “Daha öncesinde fazla bir şey yapmamışsanız, olup bitenler sizi fazla şaşırtmaz. O sırada tek hedefimiz eğlenceli bir film yapmaktı. Senaryoyu yapımla beraber götürüyor ve artan ilgi yoğunluğunu kademeli olarak fark ediyorduk. Kahramanları insanileştirme ve geleneksel kurban portresinden uzaklaştırma şeklimizin gerçekçi olmasını umuyordum. Ve kitapta olduğu gibi, Trainspotting karakterlere, gelenekselden farklı olarak, mizah anlayışı ve içgörü verdi. Bu sıradışıydı. İnsanlar aynı nedenlerden ötürü bunu sevdiler ve sevmediler.”
Çok sayıda hayranı için, film, o zamanlar dönem dramalarının hüküm sürdüğü Britanya sinema dünyasında bir adrenalin patlaması sundu. Uyuşturucu kullananların halüsinasyonlarını çağrıştıran görselleri, sürükleyici müziği ve unutulmaz anti kahramanlarıyla —ayrıca, yaratıcı ve etkili pazarlama kampanyasıyla—, Trainspotting o dönemin ruhunu mükemmel bir şekilde yakaladı.
Danny Boyle tüm bu deneyimin basitliğini sevdiğini belirtiyor: “Birkaç film yapma şansı bulursanız, bir şeyleri öğrenmeye başlıyorsunuz. Bunun illa faydası olmuyor. Bazen mutlu bir cehalet durumundayken en iyi filmler yapılıyor”.
Renton’ı canlandıran Ewan McGregor filmin bir ön gösterimini izleyişini şöyle hatırlıyor: “Eşim ve amcamla birlikte küçük bir Soho sinema salonuna filmi izlemeye gittik. Sinemadan çıktığımda olağanüstü etkilenmiş olduğumu hatırlıyorum. Birbirimize bakıyor ama izlemiş olduğumuz şey hakkında pek konuşamıyorduk. Brian Tufano’nun görüntü yönetimi, tüm performanslar, Danny’nin yönetimi, müzik… Gerçekten de tüm öğeler olabilecekleri kadar iyiydiler. Dolayısıyla, filmin fiyasko olma olasılığı düşüktü; zaten de olmadı”.
“YİRMİ YILDIR NELER YAPTIN?”
-T2 TRAINSPOTTING’in Başlangıcı
“İlk filmin üzerinden 21 yıl geçti ve sağduyu, bir devam filmi için 20 yılın çok uzun olduğunu söylüyordu!” diyen Boyle, şöyle devam ediyor: “Gecikme pek kasıtlı değildi —yıllardır bir devam filmi yapmayı konuşuyorduk. Aslında bir filme var olma sebebi veren bir şey vardır. Oyuncuları yan yana koyduğunuzda, yirmi yıl önceki hallerini görmek çok çarpıcıydı. On yıl önce baktığımızda oyuncular fazla değişmemişti. Onlara hep nemlendirici kullanmaları gerektiği konusunda takılıyordum! Fakat 20 yıl uzun bir süre ve bunu hissedebiliyorsunuz. Aktörlerimiz şimdiki görünümleri ile daha önceki görünümleri arasındaki karşılaştırmaya gerçekten olumlu yaklaştılar. Dürüsttü. Şu anda oldukları hallerinden utanç duymadılar; işte filmimizin özü bu.”
Simon’ı (nam-ı diğer Sick Boy/Hasta Oğlan) canlandıran Jonny Lee Miller bunun geleneksel bir devam filmi olmadığına katılıyor: “Daha önemli bazı meseleleri irdeleyecek olmadıktan sonra Trainspotting’e bir devam filmi yapmak için neden olmadığını her zaman söyledim. Daha yaşlı olmak nasıl bir şey? Neler yaptınız? Karakterlere neler oldu ve bunların sonuçları neler? Bir suç filmine, kimin kaçmayı başardığı ve kimin intikam aldığı gibi cevaplarla devam filmi çekmek gerçekten çok sıkıcı. Bunu ilginç kılmanın tek yolu insanların hayatlarını bu yanıtların arasına koymaktı.”
Danny Boyle ise şunları söylüyor: “Esas soru şuydu: ‘John bir senaryo üretebilir mi?’ Doğal olarak, aktörlerin ilk filmdeki kadar iyi bir şey yapma kaygıları vardı; hayal kırıklığı yaratan bir devam filmi ile insanlara hüsran yaşatmak istemiyorlardı. John birkaç taslak yazdı ama kendisi de dahil olmak üzere hiçbirimiz bunların yeterli olacağını düşünmedik. Daha sonra son bir deneme için John, Irvine, Andrew ve Christian’la beraber Edinburgh’ya gittik. Filmin 20. yıl dönümü yaklaşıyordu; ya şimdi ya hiç diye düşündük. John bizden uzaklaştı ve bir senaryo yazdı. Okur okumaz, bunu oyunculara gönderebileceğimi anladım. Bu filmi yapmamak için deli olmaları gerektiğini düşündüm’. Yine de, birçok nedenden ötürü ‘hayır’ diyebilirlerdi; kaldı ki bazıları ciddi televizyon dizilerinde yer alıyorlardı. Fakat hepsinden çok olumlu tepkiler geldi ve böylece filmi yapabildik.”
Senarist John Hodge dört eski dostun şimdi nerede olduklarını irdelemekten heyecan duyduğunu kaydediyor: “Hikâye ve karakter gelişimi hakikaten el ele yürüyor. Dolayısıyla, örneğin Begbie hakkında düşünmeye başladığımızda, sormanız gereken soru çocuğunun olup olmadığı. Evet mi hayır mı? Ve çocukları varsa, kız mı erkek mi? Hapisten çıktığında oğluyla ilişkisi nasıl olacak? Oğlan babasının kopyası mı? Hayır, biraz farklı. Annesi tarafından özellikle Frank’e benzemesin diye yetiştirilmiş. Bu sizi bambaşka yerlere götürüyor ve hikâyeyi etkilemeye başlıyor. Kendinize, ‘Begbie şimdi nereye gidiyor?’ diye soruyorsunuz. Bir tecrit noktasına ulaşmış, ailesiyle arası açık, şimdi ne olacak? Ve bu arada Spud’ın hikâyeler yazışıyla gelişen başka bir hikâye örgüsü var. Her iki hikâye kesişiyor ve Begbie’yi kendini anladığı bir noktaya getiriyor.”
Robert Carlyle (Begbie) bu süreçte çok çeşitli duygular yaşadığını vurguluyor: “Her şey belki çoğu zaman gergin ve endişeli. Tekrar yapmak için çok uzun bir bekleyiş süresiydi. Zor olacağını sanıyordum ama hakikaten olmadı. Basmakalıp bir ifade olabilir ama eski bir çift ayakkabıyı giymek gibiydi. Begbie’yi çok iyi tanıyordum. Çok değişmiş ama karakterin hâlâ çok eğlenceli yanları var ve bir tür umutsuzluğu. Üzücü türde bir hayat yaşamış. Filmin aslen irdelediği şey bu: Karakterlerimiz son 20 yılda ne yapmışlar ve şimdi neredeler? Çok duygusal, tahminimden çok daha duygusal, hatta bence Danny’nin tahmininden bile daha duygusal.”
Boyle bu görüşe katılıyor: “Bu dört karakteri yeniden görmenin bir zevk olacağını hep biliyorduk aslında ama duygusal etkisi bir sürpriz oldu. Yüzlerinizi gördüğünüz anda etkiyi hissediyorsunuz. Dokunaklı. Bunun nedenlerinden biri zamanın onlara ve hepimize, neler yapmış olduğunu görmek. Film zamana adeta teleskopla bakıyor: Bir tarafa baktığınızda geçmiş orada ve çok yakın; sonra yeniden baktığınızda gitmiş. İlginçtir ki T2 aslında iki kitabın uyarlaması: Porno, Irvine’in on yıl sonraki devam romanı ama filmimiz bundan daha çok Trainspotting’le doğrudan bağlantılı. Benim için, orijinal kitap çağdaş bir Ulysses gibiydi. Bence eşsiz bir yapıt ve onu okumak hâlâ ‘kalbe okyanusun dolması’ gibi. Yeni film sürekli olarak onun yörüngesine geri çekiliyor. O dünyaya yeniden adım atmak kesinlikle bir ayrıcalıktı”.
“KENDİ GENÇLİĞİNDE BİR TURİST”
-T2 TRAINSPOTTING’in yapımı
Boyle filmi yapmak için eskilerden ve yenilerden bir ekip derledi.
Eski ekiptekiler, elbette orijinal oyuncu kadrosu, ayrıca senarist John Hodge, yapımcı Andrew Macdonald, kostüm tasarımcısı Rachel Fleming, birinci sanat yönetmeni David Gilchrist ve besteci Rick Smith’ti.
Ekibe yeni katılanlar ise Boyle’un yakın zamanda iş yaptığı isimlerden oluşuyordu: Yapımcılar Christian Colson ve Bernie Bellew, kurgu ustası Jon Harris, tasarımcılar Mark Tildesley ve Patrick Rolfe, görüntü yönetmeni Anthony Dod Mantle, saç ve makyaj tasarımcısı Ivana Primorac.
Boyle şunları söylüyor: “Orijinal ekipteki birçok sesin yanı başımda olması benim için önemliydi, hatta elzemdi. Öte yandan, karışımda taze soluklara da ihtiyacım vardı; ilk filme dışarıdan bakıp yeni bir şeyler katabilme becerisine sahip insanlara. Hem özgünlük hem yaratıcılık istedim. Genelde olduğu gibi, onu yapış şeklimiz filmin dokularına işledi; yeni ile eskinin, tanıdık olan ile olmayanın bir araya gelişi de filmin her karesine nüfuz etti.”
Yapıma geri dönen isimlerden kostüm tasarımcısı Rachael Fleming aslında sektöre ara vermişti. Fakat adamlarımızı yaşlandırma fırsatına karşı koyamadığını belirtiyor: “Beş tane çocuğum olduğu için yaklaşık on yıldır çalışmıyordum. İşe geri dönmeyi pek de istemiyordum aslında. Ama senaryoyu okuduğumda, ‘Hayır olmaz, bu karakterleri başkasının giydirmesine izin veremem’ diye düşündüm.”
Fleming şöyle devam ediyor: “Çekimlere başlamıştık. Aktörlerin benzerlerine ilk filmdeki kıyafetlerden bazılarını giydirmiştim. Sahnenin yirmi yıl öncesine ait olması gerekiyordu. Fakat benzerlerden biri Ewan’a çok ama çok benziyordu. Aniden kendimi tuhaf bir şekilde zamanda geriye gitmiş buldum. Biraz ürkütücüydü ama o dünyayı geri getirmeme yardımcı oldu.”
Boyle’la Steve Jobs’da birlikte çalışmış olan ‘yeni kız’ Ivana Primorac eski tüfeklerle işbirliği yapmaktan keyif aldığını belirtiyor: “Kendimi başka insanların fikirlerine ve anılarına bel bağlamış buldum. Karakterler için her zaman yaptığım şekilde arka hikayeler oluşturmam mümkün değildi. Başka projelerde karakterleri deşerek, senaryoyu tarayarak ve yönetmenle konuşarak araştırma yaparım. Sonrasında önerilerimi oyuncularla tartışırım. Ama bu projede çoğu kez doğrudan oyunculara gittim. Hapisteyken Begbie’nin neler yaşadığını yalnızca Bobby Carlyle bilebilir. Yalnızca Ewan McGregor, Renton’ın başından nelerin geçtiğini tahmin edebilir. Arka hikâyelerin onlar için gerçekçi olması gerekiyordu.”
Bir diğer önemli yeni isim kurgu ustası Jon Harris’ti. Yapımcı Christian Colson, Harris için şunları söylüyor: ‘Bugüne dek Danny’yle yaptığımız filmler (Slumdog, 127 Hours, Trance, Steve Jobs) fazlasıyla anılar ve geçmiş odaklıydı ama bu en çok T2 için geçerli. Jon Harris o filmlerden üçünün kurgusunu gerçekleştirdi ve Danny’yle birlikte fikirlerin görsel dilini oluşturmada kilit rol oynadı. T2 bu çalışmaların doruk noktası olduğu hissini veriyor. Jon geçmişi günümüzle karşı karşıya getirmenin yollarını bularak hikâyenin duygusal etkisini arttırmada harika bir iş çıkardı. Tüm başarılı kurgu ustaları gibi o da, yalnızca işinin ustası olarak değil, bir hikâye anlatıcı olarak da filmi etkiledi”.
Boyle ise şunları ekliyor: “Bu filmin zamanının geldiğini düşünüyordum ama kurguda geçen bir aydan sonra, Jon Harris’le birlikte kurgu odasında filmi izlerken onun erkeklik hakkında, zaman içinde erkeğe dönüşme hakkında olduğunu da fark ettim. Delikanlılık ile erkeklik arasındaki fark: İlk filmde delikanlılığın getirdiği sorumsuzluk ve vurdumduymazlık vardı; zaman bu delikanlıların umurunda değildi. T2 bunu tersine çeviriyor: Şimdi zaman onları umursamıyor. Film hayal kırıklığı yaşayan erkekler, hayal kırıklığı yaşayan kadınlar, hayal kırıklığı yaşayan çocukların görüntüleriyle dolu… Daha önceki cesaret gösterileri zahmetsizdi, şimdi ise onu yeniden yaşatmak için mücadele veriyorlar; dolayısıyla, birbirlerine ulaşmaya, ister keyif ister intikam için, tekrar tekrar geçmişi yeniden yaşatmaya çalışmalarında şaşırılacak bir şey yok.”
“Bunca zamandan sonra eski ekibi yeniden bir araya getirmek duygusaldı ama gereğinden fazla duygusal değildi!” diyen yapımcı Andrew Macdonald, şöyle devam ediyor: “Hepimiz erkeğiz ve erkekler mezuniyet toplantılarına gittiklerinde, pek fazla kucaklaşmazlar, değil mi? Aslında, T2’de dört aktörün bir arada olduğu fazla sahne yok. Düşünecek olursanız, ilk filmde de öyleydi; sonda ve ortalarda birkaç sahneden ibaretti gerçekten.”
Spud Boyle olarak performansı ‘incelikli ile yoğun’un bir bileşimi olarak tanımlanan Ewen Bremner şunları söylüyor: “Birinci gün derindi. Hepimizi için oldukça duygusal, adeta gerçeküstüydü; sanırım hepimiz biraz hassastık. Yirmi yıl önce bu roller bizler için birer hediyeydi. Bugün ise daha da değerliler. Yeniden bir arada çalışmak, bu sahneleri oynamak ve birlikte zaman geçirmek için çok güzel bir fırsattı.”
Çekimler lojistik anlamında kolay değildi. Yapımcı Bernie Bellew’y göre, “En büyük zorluklardan biri çekim programıydı: Elli beş günde, 70 ayrı mekânda 12 sette, oyuncuların kısıtlamalarını da göz önünde bulundurarak bir program oluşturmak gerekiyordu. Dört oyuncunun da müsait olduğu dört haftalık bir zaman dilimi vardı (Haziran ayı). Dolayısıyla, işin yüzde 50’sini programın yüzde 35’ine sıkıştırmak zorluydu. Buna bir de senaryonun gerektirdiği çok sayıdaki gece dış mekân çekimi vardı, oysa yazları İskoçya’da geceleri sadece 3-4 saat karanlık olur… Ama yine de hiçbir şeyin kâbusa dönüşmesine izin vermedik!”
Boyle ve ekibi bu kez ekibe katılamayanların etkisini de hissettiler: “Anthony (Dod Mantle) de ben de Trainspotting’i çekmiş olan Brian Tufano’ya saygımızı göstermek konusunda çok özenliydik. Kendisi kariyerimin başlangıcında bana muazzam yardımcı olmuştu; sağlığının bu kez sete gelecek kadar iyi olmaması çok üzücüydü. Filmde kendisine saygı duruşları var. Kendisinin bize emanet ettiği bu çok etkileyici meşaleyi yerine ulaştırmamızın bir zorunluluk olduğunu hissettik. Aynı şekilde, renk paleti de orijinal filmin yapım tasarımcısı Kave Quinn’e saygımızı gösterecek şekildeydi. Kendisi o dönemde çok cesurdu; bizim T2’deki tasarımcılarımız onun emeğine karşı büyük bir sorumluluk hissettiler. Rachael Fleming orijinal Trainspotting’in kostüm tasarımcısı, Steven Noble da onun asistanıydı. T2 için tasarımları birlikte yaptılar. İlk filmdeki kıyafetler olağanüstüydü. Şimdi geriye dönüp baktığınızda demode görünmüyorlar. Bu, çok özel bir göze sahip olmayı ve karakterlerden keyif almayı gerektirir. Nihayetinde, bu filmin merkezinde karakterler var. Anthony aktörler konusunda müthiş hassas. Tıpkı Brian Tufano’nun olduğu gibi. Sanırım bu bizim temel taşımız. Herkes filmlerin çok stilize olduğunu düşünüyor ama o aktörlere inanmazsanız, etki çok uzun sürmez.”
RENTON VE DOSTLARI
–Irvine Welsh Dört Yaratımına Bakıyor
“Bu, ilk aşk türü bir şey. Onlar benim yazdığım ilk karakterlerdi. Bu yüzden onlara çekim duydunuz. Bir yazar olarak, karakterleri bir iş için ürettiğiniz bir alet çantası olarak görürsünüz. İrdelemek istediğiniz bir tema varsa onları alet çantasından çıkarırsınız. Onlarla hayatlarının farklı zamanlarında yeniden buluşur ve onlara ilgi duyarsınız. Bir karakter sizin için on yıldır ölü olabilir ama sonra bir anda yeniden ilginizi çekebilir belki kendinizin yaşadığı ya da bir arkadaşınızda gördüğünüz bir şeyle gerçekleşebilir bu. ‘Ya karakter de benzer bir şey yaşıyorsa?’ diye düşünürsünüz.
Bence insanlar karakterlerin şu anda ne yaptıklarını merak ediyorlar çünkü sürekli olarak daha iyi olmaya çalışıyorlar. Durum ne kadar karanlık olursa olsun, izleyiciler ışık düğmesine ulaşıp dışarı çıkmaya çalıştıkları sürece onları affedecektir. Herhangi bir dramada evrim olmalıdır; karakterlerin değişmelerini ve filmin sonunda farklı olmalarını istersiniz. Bir tür bilgeliğe, bir tür aydınlanmaya ulaşmalıdırlar.
T2’de aradan yirmi yıl geçmiş ve hepsi farklı yerlerdeler. Tahmin edilebileceği gibi, Begbie hapiste. Tahmin edilebileceği gibi, Spud sokaklarda. Renton hâlâ Begbie’nin ve daha az ölçüde olsa da Simon’ın intikamından kaçıyor. Simon hâlâ dalavere çeviriyor. Şartları çok daha kötü ama her zaman olduğu mevcut durumundan yükselebileceğini düşünüyor. Renton’ın dönmesinden mutlu değil ve Begbie’nin intikam alabilmesi için onu yönlendirmeye çalışıyor.
Renton bir gözlemci. Başka insanların ne yaptığına bakıyor ve bundan yola çıkarak kendi hayatında kurallar koyuyor. O bir hikâye anlatıcı, bir tür analizci aslında. Çevresindeki insanların çılgınlığına kıyasla onunki oldukça pasif bir rol. Ewan role gerçek bir karizma ve zekâ katıyor. Bu sayede, Renton insanları kendi yanına çekebiliyor.
Jonny ve Ewan’ın uzun süredir dost, hatta bir zamanlar iş ortağı olması çok hoştu. Burada Simon ile Renton’a yansıyan güçlü bir organik bağ var. Filmde her iki karakter de birbiri olmak istiyor. Simon, Renton kadar zeki ve mesafeli olmayı arzuluyor; Renton ise Simon kadar tutkulu ve başarılı olmayı. Birbirlerinde imrendikleri çok sayıda özellik var. Ve bu inanılmaz rekabet ve derin saygı filmde kendini gösteriyor.
Spud sevimli bir ezik ama Ewen’ın performansı sayesinde insanlığından hiçbir şey kaybetmiyor. Şimdi rolde zamanın da getirdiği bir dokunaklılık ve derinlik var. Bence bu kez birkaç kalp kıracak.
Öte yandan, Begbie ise tam bir kontrolsüz güç. T2’de de düzelmiş değil. Hâlâ öfkenin getirdiği bir güce sahip. Elbette karakterde biraz değişiklik olması gerekiyordu; işte bu yüzden, Bobby ona bazı nüanslar ekledi. Belli bir yola gideceklerini bilen ama buna karşı koyamayan bir kişinin oluşturduğu türde bir tehlike de var. Performansına bu tür bir şüphe aşılayışını izlemek harikaydı.”