Korku Seansı AfişAmityville’den önce, Harrisville vardı. Gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan, The Conjuring / Korku Seansı dünyaca tanınmış doğaüstü olay araştırmacıları Ed ve Lorraine Warren’in, gözlerden uzak bir çiftlik evinde karanlık varlıklar tarafından dehşete sürüklenen bir aileye yardım etme çabalarını konu alıyor.

Güçlü bir şeytani varlıkla yüzleşmek zorunda kalan Warren çifti kendilerini hayatlarının en korkutucu vakasıyla karşı karşıya buluyorlar.

New Line Cinema, demonoloji (şeytan ve cinlerin varlığını araştıran bilim) uzmanı Ed ve Lorraine Warren çiftinin vaka dosyalarından birini beyaz perdeye taşıyor. “The Conjuring/Korku Seansı”nın başrollerini Lorraine ve Ed Warren çiftini canlandıran Vera Farmiga ve Patrick Wilson ile çiftlik evinin sahipleri Roger ve Carolyn Perron’u canlandıran Ron Livingston ve Lili Taylor paylaşıyorlar.

James Wan’ın yönettiği filmin senaryosu Chad Hayes ve Carey W. Hayes’e ait.

İSTİLA

ED WARREN

“İblis faaliyetinin üç aşaması:
İstila…
Fısıltılar, ayak sesleri, başka bir varlığı hissetme ve ardından ikinci aşamaya geçiş,
Baskı…
Kurban bir dış güç tarafından hedef alınır…
Bu güç onun iradesini paramparça ederek üçüncü ve son aşamaya gelmesine neden olur…
Ele geçirme.

Gerçek, kurgudan daha tuhaftır… ve hatta çok daha korkutucudur. Bunu Ed Warren ve durugörü sahibi karısı Lorraine’den iyi kimse bilemez çünkü, paranormal fenomenler beyaz perdeye yansımadan çok önce, çiftin yaşam boyu insan olmayan güçlerle savaşarak edindikleri kişisel deneyimleri, onlara demonoloji alanında saygınlık kazandırmıştır. Ve Ed ile Lorraine, Amityville denen küçük bir yerde sezilen tehditle mücadele etmeden çok önce, hayatlarının gelmiş geçmiş en tehlikeli kötülüğüyle karşı karşıya gelmiştirler.

Çiftin çalışmalarına “The Conjuring/Korku Seansı”nın yönetmen koltuğuna oturmadan evvel de aşina olan James Wan bu konuda şunları söylüyor: “Her zaman Warren çiftinin çok büyük bir hayranı olmuşumdur. Onlara hakikaten hayranım. Teknik donanımlarla, kanıtları filme ve ses kasetlerine kaydederek modern dönem tarzındaki hayalet avcılığının öncülüğünü yapmışlardır. Böylesine çok hikaye, kitap ve filme öncülük etmiş oldukları için, araştırdıkları ailenin evi kadar kendilerinin de hikayenin odağı oldukları bir film yapmak gerçekten harikaydı.”

Film 1970 yılında Carolyn ve Roger Perron tarafından satın alınmış, Harrisville-Rhode Island’ın kırsalında, asırlar önce inşa edilmiş bir çiftlik evinde kol gezen gerçek dehşeti ortaya çıkartıyor. Perron çifti ve beş kızları çok geçmeden kendilerini tanımlanamayan ancak çok ciddi bir tehlikenin içinde bulurlar. Ed ile Lorraine aileyle ve onlara savaş açmış doğaüstü düşmanla tanışınca, kariyerleri ve hatta hayatları için savaşmak zorunda olduklarını anlarlar.

The Conjuring 1

Ünlü iblis uzmanını canlandıran Patrick Wilson, çoğu insanın algısının ötesinde güçlerle ciddi biçimde savaşan gerçek bir insanı canlandırma fikrinin kendisine cazip geldiğini belirtiyor ve “Ed Warren tüm hayatı karanlık güçlere tehlikeli ölçüde yakın olarak geçmiş bir insan çünkü insanlara yardım etmek istiyor. Bu insanların yaşadıkları dehşet herkesin başına gelebilirdi; yardım etmek için orada olan kendileri de buna dahil” diyor.

Ed’in psişik yeteneklere sahip, kötü niyetli varlıkların şiddet dolu yolunda kocasıyla el ele yürümüş bir kadın olan sevgili karısı Lorraine’yi canlandıran Vera Farmiga ise şunları söylüyor: “Hikayeler tren bileti gibidir. Size bir yere gitmeniz için geçiş izni verir ve gidersiniz. Bu, keşfetmesi ilginç bir psişik alandı. Bana ecel terleri döktürüp panik yaşatmasına rağmen, Lorraine ile Ed’in Perron ailesi için yaptığı gibi, hikayeyi araştırmak için karşı konulmaz bir istek duydum.”

Yapımcı Peter Safran vakanın Warren çifti için çok önemli olduğunu çünkü yalnızca Perron ailesinin çocuklarını değil kendi küçük kızları Judy’yi de korumaları gerektiğini söylüyor: “Sanırım o kızlarla yaşadıkları şeyler, Amityville ve sonrası da dahil olmak üzere hakikaten yaşam çizgilerinin temelini oluşturdu. Olaylar özellikle ilgimi çekti çünkü benim de bir kızım var ve onu korumak için yapabileceklerimin sınırı var mı bilmiyorum.”

İroniktir ki, Perron’lar çocuklarını güvenli bir ortamda büyütmek için şehir dışına taşınırlar, ancak onları tehlikenin kucağına atmış olurlar. Paranormal olaylarla karşılaşmaları yüzünden aileleri sonsuza dek değişen ve bu deneyimi Warren’larla paylaşan Roger-Carolyn Perron çiftini Ron Livingston ve Lili Taylor canlandırdı.

Livingston bu konuda şunları söylüyor: “Uzaklaşmak her zaman istedikleri bir şeydi, ama dış dünyadan soyutlanma çok korkutucu da olabilir. Bu, yeni hayatımızın mı yoksa sonun başlangıcı mı diye merak etmiş olsalar gerek; ve Tanrı burada bizi gerçekten koruyup kolluyor mu yoksa kendi başımıza mıyız diye. Kötü şeyler olduğunda, bence insanlar bu sorulara daha kişisel düzeyde sarılıyorlar ve cevaplar rahatsız edici olabiliyor.”

Taylor ise, “Psişik dünya konusunda gelgitler yaşıyorum. Başıma gelen tuhaf bir olayın arkasında daha fazlası olup olmadığını merak ettiğim zamanlar var. Her şeyi bir kenara bırakıp bu olguya tamamen açık olmak zor. Fakat izlediğim şeytan çıkarma kayıtları ikna edici. Ve dehşet verici” diyor.

Rob Cowan da şunu ekliyor: “Herkes yatağın altında ya da dolapta bir şey olduğu olgusuyla özdeşleşir. Ancak, burada bunlar gerçekten oluyor. İşte olayı daha tüyler ürpertici yapan da bu.”

The Conjuring 5

Senaristler Chad Hayes ve Carey W. Hayes’in benzersiz bir yaklaşımları vardı: Hikayeyi  Warren ve Perron ailelerinin kesişen bakış açısından anlattılar. Chad bunu şöyle açıklıyor: “Bu senaryoyu yazarken hoşumuza giden şey iki çift arasındaki tezattı: Bir yanda koyu birer Katolik ve saygın demonologlar olan Waren çifti, diğer tarafta hiç de dindar olmayan Perron çifti. Ve sonra hayatları çarpışıyor. Kim neyi düzeltiyor ve bu düzeltme nasıl yapılıyor?”

Carey’e göre ise, “Bu yabancıların yolları çok çirkin bir varlık yüzünden kesişiyor. Gerçekten ürkütücü bir serüven yaşıyorlar. Onların adımlarını izlerken kendimizi kaptırıverdik. Bir saplantıya dönüştü.”

Wan da şunu ekliyor:, “Senaryoyu okuduğumda, ‘Vay canına, bu harika; farklı bir şey yapma şansımız var,’ dedim.”

Projenin gelişimi sırasında, Wan ve Hayes kardeşler 4.000 küsur vakadan oluşan Warren dosyalarını taradılar. “Bol miktarda ve müthiş malzemeler bulduk,” diyen Wan, şöyle devam ediyor: “Amacım Warren ailesinin yaşamları süresince karşılaştıkları en vahşice şeylerden bazılarını hayata geçirmek ama aynı zamanda hikayelerine sadık kalmaktı. Perron ailesinin anılarından da büyük ölçüde ilham aldık. Korkuyu profesyonellerin gözünden gösterirken, doğaüstü dünyayla hiç teması olmamış bir ailenin bakış açısını da sunmanın daha da ürkütücü olacağını düşündüm.”

“Her iki aileyi de onore etmek istedik,” diyor Cowan ve ekliyor: “Bu yüzden, hakiki bir doğruluk düzeyi yakaladığımızı söylemeleri bizim için büyük bir ödüldü.”

Şimdi seksenlerinde olan Lorraine Warren yıllar önce çok sayıda sinsi varlığın istila başlattığı gerçek evdeki fiziksel ortamı hâlâ hatırlıyor. Bu konuda şunları paylaşıyor: “İçeri girdiğimde, evin perili olduğunu hemen anladım. Adeta bir tül gibi üzerinize gelen bir his mevcut; enerjinizi emiyor çünkü o varlığın kendini göstermek için buna ihtiyacı var; o enerjiyi sadece sizden sağlayabilir. O evin içinde büyük bir ağırlık vardı ve sette olmak tüm o yaşananları geri getirdi. Olağanüstüydü. James’e büyük sevgi besliyorum. Her şeyin doğru olmasını istedi; filmi heyecanla bekliyorum.”

Hayes kardeşlerin Lorraine’yle yaptıkları uzun telefon konuşmaları sırasında, genellikle ses ve statik şeklinde, dünya dışı olduğu hissedilen bir tür kesinti yaşanıyor, çoğu zaman da hat tamamen kopuyordu. Carey bunun sık yaşanan bir şey mi olduğunu sorduğunda, Lorraine’nin şöyle yanıt verdiğini aktarıyor: “Ah, evet, tatlım, karanlık ile aydınlık… biliyor musun, bu hep süregiden bir savaştır?”

Chad ise şunu ekliyor: “Lorraine dedi ki, ‘Karanlığın karanlık yanını ifşa etmek üzereyiz ve o, iyinin kazanmasını istemiyor. Çok daha fazla müdahale olmamasına şaşırıyorum.’”

Roger Perron ve kızları seti ziyaret etme fırsatı buldular ve bunun çok yoğun hatıraları, özellikle de çiftliğe taşındıkları o meşum günle ilgili olanları yeniden canlandırdığı konusunda hemfikirler. Kız kardeşlerin en büyüğü olan Andrea, “James, oyuncu kadrosu ve tüm ekibin o evin özünü ve başımıza gelenleri aslına uygun bir şekilde yakaladıklarından emin oldum, ki bu hiç de kolay bir iş değildi. Umduğumuz her şey meyvesini verdi. Sanki duygularımızın anahtarını ellerinde tutuyorlardı; neler yaşadığımızı ortaya koydular, deneyimlerimizi beyaz perdede yeniden canlandırdılar.”

Aslında, otuz küsur yıl önce dehşeti yaşamış olan eş ve anne Carolyn için her şey fazla gerçekti. Çekimlere gitmemesinin nedenini buna bağlarken, şu itirafta bulunuyor: “Gitmedim, tıpkı o çiftliğe bir daha asla gitmediğim gibi. Hatıraların —ya da beni evde tehdit eden o şeyin— bana yeniden dokunabilmesini istemedim.”

Ne var ki, mesafeyi koruması kendisini koruması için belki de yeterli değildi. Bir öğleden sonra, ailesi eski evlerinin hissini yansıtan mekanın setindeyken, tüyler ürpertici ve açıklanamayan bir esinti etraflarını sardı; oysa ağaçlar kımıldamıyordu bile. Teknisyenler Kuzey Carolina’daki ekipmanları sabitlemeye çalışırken, kilometrelerce ötede, Atlanta’da bulunan Carolyn 30 yıldır hissetmediği bir varlık hissetti ve birdenbire ayağı takılarak hastanelik olmasına yol açacak şekilde yaralandı. Bundan kısa süre sonra, patlak veren bir yangından ötürü oyuncu kadrosu ve çekim ekibinin kaldığı otel boşaltıldı.

Hemen hemen hiç kimse bunların tesadüfi olaylar olduğuna inanmıyor.

Wan da bir gece geç vakitte senaryo hakkında bir e-posta gönderirken tuhaf bir olay yaşadı. Olay yavru köpeğinin ofisin bir köşesinde ulumasıyla başladı. “Orada hiçbir şey yoktu,” diyor yönetmen ve devam ediyor: “Ondan sonra daha da ürkütücü bir şey yaptı: Her neye bakıyor idiyse, ki orada hiçbir şey yoktu, odanın etrafında adım adım onun izini sürmeye başladı. Aklım başımdan gitti…. ve işte o anda hikayenin psikolojime yansıdığını, beni ciddi biçimde etkilediğini anladım.”

Wan sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çoğu insan, hayatlarının bir noktasında, paranormal deneyim yaşamış birini tanımıştır ya da bizzat yaşamıştır. Diğer filmlerimde, kendime bu şeylerin gerçek olmadığını, onları kendimin uydurduğunu söylemek rahatlatıcıydı… ama ‘The Conjuring/Korku Seansı’nda böyle bir lüksüm yoktu.”

BASKI

CAROLYN PERRON

“Evimde korkunç bir şeyler oluyor. Ölesiye korkan beş kızım var…”

Başlangıçta, Perron evindeki tuhaf olaylar evin yeni sakinlerine alakasız şeyler gibi görünür. Ancak, Carolyn Perron’un yardım istemek için Ed ve Lorraine Warren’i yerel bir üniversitede verdikleri ders çıkışında bulmasına kadar geçen sürede, evde sinsi bir istilaya işaret ederek başlayan küçük rahatsızlıklar çoktan yıkıcı bir hâl almıştır. Ve Warren çifti sıradışı faaliyeti gözlemler gözlemlemez, Perron evinde yaşayan hayaletlerin baskı aşamasına geçtiğini net bir şekilde anlarlar: Hayaletler artık aileyi hedef almıştır ve ailenin gündüzlerini —ve gecelerini— işgal etmiştir.

The Conjuring 4

Safran senaryonun da benzer bir etkisi olduğunu dile getiriyor: “İlk okuduğumda senaryoya bayıldım, ama onu gece okuyamadığımı fark ettim, kelimenin tam anlamıyla uyuyamıyordum. Sabahları kalkar kalkmaz okumam gerekiyordu ki gün boyunca etkisinin geçmesi için vaktim kalsın. Senaryoyu göndermeye başladığımızda, pek çok kişi aynı tepkiyi verdi: Onu gece okumamış olmayı diliyorlardı.”

Lorraine Warren’i canlandıran Vera Farmiga bu kişilerden biri olduğunu itiraf ediyor: “Senaryoyu araya zaman koyarak okudum çünkü çok yoğun hisler yaratıyordu: Dehşet, korku, şok. Evde okumak istemedim. Kendi açımdan en güvenli şeyin onu başka bir yerde ve gündüz okumak olduğunu tahmin ettim.”

Ama güvenlik yakalanması zor bir şeydi. Farmiga okuma için gittiği yerlerden birinde olanları şöyle aktarıyor: “Dizüstü bilgisayarımı açtığımda ekranda boydan boya uzanan beş tırmık izi vardı. Bunun açıklamasını bilmiyorum. Bildiğim şey, bilgisayarımı düşürmediğim ve çocuklarımın da onun üzerine basmış olmadıkları… bunun üzerine dizüstümü kapattım, kenara koydum ve sonra aklım başımdan gitti.”

Farmiga araştırma sürecinin de aynı ölçüde huzursuzluk verici ama bir o kadar da ilginç olduğunu belirtiyor. Okült üzerine çok sayıda kitap okumanın yanı sıra, daha Lorraine’yle tanışmadan önce Warren çiftinin ders kayıtlarını izledi. Aktris, onun çalışmalarının her kesitini —papazlardan hahamlara, Kızılderili şeflerinden şamanlara— çok etkileyici, Lorraine’nin amacından taviz vermeyişini de ilham verici bulduğunu vurguluyor: “Lorraine’nin çok sağlam bir Tanrı inancı var; Katolikliği onun hem alet çantası hem de kalkanı. Fark ettiğiniz ilk şey, sahip olduğu sezgi yeteneğinin Tanrı vergisi olduğuna inandığı. Ve bunu kullanmazsanız, Tanrı onu geri alır. Dolayısıyla, onunki bir meşgale değil, bir iş. Bu bir görev çağrısı. Ed ve kızı Judy’ye göz kulak olmak ile diğer herkese göz kulak olmak arasında denge kurmak, kendi içi rahat değilken diğerlerinin içini ferahlatmak Loraine için zorlayıcı olmuş, rolde bunu işlemek de benim için zorlayıcı oldu.”

Farmiga rolün, kendisi adına, tek bir şahsiyet olarak Lorraine’nin ötesine geçtiğini de sözlerine ekliyor: “Ed ile Lorraine arasındaki ortaklığı olağanüstü buldum. Dinamik bir ikililer; birbirlerini tamamlayışlarına bayıldım: Lorraine’nin hassasiyeti ve empatisi; Ed’in pratik zekası ve gerçekçi yaklaşımı. Aralarında çok büyük ve benzersiz bir sevgi var; birbirlerine saygı duyuyorlar ve bu kendini belli ediyor.”

Wan ise, “Lorraine ölüm ile ölüm sonrasının belirsiz dünyasıyla iç içe ama hayat dolu biri ki bu müthiş bir şey. Ona gerçekten hakkını verecek bir aktris istedim. Vera muhteşem bir oyuncu olmasının yanı sıra, Lorraine’ye benimki kadar saygı duyuyordu. Bu, performansına hakikaten yansıdı,” diyor.

Farmiga’ya göre, “Ed ile Lorraine haysiyet sahibi insanlar, tıpkı James gibi. James’in hikayeye yaklaşımının her yönünde bunu açıkça görüyorsunuz.”

Ed Warren rolüne hayat veren Patrick Wilson ise şu görüşte: “Lorraine çok ilginç bir kişilik. Vera onun küçük tuhaflıklarını benimsedi. Buna tanık olmak ve karşılık vermek heyecanlıydı.”

Farmiga da perdedeki kocası için övgü dolu sözler sarf ediyor: “Patrick’e hayranım. Karar vermemdeki etmenlerden biriydi o. Patrick yanımda olmayacak olsaydı, projeye katılmazdım.”

2006 yılında vefat eden Ed’le asla tanışma fırsatı bulmamış olan Wilson için Lorraine önemli bir bağlantıydı. Lorraine aktöre paha biçilmez bir içgörü sundu ve hikayeler paylaştı. Aktör, bu sayede, Warren kayıtlarını ve arşivleri farklı bir bakış açısıyla inceledi. Ed ile Lorraine arasındaki canlı ilişkiyi ve ikilinin sıradışı mesleklerini Wilson da Farmiga kadar ilgi çekici buldu.

Aktör bunu şöyle açıklıyor: “Onlar ruh ikiziymiş. Ayrıca, ister iyi ister kötü, belirli bir durumda karmaşa yaratan enerjinin ne olduğunu anlama konusunda ortak bir tutkuyu paylaşmışlar.”

Wan ise şunu ekliyor: “Lorraine işler hakikaten dehşet verici ve katlanılmaz bir hâl aldığında, sığındığı limanın Ed olduğunu söylüyor. Bu çok romantik. Patrick’in çizdiği Ed portresi de bir çok açıdan romantize edilmiş. Bana göre, oldukça ilginç bir yaklaşım bu.”

Ed de demonolojinin dini yönüne ağırlık verdiği için din adamlarından çok büyük saygı görüyordu. Wilson bu konuda, “Ed kimileri harika ve muhteşem kimileri çok kötü olan ruhların dünyada binlerce yıldır var olduğu görüşündeydi ve bunlarla savaşıp insanlara yardımcı olmak için karısıyla birlikte elinden geleni yapacaktı. Ed buna tam anlamıyla ve yürekten inanıyordu. Bu yüzden, onun rolüne bürünmek için benim de aynı ölçüde inanmam şarttı.”

The Conjuring 3

Ed, Lorraine’nin karanlık varlıkları yorumlamak için kendini o dünyaya her açışında, fiziksel zarardan fazlasına da açık hâle geldiğini, kendisinden küçük bir parça kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu biliyordu. “Ed’in müthiş bir cazibe, neşe ve mizah dengesine sahip olduğunu ama bir anda korumacı moda geçebildiğini görüyoruz. Eşini ve ailesini savunmak için engel tanımayacak biri. Bununla kesinlikle özdeşleşebildiğim içim karakterin o yönüne parmak basmak zor olmadı,” diyor Wilson.

Filmde, Ed karısının karşı karşıya olduğu potansiyel tehlikenin son derece bilincinde. Ancak yine de, Ed ve Lorraine, Perron ailesinin içinde bulunduğu durumun vahametinin farkında oldukları için vakayı üstlenmeyi kabul ediyorlar.

Lili Taylor’un canlandırdığı Carolyn Perron ailesinin yeni bir yuvada yeni bir başlangıç yapma umutlarının evin karanlık geçmişi yüzünden paramparça oluşuna tanıklık eden, aklı başında bir annedir.

Taylor bu karakter için şunları söylüyor: “Beş çocuk büyütmek ağır bir iş ve Carolyn bunun altından kalkmak için çok çalışıyor. Oldukça da başarılı. Harika kızları var. Onların güvenliği, sağlığı ve iyiliği Carolyn için her şeyden önemli. Çiftliğe taşınırken güzel, sakin, hoş bir kırsal yaşam umut ediyor ama ailece bambaşka bir şeyle karşılaşıyorlar.”

Karşılaştıkları şey evin içinde sürekli soğuk bir hava, gözle görülemeyen bir şey tarafından yerinden oynatılan nesneler, hayaletvari fısıltılar ve türler ürpertici hayalet görüntüleridir. Taylor, Wan’ın konuya taze bir soluk getirdiğine inandığını belirtiyor: “James’in bu sinema türünde uzman olduğunu biliyordum. Gerçekten de şeytani dünyaya yaklaşımı daha önce izlediğim hiçbir şeye benzemiyordu.”

Wan’ın hayranı olduğunu dile getiren Taylor senaryo için de şunları söylüyor: “Çok güzel, çok korkutucu ve çok zengin. Hikaye son derece iyi kurgulanmış. Güçlü, iç içe geçmiş ilişkilere bayıldım.”

Aktrisin perdedeki ailesiyle ilişkisi de aynı ölçüde muazzamdı. Yapımcılar onları hep birlikte öğle yemeği yemek ve “aile” fotoğrafları çekmek için bir restorana götürdüler çünkü filmin ilerleyen bölümleri için bu son derece önemliydi. Taylor bu konuda, “Baştan itibaren tamamen doğal bir akış vardı. Sohbet konusu yaratmak için bir çaba yoktu, konuşmalar gayet doğal bir şekilde gelişti. Yedi şahsın böylesine anında kaynaşması nadir görülür. Bu açıdan şanslıydık,” diyor.

Diğer yandan, aktris üstlendiği rolün zaman zaman fiziksel anlamda olduğu kadar zihinsel anlamda da zorlayıcı olduğunu aktarıyor: “Bu türü seviyorum ama gerilim filmlerinin psikolojik yönü zordur; bu film ise aşırı derecede yoğun ve ilkeldi.” Nispeten daha korku verici bazı sekanslar için de Taylor’un yorumu şöyle, “Bu film için çok çok derinlerde, karanlık bir yerden çığlık atmayı öğrenmezsem ses tellerimi koparmadan filmi tamamlayamayacağımı fark ettim.”

Wan ise, “Lili’ninki belki de bu filmdeki en zorlayıcı roldü. Canlandırdığı karakter fiziksel ve duygusal bir korku treni yolculuğu yapıyor. Lili harikulade bir iş çıkardı. Ona sahip olduğumuz için kendimizi şanslı hissettik,” diyor.

Ron Livingston filmde işçi sınıfına mensup bir baba ve koca olan, kamyonuna verilen rut yüzünden geceleri genellikle evden uzakta geçiren Roger Perron rolünü canlandırıyor. “Ron müthiş bir aktör. Çok nazik biri. Ailesini korumak isteyen ama çok büyük güçler tarafından engellenen, son derece sempatik bir karakter yarattı. Roger’le empati kuruyorsunuz ki bu çok önemliydi” diyor Wan.

Livingston ise şunları söylüyor: “Roger Perron bugün hâlâ o evde gördükleri ve hissettiklerinin gerçek olduğuna inanıyor. Ben evrenin ya da gerçeğin hakemi değil, Roger’i oynayan aktörüm. Dolayısıyla, benim işim onun hikayesini elimden geldiğince iyi anlatmak.”

Aktör, Wan’ın “alışılmışın dışındaki sanatının” bu psikolojik serüvenin lokomotifi olduğunu da sözlerine ekliyor ve, “Sanırım bir şeyin tüyler ürpertici olması ve seyirciyi gerçekten etkilemesi için, mekaniğin ötesine geçmesi lazım; hepimizin anladığı bir şeyle bağlantı kurmalı… ve bu yeni bir çevreye taşınmak, hep istediğiniz bir şeyi elde etmek kadar basit olabilir; ama sonrasında bunun dileyebileceğinizden ya da hayal edebileceğinizden çok daha fazlası olduğunu fark edebilirsiniz. O yüzden, ne dilediğinize çok dikkat edin,” diyerek gülümsüyor.

Yönetmen oyunculara ilk çekimlerden bir kısmını izlettiğinde, Livingston gördüğü şeyi, “feci korkunç” olarak niteliyor ve ekliyor: “Çekimler yapılırken ben oradaydım. Neler olacağını biliyordum ama yine de birkaç kez gafil avlandım.”

Wan’ın kronolojik çekim yapma tercihi organik bir süreç yaratarak oyuncuların bağını ve performansını güçlendirdi. Taylor bunu doğruluyor: “Zekiceydi. İlk başta ev boştu çünkü içine yeni taşınıyorduk; sonra daha yaşanır bir hâle geldi. İki hafta boyunca birbirimizden başka kimseyi görmedik ama sonra bum! Warren ailesi çıkıp geldi ki gerçek hayatta da tıpatıp böyle olmuştu.”

Wan, Perron çocuklarını oynayacak genç yetenekleri bir araya getirmedeki katkısından ötürü casting yönetmeni Annie McCarthy’ye teşekkürlerini sunuyor. Söz konusu genç aktrisler  ve canlandırdıkları karakterler şöyle: 18 yaşındaki Andrea rolünde Shanley Caswell; 15 yaşındaki Nancy rolünde Hayley McFarland; 13 yaşındaki Christine rolünde Joey King, 10 yaşındaki Cindy rolünde Mackenzie Foy; ve 8 yaşındaki April rolünde, sinemaya yeni adım atan Kyla Deaver. “Bu çocuklar inanılmazdı. Birlikte çok eğlendik,” diyor yönetmen ve ekliyor: “Ron, Lili ve kızlara baktığınızda, onların çekirdek bir aile olduğuna inanıyorsunuz. Kameralar kayıtta değilken de, oyunlar oynuyor, hatta gerçek bir ailede olduğu gibi kendi aralarında kavga bile ediyorlardı.”

Bir diğer küçük aktris olan Sterling Jerins de Warren çiftinin kızı Judy’yi canlandırdı. Ana oyuncu kadrosunu tamamlayan diğer isimler ise şöyleydi: Judy’nin büyükannesi Georgiana rolünde Marion Guyot; Peder Gordon rolünde Steve Coulter; Warren çiftinin araştırma asistanı Drew rolünde Shannon Kook; ve bir gece kendisi de dünya dışı varlıkların çapraz ateşine maruz kalana dek Warren çiftinin yetenekleri ve yöntemlerine şüpheyle yaklaşan yerel polis Brad rolünde John Brotherton.

ELE GEÇİRİLME

LORRAINE WARREN

“Burada kesinlikle bir şey var…”

Şeytani faaliyetin son ve nihai aşaması ele geçirmedir. İstilacı hayaletler hedef aldıkları insanların iradesini bir kez kırdılar mı, ardından fiziksel araçlarının sahibi olurlar. Ve ardından Cehennem yaşanmaya başlar.

Warren çifti bu savaşta kilisenin yardımına başvurabilme umuduyla, olan bitenleri belgeleyebilmek için evi harekete duyarlı sensörler ve Super 8 kameraların yanı sıra, şeytani varlıkların kendilerini açığa vurmalarını sağlamak için de dini objelerle donatırlar. Ampullerin patlamaya başlaması ve olayların dehşet vericiden hayati tehlike boyutuna geçmesi uzun sürmez.

The Conjuring 2

Wan “The Conjuring/Korku Seansı”nda doğaüstü varlıkların yol açtığı gitgide artan dehşet ortamını yaratmak için bir kez daha her zaman uyumla çalıştığı yaratıcı ekibine bel bağladığını belirtiyor: “Sinemacı olarak elbette bir miktar sanatsal serbestiye başvuruyorsunuz, ama bazı şeyler var ki onlardan taviz vermek istemedim çünkü gerçeklerdi.”

Wan 1970’leri yeniden yaratmak için basitçe kumlu film şeritlerine kayıt yapmak yerine, “Farklı bir zaman dilimine açılmış bir pencere gibi görünmesini ama bunu günümüzün teknolojik filtresinden yararlanarak gerçekleştirmeyi istedim,” diyor.

“The Conjuring”de Wan’ın dördüncü kez birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni John R. Leonetti bu görüntüyü yaratmak için kamera ve lensler test edip, sonunda (normal filmle aynı serbestiyi sağlayan ama ışığa daha hassas ve gölgelerde ayrıntıları daha iyi yakalayan) Arriflex Arri Alexa dijital kamera ile (mevcut şeyi keskin ve net bir şekilde yansıtan, optik olarak düz) Leica lenslerinin birleşiminde karar kıldı. “Arriflex kamera film kadar canlı ve kontrollü olan ilk dijital kamera,” diyen Leonetti, şöyle devam ediyor: “En hızlı filmin hız değeri 500, oysa Arriflex kolayca 800’e çıkıyor. Bunu bir de 1.4 gibi geniş açıya sahip Leica lensleriyle birleştirdiğimizde, kumlu olmayan, dokuca zengin, yalın bir gerçekçilik yakalamamız mümkün oldu.”

Safran ise, “James ve John son derece uyumlular; bu filmdeki atmosfer ve görüntüleri yaratırkenki artistik danslarını izlemek çok güzeldi,” diyor.

Ana çekimler yapımcıların Perron evinin yerine geçecek mükemmel binayı aradıkları Wilmington-Kuzey Carolina’da başladı. Cowan, “Buraya mekan taraması yapmak için ilk gelişimizi hatırlıyorum. James’in dolanıp tüm ışıkların açık olduğundan ve otel odasında bir şeyin bulunmadığından emin olması gerekti. Yaptığı ve son derece başarılı olduğu filmlerin türüne rağmen, korku düşüncesinden hoşlanan bir adam değil; insanları neyin korkuttuğunu biliyor çünkü kendisi de aynı şeylerden korkuyor,” diyor.

Wan’la üç filmde daha birlikte çalışmış olan yapım tasarımcısı Julie Berghoff ise şunları söylüyor: “James bize en başından söyledi: ‘Bu hayaletlerin ilk başta görünmelerini istemiyorum, hissedilmelerini istiyorum.’ Ben hayaletlere inanırım. Ortalığı birbirine katan şeyi her zaman görmemenin de genellikle çok rahatsız edici olduğu konusunda James’e katılıyorum.”

Çeşitli dış mekan çekimlerinde kullanmak için arazisi Black River’e kadar uzanan bir ev buldular. Leonetti çevre araziyi neredeyse 360 derecelik bir siklorama (sahnenin silindir şeklindeki arka duvarı veya arka perdesi) oluşturacak şekilde kaydetti. Bu görüntüler daha sonra platoda inşa edilen tam ölçekli, iki katlı, 557 metrekarelik yapıyla bütünleştirildi. Herkesin hemfikir olduğu şey, görüntülerin adeta yoldan yürüyebilecekmişsiniz hissi uyandıracak kadar gerçekçi olduğuydu.

Wan ve Leonetti için atmosferin belirlenmesi açısından hakiki ışık kullanılması elzemdi. “Esas olarak, pek çok düzeyde doğal ışık yaratan temel bir palet kullandık,” diye açıklıyor Leonetti.

Wan, Leonetti’nin ışıklandırmasını “tuval üzerindeki fırça darbelerine” benzetiyor ve şunları söylüyor: “O kadar güzel ki. Çok klasik, İtalyan Rönesans tarzı, Rembrandtvari bir görüntüleme.”

Berghoff hakiki Perron evine ve Doğu Yakası’ndaki diğer çiftlik evlerine bakarak iç tasarıma başladı. Kendisi söz konusu tasarım için, “Tasarımımın kaynağı aksiyon; ve aksiyon da heyecan verici. James’in ayrıntılara gösterdiği dikkat olağanüstü. Görüntünün nasıl olmasını istediği konusunda çok belirgin bir vizyonu var. Uzun, dairesel çekimleri sevdiği için, iç mekan da bir şekilde daireseldi. Bu da bize tüm evin içinde zahmetsizce hareket etme özgürlüğü tanıdı,” diyor.

Odalar da daha genişti. Ayrıca, kamera yerleştirmek için üst kattaki tırabzan yerinden söküldü. Bunların yanı sıra, el kamerasının kullanımı Wan’ın daha kusursuz ve akıcı aksiyon elde etmesine yardımcı oldu.

Yönetmen, “Kameranın ailenin bir parçası gibi her şeyin ortasında olduğu, her şeyi belgelediği serbest bir form, serbest bir stil hissi yaratmak istedim,” diye belirtiyor.

Sahneleri en ince ayrıntısına kadar kurgulayarak, izleyiciyi dehşetin ortasına atan Wan bu konuda şunları söylüyor: “Eğer bir karakter koridorda yürüyorsa,  arkasında onu takip eden bir kamera daima bulundururum ki izleyici de onunla birlikte yürüsün ve bir sonra ne olacağını bilemesin. Karakteri irkiltmek için önüne bir şey çıkıverirse, izleyiciler de irkilir. Eğer karakter bir odanın loş köşesine bakıyorsa ve kapının ardında birinin durduğunu düşünüyorsa, izleyicilerin oraya bakmakta zorlanmasını ve kendilerine, ‘Orada birini mi görüyorum?’ diye sormasını isterim. Bence bu onları karakterin zihniyetine sokmaya hakikaten yardımcı oluyor.”

Wan, Berghoff ve Leonetti beş yatak odalı evin iç replikasını aksiyon için ihtiyaç duydukları tüm açıları sağlayacak şekilde rötüşlamayı ama bir yandan da köşelerdeki loşluğu korumayı planladılar. Ana salona ve onun yanındaki odaya cam paravanlar inşa edildi. Bu sayede kamera izleyicilere odanın öbür ucundan dosdoğru kendilerine doğru gelen aksiyonu görme imkanı sağladı. Gerek o döneme sadık kalmak gerek gerçek ışıklandırma estetiğine hizmet etmek için avizeler ışık kaynağını oluşturdu. Berghoff’un ekibi, ayrıca, ışık havuzları eklemek için raflara ve mobilyalara da ışık sistemi döşedi.

Hakiki ev 1736 yılında inşa edilmişti ve son olarak 40’ların ya da 50’lerin sonunda içinde oturulmuştu. Berghoff bu konuda şunları söylüyor: “Tamirat ya da dekorasyon için eve en son o zamanlarda para harcanmış olmalıydı. Dolayısıyla, yeniden yaratım sürecinde düşündüğüm şey burasının kendi zamanı için kırsal evlerin bir divası olduğuydu. Güzeldi, ama tüm bu hayaletler oraya taşınarak yavaş yavaş onu yıpratmıştı. Dik durmaya, eski günlerdeki gibi olabildiğince asaletini korumaya çalışıyordu, ama hayaletler gün be gün güzelliğini ondan çalıyorlardı. Çatlaklar oluşmuştu ve hastalıklı evin damarları artık her yerde kendini göstermeye başlamıştı.”

Evin karakteri kendi hakiki rengini ortaya koyduğu için, renk paleti boyama yapılarak belirlenmedi. Berghoff, “O dönemde, evler parlak renklerde değildi; beyaz, gri ve toprak tonları kullanılıyordu,” diyor ve ekliyor: “Kat kat sıva yaptık, böylece duvarlar derinlik kazandı. Torna ve sıva teknikleri köşelere gölgeler veren çok güzel çatlaklar yarattı; ve renksizleştirme tekniği de kesişen çizgileri yumuşatıp doku ekledi. Ayrıca, daha parlak renklerde birkaç küçük nesne  kullandık ama bunlar da yine solmuş bir yeşil ya da bordoya ya da pas rengine dönmüş kırmızıydılar.”

Kötülük şiddetini arttırdıkça, kiler hikayenin gitgide daha ayrılmaz bir parçası hâline gelir. “Sanki cehennemin dibine gidiyormuşsunuz gibi; ve kiler de bunun kökeni çünkü evdeki her korkunç tarihi olayın kökeni burası. Daha sonra da, bu yerin daha da karanlık bağrı olan döşeme boşluğuna gidiyorsunuz,” diyor Berghoff. Tasarımcı kaplama tahtası, taş ve toprak zemin kullanarak bu ilkel görünümlü ardiyeyi tasarlamak için doğu yakası evlerinden esinlendi.

Yine gerçek ışıklandırmaya bel bağlayan Leonetti kileri 250 mumluk tek bir ampulle ve karakterlerin kendilerini kör karanlıkta bulduklarında yaktıkları kibritlerle aydınlattı. Tüyler ürpertici döşeme boşluğu sekansları için el kameraları kullanıldı. Zeminin altında ve duvarın arkasındaki daracık döşeme boşluğunda kelimenin tam anlamıyla emeklemek zorunda kalan kamera operatörleri için fiziksel açıdan oldukça zorlu bir işti bu.

“James ışıklandırmayla ve kameralarla psikolojik hayalet hikayeleri yaratmada çok usta,” diyen Leonetti, Wan’ın özellikle Perron evine giriş kısmına yaklaşımını buna örnek gösteriyor: “James sekansı salonun içinden başlatmak gibi muhteşem bir fikir buldu. Böylece, dışarıdan içeri klişeleşmiş bir çekim olmayacak, sanki ev ailenin taşınışını içeriden izliyormuş gibi görünecekti. Kameraları salonun merkezinden pencerelere doğru yönlendirdik.”

İkinci sahnede üç ayrı çekimi birleştirmek için görsel efektlerden yararlandı: Önce dışarıda vinçli kamera nakliye kamyonundan kanepenin çıkarılışını çekti. Steadicam onu salona kadar takip etti. Ardından da çocuklardan birinin önce mutfağa gidişi sonra da rüzgar çanının olduğu arka verandaya çıkışıyla devam edildi. Daha sonra geçişleri kusursuz tek bir çekim elde edebilmeyi kolaylaştırmak için, her kapı aralığında yeşil perdeden yararlanıldı. Leonetti, “İkinci sahnede, tüm ortam huzursuzluk verici soğuk tonlarla organik olarak sunuldu ki gerilime zemin oluştursun,” diyor.

Bu gerilimi daha da yükseltmek için, film boyunca belirli anlarda bir başka araca, zumlamaya başvuruldu. Leonetti, “Bu hızlı bir zumlama değildi; merak uyandırmak için görüntüyü ağır ağır yakınlaştırdık,” derken, bu tekniğin “70’lere hoş bir gönderme” olduğuna da işaret ediyor.

Evin dışında, en önemli set parçalarından biri Perron’ların bahçesini hakimiyeti altına alan devasa ağaçtı. Güzel manzaralı Black River mekanını tararken, Leonetti selvi ağaçlarının kökleri yüzünden adeta kararmış gibi duran suyu çok çarpıcı buldu. Dış mekanda bir ağaç olmasını önerdi çükü bu ağaç mekanın doğal bir parçası olmakla kalmayıp eve ya da evden nehre doğru çekim yaparken çok güçlü bir odak noktası oluşturacaktı. Wan bu fikre bayıldı. Bunun üzerine, Berghoff’un ekibi suyun kenarındaki iskelenin yanına bir ağaç inşa ettiler.

Berghoff ağacı şöyle tanımlıyor: “150 yaşında bir Amerikan ceviz ağacı; yerden bir el gibi çıkıyor; çarpık ama güzel, tıpkı ev gibi. Ruhlar yıllar içinde onun içine ölümü yerleştirdikleri için, ağacın dalları dökülmüş… esasen içten dışa bir çürüme yaşıyor.” Heybetli ağaç 15 metre yüksekliğinde ve 4,5 metre çapındaydı. Heykeltıraş Katrina Johnson maketi oluşturmada Berghoff’a yardım etti; ve beraberce gövdeyi şekillendirirken kıvrımlı ve kadınsı, bir bakıma tehditkar bir görünüm oluşturmak için çalıştılar.

“Julie yaptığı işte çok başarılı. Ağaç fevkalade bir sanat eseriydi,” diyen Wan, şöyle devam ediyor: “İnsanlar yanından geçip giderken, beton ve çelikten oluştuğunun farkına bile varmıyorlardı.” Yapımcılar ağaçtan o kadar etkilendiler ki onun meşum varlığını görüntülemek için senaryoya daha çok dış mekan sahnesi eklediler.

Her ne kadar hikayenin merkezinde yer almasa da, Warren ailesinin evi olarak da bir gerçek mekan seçildi. Uzun arayışlardan sonra, Berghoff “iskeletinin bir kısmı gerçekten sağlam olan” iki kademeli bir ev buldu ve 70’lerden orijinal halılar getirtip, 70’lerin duvar kağıtlarının taklitleriyle burayı döşedi.

Hakiki Warren evinin en zorlayıcı —ve en rahatsız edici— öğesi mekandaki odalardan birine inşa edilen okült müzesiydi. Burası Ed ile Lorraine’nin yıllar içinde topladıkları Satanist ve cadı ayinlerinde, şeytan çıkarmada kullanılan tüm nesneleri depoladıkları yerdi. Müze oluşturmalarının altında yatan düşünce ise, bu kötü totemleri gözlem altında ve tek bir yerde tutmanın onları dünyaya geri yollamaktan daha güvenli olduğuydu.

Berghoff ve ekibi karanlık, ahşap panelli müze için düzinelerce aksesuarı elde hazırladılar. Bunlar arasında, çok güzel heykel parçalar da bulunuyordu, telefon, güneş gözlüğü, enstrüman gibi günlük eşyalar da. “Haçlar ise koruma amaçlıydı,” diyor Berghoff. Hatta, bir rahip hâlen Warren’lerin gerçek evini haftada bir kutsuyor.

“The Conjuring/Korku Seansı”yla doğrudan bağlantılı en önemli nesnelerden biri olan oyuncak bebek Annabelle’nin bir camın ardında ve kilit altında tutulması gerekiyor. Eğer dışarı çıkarsa, içindeki iblis serbest kalır. “Odayı belli bir akıcılık kazanması için Warren ailesinin evindeki orijinalinden biraz farklı tasarladım. Annabelle’nin de saklı durmasını istedim ki onu aramanız gereksin. Raflar açık olduğu için tüm odayı görebiliyorsunuz, ama nesnelerin tamamen fark edilebilir olmasındansa gölgelere gizlenmesi adeta daha da korkutucu,” diyor Berghoff.

“Bizim Annabelle bebeğimiz yıpranmış, eski püskü ve doğası gereği çok ürkütücü. Bu oyuncak bebekte çok yanlış bir şey var. Aslında, onun benimle aynı odada durup gözlerini üzerime dikmesini istemedim,” diye itiraf ediyor Wan gülerek.

SFX’den Tony Rosen, Annabelle’nin önce orijinal konsept çizimini gerçekleştirdi. Ardından, porselen bebeği kalıp, alçı ve şekillendirme işlemlerinden geçirdikten sonra gözler, ağız ve kafanın hareketli olmasını sağlamak için animatronikler tasarladı.

Bebeğin kıyafeti kostüm tasarımcısı Kristin M. Burke tarafından yaratıldı. Annabelle’nin küçük bir Hollandalı kız olması fikri biraz tartışıldıktan sonra, “James onun bir gelin olması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine, 1940’lara ait, büyükannemin giydiğine benzer bir gelinlik tasarladım,” diyor Burke.

Tek sorun küçük bir kasabada ipek bulmaktı. Bu yüzden, tasarımcı ipeği Los Angeles’ten sipariş etti. Daha sonra kumaşı eskitti ve Wan’ın hayaline uygun olarak kırmızıya boyadı. Saç departmanı bebek için bir peruk yarattı. Ancak, Annabelle camın arkasına yerleştirilip çekimlere hazır hâle geldikten sonra, duvağın kaldırılmasına karar verildi. “Duvak olmayınca, o tüyler ürpertici suratı tam olarak görebiliyorsunuz,” diyor Burke.

Wan o dönemin hemen algılanabilmesi için de saç ve kostüm departmanlarına bel bağladığını söylüyor: “O dönemin havasını yaratmak için bir sürü araba ya da tabela gösterebilme veya sokak çekimleri yapma imkanım yoktu çünkü filmin yüzde doksanı evin içinde geçiyor. Saç ve kostüm ekiplerim müthiş bir iş çıkardılar.”

1971’de ne cep telefonu vardı ne de İnternet. Üstelik, Rhode Island’da tek bir otoyol bulunuyordu. Dolayısıyla, Perron ailesi ve evleri gerçekten dış dünyadan kopuktu. Bu, sessiz sakin bir hayat anlamına gelebilirdi… ya da sizin ile herhangi bir yardım ya da sığınma noktası arasında kilometreler olduğu anlamına.

Burke, “1971’de Rhode Island kırsalları dünyadan hakikaten kopuktu, ve içine kapanık bir kültür vardı,” diyerek bunun altını çiziyor. Neyse ki, Burke kökenleri Rhode Island’a uzanan arkadaşlara sahipti ve onların aile fotoğrafları ve yıllıklarına ulaşabildi. “Başlıca araştırmamı gerçekten orada yaşamış insanlardan elde ettiğim için çok mutluydum,” diyor tasarımcı.

Ed ve Lorraine’nin de kişisel fotoğrafları mevcuttu. Burke hem bunları hem de İnternetteki çok sayıdaki fotoğrafı inceleyerek Vera Farmiga ile Patrick Wilson’un gardıroplarını yarattı. Tasarımcı şunu söylüyor: “Ed ve Lorraine’nin dönem sınıflandırmasına adeta kafa tutan bir tarzları vardı. Bunu ya doğru şekilde yakalayamazsam, ya bu gerçek insanlara saygımı gösteremezsem diye çok endişeliydim.” Ancak, Lorraine bir gün sette Farmiga’nın ayakkabılarını gösterip, tıpkı bunlara benzer bir çift ayakkabısı olduğunu söyleyince, Burke’nin içi çok rahatladı.

Carolyn Perron rolündeki Lili Taylor’un kostümlerinde farklı bir tat ve kesinlikle bir dönüşüm vardı. Tasarımcı bunu şöyle açıklıyor: “Filme çok kadınsı, çiçekli elbiselerle başlıyor ve sürekli onunla olan bir kırmızı öğe var. Dolayısıyla, başlangıçta parlak kırmızı bir kazak giyiyor. Onu bir sonraki görüşümüzde, elbisesinin rengi biraz daha kahverengi ve biraz daha kahvemsi bir kırmızı kazağı var. Sonra, renkleri daha solgun bir çiçekli elbise ve kahverengi kazak giyiyor. Bunun ardından kazağının rengi beje dönüyor. Nihayetinde de Carolyn gri pamuklu kazak ve pantolon giyiyor. Bunlar filmdeki ilerlemeyi simgeliyor. Kendini kaybettikçe, kıyafetlerindeki o kırmızıyı da kaybediyor.”

Ron Livingston’un işçi sınıfı kıyafetlerinde daha az fark edilir bir dönüşüm vardı. Burke bunu da şöyle açıklıyor: “Üstüne giydikleri ilk başta birbirine çok benzer görünüyor. Klasik gömlekler aldık ve onlara hoş bir kullanılmışlık görüntüsü vermeye çalıştık. Filmin sonuna gelindiğinde, Roger bizim yarattığımız daha belirgin ve güçlü ekose kıyafetler giyiyor çünkü karmakarışık olan her şey onun gözünde netleşiyor.”

Burke sözlerine şunu da ekliyor: “Çocuklar giymeleri gereken İspanyol paça pantolonları ‘modaya çok uygun’ buldular.” Kostüm tasarımcısı, ayrıca, üniversite kampüsündeki ders için 300 insanı daha dönem kıyafetleriyle giydirdi. North Carolina Wilmington Üniversitesi’nde yapılan çekim Warren ve Perron aileleri arasındaki, hayat değiştiren ilk buluşmaya da mekan oluşturdu.

Ders sırasında gösterilmek üzere Warren dosyalarındaki gerçek şeytan çıkarmalara dayanan görüntüler yaratıldı. Warren çifti 8 milimetre kullanmıştı; ancak, Leonetti geniş alanda ekrana daha iyi yansıyacağı için 16 milimetreyi tercih etti. Görsel efektler amiri Ray McIntyre Jr. ve ekibi daha sonra ele geçirilmişlik işaretlerini arttırmak için kayıtlarla oynadılar.

Görsel efektler ekibi ve David Beavis yönetimindeki özel efektler ekibi Perron ailesine musallat olan çeşitli hayaletlerin görüntülerini yaratmada da büyük rol oynadılar.

Bu hayaletlerden birini canlandıran Joseph Bishara, daha önce Wan’ın hit filmi “Insidious”ta da görünmüştü. Bishara ayrıca o filmin müziğini de yazmıştı. Wan, bir kez daha, korkuyu tırmandırmak için çok önemli olan son öğeyi, yani müziği Bishara’ya emanet etti.

“Joe korku dünyasını seviyor; evi korku temalı bir parkı andırıyor,” diyor Wan gülerek ve ekliyor: “Onu geri dönüp benim için bir kez daha bunu yapmaya ikna etmek çok zor olmadı. Joe’nin sevdiğim yönü çerçevenin dışında düşünüyor olması.”

İster her gece aynı anda duran bütün saatler olsun, ister Cindy’nin bulduğu, aynasında Cindy’nin yansımasından fazlasını gösteren müzik kutusundan gelen ümitsiz tını, Wan, Warren çifti ile Perron ailesine eziyet eden düşman güçler arasındaki korkunç savaşı kaçınılmaz kılan gerilimi yaratmak için ses unsurlarından yararlandı. “Sizi esas gafil avlayan şey, müzik ve ses tasarımı vasıtasıyla gördüğünüze inandığınız şeydir,” diyor yönetmen.

Wan sözlerini şöyle noktalıyor: “İşimin sevdiğim yanı birilerine heyecandan olsun korkudan olsun, çığlık attırmak… ve de sinema salonundan çıktıktan sonra izleyicilerin filmin etkisini üzerlerinden atamamaları. Ve bu gerçek bir hayat hikayesi olduğu için, kötü ruhların hakikaten var olduklarını bilmek olabilecek en korkutucu şey.”

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

John Carter Yapım Notları

Disney, Edgar Rice Burroughs klasiği “A Princess of Mars”a dayanan
blank

Tomb Raider Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey

16 Mart'ta gösterime girecek Tomb Raider hakkında meraklı bilgiler içeren