ANLATIMDA BÜYÜYEN BİR HİKAYE: THE HOBBİT’İ UYARLAMAK
“Yerdeki bir delikte bir Hobbit yaşardı. Pis, kirli, nemli, solucan kalıntıları ve kesif kokuyla dolu bir delik değil; içinde oturacak ya da üzerinde yemek yiyecek bir şey olmayan bir delik değil: Burası bir Hobbit Deliği’ydi, ve bu da konfor anlamına geliyordu.”
— The Hobbit
Yazan: J.R.R. Tolkien
21 Eylül 1937’de, J.R.R. Tolkien, The Hobbit, or There and Back Again adlı bir kitap yayımladı. Kitap ilk baskısından bu yana 100 milyondan fazla sattı, 50’den fazla dile çevrildi. 75 yıldan beri baskısı hiç tükenmedi.
Çoğunluğun bildiği adıyla The Hobbit saygın bir yazar-şair-profesör ve filologun hayal gücünden, çocuklarına uyku masalı olarak çıktıysa da, metin yazarın doğaya ve peri masallarına duyduğu sevgi, savaş deneyimleri ve tüm imkansızlıklara karşı başarıya ulaşan alçakgönüllü ruhlara duyduğu yakınlık hissiyle aydınlanmıştı.
Konforlu Hobbit Deliği’nden çıkıp, Büyücü Gri Gandalf ve 13 Cüce eşliğinde olağanüstü ve tehlikeli bir maceraya dalan Hobbit Bilbo Baggins’in öyküsü nesiller boyunca edebi bir erginlenme töreni olarak keyifle okundu. Hikaye hem maceraya çağrının, hem onur ve sadakatin doğasının, hem eve özlemin, hem de en olmadık kahramanların sessiz cesaretinin tanımı oldu. Ayrıca, tüm dünyada derin bir kültürel etki yaratan (ve Tolkien’ın oluşturmak için tüm hayatını yazmaya adadığı köklü ve zengin bir diyar olan) Orta Dünya’nın karmaşık medeniyetlerini ve büyülü topraklarını insanlara tanıttı.
Kitap her ne kadar tiyatrodan, çizgi romanlara ve video oyunlarına kadar pek çok mecrada uyarlamalara ilham kaynağı olsa da, The Hobbit hiçbir zaman beyaz perdede tam anlamıyla hayata geçirilmedi… şimdiye dek. Çağdaş sinema dünyasında, bu başyapıtı hayata geçirmek için tutkusu ve kararlılığını kanıtlamış, Orta Dünya’ya daha önce başarılı bir şekilde el atmış tek bir sinemacı vardı.
On yılı aşkın süre önce, yönetmen Peter Jackson, Tolkien’ın daha sonraki çalışmasını çığır açan “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesine uyarlamak için kendince bir serüvene atıldı. Bu üç film kültürel sözlüğe adlarını silinmez bir şekilde yazdırmayı başardılar. Her biri gişe rekorları kırdı; eleştirmenlerce beğenildi ve ödüllendirildi. Final filmi olan “Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü” ise En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo olmak üzere 11 dalda Oscar kazanarak zirve yaptı.
Tolkien önce The Hobbit’le başlayıp sonra üç ciltlik dev yapıtı Yüzüklerin Efendisi’ni yazdı, Jackson’ın serüveni ise ters yönde gerçekleşti. “Yüzüklerin Efendisi” filmlerini yapma deneyiminin ardından, şimdi, zamanda geri giderek hikayenin aslında ilk parçasının ne olduğunu anlatıyor. 60 yıl öncesini konu alan bu hikaye yeni üçlemenin ilki olan “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”la başlıyor.
“Yüzüklerin Efendisi’ni yaptığımızda, bunun hayatta bir kez yaşanacak bir deneyim olduğuna kesinlikle emindim” diyor Jackson ve ekliyor: “İnanılmaz ve çok özel bir dönemdi, ama bittiğinde, hiçbirimiz Orta Dünya’ya bir daha döneceğimizi sanmadık. Fakat ‘Hobbit’ üçlemesini yapmak da bizim için aynı ölçüde özel bir süreç oldu. Bu yüzden, şimdi hayatta bir kez yaşanacak bir deneyimi iki kez yaşamış biriyim”.
Jackson her ne kadar projenin gelişimine baştan itibaren dahil olsa da, filmleri yönetmeye de karar vermesi Guillermo del Toro ve uzun süreli çalışma arkadaşları Fran Walsh ve Philippa Boyens’le birlikte senaryoyu yazmaya girişmesinden sonra oldu. Sürükleyici anlatım boyunca iç içe geçmiş tematik öğeler ve duygusal iniş çıkışlara kendini kaptıran sinemacı “Yüzüklerin Efendisi” filmlerinin boyutunu, çapını ve yüksek standartlarını yansıtacak filmler hayal etti.
“The Hobbit’in temposu nefes kesici çünkü Tolkien onu kendi çocukları ve dünya çocukları için bir hikaye olarak yazıyordu” diyen Jackson, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Olaydan olaya geçen, asla gerçekten durmayan, müthiş bir öykü. Yüzüklerin Efendisi’nden biraz daha mizahi, karakterler biraz daha renkli, ama yine de açgözlülük ve delilik öğelerini, sonsuza dek değişen bir masumu ve Yüzüklerin Efendisi’ndeki olaylara doğrudan öncülük eden güçlerin bir araya gelişini içinde barındırıyor. Bu her şeyin başlangıç noktası”.
“Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”la yapımcılar hikayeye yazarın kendisinin sağladığı canlı, organik hayatı, tüm büyüsü ve görkemiyle, mizahı ve karanlığıyla, ve samimi insani duygularıyla yansıtmayı umdular. Senarist-yapımcı Fran Walsh bu konuda şunları kaydediyor: “The Hobbit’i her zaman birazcık daha altın yaldızlı bir peri masalı olarak gördük. Fakat romanın sonuna geldiğinizde, Tolkien’ın nasıl kendini Yüzüklerin Efendisi’nin destansı yazılım serüvenine hazırladığına tanık oluyorsunuz. Bu, bizim için, daha karanlık dönemlere doğal geçiş noktamız. Onurun, liderliğin ve iktidarın yapısı —ki bunlar Yüzüklerin Efendisi’nde oldukça baskın— The Hobbit’te başlıyor”.
Jackson, Walsh ve Boyens senaryoyu yaratırken bu geçişi yakalayabilmek için sadece The Hobbit’i orijinalinde yayınlandığı şekliyle uyarlamakla yetinmediler. Çoğu kişinin bilmiyor olabileceği şey, yazarın hikayeyi daha da ileriye götürmeye çalıştığı ve Yüzüklerin Efendisi’nin sonunda The Hobbit’e ilişkin 125 sayfalık bir ek bölüm yayımladığıdır. Senaryo ekibinin tartışmasız “Tolkien ineği” olan Philippa Boyens, “The Hobbit, Tolkien’ın, inanılmaz mitoloji eserini ve Orta Dünya alemini dünyaya ilk açışıdır. Çatışmalara, ilişkilere ve olaylara değiniliyor ama kitapta bunların ayrıntısına girilmiyor. Dolayısıyla, Tolkien oturup devamını yazmaya başladığında ve ortaya Yüzüklerin Efendisi’ni çıkardığında, The Hobbit’in etrafında gelişen olayları irdelemeye zaman ayırdı çünkü bu küçük çocuk kitabında muazzam bir efsanenin tohumlarının yattığını çok güçlü bir şekilde hissediyordu”.
Bu müthiş kaynak yapımcıları bu dünyayı genişletme ve filmlerinde hikayenin daha fazlasını anlatma konusunda özgür kıldı. Ama senaristler bir yandan da kendilerini bu çok sevdikleri eserin birer kılavuzu olarak gördüler ve hikayenin daha karanlık bazı öğelerine yönelirken kitabın çizgisinden çıkmamaya özen gösterdiler. Jackson bu konuda şunları söylüyor: “The Hobbit Tolkien için neredeyse bir ömürlük bir çalışmaydı. Ve hikayeyi, oluşturmak için sahip olduğu fikirlerin pek çoğu, örneğin çevre ve dönemin politikaları, Yüzüklerin Efendisi’nin son cildindeki içindekiler bölümünde yer alıyor. Açıkça gördük ki hikaye, herkesin bildiği ve sevdiği The Hobbit olmayı sürdürürken, yine de genişleyebilme potansiyeline sahipti. İşte bizim yaptığımız da buydu. Onun notlarını büyük ölçüde kendi taslağımız olarak kullandık. Nispeten masum olarak başlayan bir şeyin tek başına bir destana dönüşmesini hayranlık verici buluyorum”.
Yapımcılar izleyicileri de Orta Dünya’nın içine tam anlamıyla sokmak istediler. Jackson aksiyonu 3D olarak kaydetmek için, daha önce hiç kullanılmamış olan, son teknoloji ürünü saniyede 48 kare hızda (48 fps) çekim yaparak, filmin standart formatların yanı sıra 3D Yüksek Kare Hızı (HFR) ile gösterimini de sağladı. “‘Hobbit’ filmlerinin ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesinin birkaç adım ötesine giden birer görsel deneyim olmalarını istiyoruz” diyen Jackson, şöyle devam ediyor: “On yıl önce 3D çekimler şimdiki kadar yaygın değildi. Ayrıca, bu kez çekimleri saniyede 48 kare olarak çektik. Dolayısıyla, bu, günümüzün Yüksek Kare Hızı teknolojisiyle çekilen ilk sinema filmi”.
Jackson “Yüzüklerin Efendisi”nin oyuncu kadrosundan pek çok ismi de yeniden bir araya getirdi: Ian McKellen (Gri Büyücü Gandalf), Cate Blanchett (Elf Kraliçesi Galadriel), Hugo Weaving (Elf Lordu Elrond) ve Andy Serkis (Gollum). Ayrıca, hikayede önemli yer tutan Frodo Baggins rolündeki Elijah Wood ve Çıkın Çıkmazı’ndan ayrılmadan önceki büyük macerasını hatırlayan İhtiyar Bilbo Baggins rolündeki Ian Holm da tekrar aynı rolleri üstlendiler. Uluslararası oyuncu kadrosunun başını ise hikayenin merkezindeki Hobbit Bilbo Baggins rolündeki Martin Freeman çekti. Richard Armitage ise Cüce savaşçı Thorin Meşekalkan’ı canlandırdı.
Beraberce, bu sinemacılar ve sanatçılar yeni bir maceraya yelken açtılar: Yeni bir sinema üçlemesi yaratmak üzere tekrar baştan sona üç filmi çekme macerasına. Bu üçleme, yeraltındaki bir delikte yaşayan bir Hobbit’in inanılmaz ve oldukça beklenmedik bir yolculuğa çıkmasıyla başlıyor.
BEKLENMEDİK TARAF: HİKAYE VE KARAKTERLER
“Sevgili Frodo’m, bir keresinde sana maceralarımla ilgili bilinmesi gereken
her şeyi anlatıp anlatmadığımı sormuştun. Her ne kadar
sana dürüstçe doğruyu söylemiştim diyebilsem de
hepsini anlatmamış olabilirim.”
— Bilbo Baggins, “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”
BİR BÜYÜCÜ, BİR HOBBİT VE BİR CÜCE KRAL
Yeğeni Frodo’nun kendi müthiş ve tehlikeli yolculuğuna koyulmasından altmış yıl önce Bilbo Baggins bir pazar kasabası olan Hobbitköy’deki Çıkın Çıkmazı’nda mutlu ve huzurlu bir hayat sürmektedir. Tüm kendi türünden olanlar gibi, evini sevmekte ve Shire’ın ötesindeki yaşam hakkında pek az şey bilmektedir; öğrendikleri değerli kitapları ve haritalarında gördüklerinden ibarettir.
Maceranın merkezindeki Hobbit’i canlandırması için yapımcıların aklından geçen tek bir isim vardı: Gerek komedi gerek drama rollerine aynı ölçüde, zahmetsiz bir mizah ve insaniyet katmasıyla övgü toplayan Martin Freeman. “Martin aynı anda hem zayıf hem de sağlam ve güçlü olabilmek gibi inanılmaz bir yeteneğe sahip” diyen Boyens şöyle devam ediyor: “Aynı anda hem komik hem de dokunaklı da olabiliyor. Tüm bu özellikler bize onun Bilbo Baggins olduğunu söyledi. Martin’in bu olağanüstü yolculukta sizi de yanında götürebileceğini biliyorduk”.
Filmin renkli Cüceleri ve Büyücüleri, Elfleri ve Trolleri arasında, Bilbo muhtemelen izleyicinin en kolay özdeşleşebileceği yaratık. Jackson, “Bilbo sıradan bir insan gibi ve onun durumunda olsak büyük ihtimalle hepimizin vereceği tepkileri veriyor. Bilbo bir Trolle karşılaşınca, illa kılıcına sarılıp savaşmaya başlamıyor; paniğe kapılıyor. Ve Martin’in inanılmaz olan yönü de işte buydu. Bunların hiçbirinde rol kesmek istemiyor; o her zaman gerçek ve özgün. Ben hep Hobbitlerin, ellerinde çay fincanları ayaklarını ateşe uzatmış hâlleriyle, çok İngiliz olduklarını düşünmüşümdür. Martin tanıştığım kişiler arasında muhtemelen bir Hobbit’e en yakın insanlardan biri” diyor gülümseyerek.
Bilbo’yu Freeman’ın oynamasında kararlı olan Jackson, çekim programını yeniden düzenleyerek aktörün “Sherlock” adlı televizyon dizisindeki Watson rolünü oynamak üzere Yeni Zelanda’dan İngiltere’ye gitmesi için bir boşluk ayarladı. “Hakikaten çok şaşırdım ama bir o kadar da memnun oldum çünkü Bilbo’yu canlandırmayı gerçekten istiyordum, ve bu yeniden karşınıza çıkacak türde bir fırsat değildi. Bu durum bana Bilbo olarak çok güvendiklerini gösterdi. Bende endişeyi mizahla oynayabileceğime dair bir şey görmüş olmalılar” diyor Freeman.
Freeman, Bilbo’yu “kendi kendine oldukça yeterli” olarak niteliyor ve şöyle devam ediyor: “Ayrıca, dünyayı gezmeden eğitimli biri olduğu için kendisinden oldukça da memnun bence. Onun hakkında dikkatimi çeken şeyler, birçok durumda belirli bir çekingenliği olduğuna, hayata karşı belli bir tereddüt duyduğuna işaret ediyor çünkü onun dünyası evi ve Hobbitköy; bunun ötesi biraz korkutucu”.
Fakat Bilbo’nun rahat yaşamı her şeyden habersiz bu Hobbit için hırslı planları olan Gri Büyücü Gandalf’in gelişiyle bozulur. Bilge, sezgileri güçlü ve bazen de muzip Büyücü’yü bir kez daha Ian McKellen canlandırdı. Bu tiyatro ve film yıldızının oynadığı pek çok başarılı rol arasında belki de en ikonlaşmış olanı “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinde hayat verdiği Gandalf’dir.
“Sette Ian McKellen’ı kostümü, sakalı ve şapkasıyla görünce bu Gandalf dedim. O, film karakteri ile kültürel ikon arasında tuhaf bir şekilde gidip geliyor” diyor Jackson.
Saygın aktör her ne kadar kendini tekrar etmekten endişe duyduysa da, sonunda bir kez daha Gandalf’in cüppe, sakal ve şapkasına bürünmenin cazibesine karşı koyamadı. “Aynı karaktere geri dönmek belki yeni bir rol üstlenmek kadar baştan çıkarıcı değil; ayrıca büyük bir sorumluluktu, ama sonuç olarak başka birinin Gandalf’i oynama düşüncesine katlanamadım” diyor McKellen ve ekliyor: “Yıllar içinde, üçlemenin pek çok hayranından bu rolü ben oynamazsam üzüleceklerini duydum. Dolayısıyla, role geri dönmek ve bu harika aileyle yeniden zaman geçirmek büyük mutluluk ve heyecan kaynağıydı”.
Gandalf, Erebor’u geri almak için Yalnız Dağ’ın çorak topraklarına yapacağı yolculukta kendisine danışmanlık yapması ve eşlik etmesi için Cüce Lordu Thorin Meşekalkan’ı seçmiştir. Erebor, Gandalf’in kabilesinin uzun süre önce Ejderha Smaug tarafından saldırılıp fethedilen kayıp krallığı ve anavatanıdır. McKellen bu konuda şunları söylüyor: “Gandalf Cücelerden hoşlanıyor ya da onlara hayranlık duyuyor gibi görünüyor. Ve oldukça yaşlı olduğu için —en az 6000 yaşında—, mevcut durumu yakın ve uzak geçmişteki tarih bağlamında değerlendirip şimdi onlara yardım etme zamanı olduğuna hükmediyor”.
Gandalf, Bilbo’yu bulmacanın çok önemli bir parçası, ve Erebor’a ulaştıklarında, tabi ulaşabilirlerse, gizli silahları olabilecek biri olarak görüyor. “Cücelere strateji ve taktikler konusunda danışmanlık yapan Gandalf, bir hırsıza ihtiyaçları olduğunu düşünüyor. Ejderha’nın burnunun dibinden gizlice geçip Erebor’a girebilecek birine,” diyen Jackson, şöyle devam ediyor: “Ve Gandalf bunun bir Hobbit olması fikrini seviyor çünkü Ejderhalar Hobbitlerin kokusunu bilmiyorlar. Gandalf hırsızın Bilbo olmasını istiyor”.
Hayatı boyunca hiçbir şey çalmamış olan Bilbo için bu yeni bir bilgidir. Fakat Bilbo’yu çocukluğunda tanımış olan Gandalf onun bu iş için doğru Hobbit olduğuna inanıyor. McKellen bunu şöyle açıklıyor: “Sanırım Gandalf’in Bilbo’yu seçmesinin nedeni onu her şeye hazır, cesur bir çocuk olarak hatırlaması. Şaşırarak fark ediyor ki, o parlak çocuk biraz rahat bir yaşam biçimini seçmiş. Ama Bilbo’nun içinde bir yerlerde maceraya hazır bir ruh olduğuna inanıyor”.
Bilbo daha ne olduğunu tam anlayamadan, derli toplu küçük Hobbit Deliği’nin bir bir gürültücü Cücelerle dolduğunu görür. Son olarak da, liderleri olan efsanevi Cüce savaşçı Thorin Meşekalkan (Richard Armitage) kapıda belirir. Thorin doğrudan Orta Dünya’nın Cüce Kralları olan Durin soyundan gelmektedir. Kendisi ayrıca, Erebor’un beklemedeki kralıdır. O, Smaug’un yaptığı dehşet verici katliamda krallığın çöküşüne tanık olmuş, babası Thrain ile dedesi Thror’u bu savaşta kaybetmiştir.
Armitage, “Thorin’e babasından bir intikam görevi miras kalıyor: Kendilerinin olanı geri almak ve halkını Erebor’a geri götürmek. Ve bu, tek başına taşıması çok ağır bir yük. Thrain yüz yıl önce aynı şeyi yapmaya çalışırken kaybolmuş. Bu yüzden, Thorin ya şimdi ya da hiç diye hissediyor. Bence o, sönmekte olan bir kor gibi. Bu koru tekrar büyük bir ateşe dönüştürebilme potansiyeline sahip ama eğer şimdi harekete geçmezse kor sönecek” diyor.
Aktör şöyle devam ediyor: “İlginçtir ki, Thrain’in tercümesi ‘hasret çeken’, Thorin’inki ise ‘cüret eden’. Thrain bunu isteyen ama başaramamış olandı; Thorin ise bunu yapmaya cesaret eden”.
Fran Walsh ise karakter için şunları söylüyor: “Thorin son derece asil ve kusurlu bir karakter. Onun hikayesi trajik ve çok dokunaklı. Thorin yurtsuz bırakılan ve yıllardır statüsüz bir şekilde gezinen halkı için savaşıyor. Onun hikayesi Erebor’u ve o vatanı tekrar kazanma hayalini konu alıyor”.
Bir Cüce için yakışıklı, uzun boylu ve krallığa layık olan Thorin saygıyı hak eden cesur bir liderdir. Fakat çevresinde bir ordu gezdirmek yerine, 12 Cüceden oluşan toplama bir grup oluşturmayı başarabilmiştir sadece. Armitage bunu şöyle açıklıyor: “Yeterince iyi bir lider olmadığı paranoyası daima içinde olan bir şey ve onu aşağı çekiyor. Bu rolde aynı hissi oyuncu olarak ben de yaşadım. Çok kaygan bir zeminde olduğumu hissettiğim anlar oldu. Ama Peter’la çalışmanın müthiş olduğunu düşündüğüm yönü onun tüm filmi kafasında canlandırması, böylece güvenli ellerde olduğunuzu hissediyorsunuz. Karakteri benden daha iyi biliyor. Bana sunduğu incelikli rehberlik içimi özgüvenle doldurdu”.
Yolculuğunun taşıdığı büyük önem yüzünden, Thorin rolü için oyuncu seçimi yapımcılar adına özellikle dikkat gerektirdi. “O, Cüceler grubunun lideri. Bu yüzden, böylesi bir güç ve otoriteye doğuştan sahip birine ihtiyacımız vardı” diyor Jackson ve ekliyor: “Ve bu nitelikler Richard’ın Thorin karakterini bütünüyle sahipleniş şekline fazlasıyla yansıdı. Kendisi normal hayatta olağanüstü sessiz biri ama Thorin Meşekalkan kostümüne büründüğü anda o grubun kontrolünü tamamen eline alıyor”.
Üstelik bu, öyle sıradan bir grup değildir.
CÜCELER BÖLÜĞÜ
“Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”ta Bilbo, Gandalf ve Cüceler Bölüğü olmak üzere 15 anakarakter bulunuyor. Bu durum yapımcılar açısından hikaye anlatımı için biraz zorluk teşkil ediyordu. Jackson bunu şöyle açıklıyor: “Cüceler hikayede büyük yer tutuyorlar; dolayısıyla bireysel tarzlarıyla birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen karakterler yaratmak ve güçlü oyuncular seçmek bizim için önemliydi. Cüceler Bölüğü’nü hayata geçirmeleri için muhteşem bir oyuncu kadrosunu bir araya getirdik”.
Thorin’e en yakın olanlar ona Durin soyundan doğrudan bağlantılı olan Balin ve Dwalin kardeşlerdir. Thorin’in en güvenilir danışmanlarından olan, nazik yapılı, diplomatik ve bilge Balin’i Ken Stott canlandırdı. Balin her ne kadar sadık olsa da, Stott’a göre, “Erenor’u geri almanın asil bir düşünce olup olmadığını bilemediği için yolculuğa dahil olma konusunda biraz isteksiz. Orayı olduğu gibi bırakmak gerektiğine inanıyor. Ayrıca, hayatlarını birine emanet edeceklerse, Bilbo seçmeleri gereken son kişi. Balin’e göre, onların bu işi başarmasını sağlayamayacağını anlamak için Bilbo’ya bakmanız yeterli. Fakat, yavaş yavaş ve emin adımlarla Bilbo onların saygısını kazanıyor”.
Her iki kardeş de savaş deneyimi yaşamışlardır, ve bu deneyim Balin’i daha isteksiz kılarken, kardeşi Dwalin’i (Graham McTavish) tam tersi yönde etkilemiştir. Uzun boylu, kaslı, dövmeli ve korkusuz bu güçlü savaşçı Thorin’in liderliğine şaşmaz bir güven duymaktadır ve onu ölümüne savunmaya hazırdır. “Dwalin tek kelimeyle müthiş bir savaşçı” diyor McTavish ve ekliyor: “Önlerindeki serüvene dair asla hayaller görmüyor. Bu resmen bir intihar görevi ve gruptaki herkesin bunu pek anladığını sanmıyor. Dwalin şakalar yapıp kamp ateşi başında hikayeler anlatan türde biri değil. Hayır, asla. O, baltalarını çıkarıp, bıçaklarını iyice biler!”
Skalanın diğer ucunda Thorin’in yeğenleri Fili (Dean O’Gorman) ve Kili (Aidan Turner) bulunmaktadır. Büyük Cüce savaşlarını yaşamış olmak için fazla genç olan bu iki kardeş neyin içinde olduklarını pek bilmemektedirler. “Onlar ateşli olanlar” diyen O’Gorman, şöyle devam ediyor: “Fili bu görevi doğuştan hakkı, kendi hayat serüveninin önemli bir parçası olarak görüyor. Ve bu kulağa bir erkek çocuğunun hayali gibi geliyor. Büyük bir gençlik ateşiyle yola çıkıyor ama hikaye ilerledikçe, ciddiyet kendini belli ediyor”.
Fili ve Kili, Çıkrık Çıkmazı’na gelip birlikte seyahat ettikleri bölüğü görünce sert bir uyanış yaşarlar. Turner, “Burada bir rüya takıma adım attıklarını sanıyorlar ama birden bire masanın diğer ucuna baktıklarında yoldan çıkmışlar güruhu görüyorlar. Başına balta saplı bir adam, bol alkol alan tipler, bazı emekliler ve kendi annesini soymuş bir hırsız Hobbit’le karşı karşıyalar” diyor Turner gülerek ve ekliyor: “Ama Fili ve Kili bunu eğlenceli buluyor ve tam anlamıyla uygunsuzlarla dolu bu odada bile Bilbo’yla dalga geçmekten geri kalmıyorlar!”
Kraliyet soyu olan Durin’den gelen Fili ile Kili’nin aksine, Bofur (James Nesbitt) ve Bombur (Stephen Hunter) kardeşler ve kuzenleri Bifur (William Kircher) madenci ve demir ustası ailelerden gelmektedirler.
Bofur, Balin’in endişesini, Dwalin’in kararlılığını ya da Fili ve Kili’nin heyecanını taşımamaktadır. Nesbitt, “Bofur’un genel motivasyonu Cücelerin kalanından çok daha basit” diyor ve ekliyor: “Bana kalırsa, kaybedilmiş topraklarını geri almak gibi asil bir davayla çok da ilgili değil. Bence o ve yakınları birazcık eğlence, biraz hırgür peşinde. O pozitif bir Cüce. Hayata çok olumlu bir bakışı var. Bofur’un sert, dürüst, aynı zamanda sevecen bir yapısı olduğunu düşünüyorum”.
Bifur bölükte sivrilen bir karakter çünkü kafasına saplı, paslı bir Ork baltası var. Çılgın saçlı ve çılgın gözlü Bifur el hareketleri, homurdanma ve ara sıra, sadece Cücelerin bildiği eski ve gizli bir dil olan Khuzdulca’yla iletişim kuran, yırtıcı ve ne yapacağı belli olmayan bir savaşçı. Kircher bu konuda şunları söylüyor: “Başından yaralanmış olduğu için sadece eski Cüce dilinde konuşabiliyor. Ve, ne yazık ki, kimse onu anlamıyor, hatta Cüce arkadaşları bile. Sadece, eski Cüce dilini bilen Gandalf onu anlayabiliyor”.
Bombur’un tek anladığı şey yemektir; bu yüzden de hayattaki tutkusunun ve başlıca odağının yemek pişirmek ve yemek olması şaşırtıcı değildir. “Bombur her ne kadar Thorin ya da Dwalin kadar uzun boylu olmasa da, Cücelerin en irisi” diyor Hunter ve ekliyor: “Kör gözüm kör parmağına demenin anlamı yok; Bombur, Cücelerin en şişmanı. O, Bofur ve Bifur oldukça sert mizaçlı karakterler. Yapılılar ve savaşta başlarının çaresine bakabilirler”.
Oin (John Callen) ve Gloin (Peter Hambleton) kardeşler seyahat grubunun daha kıdemli birer üyesidir. Cesur Kuzeyli Cüceler ve Thorin Meşekalkan’ın uzaktan kuzenleri olan bu kardeşler akrabalarına derin bir sadakat duygusuyla bağlıdırlar. Yaşça büyük olan Oin şifacı ve bir tür medyumdur. Aslında yolculuğu tetikleyen de onun duru görülerinden biridir. “Oin kuşların uçup, kuzgunların Erebor’a dönmesinin bir işaret olabileceğini anlayıp, belki de Smaug’un hüküm süren dehşetinin sona ermek üzere olduğunu görüyor” diye açıklıyor Callen.
Gloin ise harcamaların “muhasebecisi”dir ve masraflara olağanüstü dikkat eder. Aynı zamanda sevgi dolu bir aile adamıdır. Karısı çok güzel sakallı, ün salmış bir afettir; o dönemde hâlâ bir çocuk olan oğlu Gimli ise 60 yıl sonra ‘Yüzüklerin Efendisi’ne katılacaktır. “Üçlemenin hayranları benzerliği görecekler” diyor Hambleton ve ekliyor: “Gloin’un baltası kesinlikle Gimli’nin hikayesiyle bağlantılı çünkü bu babadan oğula geçen bir şey. Ve tıpkı oğlunun olacağı gibi, Gloin de bu işin sonunu görmeye oldukça kararlıdır”.
Üç kardeş Dori (Mark Hadlow), Nori (Jed Brophy) ve Ori (Adam Brown) de anne tarafından Thorin Meşekalkan’ın uzaktan akrabalarıdırlar, ama her birinin babası farklıdır ve mizaçları bambaşkadır.
Dori en büyükleridir. Kendisi biraz anaçtır ve en küçük kardeşi Ori’yi ortanca kardeşi Nori’nin etkisinden korumak konusunda özellikle endişelidir; dolayısıyla, bu konuda biraz patronluk taslar. Hadlow, “Dori her zaman kardeşlerini kontrolü altında tutmaya çalışıyor. Aile birliğini korumayı kendi görevi olarak görüyor. Bu Cücelerin hepsi farklı klanlardan. Bu yüzden de, önce hepsi bir şekilde diğerlerine şüpheyle bakıyor. Ama filmin akışı içerisinde aralarında inanılmaz güçlü bir bağ oluşuyor”.
Nori kardeşlerinden kesinlikle çok farklıdır. Küçük yaşta evini terk etmiş ve aile ocağına dönmeden önce yıllarca pratik zekası ve yaratıcılığıyla hayatta kalmıştır. Bir yere çivilenmemişse, çekici ya da kullanışlı herhangi bir nesne muhtemelen onun parmaklarına kurban gidecektir. Brophy onu şöyle tanımlıyor: “Biraz değişken, biraz arkadan bıçaklayan, biraz da hırsız biri. Çok şirin ama muhtemelen onun Cüce kız kardeşinizle evlenmesini istemezsiniz”.
Ori ise erkek kardeşinin tam tersidir. Tatlı, sevimli ve masum Ori serüveni kaydetmek için yazar ve çizim yapar. Sinemaya bu filmle adım atan Brown, “Bence Ori oldukça sıradışı bir Cüce” diyor ve ekliyor: “Genç ve saf, grubun en küçüğü. Ama kendini kanıtlamak istiyor, sadece sürekli olarak kendisine annelik yapmaya çalışan ağabeylerine değil, Thorin’e de. Efsanenin bir parçası olmak istiyor”.
Cücelerle yaptığı bu uzun yolculukta, Bilbo onların anavatanları Erebor’a dönme isteklerini çok iyi anlamaya başlar. Boyens bu konuda şunları söylüyor: “Bilbo macerası boyunca ait olduğu Çıkrık Çıkmazı’ndaki anılarını içinde tutuyor. Oraya dönme arzusuyla yanıp tutuşuyor ve yuvasına ait bu düşünceler ona muazzam bir güç veriyor. Ve kendi yuvasına duyduğu bu bağ sayesinde, karşısındaki Cücelerden neyin koparılıp alınmış olduğunu, o bir yere ait hissetme özlemini anlıyor. İşte bu, her şeyden daha çok, karşısındaki Cücelerin kim olduğunu anlamasına yardımcı oluyor”.
Farklı aksanları ve kişisel tarzları olsa da, Cüceler bir alemdirler. “Cüceleri çok çalışan, asalete ve büyük çalışma ahlakına sahip ama barda oturup herkes gibi üç beş kadeh içmeyi seven bir grup çelik işçisine benzetebilirsiniz” diyen Jackson, şöyle devam ediyor: “Ayrıca, mizah anlayışına sahipler ve müthiş birer savaşçılar. Onların şamatacı bir yapıları var. Savaşta Orklarla mücadele etmeyi sevdikleri kadar, stres atmayı da seviyorlar”.
Bilbo, Cüceler evini istila ederek, kendilerine güzel bir ziyafet çekmek için kileri boşaltıp, öğünü de dev bir yemek savaşıyla kapatınca, Gandalf ile Thorin’in ondan ne istediklerini anlamaya başlar: Ucunda ölümcül bir Ejderha’nın beklediği uzun ve tehlikeli bir yolculukta onlara eşlik etmesi beklenmektedir. “Bilbo bir savaşçı değil. Kılıçta becerikli değil ve daha önce hiç ata binmemiş ki dizginleri tutuşundan bunu kolayca anlayabiliyorsunuz. Yine de Gandalf onun bu serseriler takımıyla birlikte Hobbitköy’den ayrılmasını istiyor; bu biraz çılgınca bir düşünce. Bilbo’nun rutin bir yaşamı var ve bundan hoşlanıyor. Oysa ondan bile bile kendini tehlikeye atması, fiziksel zararın söz konusu olabileceği, hatta belki dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkması isteniyor. Dolayısıyla, soru şu: Madem öyle, neden gitsin? Gidiyor çünkü bir daha böyle bir fırsat bulamayacağını biliyor” diyor Freeman.
Gandalf yeraltı Erebor krallığının bulunduğu Yalnız Dağ’a giden gizli bir geçidin yerini gösterecek bir anahtar ve eski bir harita üretir. Fakat Cüce Bölüğünün görevlerini tamamlamak için bir uzmana daha ihtiyaçları vardır. Harita şifrelidir ve Gandalf onu çözebilecek yetenekte tek bir kişi tanımaktadır.
BEYAZ KONSEY VE KARARAN YEŞİL ORMANLAR
Midillilerin üstünde Shire’dan ayrılan Bölük dinlenmek için Trolbükü Ormanı’nda konaklarlar ama çok geçmeden iri yapılı ve aç üç Trol tarafından pusuya düşürülüp canlı canlı yakılmanın ucundan dönerler. William, Bert ve Tom adındaki bu Trolleri, en son, “Yüzüklerin Efendisi”nde heykel olarak görmüştük. “Bu, Bilbo’nun yeni yolculuğunda mutlak ve dehşet verici tehlikeyle ilk karşılaşması ve bu şekilde sınanıyor” diyor Jackson ve ekliyor: “Bilbo’nun Cücelerle süregiden ilişkisi anlamında Bilbo’nun rolü böylece büyük ölçüde tanımlanıyor”.
Çok geçmeden, Gandalf’in eski bir meslektaşı olan, Boz Büyücü Radagast’la (tiyatrocu ve bir kez Doctor Who’yu da canlandırmış olan Sylvester McCoy) karşılaşırlar.
Eksantrik, biraz unutkan ve dikkati kolayca dağılan Radagast bir İstari’dir, diğer bir deyişle Orta Dünya Büyücüsü. Beşli bir grup olan İstariler arasında Gri Gandalf ile Ak Saruman da vardır. Fakat diğerlerinden farklı olarak, Radagast uzun süre önce Yeşil Ormanlar’ın güneybatı eteklerinde virane evi Rhosgobel’da sakin bir yaşam sürmek için toplumdan el ayak çekmiştir. Radagast’ın dostları vahşi hayvanlar ve orman kuşlarıdır, ve ulaşım için tavşanların çektiği büyük bir kızak kullanır. McCoy bu karakteri Tolkien’ın Yeryüzü’nün korunmasına ilişkin bilindik kaygılarının bir simgesi olarak görüyor. “Bana göre, Radagast pek çok açıdan Assisili Aziz Francis’e benziyor” diyor McCoy.
Boyens ise şunu ekliyor: “Orta Dünya halkının, Elflerin, Cücelerin ya da Hobbitlerin işleri Radagast’ı pek ilgilendirmiyor. Hayvanların, ağaçların ve doğanın iyiliği onu çok daha fazla ilgilendiriyor. Ve bağlantıları sayesinde, Yeşil Ormanlar’ın içinde büyüyen ve Kuytuorman olarak anılacak olan kötülüğü ilk o seziyor. Radagast Orta Dünya’da yıllar süren huzur ve bolluktan sonra, eski bir dehşetin dünyaya geri dönmüş olabileceğine inanıyor”.
“Orta Dünya’da küçük çatırdamalar başlıyor” diyen McKellen, şöyle devam ediyor: “Bazı şeyler değişiyor gibi görünüyor, üstelik iyi yönde değil. Bazı güçler iş başında ve Gandalf bu güçlerin tam olarak ne olduklarını çözmeye çalışıyor. Bu da onu işaretleri ilk gören Radagast’a götürüyor. Ancak, bağlantıları kurmak için Gandalf’in zekası ve büyük resme odaklanma anlayışı gerekiyor”.
Terk edilmiş tarihi Dol Guldur Kalesi’nin de içinde bulunduğu bir gizemi çözmeye başlayan Gandalf için Radagast’ın güveni kilit öneme sahip bir bağlantı sağar. “Bu, hikayenin Tolkien’ın değindiği ama yazmadığı bir parçası” diyor Walsh ve ekliyor: “Biz Gandalf’in Dol Guldur’daki hikayesini irdelemeyi her zaman arzu etmiştik ve biliyorum ki serinin çoğu hayranı da öykünün o kısmının anlatılmasını fazlasıyla istiyorlardı”.
Dol Guldur’da karanlık bir Büyücü’nün —Ölümbüyücüsünün— olası varlığı Gandalf’in payına düşen göreve daha büyük bir ivedilik kazandırır. Bir başka gelişme de çirkin, canavarımsı bir Ork sürüsünün kurtları andıran Wargların sırtında Bölük’ün peşine düşmesidir. Bu yırtıcı ve güçlü yaratıkların kurduğu pusudan kurtulan Bölük, Elflere ait Ayrıkvadi ileri karakoluna doğru yola koyulurlar. Burası derin bir nehir vadisine gizlenmiş, muhteşem bir vahadır. Bölük’ün gelişi pek de memnuniyetle karşılanmaz.
Bu duygu karşılıklıdır. “Aralarındaki ilişki Erebor’a kadar uzanıyor” diyen Armitage, bunu şöyle açıklıyor: “Elflerin Cücelerin sahip oldukları şeylerde gözü vardı. Ejderha saldırdığında da Elfler hiçbir şey yapmadı. Cücelerin yanmalarına izin verdiler ki Thorin bunu asla unutmayacak”.
Cüceler sonunda Elrond’un emriyle vahaya kabul edilirler (Elf Lordu’nu “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinde de olduğu gibi Hugo Weaving canlandırdı). Ne var ki, Elrond, Thorin’in yolculuğunun zekice olduğundan ve Gandalf’in bundaki rolünden şüphelidir. Weaving bu konuda şunları söylüyor: “Bence Elrond ile Gandalf arasında büyük bir karşılıklı saygı var. Ama Thorin’i ve Cüceleri koruyarak, Gandalf, Elrond’un onaylamadığı bir şey yapıyor. Elrond eğer Yalnız Dağ’a gidip Smaug’u uyandırırlarsa, bunun ancak işleri karıştıracağını düşünüyor. Öte yandan, Gandalf’in bir başka amacı daha var ki bu da ele alınması gereken bambaşka bir sorun”.
Gandalf’in Ayrıkvadi’yi ziyaret etmesinin ardında yatan bir neden daha bulunmaktadır: Dol Guldur’la ilgili şüphelerini Beyaz Konsey’e iletmek. Beyaz Konsey, Gandalf’in kendisi, Saruman, Yüksek Elfler Elrond ve (yine Cate Blanchett’ın canlandırdığı) Galadriel’den oluşmaktadır. Jackson, “Beyaz Konsey, Tolkien’ın notlarında, daha geniş bir Orta Dünya evreninin parçası olarak geçiyor. Onlar gerçekten de Orta Dünya’nın koruyucuları, herhangi bir tehlikeye karşı tetikte bekliyorlar. Bu bizim açımızdan bir altın madeniydi çünkü daha önce tanıttığımız karakterleri filmlere taşıyabilmemize ve Dol Guldur’daki bu varlığın harika hikayesini anlatmamıza olanak tanıdı” diyor.
Weaving ise, Beyaz Konsey, “esasen barış dolu bir dünya için çalışıyor. Çevrelerinde her an yeniden ortaya çıkıp mevcut yaşam tarzını tehdit edebilecek güçlere karşı tetikteler” diyor.
Weaving’e göre, bu role geri dönmek, aynı zamanda, eski arkadaşlarla çalışabilme fırsatıydı: “Geri dönmek ve yıllardır görüşmediğimiz oyuncu ve set ekibinden arkadaşları yeniden görmek gerçekten harika oldu”.
Güzel ve bilge Beyaz Lothlorien Hanımı’nı bir kez daha canlandıran Blanchett da şunları ekliyor: “İlk serüvenin parçası olan çoğu kişi ikinci serüvende de yer alıyor. ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesinden sonra başka bir şey olacağına dair beklentim yoktu ve benim o filmlerdeki sürem oldukça kısaydı. Buna rağmen, Peter, Fran ve Philippa’nın ‘Hobbit’ filmlerini yapacaklarını duyunca peşlerine düştüm. Galadriel’in hikayede olup olmadığını bilmiyordum ama umut etmekten vazgeçmedim. Sonrasında, hikayede olduğumu öğrenince havalara uçtum”.
Galadriel Beyaz Konsey’in güçlü bir üyesi ve Gandalf için çok önemli bir müttefik. Blanchett canlandırdığı karakter için “bulmacanın küçücük bir parçası,” dedikten sonra, şöyle devam ediyor: “Öyle tahmin ediyorum ki hikayede bizim yerimiz, yani Gandalf ile Galadriel’in bir şeylerin yanlış gittiğini sezmesi, sonradan olacaklar üzerinde belirli bir etkiye sahip. Beyaz Konsey bunu göremiyor. Gandalf ile Galadriel’in asil ve kahramansı yönü beraberce geleceğin gözünün içine bakmaya hazır olmaları. Gandalf’i en muhteşem kahraman yapan şey de bu: Popüler görüşün aksine, başka kimse bunu yapmaya hazır değilken karanlığın içine yürüme cesaretine sahip olması”.
Hem Blanchett hem de McKellen yeniden birlikte çalışmaktan ve canlandırdıkları karakterler arasındaki olağanüstü bağı hayata geçirmekten büyük keyif aldılar. “Aralarında duygusal bir bağ var ki bence bu senaryodan olduğu kadar oyunculardan da kaynaklanıyor” diyor McKellen gülümseyerek ve ekliyor: “Bu birbirlerine duydukları karşılıklı güven ve hayranlığa dayanıyor. Aslında, sevgi gerçekten de yeterince güçlü bir kelime değil. Aralarında yüce bir yakınlık var”.
Blanchett da gülerek, “Ian’ı sevmek zor değil. Karakterlere gelince, belki bir başka hayatta” diyor.
Beyaz Konsey’in son üyesi, lideri ve İstarilerin en güçlü ve saygını olan Ak Saruman’ı, “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinde olduğu gibi, efsanevi aktör Christopher Lee canlandırdı. Aktör şunları söylüyor: “Bu hikaye ‘Yüzüklerin Efendisi’nden 60 yıl önce geçiyor. Bu yüzden, orijinal Ak Saruman’ı oynuyorum; henüz tehlikeli bir kişiliğe dönüşmemiş, asil, iyi kalpli, Büyücülerin efendisi olan Ak Saruman’ı”.
Hayatı boyunca Tolkien’ın hayranı olan ve bir Oxford barında yazarla tanışma şansını yakalayan Lee, Peter Jackson’ın Orta Dünya’sına dönmekten mutluluk duyduğunu söylüyor: “Zaman makinesinde olmak gibi. Olağanüstü bir deneyim. Ve biz zamanda ileri gitmek yerine geri gidiyoruz”.
Elrond gibi, Saruman da Cücelerin yolculuğunu uzun süredir var olan huzura bir tehdit olarak görür ve Gandalf’in toplanmakta olan karanlık güçlere işaret eden uyarılarına kulak asmaz. “Saruman, Gandalf’in bundan daha bilge olması gerektiğini düşünüyor. Cücelerle bu yolculuğu hiçbir şekilde tasvip etmiyor. Önce Saruman’a gelmiş olsalardı, onları boşuna hayal kırıklığına uğramaktan kurtarırdı” diyor Lee.
Fakat Gandalf’in çok uzak belki de imkansıza yakın bir ihtimal olduğu halde Cücelere yardım etmeyi seçmesi hikaye boyunca yer alan önemli temalardan biri. Boyens şunları kaydediyor: “Galadriel, Gandalf’e bir soru soruyor ve onun verdiği cevap bize göre Tolkien için önemli olan bir şeye işaret ediyor. Bizler bunun filmin özünde olduğunu sonuna kadar hissettik: Sıradan insanların içindeki iyilik, yapılan bir iyiliğin basitliği, sade bir jest en büyük kahramanlıklar kadar etkili ve güçlüdür”.
GOBLİNLER, GOLLUM VE SADE BİR ALTIN YÜZÜK
Gandalf’i arkada bırakan Thorin, yanına Bilbo’yu ve Cüce Bölüğünü alarak fark ettirmeden Ayrıkvadi’den ayrılır. Güzergahları doğudur ama önce tehlikelerle dolu Dumalı Dağları geçmek zorundadırlar. Burada bir yandan sert fırtınayla mücadele ederken bir yandan da canlanarak muazzam boyuttaki Taş Devlere dönüşen dağın duvarlarından kurtulmaları gerekir. Kendileri için Goblin sürüsü tarafından hazırlanmış tuzağa düştüklerinde görürler ki dağın altında da onları aynı ölçüde büyük tehlikeler beklemektedir.
Goblin tünellerinin derinliklerinde, Thorin ve adamları bu vahşi ve çirkin katil leşçil ırka karşı koymak zorunda kalırlar. Goblinlerin başında iri yarı Goblin Kralı bulunmaktadır. Bu karakteri Barry Humphries canlandırdı. “Büründüğüm en nahoş karakterlerden biri olan Goblin Kralı’nı oynadım. Kendisi kuruntulu, vahşi, empatiden kesinlikle yoksun ve hepsinden öte, çok çirkin bir yaratık. Çok acımasız olduğu için ondan korkan, sadık bir Goblin grubuna sahip. Cüceler ise onun düşmanları. Cücelerle mutfakta deneyler yapmak çok sevdiği bir şey” diyor Humphries.
Bu arada, Cücelerden ayrılıp tünellerin aşağısındaki yeraltı gölünün kıyısına düşen Bilbo, farklı türde bir yaratıkla karşı karşıya kalır: Balık ve Goblin yiyerek hayatını devam ettiriyor gibi görünen, tuhaf ve zayıf mı zayıf bu yaratık, büyülü ve şaşırtıcı güçleri olan bir yüzüğü elinde tutan ve şiddetle arzulayan Gollum’dan başkası değildir.
“Favori karakterimiz olan Gollum için bir kez daha bir şeyler yazabilmek hepimizi çok sevindirdi” diyen Boyens, şöyle devam ediyor: “‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerinden tanıdığımız aynı Gollum ama daha genç, biraz daha fazla dişi var ve bu filmde biraz daha cesur. Yaklaşık 540 yıl gibi uzun bir süreyi burada karanlıkta talihsiz Goblinleri avlayarak geçirdiği için, kendi zayıflıklarını unutmuş. Onun kusuru, “kıymetlisi”nin kendisini yenilmez yapacağını sanması. Yüzüğü kaybederse neler olabileceğini fark etmiyor”.
Mağarayı kolaçan ederken, Bilbo bir yüzüğe denk gelir ve değersiz takıyı cebine atar. Yüzüğün Gollum ve de Orta Dünya’nın geleceği için önemi hakkında pek az şey bilmektedir.
Gollum’a bir kez daha hayat veren Andy Serkis, “Yüzüklerin Efendisi”nden sonra King Kong’u ve “Rise of the Planet of the Apes”te Caesar’ı canlandırınca, yeşil ekran performansında bir usta oldu. Serkis’in eskiden bir Hobbit olan bu takıntılı, çift karakterli karakter portresi sinema kültürüne adını altın harflerle yazdırdı.
Aradan uzun zaman geçtiği için, Gollum’u yeniden keşfetmek aktör için bir süreçti. Bu konuda şunları söylüyor: “On yıldan fazla zaman önce bu karakteri canlandırdığımda, onun ruhuna hakikaten derinlemesine sızmıştım. Dolayısıyla, aynı derinliklere yeniden ulaşamama gibi bir korkum yoktu. Ama başlarda kendimi zayıf bir taklit yapıyormuş gibi hissettiğim bazı anlar oldu. Ne zaman ki sette Gollum ile Bilbo arasındaki unutulmaz sahneyi çekiyorduk, işte o zaman Gollum’un ruhuna gerçekten tekrar büründüğümü hissettim. Gollum’un durumunu, yaşadığı trajediyi ve çok sevdiği bir şeyin büyük kaybını yüreğimde kesin bir şekilde duydum”.
Gollum, Bilbo’yu yemeye hazırlanırken, Hobbit çaresizlik içinde bilmece oyunu oynayarak hayatını ve özgürlüğünü güvence altına almaya çalışmaktadır. “Gollum karşısındaki bu şeyle diyaloğa giriyor. Aslında ondan sıkıldı ama ona baskın çıkabileceğini düşünüyor” diyen Serkis, şöyle devam ediyor: “Bir yanı oyundan zevk alıyor, ama öyle bir nokta geliyor ki bilmece ters tepiyor. Bu son derece önemli karşılaşma Gollum için hayatı boyunca peşinden koşacağı yegane şeyin başlangıcını oluşturuyor”.
Filmin ileriki bölümlerinde yer alan bu kritik sekans yapım başladığında ilk çekilen sekanstı. Freeman bunun kendisi için bir lütuf olduğunu düşünüyor. “Çok iyi yazılmıştı ve oynaması son derece eğlenceliydi; ne de olsa karşımda Andy vardı” diyor aktör ve ekliyor: Andy çok iyi ve Gollum da muazzam sevilen bir karakter. Andy’nin o sesi çıkarışını görmek inanılmazdı; çok aşina olduğunuz bir şey ama şimdi tam karşınızda ve gerçek. Peter bizim sahnemizi kesintisiz olarak çekti, yani bir bakıma dokuz dakikalık bir tiyatro oyunu gibiydi. Bu küçük sekansı çekmek için harcadığımız bir hafta bana Bilbo’yu bulmamda gerçekten yardımcı oldu”.
Gollum’la etkileşimi Hobbit’in üzerinde derin bir etki bırakır. Her ne kadar başka kimsenin büyük kahramanı olmayacağını bilse de, “bu yolculuk boyunca kimsenin, hatta kendisinin bile onda gerçekten görmediği bir cesaret buluyor” diyen Freeman, şöyle devam ediyor: “Baskı altındayken bir şeye nasıl tepki vereceğimizi hiçbir zaman bilmeyiz. Ama Bilbo kendi içinde asla var olduğunu düşünmediği sadakat, şefkat ve yaratıcılığı buluyor. Ayrıca, artık biraz büyüye de sahip ve şimdi kendi büyüsünü ona veren yüzüğü de elinde tutuyor”.
ORTA DÜNYA’YA DÖNÜŞ:
FİLMİN TASARIMI, GÖRÜNTÜLENMESİ VE FİZİKSEL DÜNYASI
Peter Jackson’ın Miramar-Yeni Zelanda’daki tesisi Stone Street Stüdyoları, Jackson ve ekibinin boya fabrikasından bozma stüdyoda “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesini çektiğinden bu yana boyut ve kapasite olarak yaklaşık üçe katlandı. “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”un dünyasını inşa etmek altı plato barındıran sekiz dönümlük alanın tamamını kullanmayı gerektirdi. Platolardan ikisi bu yeni üçleme için özel olarak kurulup, en son teknolojiyle donatıldı.
Bir kez daha baştan sona üç film yapmak yapımcıların gerçekten destansı bir lojistik operasyonu gerçekleştirmelerini zorunlu kıldı: Yüzlerce yeteneğin işlerini yapabilmesine olanak tanıyacak, yaklaşık 100 setin inşasını kapsayan, binlerce parça kıyafet, protez, peruk, aksesuar ve silah üretimini gerçekleştirecek ve yapımı Miramar’daki platolardan Yeni Zelanda’nın enfes doğaya sahip her iki adasına götürecek bir operasyonu bu.
“Hobbit: Beklenmedik Yolculuk” için Orta Dünya’yı hayata geçiren kişiler, Jackson’ın uzun süredir birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Andrew Lesnie, yapım tasarımcısı Dan Hennah, besteci Howard Shore, makyaj ve saç tasarımcısı Peter Swords King, Weta Workshop’tan Richard Taylor ve Weta Digital’dan Joe Letteri’ydi. Tüm bu isimler “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesiyle kendi dallarında Oscar®’a layık görüldüler, tıpkı kostüm tasarımcıları Ann Maskrey ve Bob Buck gibi. “‘Yüzüklerin Efendisi’nin yapımından on yıl sonra, kendimizi aynı yaratıcı yetenekler ve set ekibiyle yeniden aynı sette bulduk” diyor Jackson ve ekliyor: “Dolayısıyla, daha ilk günden itibaren harika bir aile ortamı vardı”.
Yönetmenin yeni set çalışanlarından biri ise eski dostu Andy Serkis’ti. Serkis, Gollum’u canlandırmanın yanı sıra, film boyunca ikinci birim yönetmenliğini de üstlendi. Bu konuda, “Peter birlikte ‘Yüzüklerin Efendisi’nde çalıştığımızdan beri yönetmenliği denemek istediğimi biliyordu. ‘Büyük çaplı filmler yapma yolunda senin için iyi bir fırsat olur’ dedi. Gerçekten de olağanüstü, zorlayıcı ve büyük ölçüde hayat değiştiren bir deneyim oldu” diyor.
Jackson ve ekibi önceki üçlemeden görsel bir uyum hissini bu üçlemeye de taşımayı umdular ama çok büyük bir farkla. “Aradan on yıl geçmişken, Orta Dünya’dan pek çok görüntü birer ikon hâline geldi. Ama ‘Hobbit: Beklenmedik Yolculuk’ta daha huzurlu bir dönem hissi yaratmak önemliydi. Bu dünyanın üzerine çöken karanlık içten içe oluşmaya başlamışsa da henüz yayılmış değil. Dolayısıyla, bu durumu filmdeki dünyayı biraz daha nazik göstererek yansıtmak, tasarım ve görüntülemede daha çok masal kitabı havası yaratmak istedik”.
Bu dünyanın temelini yapımın sanat departmanı ortaya çıkardı. Yaklaşık 350 kişilik bir ekiple çalışan Dan Hennah, fiziksel setlerde, karakterler ve ortamların yaratımını gerçekleştiren Weta Digital’la omuz omuza hareket ederek, çok katmanlı, zengin ve elle tutulur derecede gerçek bir Orta Dünya yaratmakla sorumluydu.
Bu hiç durmadan gelişen süreç, (“Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinin doğuşunu sağlayan görsellere de imza atmış olan) ünlü Tolkien illüstratörleri John Howe ve Alan Lee’nin büyük emeklerle yarattığı binlerce güzel çizimle başladı. Onların yarattığı görsellik Jackson ve Hennah’yla yaptıkları konuşmalardan, senaryodan ve kitaplara duydukları sevgiden organik olarak büyüyüp ortaya çıktı.
“Bir filmde çalışmak bir senaryodan hatta kitaptan elde edebileceğinizden çok daha fazla ayrıntı gerektiriyor” diyor Lee ve ekliyor: “Tolkien dili Orta Dünya’nın tarihini ve köklü kültürlerini yaratmada bir araç olarak kullanıyor. Nerede olduğunuza dair bir his, bir atmosfer yaratıyor; üstelik bunu güneşin nerede olduğuna ya da ayın nereden yükseleceğine işaret etmeden yapıyor”.
İllüstratörlerin konsept çalışmaları zaman zaman malzemenin duygusal içeriğini de ifade etti. Howe bu konuda şunları söylüyor: “Peter yaptığı filmi izleyen kişinin kitabı okurken kafasında canlandırdığıyla aynı görüntüleri görmesini istiyor. Bu yüzden, bir yeri neredeyse hiç ayrıntı vermeden tarif ediyor ama bize karakterlerin sahip olduğu izlenimi aktarıyor. İlla neye benzediğini bilmiyorsunuz, ama size nasıl hissettirmesi gerektiğini anlıyorsunuz”.
Konsept çalışmalarını kılavuz olarak kullanan Hennah, setlerin tasarımını gerek gerçekçilik gerek olağanüstü ayrıntılandırma anlamında Jackson’un beklentileri doğrultusunda hayata geçirdi. “Setlerin inşası için, karakterlerin etkileşimde bulunacağı yerlere baktım ki ne miktarda inşaat yapmamız gerektiğini belirleyebilelim” diyor Hennah.
Maket yapımcıları her set için maketler hazırladılar. Böylece, Jackson aksiyonu planlayıp, olabilecek sorunları baştan giderebildi. Hennah ve sanat yönetmeni Simon Bright daha sonra inşaatı denetlediler. Bu gerçekten de yapım süresince günde 24 saat devam eden bir operasyondu. Ekipler ayrıntılı ve tam dekorasyonlu setleri hızlı bir şekilde hazırlamak için nöbetleşe çalıştılar.
“On yıl önce sahip olmadığımız birkaç teknik geliştirdik” diyen Hennah, şöyle devam ediyor: “Örneğin, tüm doğal şeyler canlı ya da gerçek elementlerden kalıplandırıldı. Örneğin, dağlara gidip kayanın üzerini silikonla kaplayarak kalıbını çıkardık. Her biri 5-6 metre yüksekliğinde 5-6 tane kayanın yüzeyinden kalıp aldık ve bunları çeşitli kombinasyonlarda kullandık. Ağaçlar için de aynı uygulamaya başvurduk. Adeta bir tiyatro setinde çalışmak gibiydi”.
Bu set yaratımı tarzı özellikle Trolbükü Ormanı, Goblin Kasabası ve Gollum’un mağarasında etkili oldu. Sanat departmanı bir gecede bir seti değiştirebiliyor ya da genişletebiliyordu. Bu da Jackson’a istediği şekilde çekim yapma özgürlüğü ve esnekliği sağlıyordu.
Elfler, Hobbitler, Cüceler, Büyücüler ve Goblinler arasında, her bir diyar kendine özgüydü ve tasarımcıların sadece oyuncular ve kostümler vasıtasıyla değil aksesuarlar ve ortamlar aracılığıyla da kimlikleri oturtmalarını gerektiriyordu. “Saygı göstermemiz gereken pek çok farklı tarih vardı, özellikle de malzemelerin kullanışları anlamında. Bu yüzden, bolca araştırma yaptık ve buna dayanarak çeşitli kurallar koyduk” diyor Hennah.
Setlerden bazıları “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinin hayranlarına tanıdık gelecektir: Bilbo’nun Çıkın Çıkmazı’ndaki evinin küçük çaplı seti depodan çıkarıldı, tamir edildi ve “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”ta kullanılabilmesi için üzerinde değişiklikler yapıldı. Jackson burasının önceki filmlerde yaşlı Bilbo ve Frodo’nun yaşadığı yermiş hissi vermesini istedi. Görüntü yönetmeni Andrew Lesnie burayı, “dünyada yaşanacak ideal yer; sıcak, davetkar, sade ama nefes kesici,” olarak niteliyor.
Lesnie, Jackson’la birlikte Orta Dünya’ya geri dönme fırsatını memnuniyetle karşıladı. Çekimler bu kez el yapımı, son teknoloji ürünü Red Epic dijital kameralarla 3D olarak yapıldı. Kompakt ve taşınabilir bu kameralar hem dolly hem vinç hem de elde kulanım için büyük kolaylık sağlarken, filmli kameralardan çok daha fazla bilgiyi kaydedebiliyor (Daha önce benzeri görülmemiş biçimde saniyede 48 kare (fps) ile kayıt yapabiliyorlar). Lesnie şunu belirtiyor: “Bambaşka bir teknik deneyim; son on yılda dijital alandaki inanılmaz gelişimin somut bir örneği”.
Jackson’ın “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”ta kullanmayı planladığı teknikleri test etmek için çekilen ilk sahnelerden biri Çıkın Çıkmazı’ndaki, 13 Cüce ile gruba tepeden bakan Gandalf’in Bilbo’ya katıldığı akşam yemeğiydi.
Jackson’ın önceki 2D Orta Dünya’sında göz yanılsaması yaratarak Gandalf’i Hobbit ve Cüce arkadaşlarından çok daha uzun boylu gösteren “zorlama perspektif” tekniği 3D çekimlerde büyük ölçüde gereksiz kaldı. Daha önceki yapımlarda olduğu gibi, “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk”ta da her bir karakterin çok sayıda farklı boyutta kopyaları kullanıldı. Bu kopyaların boyu 1.20 metreden 2.10 metreye kadar değişkenlik gösteriyordu. Fakat Çıkın Çıkmazı ziyafetinde ve yüz yüze etkileşim gerektiren daha birçok sahnede, Jackson, Bağımlı Hareket Kontrolü (Slave Motion Control ya da Slave MoCon) adı verilen en gelişmiş kamera teknolojisine öncülük etme fırsatını buldu.
Bu teknik, sanat departmanının aksiyonu sağlamak için iki set inşa etmesini gerektiriyordu: Biri sahnede yer alan oyuncuları içinde barındıracak ölçülerde inşa ediliyor, diğeri ise aynı sahnede yer alan uzun ve kısa karakterleri yeşil ekranda yaratmak için kullanılıyordu. Oyuncular sahneyi her iki sette aynı anda oynuyorlardı. Bu sırada göz hizası için görsel işaretler ve diyaloglar için de mini kulaklıklar kullanılıyordu. Kameralar bu sırada mükemmel bir senkronizasyonla kayıt yapıyorlardı. Bu süreç, Peter Jackson’a iki seti eşzamanlı olarak yönetme olanağı tanıyordu. Setler daha sonra dijital olarak tek sahne hâline getiriliyordu.
Bağımlı Hareket Kontrolü amiri Alex Funke şunları söylüyor: “Ana set üzerindeki master platform normal kamera vinci üzerinde çalışıyordu. Ancak, her bir hareket kodlanmıştı. Böylece yapılan her şey nümerik veriye dönüştürülerek kaydediliyor, doğru yüzdeye ayarlanıyor ve bir kabloyla yeşil sette kayıt yapan hareket kontrollü kamera vincine (ya da bağımlı platforma) gönderiliyordu. Bu platform daha sonra master platformun her hareketini belirlenmiş uzaklık ve hızla bire bir kopya ediyordu”.
Ortaya çıkan çekimler Cüceleri ellerinde yiyeceklerle dört bir yana koşuştururken gösteriyordu, ve tam ortalarında upuzun duran Gandalf tam olması gereken boyuttaydı.
Jackson ayrıca karakterleri odadan odaya geçerken takip edebilmek de istedi. Bu yüzden, Çıkın Çıkmazı setini büyütüp, içine bir yemek odası, yatak odası ve geniş bir kiler ekledi. Tüm bunlar hem küçük hem büyük boyutta özenle ayrıntılandırıldı. “Peter kamerayı öyle bir hareket ettirmeyi seviyor ki, arka plan diye bir şeye fırsat kalmıyor, özellikle de yüksek çözünürlükle kayıt yaparken” diyor set dekoratörü Ra Vincent ve ekliyor: “Dolayısıyla, Çıkın Çıkmazı’ndaki her şeyin oraya aitmiş gibi görünmesi gerekiyordu; buna insanların ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerinden hatırlayacağı bazı aksesuarların kopyaları da dahildi”.
Orta Dünya sanayi öncesi bir toplum. Bunun sonucu olarak, her şey el yapımı ve benzersiz. Şirketin çömlekçi, demir ustası, cam üfleyici, mobilyacı, yemek stilisti, eyerci, tekne yapımcısı, sepetçi gibi zanaatkarlar ordusu ve tam kadrolu bir alüminyum ve alçı dökümhanesi sayesinde bu el yapımı ürünleri yaratmak mümkün oldu.
Hobbitköy’ün kır manzaralı dış mekanı için, Jackson ve ekibi Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası’ndaki Matamata bölgesinde yer alan Alexander çiftliğinden yararlandılar. On yıl önce, işler vaziyetteki bu inek ve koyun çiftliğinin bir bölümü “Yüzüklerin Efendisi” için tam boyutlu gerçek bir Hobbitköy’e dönüştürülmüştü ve o zamandan beridir de sette turistler için geziler düzenleniyor. Bahçe departmanı önceden giderek Hobbit bahçelerinin bulunduğu alana ağaç ve bitkileri yerleştirdiler ve mevcut Hobbit Deliklerini yenilediler.
“Hobbit: Beklenmedik Yolculuk” için inşa edilen yeni setlerden biri Büyücü Radagast’ın ormandaki evi Rhosgobel’dı. Evin çok sayıdaki tuhaflıklarından biri de tam ortasında bir ağacın büyümesiydi. Zaten eğri büğrü olan zeminin ve duvarların üzerine doğru eğilen ağaç inşaat ekibi için pek çok zorluk barındırıyordu.
Bir diğer yeni set de Gollum’un mağarasıydı. Lesnie kitabı okuyanlar için unutulmaz olan bu seti kasvetli ve karanlık tonlarla ışıklandırdı. “Burası fırtınanın ortasındaki sakinlik” diyor Lesnie ve ekliyor: “Buradaki sükunet mağarada var olan garip ve ürkütücü havayı daha da pekiştiriyor. Mağara kayıp ruhların yalnızlık ve umutsuzluğunu çağrıştırıyor”.
Goblin tünellerinin çok altındaki taş mağaradaki çamurlu gölde, bir yaratık Goblin ve Ork kemik ve derilerinden yapılmış küçük bir teknede kürek çekmektedir. “Tavanda pek çok çatlak var. Bu yaratık yakalayabildiği balıkları yese de daha çok bu çatlaklardan düşen Goblinlerle besleniyor… dehşet verici bir şey” diyor Hennah hin hin gülerek.
Goblinlerin kendisi yerin altında kokuşmuş leşlerin bulunduğu bir ortamda yaşamaktadırlar. Hennah bu konuda şunları söylüyor: “Renk paletimizde, granit renginden hardal tonlarına doğru gidiyoruz. Ve kayalardaki küçük deliklerde küfler gözüküyor. Derine inildikçe, kayaların Goblinlerden kaynaklanan asitle aşınmış olduğu daha anlaşılır hâle geliyor. Goblinler kayaların yüzeyine uzun ince yollar ve platformlar inşa etmişler”.
Sanat departmanı için Goblin Kasabasını dekore etmek oldukça yaratıcılık gerektiren bir işti. “Goblinlerde biraz ‘şimdilik idare etsin, gerektiğinde tamir ederiz’ zihniyeti var” diyen aksesuar ustası Nick Weir, şunu ekliyor: “Kendi şeytani ve muhtemelen iğrenç amaçları için bir şeyler üretiyorlar. Çok eğlenceliydi”.
Goblin Kasabasının zıttı olan Elf ileri karakolu Ayrıkvadi ise ruhani, gizemli ve çevresindeki orman ve nehirle bire bir uyumlu bir yerdir. Hennah, Ayrıkvadi için, “Yüzüklerin Efendisi”nde kullanılan orijinal seti restore etti ve genişletti. Hatta, daha sonra, görsel efektlerle daha da zenginleştirdi.
Alan Lee, Elrond’un odası için yarattığı konseptte, Ayrıkvadi’yi daha çok gözler önüne seren bir gözlemevi ekledi. Elrond, Thorin’in haritasını işte burada inceliyor. Ayrıca, çok şık bir avlu ve Beyaz Konsey Odası da yapılan eklentiler arasındaydı. Lee, “Bir kayanın üzerine oturtulmuş olan Beyaz Konsey Odası büyülü bir yer, çevresinde nefes kesen bir manzara var. Bunu Weta Digital’a borçluyuz” diyor.
Hennah Ayrıkvadi için önceden belirlenmiş gümüş rengi ve maviden oluşan renk paletini kullandı ama çok önemli bir farkla: “Son filmlerde, Elfler kaybolmakta olan bir kültürdü ve bu durum çevrelerine de yansıyordu. Ancak, bu filmde Elf kültürünün daha önceki bir dönemini yansıtıyoruz. Dolayısıyla, maviyi güçlendirip çok daha canlı bir ortam yaratmaya çalıştık”.
Jackson ve Lesnie’nin kullandığı yenilikçi kamera sistemi, Ayrıkvadi de dahil olmak üzere filmdeki tüm setler için, tasarımda fazladan bir katman daha kullanmayı gerektirdi. Bu kameralar her çekimde kıyaslanamayacak ölçüde fazla bilgi kaydedebilse de “renkleri yiyor” diyen Hennah, şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla, renk paletlerimizde bunu göz önünde bulundurmamız gerekiyordu; özellikle de daha parlak, daha barışçıl, daha mutlu bir Orta Dünya tasvir ettiğimiz için. Tonlamada renkleri soldurabiliyoruz ama parlaklaştırmak daha zor. Bu yüzden de, tüm setlerde, tüm kostümlerde ve tüm makyajlarda aynı yaklaşımı gösterdik”.
Filmler arasındaki on yıllık zaman dilimi ve şimdiki yüksek teknolojik yeniliklerin o dönemde mevcut olmamasına rağmen, Lesnie “Yüzüklerin Efendisi” filmlerini saygıyla anıyor ama günümüz teknolojisinin sunduğu tüm imkanlara da kucak açıyor. “Saniyede 48 kare resimler o kadar net ve keskin ki ‘filmsi’ bir görüntü yakalamak için daha yumuşak bir ışıklandırma kullandım. Post prodüksiyondaki tonlama sürecinde filme yumuşaklık ve hacim vermek için çok uğraştık” diyor.
Lesnie sözlerini şöyle sürdürüyor: “2D çalışma programıyla 3D çekim yapmak istedik. Gün be gün kullanım sizi başka türlü mümkün olmayacak şekillerde eğitiyor. Ama bence sürekli bir güncelleme dünyasında yaşadık. Teknoloji sorumlumuz Dion Hartley ve kamera amirimiz Gareth Daley her türlü yeni zorluk için ek donanımlar hazırlayıp alt yapımızı düzenli olarak denetlediler”.
Işıklandırma düzenleri Jackson’ın platolar ile gerçek mekanlar arasında doğal ışığı taklit edebilmesine rahatlıkla olanak tanıyacak şekilde hazırlandı. Kino ışıkları kısılamasa da, Lesnie’nin ekibi ışık tüplerinin tek tek kapanmasını sağlayacak bir program geliştirdiler. Bu sayede, tüplerden bir kısmı söndürülerek loşluk etkisi yaratıldı ve çekim sırasında renk derecesinin düşürülmesi de mümkün oldu. Bu teknik özellikle Ayrıkvadi’de, karanlığın çöktüğü saatte başlayıp alacakaranlıkta devam eden sekanslarda yararlıydı.
“Bu gizemli krallık adeta gerçekliğin ötesine geçiyor” diyen Lesnie, sözlerini şöyle noktalıyor: “Bu diyarı her zaman şafak ya da seher vaktinde görüntüleyerek büyüsünü korumaya çalıştım. Geceleri, Ayrıkvadi hâlâ büyülü bir ışıltıya sahip”.
Çok dolu bir yazı olmuş… elinize sağlık iyi ki varsın otekisinema!