Aksiyon filmlerinin ikonu, Arnold Schwarzenegger’in sinemaya dönüşünü ne zamandır dört gözle bekliyorduk ve usta oyuncuyu, nihayet Kore’li yönetmen Kim Jee-woon’un, A.B.D’deki ilk yönetmenlik çalışması ve son derece çarpıcı bir film olan THE LAST STAND’de izleyebileceğiz.
Şerif Ray Owens (Schwarzenegger), Los Angeles Polis Departmanı’nda narkotik şubesinde çalışırken yapılan operasyonda işler ters gider ve Şerif bu olaydan sonra derin bir vicdan azabı çekmeye başlar. O acıyla, Los Angeles’ı terk edip kendini, Sommerton Junction adındaki küçük ve sakin bir sınır kasabasında, artık ne kadar suç işlenirse, o kadar suçu önlemeye adar. Ancak, günün birinde, batı yarıküresinin en azılı, en çok aranan uyuşturucu kartelinin lideri Gabriel Cortez (Eduardo Noriega), FBI’ın hükümlüleri taşıdığı bir konvoydan, son derece tehlikeli ama bir o kadar da muhteşem bir planla kaçacak ve Şerif Owens’ın yaşadığı huzurlu günler böylece sona erecektir.
Soğukkanlı gangster Burrell’in (Peter Stormare) liderliğindeki kanun nedir bilmeyen bir grup haydutu da arkasına alan Cortez, kendisini saatte 400 kilometre hızla Meksika sınırına götürmekte olan özel yapım bir Corvette ZR1’in içinde yolculuk etmekte, yanıbaşında da bir rehine taşımaktadır. Cortez’in yolu doğruca Summerton Junction kasabasına çıkacaktır. Ajan John Bannister (Forest Whitaker) da dahil olmak üzere, A.B.D.’de ne kadar kolluk kuvveti varsa, tamamı bölgeye akın etmiş, merhamet nedir bilmeyen bu azılı kanun kaçağı sınırdan geçip sonsuza dek ülkyi terk edemesin diye ellerindeki son fırsatı kaçırmamaya çalışacaktır.
Bu olaya karışmayı başta istemeyen, daha sonra da kasabadaki bir avuç kolluk kuvvetinin yetersiz görülmesi nedeniyle oprasyonun dışında tutulan Şerif Owens, önünde sonunda kendi kuvvetlerini harekete geçirecek ve olaya imzasını atacaktır; artık, kağıtların karılma vakti gelmiştir.
YAPIM SÜRECİ
Aksiyon filmlerinin ikonu ARNOLD SCHWARZENEGGER aramıza döndü. Ve dönüşü muhteşem oldu: Oyuncu, KIM Jee-woon’un yönetmen koltuğunda oturduğu yüksek hızlı, bol dövüş sahnesi içeren aksiyon-gerilim filmi The Last Stand ile sinemaya tekrar bodoslama daldı.
İyi adamlar daha önce hiç bu kadar kötü duruma düşmemişti ama izleyeceğimiz bu son sürat, bol kovalamacalı, herkesin yumruk yumruğa birbirine girdiği filmde, bütün iyi adamlar canını dişine takıyor! Bu film, iyiyle kötü arasındaki klasik savaşa heyecanlı bir yorum getiriyor.
Filmde Schwarzenegger’i katı yürekli Şerif Ray Owens rolünde izliyoruz. Şerif, Los Angeles Polis Departmanı’ndayken dahil olduğu bir operasyonun sarpasarması sonucunda görevinden ayrılmış ve hala derin bir vicdan azabı içinde yaşamaktadır. Şimdi, sakin sessiz sınır kasabası Sommerton’da huzuru korumaktadır. Ancak, huzurlu günlerin sonu yakındır, hem de çok yakın: Amerika’nın en azılı ve tabii ki en aranan uyuşturucu kartelinin lideri Gabriel Cortez (EDUARDO NORIEGA) FBI’ın hükümlüleri taşıdığı konvoydan muhteşem bir şekilde kaçarak bindiği özel yapım, saatte 400 kilometre yapabilen Corvette ZR1’in yönünü dosdoğru Sommerton kasabasındaki Meksika sınırına çevirmiştir.
Her ne kadar FBI Ajanı John Bannister (FOREST WHITAKER) bu azılı kaçağın peşine fena halde düşmüş olsa da, Cortez’in FBI’dan korkusu yoktur. Ama korkması gereken ve gittikçe de yaklaşan başka bir tehlike ile karşı karşıyadır: Şerif Ray Owens. Esasen Şerif’in elinde ne yeterince silah, ne de yeterli adam vardır. Ancak, kaçak Cortez, Şerif Owens’ın elinde kalan tek varlığı, yani yeni yuvasını tehlikeye atmaya kalktığında, Şerif hem ondan daha zeki olduğunu, hem de onun hakkından nasıl gelineceğini herkese gösterecektir. Cortez’in özgürlük arayışının önünde son bir engel kalmıştır: Şerif Owens ve onun sözünden çıkmayan bir avuç kolluk kuvveti.
Ünlü Kore’li yönetmeni KIM Jee-woon’un (I Saw Devil; A Tale Of Two Sisters; The Good, the Bad, the Weird) Amerika’da yönettiği ilk film olan ve senaryoda Andrew Knauer’in imzasını taşıyan The Last Stand’de başrolde Arnold Schwarzenegger oynuyor. Tamamı büyük isimlerden oluşan oyuncu listesinde Forest Whitaker, Johnny Knoxville, Rodrigo Santoro, Jaimie Alexander, Luis Guzmán, Eduardo Noriega, Peter Stormare, Zach Gilford ve Genesis Rodriguez’in isimlerini de görüyoruz.
SCHWARZENEGGER SİNEMAYA DÖNDÜ
Uzun bir süre boyunca sinemanın en sert, en destansı aksiyon kahramanlarından biri olarak dikkatleri çeken Arnold Schwarzenegger son yıllarda gene yüksek miktarda adrenalin gerektiren başka bir role soyunmuştu: Kaliforniya Valiliği. Ve on yıl sonra, nihayet bugün, ilk kez bu filmle, bir aksiyon filminin başrolünde, kendisini tekrar görme şerefine nail oluyoruz. Küçük bir kasabanın güvenliğinden sorumlu ama geçmişte kötü günler yaşamış Şerif rolünde izlediğimiz Schwarzenegger, gözükaralığıyla bize tanıdık gelen ama daha önce görmediğimiz yönleri de olan yeni bir karakter yaratarak, gönlümüzün kahramanı tahtına tekrar kuruluyor. Bu gözüpek ve belalı kanun adamı, aksiyondan kendi payına düşeni fazlasıyla almıştır ama artık daha huzurlu bir yaşama geçtiğini düşünmektedir. Tabii ki, bu huzur, kötü adamların, tam da Şerif’in onlardan kurtulmak için sığındığı kasabaya gelişine kadar sürecektir.
“Bu filmde, hem ne zamandır özlediğimiz, hem de daha önce hiç görmediğimiz bir Arnold göreceğiz,” diye durumu özetliyor yönetmen Jee-woon. Yönetmenin bu ilk Hollywood’ daki yönetmenlik çalışması, Schwarzenegger’in sinemaya dönüşüyle de aynı zamana rastlıyor. Kore sinemasının en beğenilen ve izlenen fenomenlerinden biri olan Jee-Woon dikkatleri daha önceki şu çalışmalarıyla çekmişti: Kara gerilim türünden son derede klas bir çalışma olan A Bittersweet Life; ödüllü kanun kaçağı komedisi The Good, the Bad, the Weird; insanın kanını donduran korku filmi I Saw The Devil ve dehşetengiz bir hayalet öyküsünü işleyen A Tale Of Two Sisters. Ama ünlü yönetmen daha önce Amerika’da hiç aksiyon filmi çekmemişti.
Yönetmen Jee-woon, senaryodaki yüksek tempoya ve kanunun her iki tarafında duran bolca gürültülü, esprili, renkli karakterlere vurulmuş ama onu bu öyküye en çok çeken şey, elinde tuttuğu ünvan ve kuvvete bakarak kimsenin pek kale almadığı Şerif’in, bu senaryoda bir anda, heybetli bir adalet savunusunun başrolüne soyunması fırsatını yakalamasıymış.
Jee-woon, Arnold ile olan bu son derece sıradışı birlikteliğini şöyle özetliyor: “Arnold Hollywood’da yapılabilecek ne varsa, hepsini yaptı. Ben ise Hollywood’a daha yeni adım attım. Aramızda dağlar kadar fark var ama daha ilk karşılaşmamızda bir de baktık ki, hem The Last Stand filmi, hem de onun oynayacağı karakter hakkında birebir aynı şeyleri düşünüyoruz. Şerif Owens kötü günleri geride bırakmış, sessiz sakin bir kasabada yaşamaya başlamış bir adam. Fakat, az sonra, kendini öyle bir noktada bulacak ki, yeni yuvasını korumak için, bildiği bütün numaraları tekrar yapması şart! Sanırım, bu filme baktığımızda ikimiz de aynı öyküyü okuduk: En teknolojik silahlarla donanmış, devletin resmi güçlerinin bile başedemediği bir cani, küçücük bir kasabada, adalete inanan sakinler tarafından, hem de kıskıvrak, yakalanabilir…”
Yapımcı Lorenzo di Bonaventura’nın diğer filmlerine bakacak olursak, aralarında Transformers, Salt ve The G.I. Joe serisini görebiliriz. Yapımcı, The Last Stand filminin, sinemaya dönüş yapmak için, feci şekilde heyecanlı ve bir o kadar da yeni bir film arayışı içinde olan Schwarzenegger için biçilmiş kaftan olduğunu söylüyor: “Bu film ile Arnold’un sinemaya çok farklı bir adam olarak dönebileceğini sezdim. Öte yandan, bu filmde, bizim eski Arnold’un sevdiğimiz bütün özellikleri fazlasıyla var. Sanırım, Arnold, bu rol ile, kendisini baştan yaratabilecek bir konumda. Onu her zaman güçlü bir kahraman olarak göreceğiz ama bu filmde, bir derece kırılgan olduğunu da görüyoruz; içinde büyük bir güç gizli olsa da. Bu rolde, onu, bir birey olarak değil de, gerçek bir lider olarak izleyeceğiz.”
Yapımcı Di Bonaventura, dünya çapında aksiyon ve korku filmi çevrelerince yakınen izlenmekte olsa da, daha önce hiç uzun metrajlı İngilizce bir film çekmemiş olan yönetmen Jee-woon ile çalışma fırsatını bulduğuna da çok sevinmiş. Bu konuda ünlü yapımcı bakın neler diyor: “Daha önce yaptığı işler çok çarpıcı. Çektiği farklı farklı filmleri oturup izlediğinizde, onun çok yönlü bir adam olduğunu anlıyorsunuz. Bütün filmleri eğlenceli, bir yandan da duygusal bir yönleri de var. Aksiyon filmi nasıl çekilir, biliyor; komedi nasıl olur, onu da biliyor; dramdan da anlıyor; şimdi üstüne üstlük, bu filmde bunların üçünü aynı potada eritiyor.”
Yönetmen Jee-woon The Last Stand’in senaryosunu okuduğu anda elindekinin değerini anlamış: “The Last Stand sapına kadar Amerikan tarzı bir öyküydü ama bana seslenen tarafları da vardı. Öyle olunca, bu işe girişmeye karar verdim,” diyerek sözlerine şöyle devam ediyor: “Senaryodaki “kasaba sakinleriyle birlikte adaleti savunma” temasından çok etkilendim. Öykünün çok hoşuma giden diğer bir yönü de, yüksek teknolojiye sahip kötülerin, hiç de teknolojik olmayan iyiler karşısında yenik düşmesiydi.”
Ülkesi Kore’dekinden çok daha farklı bir filmcilik anlayışının içinde öğrenmesi gereken çok şey olduğunu fark eden Yönetmen, her şeye rağmen, Schwarzenegger ile çalışmanın kendisini çok rahatlattığını söylüyor: “Arnold öyle zeki bir adam ki, benim ondan ne beklediğimi her zaman tam olarak kavradı. Bazı şeylerin Hollywood’da nasıl yapıldığını anlamadığımda işi elime yüzüme bulaştırdığım zamanlarda bile, Arnold hep şöyle dedi: ‘Yönetmen bir sanatçıdır, ona zaman tanımak gerekir.’ Onunla sağlam bir dostluk da kurduk çünkü Arnold göçmen, ben de yabancıyım. Ama ben Hollywood sinemasından beslenerek büyüdüm ve bu durum benim sinemama yansıyor.”
Yönetmen Jee-woon, Cortez denen caniye son derece hızlı bir araç ve bir o kadar da teknolojik silah vererek çok eğlenmiş ama asıl aksiyonu karakter oyuncusuna yüklemiş: Schwarzenegger’in can verdiği Şerif Ray Owens onca deneyimi sığdırdığı uzun kariyeri boyunca karşılaşacağı en ölümcül, en azılı suçluyla yavaş yavaş kişisel bir çatışmaya girmektedir.
Yapımcı Di Bonaventura, işte bu noktanın, insanı adrenalin deposu haline getiren öykünün en vurucu yeri olduğunu düşünüyor. “Ray Owens eskiden çalıştığı Los Angeles Polis Departmanı’nda son derece başarılı bir memurmuş ama günün birinde, görev aldığı bir operasyondan sonra, işini bırakmak ve göçmen olarak Amerika’ya gelen ailesinin yerleştiği o küçük kasabaya geri dönmek zorunda kalmış. Aslına bakacak olursak, adam, bir nevi, büyük kentin polisi olmanın getirdiği sorumluluklardan kaçıyor. Ancak, kötü adam Cortez tam da Şerif’in kasabasına doğru yola çıkınca, Owens sevdiği kasabayı ve insanları korumak için, aslında yaşamak istemediği bir takım olayları tekrar yaşamak zorunda kalıyor.”
Yapımcı sözlerine şöyle devam ediyor: “Bence, Arnold, bu filmde, benim en sevdiğim kahramanlardan biri olan John Wayne gibi, canlandırdığı karakterle, insanda sakin bir güven hissi yaratıyor. Hatta, elinde o kadar az adamı var ki, bir an, bu adamların hiç de son kale olamayacaklarını düşünüyorsanız ama bildiğiniz gibi, Arnold’tan umut kesilmez!”
LAS VEGAS İLE MEKSİKA SINIRI ARASINDA: FİLMİN GÖRÜNÜMÜ
Yönetmen Jee-woon bu filmi, görsel olarak birbirine hiç benzemeyen birkaç farklı dünya arasında bölünmüş gibi algılıyor: “Bir yandan pırıl pırıl Las Vegas’ı izlerken, birden Toprak yollu, küçücük Sommerton kasabasına gidiyorsunuz. Bir an FBI ofislerindeki şamataya şahit olurken, bir saniye sonra Cortez’in süper hızlı arabasına geçiyorsunuz. Ben bu filmin farklı görünmesini istedim: Farklı renkleri olsun, farklı dokusu olsun, kamera açıları değişik olsun, her şey farklı olsun istedim.”
Destansı bir karşılaşmanın finalini izleyeceğimiz o ana mekana dönüşecek Sommerton kasabası için en uygun yeri ararken, yapım tasarımcısı Franco Carbone her şeyiyle tam bir Amerikan köyü bulmaya çalışmış. Aradıkları öyle bir yermiş ki, sakinleri birbirine sımsıkı kenetlenmiş olsun; kasabanın tek bir ana caddesi olsun, o cadde üstünde bir lokanta, birkaç dükkan, Şerif’in ofisi olsun; bir de, kasabanın hemen çıkışında bir mısır tarlası olsun. Yönetmen Jee-woon, iyiyle kötü arasındaki son karşılaşma sahnesinin, işte o labirent gibi mısır tarlasında başlamasını hayal ediyormuş.
Carbone, yönetmenin hayaline en yakın mekanı New Mexico eyaletinde Albuquerque kentine 50 kilometre uzaklıkta olan Belen (Arizona) kasabasında yakalamış ve filmde Sommerton adıyla geçen kasabayı burada kurmuş. Carbone o günleri şöyle anıyor: “Önümüzdeki en büyük zorluk, bu kasabayı capcanlı bir kasaba gibi göstermekti, hem geçmiş, hem de bugünü olan bir kasaba gibi. Biz burayı, geçen yüzyılın başında yaşanan altına hücum döneminde kurulan, Batı’ya giden tren yolunun üstünde birer durak olan kasabalara benzetmiştik ki gerçekten de öyleymiş. Caddenin bir yanında, geçen yüzyılın başından kalma harika binalar vardı. Diğer yandakileri de ben onlara benzettim.”
Uygulayıcı Yapımcı Guy Riedel ise bize şunları anlatıyor: “Aslında bulduğumuz yer yarım yamalak bir kasabaydı. Sağda solda birkaç tane bina vardı, aralarında da boş arsalar. Dükkanların cephesini biz inşa ettik; bir de lastikçiyle kilise yaptık; sonra da eskiden bakkal olan, sonradan terk edilmiş bir binanın cephesini değiştirerek onu Irv’in Lokantası’na dönüştürdük.”
Carbone, bu lokantanın, Owens gibi bir adamı, Sommerton kadar sessiz sedasız bir kasabada yaşamaya ve sonra bu kasabayı kaybetmemek için canını dişine takıp dövüşmeye ikna edecek sıcaklıkta bir mekan olması gerektiğini düşünüyormuş: “Irv’in Lokantası bu kasabaya bir zenginlik katıyor,” diyor Carbone. “Bu lokanta tek başına, bizim Sommerton sakinlerini önemsememizi, Owens’ın da bu insanları korumaya soyunmasını sağlıyor.”
Filmin çekim süreci boyunca, yönetmen Jee-woon daha önce A Bittersweet Life filminde de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Ji-Yong Kim ile dirsek temasını kesmemiş. Bu konuda yönetmen şunları söylüyor: “Görüntü yönetmenimiz İngilizce konuşuyor ve yönetmen nasıl rahatlatılır, iyi biliyor. Kamera yerleşimlerini ve açılarını müthiş güzel kullanıyor.”
Filmdeki dublör sahneleri arasında Vegas’taki muhteşem kaçış sahnesinden tutun da, insanların havaya uçtuğu patlamaya kadar çok çeşitli sahneler olsa da, bunların içinde en yürek hoplatan, tabii ki Cortez’in çok değerli Corvette ZR1’inin göründüğü sahneler. Yapımcı Di Bonaventura’nun, daha önceki Transformers serisinin çekimlerinde GM şirketiyle kurduğu yakın ilişki sayesinde, firma, yapım ekibine bu imrenilen arabadan tam sekiz tane temin etmiş. Bu konuda Di Bonaventura şunları anlattı: “GM şirketinin hem filme inanması, hem de yapım ekibiyle kendilerinin bu arabaya baktıklarında birebir aynı şeyi gördüklerinden emin olması gerekiyordu. Firma, canım Corvette’lerinin süratli ve havalı bir araba gibi görünmesini istiyordu, biz de onlarla tamamen aynı fikirdeydik.”
Bu arabaların bakımının yapılması ve gerektiğinde fırlamaya hazır tutulması için başlı başına kocaman bir ekip kurulmuş. Bu madeni yardımcı oyuncuların en iyi becerilerinin gösterildiği sahnelerde (yani sürüş ve park konumlarında) kullanılacak bir ZR1 ile bir ZL1 hiç ellenmeden, tertemiz, bir köşede tutulmuş. Diğer araçlar ise, filmde gerekli görünüme göre modifiye edilmiş: Süspansiyon fazladan gelen yükleri taşıyacak şekilde takviye edilmiş; kamera donanımlarına göre arabanın altına çeşitli borular kaynaklanmış; farklı bir donanım takmak üzere hafifletilmesi gereken bir aracın motoru sökülmüş; hangarlarda güvenli bir şekilde çekim yapılabilmesi için araçların benzin depoları da çıkartılmış.
Bakın, Riedel bu konuda neler diyor: “Her aracın özel bir kullanım amacı vardı. Ve bunu takip etmek de benim diyenin yapamayacağı bir işti çünkü zaman zaman aynı araç, kentin farklı yakalarında çalışan iki ekibe birden aynı anda gerekiyordu. Özetle, zor işti.”
Koca bir mısır tarlasının içinde sürücünün önünü görmeden arabayı sürebilmesi kolay iş değil, tabii. Bunun için, araçların üzerine, “pod car” adı verilen özel bir sürüş sistemi kurulmuş. Sürücünün dublörü, aracın üzerine çıkarak, mısırların boyunu aşan bir yükseklikte aracı kullanmış. Aynı anda, kamerada görünen oyuncu da arabayı kendisi sürüyormuş gibi yapmış.
Film ekibi, kovalama sahnelerindeki gerçeklik duygusunu belli bir düzeyin üstünde tutmaya daha baştan kararlıymış. Yönetmen Jee-woon bu sahnelerde bilgisayar teknolojisinden bolca yararlanmak yerine, son derece itinalı bir dublör ve özel efekt çalışması yaparak, her şeyi olabildiğince eski usul tutmuş. Hele ki bu filmde, her taraflarından teknoloji akan kötü adamların, ellerinde sadece cesaret, yiğitlik ve metanetleri olan bir avuç iyi adam karşısında yenilgiye uğradığını düşünürseniz, yönetmeninki son derece yerinde bir tutum.
Hem oyuncuların, hem de bu muhteşem araçların başında, son derece deneyimli bir dublör koordinatörü ve ikinci birim yönetmeni olan Darrin Prescott ve ikinci birim dublör koordinatörü Wade Allen’ı görüyoruz. Prescott filmde, sadece insanın neredeyse soluğunu kesen süratli arabaları değil, bir sürü kavga, sokak kovalamacası, bol yumruklu, bol kemik kıran dövüş sahnesini de yönetmiş. Üstelik, bu sahnelerin çoğunda Schwarzenegger de rol almış.
Prescott’un geçmiş yıllarda da Schwarzenegger ile çalışmışlığı var. Kendisi, bu filmdeki performansına bakarak Arnold’ın hiç de çaptan düşmediğine tanık olmuş. Ünlü oyuncunun sinemaya dönüşü hakkında, Prescott bize şunları anlattı: “Sanki sinemadan hiç uzaklaşmamış gibi. Hiç oyalanmadan, doğruca işe koyuldu. Mükemmeldi; 15 yıl önceki beraber çalışmamızdan hatırladığım Arnold’ı aynen karşımda buldum.”
Bu çok deneyimli koordinatör, diğer bir oyuncu olan Noriega’nın aksiyon türünü öğrenmek için gösterdiği gayretten ve derhal yoğun dövüş ve sürüş eğitimleri almaya başlamasından da ayrıca çok etkilenmiş: “Eduardo yanımıza gelip dövüş öğrenmeyi istediğini ve bu filmde olabildiğince çok dövüş ve sürüş sahnesinde rol almaya hevesli olduğunu anlattı. Bu habere bayıldık, tabii. İşin başında bomboş bir kanvas gibiydi. Böyle oyuncularla çalışmak çok eğlenceli oluyor.”
Fakat filmde sürüş risklerinin çok yüksek olduğu fark edilince, yapımcılar Noriega’nın sürüş dublörü olarak Jeremy Fryes’ı bulmuşlar. O 1,500 kilo ağırlığındaki makinaya, ancak filmlerde görebileceğiniz müthiş hareketleri yaptıran sürücü, işte şimdi sözünü ettiğimiz dublör Fryes.
İnsan bu filme bakınca, yönetmen Jee-woon için yapım ekibi sürekli mucizeler yaratmış diye düşünüyor. Prescott’ın anlattığı örneğe bir bakın: “Yönetmen bize şöyle sordu: ‘Enine ancak üç araba sığan sokakta, otobüsü 180 derece döndürebilir misin?’ Biz de yanıt verdik: ‘Tabii ki, burası Hollywood. Burada her şey mümkün. Yeter ki, sen paradan haber ver.’ O da olunca, efektçiler otobüsün altına makara taktılar. Sonuçta şunu elde ettik: Jeremy, sağlı sollu dükkanlarla çevrelenmiş bu daracık sokağa otobüsle geliyor; bir düğmeye basmasıyla otobüsün arkası havalanıyor; tekerlekler yerden 3 santim kadar yükseliyor; otobüs o andan itibaren makara tekerleklerinin üzerinde ilerliyor; sanki buz üstinde kayar gibi. Derken, otobüs, bu daracık yerde 180 derece dönüyor. İyi numara diye ben buna derim.”
Sette çalışan istisnasız herkes için, onca dublör ve dövüş sahnesi ve hatta arabaların inanılmaz manevraları, Arnold’ın varlığının yanında sönük kalmış. Schwarzenegger tek başına herkese ilham kaynağı olmuş. Uygulayıcı yapımcı Guy Riedel bu konuya şu yorumu getirdi: “Son derece profesyonel ve herkese karşı arkadaşça davrandı. Gayet de iyi vakit geçiriyordu, işini hakkıyla yapıyordu. Bence, sinema izleyicileri onun bu filmle ekranlara dönmesinden büyük mutluluk duyacak. Bu adam eşsiz, tekar aramıza dönmesi harika oldu.”
Schwarzenegger’in de bu konuda diyecekleri var: “The Last Stand filminin en müthiş tarafı, tamamen silinip gitmiş bir adamın öyküsünü anlatması. Ama bir yandan da dünyanın her yerinde yaşanan bir öykü. Valilik yaparken, büyük mutlulukla yerine getirdiğim işlerden biri, görev aşkıyla, ellerinden geleni fazlasıyla yapan kolluk kuvvetlerine Şeref Nişanı takmaktı. Başardıkları işleri yüksek sesle okurdum. Hakikaten, yaptıkları şeyler kulağa inanılmaz gelirdi. Dinleyenler hep ‘Kimse bunu yapamaz,’ derdi. Ama insanlar gerçekten inanılmaz şeyler yapabiliyor. İşte bu filmde de öyle bir öykü var: Kolluk kuvveti adına sadece bir Şerif’i, birkaç tane de Şerif Yardımcısı olan küçücük bir kasabaya, dünyanın en azılı uyuşturucu kartelinin başı gelir ve kovalamaca başlar.”