Wonder Woman, başrolünü Gal Gadot’un, yönetmenliğini Patty Jenkins’in üstlendiği destansı bir aksiyon-macera filmi.
O, Wonder Woman olmadan önce, Amazonların prensesi Diana’dır. Korunaklı bir cennet adada büyümüş, yenilmez bir savaşçı olmak üzere eğitilmiştir. Ama Amerikalı bir pilot adanın kıyılarına düşüp dış dünyada olağanüstü bir kargaşanın patlak verdiğini söylediğinde, Diana tehdidi durdurabileceğine inanarak evinden ayrılır. Savaşların tamamını bitirmek için insanlarla omuz omuza savaşan Diana tüm güçlerini keşfedecektir… ve de gerçek kaderini.
Gadot’a eşlik eden uluslararası oyuncu kadrosu şöyle: Chris, Robin, Danny Huston, David Thewlis, Connie Nielsen, Elena Anaya, Ewen Bremner, Lucy Davis, Lisa Loven Kongsli, Saïd Taghmaoui ve Eugene Brave Rock.
YAPIM HAKKINDA
TANRIÇA · SAVAŞÇI · EFSANE
Güçlü, zarif, bilge ve şahane: Tüm zamanların en büyük Süper Kahramanlarından biri olan ve tüm dünyada Wonder Woman olarak tanınan bir karakterin sahip olduğu ilham verici nitelikler bunlar. Saygı duyulan ve zamana meydan okumuş, 75 yıldan uzun süredir küresel gücün ve eşitliğin simgesi olan bir DC arketipi. Nasıl ve ne zaman var oldu ve insanoğlunun esenliği onun için neden bu kadar önemli hâle geldi?
Yönetmen Patty Jenkins’in bu muazzam kahramanı konu alan Wonder Womanı Diana’nın uzun zamandır beklenen başlangıç hikayesini anlatıyor. Diana halkına bizzat tanrıların kralı Zeus tarafından hediye edilmiş gizli Themyscira adasının tek çocuğudur. Amazonların dünyasından olan Diana tüm hayatı boyunca savaşa hazırlanmıştır. Fakat gerçek bir savaşçı olmak için, doğru bildiği şeyleri —ve başka hiçbir şeye benzemeyen silahlarını— dünyanın o güne dek gördüğü en yürek parçalayan savaş alanına taşıma cesaretini göstermesi gerekmektedir.
Wonder Woman’ı sinemaseverlere sunmak için kesinlikle doğru zamandı” diyen Jenkins, şöyle devam ediyor: “Hayranları bunu uzun zamandır bekliyordu ama inanıyorum ki bu karakterin hayranı olmayanlar da bir Wonder Woman filmine hazırlar. Süper Kahramanlar birçok insanın hayatında rol oynayageldiler; ‘Ben de o kadar güçlü olsaydım, o kadar harika olsaydım ve o heyecan verici serüveni yaşayabilseydim ve kahramanca şeyler yapabilseydim nasıl olurdu acaba?’ fantezisi birçok insan için geçerlidir. Ben de farklı değilim. Superman’i ilk okuduğumda yedi yaşındaydım. Dünyamı sallamıştı çünkü kendimi Superman gibi hissetmiştim. Bu karakter o zaman da tam olarak inandığım şeyi yansıtıyordu, şimdi de aynı şekilde yansıtıyor: Her insanın içinde dünyayı daha iyiye doğru değiştirebilmeyi dileyen bir yan vardır.”
Sonra Wonder Woman gelir. “Televizyon dizisini seyrettim. Wonder Woman bir kız çocuğunun heves edeceği her şeydi: Güçlü ve nazik, heyecan verici ve stilize, kudretli ve etkili; ve de erkekler kadar sert. O çok sıkı ama aynı zamanda karmaşık bir dünyada sevgiyi, bağışlamayı ve iyi kalpliliği savunuyor. Bu kadar önemli değerleri savunan bir Süper Kahraman hakkında bir film yaptığım için büyük onur duyuyorum.”
Filmin senaristi Allan Heinberg 2006 ve 2007’de DC için Wonder Woman çizgi romanını yazdığını, şimdi de filmin bir parçası olmaktan mutluluk duyduğunu dile getiriyor: Wonder Woman, daha ilkokul birinci sınıfta Tulsa-Oklahoma’dayken cumartesi sabahları ‘Super Friends’i izlediğim dönemden beri benim favori Süper Kahramanım olmuştur. Onu beyaz perdeye taşımada herhangi bir katkımın olması -üstelik bunu Patty Jenkins ve Geoff Johns’ın da yer aldığı bir yaratıcı ekiple yapmak- uzun zamandır hayal ettiğim bir şeyin gerçekleşmesiydi.”
Wonder Woman’ın yıldızı Gal Gadot ise, yönetmeniyle aynı çizgide, şunları söylüyor: “Beni bu karaktere böylesine çeken, onun aynı anda pek çok farklı şeyi içinde barındırması ve bu şeylerin onun içinde çok güzel bir şekilde yaşamasıydı. Bu ikonun hikayesini beyaz perdede ilk kez anlattığımız için, Patty’yle bol miktarda yaratıcı sohbetimiz oldu. Wonder Woman çizgi romanlardaki en büyük savaşçı; buna rağmen kırılgan, hassas, özgüvenli ve şaşırmış olabiliyor… bunların hepsini aynı anda olabiliyor. Ayrıca, zekasını ya da duygularını asla gizlemiyor.”
Yaratıcısı William Moulton Marston, Wonder Woman’ı okurlara ilk olarak İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında sunmuş olsa da, film, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlandığı 1918 yılında geçiyor. Charles Roven zamandaki bu değişikliğin altında yatan düşünceyi şöyle açıklıyor: “Eşit ölçüde güçlü kadınların ırkından gelen bu mükemmel kadın karakteri, seçme ve seçilme hakkı hareketinin ilk günleriyle buluşturmak gerçekten ilginçti.”
Roven şöyle devam ediyor: “İkincisi, görsel bakış açısıyla, o dönemin incelikleri çağdaş savaşın gerçek dehşetini daha iyi yansıtıyor. Bu, yakın mesafeli çatışmadan göğüs göğse dövüşe geçilen ilk savaştı; ya da birisine ateş edecekseniz nispeten yakınında olmanız ve hasmınızla yüz yüze bakmanız gerekiyordu, uzak mesafeden ateş edemiyordunuz. Bir yandan da, bir yeri bombaladığınızda düşmanınızın neye benzediğini ya da kimi öldürdüğünüzü bilemezdiniz. Öldürmek aslında kolaylaşmıştı. Savaşın bu yeni dinamiğinin karakterimiz Wonder Woman için yeni bir şey olmasını istedik çünkü kendisi savaşçıların örnek alınmasına alışmış biri, oysa şimdi kahraman diye bir şeyin olmadığı bir savaşla karşı karşıya çünkü kiminle dövüştüğünüzü bilmiyorsanız kahraman olamazsınız.”
İşte bu, Wonder Woman’ın anlamakta zorlandığı şeydir. Yapıcı Zack Snyder bunu şöyle açıklıyor: “Benim sevdiğim Wonder Woman’da bir masumiyet var. Yıkık dökük bir geçmişi yok; intikam almak istediği, kendisine yanlış yapan bir takım insanlar yok; karanlık bir yerden gelmiyor. İdeal bir çocukluk geçirmiş ve kendisine hayata değer vermesi öğretilmiş. Sırf dünyada doğru olanı yapmak istediği için bile bir kahraman olarak kabul edilebilir ki bu çok havalı bir şey. Bana kalırsa, hem Patty hem Gal filme bunu en mükemmel şekilde yansıtmanın yolunu buldular.”
Yapımcı Deborah Snyder, Jenkins’in filmde tamamen bu vizyonu paylaştığını ama daha da önemlisi karakter için benzersiz bir tutku beslediğini hissetti. “Patty’nin heyecanı çekimlerin tamamında onunlaydı” diyor Snyder ve ekliyor: “Karaktere hayranlık duyuyordu ve ekibin geri kalanı gibi o da Wonder Woman’ın beyaz perdeye mümkün olan en dürüst şekilde yansıtılması konusunda büyük bir sorumluluk hissetti. Bu, bizden önce de var olan, bizden sonra da var olmaya devam edecek, özgürlük ve adalet için savaşan ama sevgiye de inanan bir karakter. Bu özellikleri onu son derece ilgi uyandırıcı kılıyor.”
Kıyıya bir adam -Diana’nın gördüğü ilk adam- gelir ve Diana’nın gözlerini korunaklı adasının dışındaki daha büyük bir dünyaya açar. Aslında bu, adamın uçağının Themyscira kıyılarına düşmesi yüzünden tesadüfen gerçekleşen bir şeydir. Yapımcı Richard Suckle şunları kaydediyor: “Diana onun hayatını kurtarıyor. Buna karşılık Steve Trevor da ona insanların dünyasını öğretiyor. Çizgi romanda harika bir çiftler ama ben bu filmdeki hallerini gerçekten bir başka seviyorum. Aralarında bir elektrik var ve filmde bunu muazzam bir aksiyon macera ortamında görüyorsunuz, üstelik kurtarılmaya muhtaç bir kadın ya da erkek olmadan. Onların birbirlerine ihtiyaçları var; birbirlerinden öğreniyorlar; ve eşitler.”
Jenkins şunu ekliyor: “Karşılaştıkları andan itibaren aralarında kıvılcımlar uçuşuyor. Aşk hikayelerinin açılış biçimi sürükleyici ve benzersiz, özellikle de bu tür bir film ve filmin geçtiği dönem açısından.”
Yüzbaşı Steve Trevor’ı canlandıran Chris Pine kadın kahramanla aralarındaki eşitliğin hoşuna gittiğini ve Steve’in de Diana’dan bir şeyler öğrenmesini takdir ettiğini dile getiriyor: “Bu filmi yaparken kendimi çok özel bir şeyin parçası hissettim. Bence bu, bir Süper Kahraman filminden çok daha fazlası. Film çok güçlü bir kadının, erkeklerin yönettiği şiddet dolu bir dünyadaki eylemlerini resmetmek için küresel bir sinema platformu ve cesur bir hikaye anlatımı kullanıyor. Diana benim canlandırdığım —bir casus olan, kötülüğe yakından tanıklık etmiş ve savaşın gri, toksik dünyasına fazlasıyla dalmış— karaktere, idealizm için ve başkalarına adaletli olma konusunda samimi bir arzu duymak için hâlâ yer olduğunu gösteriyor. Günümüz için de çok güncel ve uygun bir hikaye.”
“Her Süper Kahramanın kendine özgü güçlü yanları vardır” diyor Jenkins ve ekliyor: “Ama bence Wonder Woman’ın en harika yanı son derece iyi, nazik ve sevgi dolu oluşu. Yine de bunların hiçbiri onun gücünü azaltmıyor, tam tersine pekiştiriyor!”
“Eğer dünyayı başka kimse savunmayacaksa, o zaman ben savunmak zorundayım!”
—Themysciralı Diana
“Hikayede Diana’yla ilk karşılaştığımızda, kendisi çok cesur ama aynı zamanda küstah ve biraz da yaramaz küçük bir kız” diyor Gadot gülümseyerek ve ekliyor: “Dört bir yanında gördüğü Amazon savaşçılarına hayranlık duyuyor ve onlar gibi olmak, dövüşmek istiyor. Ne var ki, Diana’nın annesi Kraliçe Hippolyta küçük kızı konusunda çok korumacı, onun antrenman yapmasına izin vermiyor. Ancak Diana’da bir ışık, gözlerinde ise alev var. Kafasının dikine gideceği, bir şekilde istediğini elde edeceği açık.”
Yeni oyuncu Lilly Aspell, Diana’nın 8 yaşındaki, Emily Carey ise 12 yaşındaki hâlini canlandırdı. “Her iki kız da küçük Diana’yı harika oynadılar” diyen Gadot, şöyle devam ediyor: “Daha en başından itibaren Diana’nın kararlılığını seyirciye göstererek, onun nasıl böyle bir kadına dönüştüğünün anlaşılmasına çok yardımcı oldular.”
Fakat Jenkins’e göre, dünyanın beklediği Wonder Woman imajını içten dışa dolduran isim Gadot’tu. “Gal kelimenin tam anlamıyla tanıyacağınız en kibar, en güzel, en kendini işine adayan insan. Tüm bu süreç boyunca istediği tek şey karaktere hakkını vermekti. Hakikaten, herkesin beklediği Diana’yı yaratmak istedi.”
Oysa, gerek soğuk hava, gerek yoğun antrenmanlar ve yoğun aksiyon, gerekse Gadot’un neredeyse her sahnede görünüyor olması yüzünden, bu her zaman kolay bir şey değildi. “Çekimler sırasında işler zorlaştığında, örnek aldığımız kişi Gal’di” diyor Jenkins ve ekliyor: “Öylesine içten gelen bir gücü ve öylesine sağlam sinirleri var ki her şeyin üstesinden gelebiliyor ve her zaman olumlu bir tavrı korumayı başarıyordu. Sahiden inanılmaz bir kişi.”
Gadot ise moralini yüksek tutmasını yönetmene bağlıyor: “Bu filmde yönetmenim Patty olduğu için çok şanslıydım. Kendisi çok sıcak ve komik bir insan. Vizyonu ve tutkusu da benimkiyle kesinlikle aynı çizgideydi. İlk kez oturup film hakkında, ailelerimiz hakkında konuştuğumuzu hatırlıyorum da… her şey çok benzerdi. Yaratıcı konuların tamamında anlaştığınız biriyle çalışabilmek özel bir şey. Fikirlerimiz çatışsa bile, adil bir şekilde tartışıyor ve bence bu tartışmalardan bir şeyler öğreniyorduk. Bu sayede sahnelerden olabilecek en iyi şeyi çıkardık. Onun rehberliği ve dostluğuna minnettarım.”
Enerjik ve kararlı Diana içgüdüsel olarak bilir ki yeri etrafındaki savaşçıların arasındadır ve aklının çelinmesine izin vermeyecektir; bu şekilde, aslında annesinin kızı olduğunu kanıtlar. Hippolyta veraset yoluyla değil liyakatle kraliçe olmuştur.
Tüm Amazonların en asilini canlandıran Connie Nielsen bunu doğruluyor: “Hippolyta çok cesur. Onun inanç sistemine adalet ve doğruluk rehberlik ediyor. Kızını da aynı şekilde davranacak biçimde yetiştiriyor.”
Yine de, Hippolyta’nın ilk başta kabullenmeyi reddettiği bir gerçek vardır: Diana’nın kaderi müthiş bir savaşçı olmaktır. Annesi Diana’nın dövüşmesini istemez çünkü savaşa gitmenin aslında ne demek olduğunu bilmektedir. Dolayısıyla, kızı için bunu istemez. Ancak kızı annesi gibi, hatta Amazon savaşçılarının en iyisi olan teyzesi General Antiope gibi olmak istemektedir. Daha da kötüsü, Antiope kız kardeşinin kendisine yeğenini savaş sanatlarında eğitme konusunda izin vermeme nedenini alenen sorgulamaktadır. Sonunda, Diana’yı gizlice eğitmeye başlayacaktır.
Robin Wright kraliçesine karşı gelmeye istekli tek Amazon rolünü üstlendi. “Antiope’nin amaçları pratik ve masumane” diyor Wright ve ekliyor: “Kız kardeşinin koyduğu kanuna uymak, kraliçesinin emrettiği gibi hareket etmek istese de, gerçekçi biri olduğu ve altıncı hisleri ona bir savaşın yaklaşmakta olduğunu haber verdiği için, Diana’nın tam anlamıyla hazır olmasını sağlamayı hedefliyor.”
Hippolyta’nın anaç sevgisine karşın, sessizliğinde ikiyüzlü bir şey vardır. “Hippolyta sessizliğin baskıya eşdeğer olduğunu biliyor” diyen Wright, şöyle devam ediyor: “Antiope onun kızı konusundaki takıntılı korumacılığını anlaşılabilir ama sığ bir yaklaşım olarak görüyor. Kız kardeşinin aksine, Antiope, Diana’nın içinde kabul görmek için yanıp tutuşan güce saygı duyuyor ve onu kabul ediyor.”
Nielsen canlandırdığı karakteri savunarak şunu vurguluyor: “Amazonlar hep savaş yüzünden çok kayıp ve çok acı yaşamışlar. Hippolyta dünyaya yaptıkları büyük hizmete rağmen, insanların onlardan korkması yüzünden nasıl ihanete uğradıklarını hatırlıyor. Bir insanın olduğu yerde daha fazlasının da olacağını biliyor. Bu yüzden, kızı da dahil olmak üzere, bütün Amazon kolonisinin güvenliğinden endişe ediyor.”
Gadot, Amazon annesi ve teyzesiyle hızlı bir şekilde bağ kurdu. “Karakterlerimize doğal bir şekilde bürünüyor ve birbirimizle birlikte hemen çok rahat ediyorduk” diyen aktris, şöyle devam ediyor: “Connie de Robin de canlandırdıkları kadınlarla çeşitli özellikleri paylaşıyorlardı: Connie, Hippolyta gibi bilgili, özgüvenli ve karizmatikti; Robin de enerjik, çok uyumlu ve gençlerle çok iyiydi çünkü ruhu genç. Ve tabi Antiope, küçük Diana’nın akıl hocası olarak gördüğü kişi.”
Antiope yeğenini gizli gizli eğitir, ta ki iş üzerinde yakalanana dek. Öfkeden deliye dönmüş Hippolyta onunla yüzleştiğinde, Antiope eylemlerini cesurca haklı gösterir ve hatta Hippolyta’nın en korktuğu isim olan Ares’i ortaya atar. Antiope savaş tanrısının geri dönmesinin an meselesi olduğundan emindir. Daha fazla tartışamayan Hippolyta sonunda ikna olur.
Deborah Snyder, “Daha iyi bir kötü adam düşünebilir misiniz?” diye soruyor ve ekliyor: “Ares efsanevi ve karmaşık bir karakter; hepimizin bildiği ve Yunan tanrılarını bilen herkeste anında korku uyandıran bir isim.”
Fakat Amazonların huzurunu bozan, Ares değildir. Bu rahatsızlığın kaynağı Amerikan askeri pilotu Yüzbaşı Steve Trevor’dır. O, Diana’yı adanın güvenliliğinden ve annesinin kartal bakışlarından uzaklaştıracak kişidir.
Chris Pine filmin bu ünlü karaktere yaklaşımı için şunları söylüyor: “Steve 20. yüzyıl başlarındaki erkeksilik tasvirinin klasik bir örneği. Sert ve biraz serseri. Kendiyle ilgili bir mizah anlayışı var, doğrucu olmasa da gerçekçi ve tatlı olmasa da romantik. Görevini ciddiye alıyor ve hizmet ettiği kişiler için elinden geleni yapıyor. Ama herkesi memnun etmek zorunda hissetmiyor. O harika bir başına buyruk tip.”
Güçlü kadın savaşçıların ortasına düştüğü gerçeğini kabullenen Steve, onlar konusunda kafası karışık olsa bile saygılı davranır. Ve itirazlarına rağmen, casus olduğunu ve görevinin içeriğini Amazon konseyine ayrıntılarıyla aktarır. Bunun sebebi Hestia Kementi, ya da daha bilinen ismiyle Doğruluk Kementi’dir.
Dış dünyada patlak veren savaşı öğrenen Diana, Amazonların bu büyük kötülüğe karşı silah kuşanmalarında ısrar eder çünkü belli ki bu yalnızca Ares’in marifeti olabilir. “Ama idealist Diana annesinin bu konuda bir şey yapmak istemediğini fark ettiğinde, çok şaşırır ve şok olur” diyor Gadot.
Diana, Ares’in hikayesiyle büyümüştür; bu savaş tanrısının insanoğlunu nasıl yozlaştırdığı, onu ve temsil ettiği her şeyi yok etmenin Amazonların sorumluluğu olduğu, Amazonlar olarak görevlerinin insanoğluna barış ve sevgi getirmek olduğu anlatılmıştır kendisine. Sonradan, Diana Amazonların tüm insanlar arasında daha büyük bir anlayışa köprü olduğunu söyleyecektir Steve’e.
“Kraliçe Hippolyta bu yollardan geçmiş” diyen Jenkins, bunu şöyle açıklıyor: “Tarih ona insanoğlunun kurtarılmaya layık olmadığını, en azından uğurlarında ölmeye değmeyeceğini öğretmiş. Fakat Diana hâlâ genç; inandığınız şeyin anne babalarınızın hiç bilmediği kadar saf ve inanılmaz olduğunu gerçekten düşündüğünüz o gençlik masumiyetine sahip.”
Buna ek olarak, Gadot’un ifadesiyle: “Diana yardım etme, Amazonların kaderini etkili bir şekilde hayata geçirme arzusu duyuyor. Steve’in adaya gelip dünyada olup bitenleri açığa çıkarması onda muazzam bir etki yaratıyor. Milyonlarca masum hayat yiterken Diana’nın öylece beklemesi mümkün değil.”
Gidecektir. Gitmek zorundadır. Bir fark yaratabileceğinden emindir.
Böylesine masum bir iyimserlik Steve’e tamamen yabancıdır. “Savaş tüm bu duyguları ondan söküp almış” diyor Pine ve ekliyor: “Steve, insanoğlunun sahip olabildiği en düşük ahlak noktasını, çoğu zaman acımasızca ve gereksizce öldürme ihtiyacını görmüş, bezgin bir gerçekçi. Ve şimdi karşısında insanoğlunun potansiyeline müthiş bir umutla yaklaşan bir kadın var ama onunla aynı iyimserliği paylaşmıyor.”
Zack Snyder, Steve’in Diana’ya eleştirel bakış açısının hikaye için önemli olduğunu söylüyor ve bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Çünkü Wonder Woman’a seyircinin gözünden bakabilmeliyiz. Steve, bir bakıma, statükoyu temsil ediyor ve Wonder Woman tarafından değiştirilmesi gerekiyor, tıpkı biz insanoğlunun da değiştirilmemiz gerektiği gibi. Steve’in dünyayı Diana’nın gözünden görmeye başlaması gerekiyor.”
“Diana’nın Steve Trevor’a -dünyanın en kötülerini görmüş bu adama- katması gereken şey idealizme hâlâ yer olduğu; içinde yaşadığımız dünya ne kadar çirkin olursa olsun, ne kadar perişanlıkla karşılaşırsak karşılaşalım, kendimizdeki en iyi yanlarla birbirimizi koruyacağımıza ve birbirimize layık olacağımıza dair umudun hâlâ var olduğu ve buna tutunmamız gerektiği” diyen Pine, şunu ekliyor: “İşte Diana bunu temsil ediyor.”
Steve de Diana’yı aynı ölçüde etkiler. Gadot’a göre, “Diana onu, daha da çok geldiği dünyayı çok merak ediyor. Londra’ya ilk gittiğinde sudan çıkmış balık gibi oluyor; sanırım Themyscira’ya daha benzer bir yer beklediği için bütün o gördükleri ona çok fazla geliyor. Bu yüzden de, bu dünyada yolunu bulabilmek için Steve’e bel bağlamak zorunda.”
Gadot hikaye akışıyla kendi serüveni arasında az da olsa paralellikler hissettiğini belirtiyor: “Chris’le çok rahat çalıştım. Bu bana fayda sağladı çünkü o çok deneyimli, ben ise ilk kez başrol üstlendim. Steve Trevor olarak bana Londra’da rehberlik etmenin yanı sıra, bu deneyimde de son derece hoş bir şekilde rehberlik etti. O tam anlamıyla bir başrol oyuncusu: Yetenekli, zeki ve feci komik. İnsanların onun ne kadar komik olduğunu bildiklerinden emin değilim; beni güldürdüğü için pek çok kayıt mahvoldu.”
Pine da Gadot’un başroldeki hakimiyetine büyük hayranlık duyduğunu ve onunla çalışmaktan çok keyif aldığını dile getiriyor: “Gal bu rolü uçurdu. Fiziksel açıdan mükemmeldi ve daha önce hiç görmediğim bir iş ahlakına sahipti. Kendisi olağanüstü bir aktris. Onunla karşılıklı oynadığım için çok mutluyum.”
Pine diğer “esas kadınla” da -yönetmen Jenkins- çalışmaktan memnuniyetini şöyle ifade ediyor: “Patty gerçekten müthiş bir insan. Steve rolü için ilk kez buluştuğumuzda, karşıma oturdu ve iki saatlik öğle yemeği süresince filmi resmen baştan sona canlandırdı. Öylesine net, açık ve ayrıntıcıydı. Sırf Patty için bile bu role evet diyebilirdim.”
Diana ve Steve Londra’ya vardıklarında, Diana’nın oraya uygun olmadığı açıktır. Pelerine sarılmış olmasına rağmen, net bir şekilde az giyimli, taş bir heykeli andıran bu afet, çevresindeki tüm bakışları üzerine çevirir. Neyse ki, Steve çok becerikli ve güvenilir sekreteri Etta Candy’yi onlarla buluşup Diana’yı sıradan bir kadın görünümüne büründürmesi için çağırmıştır.
“Etta Candy, Wonder Woman tarihi boyunca, farklı şekillerde, hatta bazen Diana’nın en yakın arkadaşı olarak yer almış harika bir karakter” diyor Jenkins ve ekliyor: “Steve’in sekreterliği hem Etta’nın müthiş bir versiyonu hem de bizim ihtiyaçlarımız için en uygun olanıydı. Filmde Etta, Steve’in belirsiz dünyasındaki güvenilir ve başı sıkıştığında başvurabileceği, tam bir çağdaş kadın örneği. Tabi 1918 yılı için.”
O dönemdeki pek çok kadın gibi yalnızca ilkelerini kullanarak savaşabilen bu cesur kadın rolünü Lucy Davis üstlendi. “Patty’yle Etta hakkında Skype üzerinden konuştuk; sonra karakteri araştırdım ve ne kadar eğlenceli olduğunu gördüm; bana gerçekten çok yakın geldi” diyen Davis, şöyle devam ediyor: “İlk bakışta, Etta, Diana’dan çok farklı: Fiziksel olarak bambaşka görünüyor ve bambaşka bir çevreden geliyor. Diana her şeyin eşitlik üzerine kurulduğu, tamamı kadınlardan oluşan bir toplulukta büyümüş; Etta ise fazlasıyla erkek egemen bir dünyada yaşıyor.”
O dönemde kadınlar üzerindeki kısıtlamalara rağmen, Davis bu zaman yolculuğunun hoşuna gittiğini söylüyor: “Gençken tarih derslerine bayılırdım; özellikle de Birinci Dünya Savaşı’na. Dolayısıyla, ‘Wonder Woman’ o dönemde geçiyor olduğu için heyecanlandım. Sonra bir de bakmışım Londra’da 1918’den kalma araba ve faytonlarla çekim yapıyoruz ve etraftaki herkes o dönemin kıyafetleri içinde. Günümüze ait hiçbir şey yoktu, muhteşemdi. Sihirliydi.”
Öte yandan, Davis için en unutulmaz sahnelerden biri Etta’nın Diana’yı alışverişe götürdüğü sekansın sonlarına doğruydu. “Etta’nın kılıca göz kulak olması gerekiyor. Bu, filmin en sevdiğim sahnelerinden biriydi çünkü hepimiz bütün gün kahkahalar içindeydik. Gülmeden durmakta zorlandım” diyor Davis.
Söz konusu kılıç Diana’nın en kıymetli eşyalarından biridir. Kılıcın ismi tanrıöldüren’dir. Diana bunu Ares üzerinde kullanmayı -çünkü bunu yalnızca en çetin Amazon yapabilir- planlamaktadır. Steve onu savaşın en ciddi olduğu yere, ön cepheye götürdüğünde eylemini gerçekleştirecektir. Steve, Etta’ya sadece bu kutsal silahı emanet etmekle kalmaz, savaş bürosunun onayı olmadan giriştiği gizli operasyonun yönetimini de onun ellerine bırakır.
Belki de bunu resmi olarak yapmaz. Britanyalı ünlü aktör David Thewlis’in canlandırdığı, yüksek rütbeli Sör Patrick, Steve’in amiridir ve onun yakında gerçekleşecek olan ateşkesi tehlikeye atacak bir şey yapmaması konusunda ısrarcıdır. Sör Patrick ve meslektaşları nihayet savaşı bitirmek umuduyla uzlaşmak için çok çalışmaktadırlar.
“Sör Patrick’in tüm gayesi ateşkes antlaşmasının imzalanmasını sağlamak” diyen aktör Thewlis, performansında yol göstermesi için tarihi karakterleri, özellikle de Sör Arthur Balfour’u araştırdı. “Patty’yle o dönemin siyasetçilerinden biri olan ve görünümünü kesinlikle beğendiğimiz Balfour hakkında konuştuk. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı sonrası siyasetçilerinden olan Clement Attlee’yi de inceledim.”
Diana’nın Sör Patrick’le ilk karşılaşması, Steve’i izinsiz şekilde takip ederek olası bir barış anlaşmasını tartışan erkeklerin olduğu odadan içeri dalmasıyla gerçekleşir. “Diana ona yakınlık duyuyor çünkü mantıklı konuşan tek kişinin o olduğunu düşünüyor” diyor Thewlis ve ekliyor: “Patrick de onu kendi davasına hararetli bir yandaş olarak algılıyor ki bu da kendi amaçlarına çok uygun.”
Bu yüzden, Sör Patrick gizli bir görevi destekleme önerisinde bulunur: Görevi sahada Steve yönetecek, Etta ise şüphelere yer bırakmamak için operasyona ofisten destek verecektir. Sör Patrick’in sağladığı fon sayesinde, Steve, Belçika’ya gidip savaş yanlılarının en tehlikelilerinden ikisini arayacak maddi imkana kavuşur: General Ludendorff ve gözde kimyageri Dr. İsabel Maru.
Ama önce, gitmeleri gereken yere varmak için, Steve’in destek gücü istihdam etmesi gerekmektedir. Ve onları nerede bulacağını bilmektedir. Steve, Diana’yı salaş bir bara götürür ve burada iki eski arkadaşıyla tanıştırır: Birçok dil konuşan, gizli görevlerin kilit ismi haline gelmiş, Faslı eski bir asker olan Sameer; ve görevden atıldığı için şimdi günlerini birahanede dövüşerek geçiren eski keskin nişancı Charlie. Onlarla tanıştığında, Diana, Charlie’nin insanları uzaktan öldürdüğünü fark eder ve bunu çok onursuz bulur; ona göre, Sameer de bir dolandırıcıdır. Steve’in bu adamlara nasıl güvenebildiğini pek anlayamaz. Aslında, onların iyi adamlar olup olmadıklarını bile merak eder.
Derler ya, savaş en olmadık kişileri dost yapar, bu durumda belki de en olmadık kişileri müttefik yapacaktır.
“İdeal bir dünyada, Sameer bir aktör ve sanatçı olurdu” diyor rolü canlandıran Saïd Taghmaoui ve ekliyor: “Asker olmayı hiç istememiş. Bu yüzden de, askerlik görevine büyük bir rolmüş gibi yaklaşıyor. Çok seri; hikayeler uydurabiliyor; ve birçok dili ustaca konuşabiliyor. Bu becerilerinin grup için gerçekten faydalı olduğu sonradan anlaşılacak.”
Charlie’nin becerileri ise o kadar faydalı olmayabilir çünkü keskin nişancılık becerilerini kullanması gerektiğinde elleri titrer ve tabi özgüveni sarsılır. “Charlie savaşa uygun olmadığı gerekçesiyle eve gönderilmiş. Günümüzde onunkine Travma Sonrası Stres Bozukluğu teşhisi konuyor” diyor bu roldeki aktör Ewen Bremner ve şöyle devam ediyor: “O zamanlar buna savaş bunalımı deniyordu. Tüm böbürlenmesine ve küstahlığına rağmen, Charlie savaş alanında kritik bir anda dağılıyor.”
Belçika kırsalının derinliklerinde, karanlığın örtüsü altında, Diana ekibin son üyesiyle tanıştırılır: Kara borsacı, sadece Şef olarak bilinen, çok uzun boylu bir Amerikan yerlisi. Düşmanlıklar içinde tarafsız bir oyuncu olduğu için, bağımsız bir işadamı olarak hareket eden Şef, yalnızca savaşın sunabileceği bir özgürlükten yararlanarak, düşman hatlarının ilerisine mal sevkiyatı yaparak kendine yer edinmiştir.
Karar kendine ait olduğu sürece her iki tarafta da bulunmaktan memnun bu soğukkanlı adamı Eugene Brave Rock canlandırdı. “O, ihtiyacınız olan her şey için başvurabileceğiniz biri” diyor Brave Rock ve ekliyor: “Üstelik orada özgür bir adam; oysa, Amerika’da özgür olmazdı.”
Karakter, Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak savaşa gitmiş onun gibi adamlara dayanıyordu. Jenkins şunu aktarıyor: “ABD’de şiddet ve adaletsizlikle her şeylerini kaybetmiş olan Amerikan yerlilerinin memleketlerindeki dehşetten kaçmak için savaşa gönüllü olduklarını öğrenmek benim için çok sarsıcıydı.”
Şef, ayrıca, Diana’da başkalarının göremediğini görür. “Başka herkes ona baktığında güzel bir kadın görüyor. Şef onun gerçekte ne olduğunu, onun gözlerindeki ruhaniyeti fark eden yegane kişi” diyor Brave Rock.
Dehşet verici şeyler yaşamış biri daha vardır: Dr. İsabel Maru. Ama o kendini bunları kucaklamaya, hatta insanoğlunun yüreğindeki kötülüğü daha da arttırmaya adamıştır. Alman ordusu tarafından beslenmiş olan dehası kimyasal savaşı geliştirmeye yönelmiştir; kimyasalların kullanımıyla neredeyse akıl almaz boyutta bir katliam mümkün olacaktır.
Zehirci doktoru canlandıran Elena Anaya’ya göre, “Dr. Maru zayıflardan nefret ediyor; zayıf olmaktan da nefret ediyor. Bilim ile savaşın evliliği olan işini öylesine seviyor ki bundan zevk alıyor gibi görünüyor. İnsanoğlunu yok edebilecek yeni formüller icat etmeye odaklanarak gece gündüz çalışabilir.” Dr. Maru’nun yara izleri vardır ama en büyük hasar yüreğinin derinliklerindedir. “Onda empati yok” diyor Anaya ve ekliyor: “Çıldırmış bir aklı ve karanlık bir ruhu var. Dolayısıyla, Ludendorff’la birbirlerini çok iyi tamamlıyorlar.”
Filmin ürkütücü kötü adamı olan kaçık General Ludendorff’u aktör Danny Huston canlandırdı. Huston bu karanlık yürekli karakter için şunları söylüyor: “Ludendorff dogmatik, inatçı, kararlı ve iflah olmaz bir kazanma arzusuna sahip. Bireyler için sevgi duygusundan yoksun; zafere ulaşmak için büyük kayıplar vermeye fazlasıyla istekli. Haliyle, başa çıkılması zor bir güç.”
Madalyalarla dolu üniformasını gururla taşıyan Ludendorff “bizim süs ve gösterişe hayranlığımızı temsil ediyor” diye devam ediyor Huston. “Onun tavrı bir imparatorluk anlayışına uygun… Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlara bakarsanız, Roma İmparatorluğu’nun kırmızı ve altın renkleriyle giyindiklerini görürsünüz. Tüm bu öğeler tarihsel olarak bizim daha geniş kültürümüzün birer parçası. Onları bugün bile tamamen göz ardı edebileceğimizi sanmıyorum. İşte bu yüzden, Ludendorff’u canlandırmak çok ilginçti.”
Ludendorff, Diana’ya yaklaştığında, her an gerçekleşmesi beklenen antlaşmaya rağmen, o gecenin zafer kutlaması olduğunu iddia eder çünkü “Savaş insan kurban edilmesini isteyen bir tanrıdır. Buna karşılık, savaş insana amaç verir, küçük ahlaki yaşamından yükselip kendinden daha iyi olması için bir fırsat sunar.”
Bu sözcükler Diana’yı altüst eder. Onu durdurması gerektiğini anlar, yoksa savaş asla bitmeyebilir.
“Onu daha önceki bütün Amazonlardan daha ağır eğiteceksin.
Beş kat daha ağır. On kat daha ağır. Senden bile daha iyi olana kadar!”
—Kraliçe Hippolyta
Savaş tanrısıyla savaşmak için, Gadot’un bir Amazon savaşçısı gibi görünmesi gerekiyordu. “Bu, Diana’nın ilk gerçek savaşı” diyor aktris ve ekliyor: “Bundan önce sadece antrenman yapıyordu. Şimdi ise kendini ve diğerlerini gerçekten savunmak zorunda.”
Doğru fiziğe ulaşmanın karakterin gerçekçiliğini sağlayabileceği gibi, zedeleyebileceğini de bilen Gadot antrenmanlarda varını yoğunu ortaya koydu. Aktris şunları söylüyor: “Yapım öncesinde antrenmanlar, binicilik, dövüş sanatları ve bol miktarda bedensel çalışmalar için beş ayım vardı. Hayranlık duyduğum ve ilham aldığım muhteşem insanlarla çalıştım. Bunlar arasında antrenörüm Ruda Vrba ve binicilik eğitmenim Dan Naprous bulunuyordu. Ne kadar yorucu olsa da, kendimi güçlü, fit ve hazır hissettim.”
Kimi başrol kimi yardımcı roldeki yaklaşık 35 kadının fiziksel dönüşümü Vrba ve Mark Twight’ın da aralarında bulunduğu birden fazla eğitmenin sorumluluğundaydı. Twight bu konuda şunları söylüyor: “Rol için bir kişinin fizikselliğini değiştirmek tek kişi için olağanüstü bir sorumluluktur. Bizim dans, jimnastik, yüzme, çeşitli dövüş sanatları ve atletizm geçmişi olan birçok kadınımız vardı. Bu kadınlardan bazılarının hareketlerini izlerken, ‘Vay canına, bu gerçek bir sporculuk’ diye düşündük.”
Gadot -kas geliştirerek, ağırlık kaldırarak ve kardiyo yaparak- diğer Amazonları canlandıran dublör ve sporcu rol arkadaşlarıyla birlikte çok çalıştı. Gadot’a eşlik eden Amazonlar ve onları canlandıran aktrislerden bazıları şöyle sıralanabilir: Menalippe rolünde Norveçli aktris Lisa Loven Kongsli; Senatör Acantha rolünde Ugandalı Florence Kasumba; Philippus rolünde Ann Ogbomo; Artemis rolünde şampiyon boksör Ann J. Wolfe; Euboea rolünde Wushu ustası Samantha Jo; Penthiselea rolünde CrossFit şampiyonu Brooke Ence; pentatloncu Jenny Pacey; tracking yıldızı Moe Sasegbon; küçük Diana rolünü üstlenen ve henüz sekiz yaşındayken şampiyon bir binici olan Lilly Aspell.
Karmaşık savaş sahneleri için gerekli olan yoğun koreografi ve silah eğitimi de hazırlıkların bir parçasıydı. Dublör koordinatörü Damon Caro’nun önderliğinde, kadınlar okçuluk, kılıç dövüşü, binicilik ve dövüş sanatları çalıştı. Bu hem bireysel hem de kolektif bir serüvendi.
“Her kadın için kişisel bir yol vardı” diyor Twight ve ekliyor: “Ama o yollardaki adımların pek çoğu ortaktı. Herkes aynı istikamete doğru giderken, herhangi bir zorluğu aşmak mümkündür. Kadınlarda çok daha fazla duygu olduğunu fark ettim. Rekabetçi ortamda bir grup erkek olduğunda, çoğu zaman konu kazanmaktır, daha eşkıya bir hava vardır. Duygusal olarak daha az gelişmiş olduğumuzu söylemek istemiyorum; sadece hislerimizi kolayca ortaya koymayız. Kadınlar ise daha paylaşımcı, ‘bu işi hep beraber yapacağız’ gibi bir yaklaşımları var.”
Twight şöyle devam ediyor: “Birbirleriyle karşılaştıkları takım egzersizlerimiz vardı. Ama onlar bu egzersizlere, ‘Biz kazanacağız, demek ki biz daha iyiyiz’ diye bakmadılar; daha çok, ‘Birbirimizi zorlayarak birbirimizin daha iyi olmasını sağlıyoruz’ şeklinde baktılar.”
Sonuçlar aktrisler için gerçekten de dönüştürücüydü. “Desteklediğiniz, saygı duyduğunuz ve sevdiğiniz bir kadın güruhuyla bir kumsala doğru atlarınızla koşturmak müthiş bir deneyimdi” diyor Connie Nielsen ve ekliyor: “Setteki dostluğun nasıl olduğunu anlatmama kelimeler yetmez. Etle tırnak gibiydik.”
Çekim zamanı geldiğinde, Nielsen kendinde yeni bir özgüven de keşfettiğini belirtiyor: “Büyük göğüs zırhları içinde dövüş sahneleri çekerken, vücudunuza muazzam bir yük biniyor. Ve bir an geliyor ki kendi fiziksel gücünüze, bedeninizin yapmak zorunda olduğu şeyi yapacağına güvenmeniz gerekiyor. Son derece ödüllendirici bir deneyimdi.”
Roven tamamı kadınlardan oluşan ordunun at sırtında kumsala doğru doludizgin gittikleri sahneye ilk kez tanık oluşunu şöyle aktarıyor: “Olağanüstü bir Amazon süvari birliğiydi ve sahiden ışıldıyorlardı. Her biri Amazon savaşçısı ünvanını gerçekten hak etti.”
DC bence bu işi Marvel’dan daha iyi yapacak gibi geliyor sonuçta DC evrenin daha karanlık sinematografiye daha uygun