Suikast Treni’nde Brad Pitt tarafından canlandırılan kiralık katil Uğur Böceği (Ladybug), ardı ardına kötü giden işlerinden sonra sıradaki işini olaysız bitirmeye kararlıdır. Gelgelelim kader ağlarını örmektedir. Uğur Böceği dünyanın en hızlı trenindeki son işinde, tüm dünyadan ölümcül rakipleri ve onların birbiriyle bağlantılı ama bir yandan da birbiriyle çatışan planlarıyla yüz yüze gelir.
Deadpool 2’nin yönetmeni David Leitch imzasını taşıyan film, günümüz Japonya’sında geçen, nefes kesici ve yüksek tempolu bir yolculuğu ekrana yansıtıyor.
SUİKAST TRENİ HAKKINDA
Suikast Treni’nde sessizce işini yapmaya çalışan suikastçı Uğur Böceği rolünü canlandıran Brad Pitt, “Uğur Böceği bir varoluş krizi içinde” diyor. “Son zamanlarda aldığı bir sürü iş sarpa sarmış durumda ve felaket giden tüm bu işlerdeki ortak noktanın kendisi olduğunu düşünüyor. Kötü şansının hayatının her yönüne damgasını vurduğundan emin. İşleri de bundan etkilenmekte ve artık bu gidişe net bir çözümle dur denmesi gerekiyor.”
Daha önce Deadpool 2 gibi filmlerle tarzını yansıtan yönetmen David Leitch’e göre, diğer filmlere hiç benzemeyen bir filmi yönetme şansı, kaçırılmaz bir fırsat. “Ne kadar orijinal ve cesur olduğuna bayıldım, tam yapmak istediğim türde bir film” diye belirtiyor. “Diyalogları keskin, eğlencesi kesintisiz. Ancak benim için en önemlisi, oyunculara işlerini iyi yapma fırsatı sunan, çok iyi tanımlanmış karakterler. Sonuçta ortaya çıkan, çılgın karakterlerle dolu, eğlenceli bir aksiyon gerilim filmi. Üstelik kader kavramı üzerine düşündüren bir yanı da var.”
Suikast Treni, birbiriyle bağlantılı ama aynı zamanda birbiriyle çelişen amaçları olan 7 karakteri bir araya getiriyor. “Kader bu karakterleri trende bir araya getiriyor ve onların enerjileri, olabilecek en garip şekilde kaynaşıyor” diyor, yönetmen Leitch’in hem iş ortağı hem de hayat arkadaşı olan yapımcı Kelly McCormick. “David için izleyiciye duygusal olarak da dokunacak bir film çekmek önemli. Tüm bu karakterlerle birlikte böyle bir fırsat doğduğunu görünce, kendini tüm benliğiyle filme adadı.”
Yönetmen Leitch, “Tüm bu karakterlerin insani birer yönü var” diyor. “Uğur Böceği, daha iyi bir insan olmak istiyor. Benzer şekilde, Brian Tyree Henry ve Aaron Taylor-Johnson tarafından canlandırılan iki kardeş birbirlerini koruyup kollamaya önem vermekte. Joey King’in karakteri sosyopat biri ama onun da babasıyla olan ilişkisinde herkes kendinden bir şey buluyor. Acımasız katillerle dolu bir yolculuk bu ama bir yandan da onlarla gülüp, onlarla ağlayabiliyorsunuz.”
Tüm bunlar, yönetmen olarak Leitch’in beklentilerine çok uygun. “Bugünlerde orijinal, farklı bir film yapmak çok zor ama biz başardık” diyor yönetmen. Kendi firması 87North kapsamında, hareketli sahnelere yeni bir bakış, macera filmlerine yeni bir tarz getirmeye çalışan Leitch, aslında sektöre dublör olarak girmiş. Zamanla dublör gerektiren sahnelerin yönetmenliği ve koreografisini üstlenmeye başlayan Leitch, Deadpool 2, Atomic Blonde, Fast & Furious Presents: Hobbs & Shaw ve John Wick filmlerine kendi tarzını başarıyla yansıtmış durumda. Yönetmene göre aksiyon filmlerinde daha yapılabilecek çok şey var. “Komedide de aksiyon var, korkuda da, gerilimde de. Tüm hayatım aksiyon filmleriyle geçti, artık bu DNA’ma işlemiş durumda. Aksiyon ekseninden ayrılmadan, cesur ve farklı fikirleri uygulayabilmek düşüncesi beni cezbediyor.”
Leitch-Pitt ikilisinin geçmişi, Pitt’in klasikleşmiş bazı filmlerine dayanıyor. Fight Club, Troy, Mr. & Mrs. Smith gibi birçok önemli filmde Pitt’in dublörü olarak yer alan ve güvenini kazanan Leitch, yönetmenlik koltuğuna oturduğunda Pitt ile çalışmaya devam etmekten çok mutlu. “Hep yakın ve güçlü bir iş birliğimiz vardı. Kader bizi bazen ayırsa da ne mutlu ki sonunda yine bir araya getirdi.”
Suikast Treni, Japonya’nın en tanınmış yazarlarından Kotaro Isaka’nın eserine dayanıyor. Filmin başyapımcılarından Yuma Terada ve Ryosuke Saegusa, günümüz Japon öykücülüğünü Hollywood’a taşımayı amaçlayan CTB firmasının kurucuları. Bullet Train’in stilize bir Japonya arka planında, tüm dünyadan katil karakterleriyle hayata geçirilmesi fikrini ortaya ilk onlar atmış ve Leitch’in çektiği filme tam destek veriyorlar.
Yazar Isaka, “Yıldızlarla dolu bir kadronun öyküye getirdiği enerji ve tutku, büyük heyecan veriyor” diyor. “Beklenmeyen, farklı bir Japonya’yla karşılaşmak çok şaşırtıcı ama bir o kadar da eğlenceli. Ben çok mutlu oldum, eminim ki izleyici de benim gibi hissedecek.”
Romanı filme uyarlayan senarist Zak Olkewicz, kader kavramını ön plana çıkartmanın uyarlamada büyük önem taşıdığını belirtiyor. “Düşündürücü noktalar var. Uğur Böceği, kötü şansla lanetlendiğini düşünüyor ama aslında onun başına gelenler, başkaları için iyi şans doğuruyor.”
Gerçekte Uğur Böceği’nin işinde eşsiz olmasının nedeni, bu kötü şansının ta kendisi. “Her işte bir şeyler beklenmeyen şekilde gidiyor. Uğur Böceği’nin hemen, o anda olaylara müdahale edip çözüm geliştirmesi, aslında onu müthiş başarılı kılıyor. Gerçekten onu trendeki herkesten daha iyi yapan şey, onun terslikler karşısında hemen pozisyon alma başarısı.”
Yedi karakterin her biri için bir öykü yazmak az iş değil. Bu yedi karakterin an be an trende nerede bulunduklarını takip etmekse başka bir sorun. “Öyle bir an geldi ki, yazı tahtam seri katilleri takip eden dedektiflerin duvarlarına dönüştü” diyor Olkewicz. “Herkesin hangi anda, nerede bulunduklarını gösteren sayısız çizgi ve not vardı. Tüm ekibin, karakterlerin yerini sürekli bilmesini sağlamanın başka yolu yoktu.”
Macerayı kurgularken, Leitch’in tasarım ekibi trenin hem içinde hem de dışında alternatif bir gerçeklik yaratmış. Leitch, “En eğlenceli işlerden biri, içinde olmak isteyeceğiniz ortamlar tasarlamaktı” diyor. “Yemek vagonu, uyku vagonu, Momomon temalı vagon. Tüm bu konumlarda farklı şeyler yapabileceğimiz düşüncesindeydik, tasarım için yaptığımız araştırmalar daha da fazlasını sağladı. Tek bir yolculuk, tüm bu alanlarda küçük, farklı yolculuklara bölündü.”
Trenin camlarından gözüken Japonya’yı oluşturmak için yapım ekibi öncelikle Tokyo-Kyoto arasındaki bölgeyi yüksek çözünürlüklü olarak görüntülemiş. Ardından, filmin geçtiği her vagonu ayrı stüdyolarda inşa eden ekip, önceden çektikleri Japonya görüntülerini vagonların dışına döşedikleri LED ekranlara yansıtmış. “Normalde bunu bilgisayar grafikleriyle halledersiniz, mavi ekran tekniğini kullanır ve akan manzaraları sonradan eklersiniz” diyor yönetmen Leitch. “Biz burada yüz metrelik trenin çevresini LED ekranlarla kapladık, bu sayede tren içi çekimleri doğrudan çekebildik. Bu yaklaşım aktörlerin performansına da olumlu yansıdı.”
UĞUR BÖCEĞİ
Uğur Böceği, sezgileri güçlü, yetenekli ama yıpranmış bir karakter. Ardı ardına ters giden işler onu oldukça kötü etkilemiş. Sıradan bir kuryelik işi gibi gözüken yeni görevini kabul eden Uğur Böceği, hiç beklemediği bir anda kendini camiasının en şöhretli, en acımasız isimlerinin arasında buluyor.
“Brad Pitt deyince genelde komedi düşünmezsiniz ama aslında zeki bir komedi oyuncusu ve vücudunu da çok iyi kullanıyor. Üstelik Uğur Böceği’ni sizin de özdeşleşmeye başlayacağınız şekilde canlandırıyor. Şansının kötü gittiğine emin ama görülüyor ki kötü giden şansı, başkalarının yüzünü güldürüyor.” diyor Leitch. McCormick ise “Brad gelmeden önce Uğur Böceği’ni kimin oynayacağı konusunda fikrimiz yoktu” diye belirtiyor. “Bu ilginç, farklı ve karmaşık bir karakter, çok da sıra dışı bir öyküsü var.”
MANDALİNA VE LİMON
Mandalina ve Limon (Tangerine ve Lemon), ikiz olarak anılsalar da aslında ikiz değiller. Gerçekte birbirlerinden hayli farklı iki karakter olmalarına rağmen, yaptıkları iş onları ayrılmaz birer arkadaş haline getirmiş. En şık mağazalardan giyinen Mandalina, gösterişli altın takıları ve jöleli saçlarıyla hemen göze çarpacak biri. Limon ise oldukça gamsız bir karaktere ve çizgi filmlerden edindiği ahlak anlayışına sahip ama yine de iş katilliğe gelince, ikizi kadar başarılı.
Leitch, bu yakın arkadaşlığı ekrana yansıtacak aktörleri bulmanın şart olduğunu düşünmüş. “Aaron Taylor-Johnson ve Brian Tyree Henry anında birbirlerine uyum sağladılar” diyor. Oyuncular da bu konuda aynı fikirde, kamera arkasındaki uyumlarının perdeye de yansıdığını söylemekteler. Taylor-Johnson “Mandalina ve Limon sürekli birlikteler ve birbirlerinden güç alıyorlar” diye belirtiyor. “Geçmiş yıllara dayanan bir iş birlikleri var.”
The Eternals ve Atlanta filmlerindeki rolleriyle tanınan Brian Tyree Henry, garip bir ikiliyi oynamanın eğlenceli bir manzara yarattığından emin: “Limon çok özel bir karakter. Çok samimi ve çocuksu, neşe dolu bir psikopat. Aaron’ın oynadığı Mandalina ise tam bir mükemmeliyetçi. Deli ama bir yandan da kaliteli şarap tadında bir sosyopat. Bu iki zıt karakter bir araya gelince oldukça garip gözüküyor ama bir yandan da harika sonuç veriyor.”
PRENS
Mandalina ve Limon için öldürmek, bir iş. Joey King’in canlandırdığı Prens (Prince) içinse öldürmek, keyif. Başkalarının kendisini dış görünüşüne göre değerlendireceğini bilen bu karakter, herkesi yanıltacak imajlar çizmeye dikkat ediyor. “Ne istediğini biliyor, tatlı görünüşü ve sıcak konuşması ile istediğini elde ediyor” diyor King. “Esasen sevgi ve saygıya aç ama bu ihtiyaçlarını acımasızlık perdesiyle örtmekte.”
Hulu’da yayınlanan yeni Prenses dizisinden, Suikast Treni’nde Prens rolüne geçen aktris, yönetmen Leitch’e bakılırsa canlandırdığı karaktere büyük bir derinlik katmış durumda. “Joey ilk okumalarını yaptığında hiç beklemediğimiz bir duygusallık ve ironi ile karşılaştık” diyor yönetmen.
KIMURA
Tokyo’dan basit bir suçlu olan Kimura, Shinkansen’e adım atarken dibi görmüş durumda. Kafası sürekli bulanık olan bu alkolik, oğluna saldıran kişiyi bulup intikamını almak, aile şerefini kurtarmak için trene biniyor.
İngiliz anne ve Japon babanın çocuğu olan, aktör ve dövüş sporcusu Andrew Koji, Kimura rolünü oynamakta. Koji, filmdeki şans ve aile gibi kavramların ve karakterin karmaşık yapısının kendisine seslendiğini belirtiyor. “Kimura gibi bir karaktere hiç rastlamamıştım, hele ki Bullet Train gibi büyük bir Hollywood yapımında” diyor sanatçı. “İlk gördüğünüz andan itibaren çıkmazlar içinde bir adam olduğunu anlıyorsunuz. Tüm filmin akışını değiştiren, kilit bir karakter.”
“Film, şans ve Uğur Böceği üzerine kurulmuş. Kimura ise tüm hayatını şanssızlıkla geçirmiş birisi.” Yönetmen Leitch ise “Film Uğur Böceği’nin hikayesi ama filmin duygusal merkezinde Kimura ve İhtiyar arasındaki karmaşık ilişki yer alıyor.”
Kimura’nın az konuşan, tavizsiz babası İhtiyar (Elder) karakterini canlandıran Hiroyuki Sanada, kendi halinde ama gerekirse ailesini korumaya hazır çiçekçiye hayat veriyor. “Bu rolü almak rüya gibiydi, hele ki baba rolünü Hiroyuki Sanada’nın oynadığını öğrenince…” diyor Koji. “Oyunculukta yolumun Hiroyuki Sanada ile kesişeceğini hiç tahmin etmezdim.”
Oğlu Kimura için endişeli olan İhtiyar, trende Uğur Böceği ile sohbet ederken bir öykü anlatır: “Tentou-mushi, yani uğur böceğinin Japoncası hakkında biraz konuşuyorlar. İnsanoğlunun bu dünyada çektiği 7 derdin her biri için böceğin kabuğunda birer siyah nokta olduğunu anlatıyor. Tentou-mushi şanslı değil ama tüm kötü şansı kendisinde toplayarak başkalarının huzur içinde yaşamasını sağlıyor. Bu bence harika bir sahne, insanın dünyadaki yeri ve rolünü kabul etmesi üzerine nefis bir sohbet.”
ARI
Zazie Beetz (Deadpool 2, Atlanta), dördüncü katil olan Arı (Hornet) rolünü oynuyor. Aldığı her işi fark edilmeden tamamlayan, kılık değiştirme ustası Arı’nın kurbanları, genellikle son nefeslerini başlarına ne geldiğini anlamadan veriyorlar.
“Film kapsamlı bir kedi-fare oyunu” diyor Beetz. “Film boyunca kılıktan kılığa giriyorum.”
Beetz için özellikle heyecan verici olan detaysa, peruklar. “Normalde asla peruk takmam” diyor oyuncu. “Filmlerimde her zaman kendi doğal saçımla oynarım. Bu filmdeyse tam aksine, sürekli peruklayım.”
KURT
Suikastçılar takımını, hayranlarının Bad Bunny ismiyle tanıdığı Benito A. Martinez Ocasio tamamlıyor. Ödüllü sanatçı, Uğur Böceğ’iyle görülecek hesabı olan tetikçi Kurt’u (Wolf) canlandırmakta.
“İlk başta Kurt rolünü yaşını başını almış bir iş adamı görüntüsünde düşündüm” diyor yönetmen Leitch. “Görüp geçirdikleri, deneyimi sayesinde çok tehlikeli bir karakter. Derken Bad Bunny karşımıza çıktı ve her şeyi değiştirdi. Onu Narcos’daki rolünden tanıyorduk. Çalışma disipliniyle bizi kendine hayran bıraktı. Rolünü tüm kalbiyle oynadığını görünce, canlandırdığı karaktere sıradan bir intikam arayışından öte, bir de aşk acısı yükledik. Bu, en sert kavga sahnelerine bile yansıyarak karakterin insan yönünü öne çıkarttı.”
Güçlü karakterlerden oluşan bu ekibi münzevi bir Rus mafya babası olan Beyaz Ölüm (White Death, Michael Shannon), Uğur Böceği’nin becerikli temsilcisi Maria (Sandra Bullock), Beyaz Ölüm’ün oğlu (Logan Lerman), Kondüktör (Masi Oka) ve olaylara istemeden de olsa karışan, yaklaşık 2 metre uzunluğunda bir Tayvan mavi yılanı olan Edwina tamamlıyor.
SORUN DEĞİL, FIRSAT! -YA DA YAPIM HAKKINDA-
Suikast Treni’ni yönetmek gündeme geldiğinde Leitch, karşısındaki en büyük zorluğun, tüm bir filmi tek bir kapalı mekânda nasıl çekebileceği olduğunu belirtiyor. “Sorun, trende olmamızdı. Ancak bu aynı zamanda farklı bir şeyler başarabilmek için fırsattı. Önünüze zorluklar, engeller çıkmadan bir şey başaramazsınız. Bizim karşımızdaki zorluk, karakterleri geniş bir arenada değil de yemekli vagonda, tuvalette, yataklı vagonda dövüştürebilmek oldu. Koreografi alabildiğine zorlandı, tüm yaratıcı fikirler ortaya atıldı ve değerlendirildi.”
Birbirinden farklı vagonları tasarlamak, yapım tasarımcısı David Scheunemann ve görüntü yönetmeni Jonathan Sela’ya bırakılmış. “İyi bir sahne tasarlamanın sırrı, ileride gerekebilecek her aydınlatma öğesini en baştan sahneye eklemek” diyor Scheunemann.
Tasarımcının planlarıyla işe başlayan yapım ekibi, içleri değiştirilebilen ve farklı vagonlara dönüştürülebilen iki tren vagonu inşa etmiş. Bu aşamada en çok da ailelere yönelik, Momomon temalı vagonda uğraşmışlar, çünkü tüm vagonun iç ve dışının sıcak, pembe kaplamalarla donatılması gerekmiş. Scheunemann, tüm Momomon ailesini tasarlarken, kostüm tasarımcısı Sarah Evelyn da yolcuları karşılayacak tam boyutlu figürler için Momomon kostümleri hazırlamış.
Bütün bu ortamlardaki her detay, aslında suikastçılar için silaha dönüşecek bir fırsat. “Hızlı trende bu kadar çok silah olmasını beklemezsiniz ama tabanca var, bıçak var, kılıç var, bir yılan var, su şişeleri var, laptoplar var. Hatta süpürge sapına bantla tutturulmuş bir mutfak bıçağımız bile var.”
Sony stüdyolarındaki Sahne 26, film için yapılan 2 vagonu konuk etmenin yanı sıra, yapım ekibi tarafından 5 farklı tren istasyonuna dönüştürülmüş. Los Angeles Kongre Merkezi binası, yine film için Tokyo İstasyonu haline getirilmiş. Şehirdeki bir ara sokak, ışıklı tabelaları, yiyecek stantları ve kalabalığıyla tipik bir Tokyo caddesine çevrilmiş.
Trenin camlarından saatte 400 km. hızla akacak Japonya manzaraları, tüm treni çevreleyen LED ekranlardan duvarlarda görüntülenmiş. Gerçek hızlı trenlerde ve istasyonlarda çekime izin verilmediği için, ekip Japonya kırsalı görüntülerini otobanlarda daha düşük hızla kaydedip, sonra bu görüntüleri hızlandırmış.
SUİKAST TRENİ’NDE AKSİYONUN DANSI
Yönetmen Leitch’in uzun dublörlük geçmişi, aksiyon sahnelerini yönetirken yıldızlaşmasını sağlıyor. “Aslına bakarsanız her dövüş kendi içinde minik bir öykü” diyor yönetmen. “Başlangıç, gelişme ve sonuç var, karakterler var. Dövüş sahnelerinde dublörlük yaparken, yönetmenliğe böyle böyle merak sardım.”
Dublörlükteki deneyimini firması 87North’a taşıyan Leitch, filmde kendisine destek olan yönetmen yardımcısı Greg Rementer ile yoğun iş birliği yapmış. Filmin ufak, kapalı alanlarda geçen sahneleri, aktörlerin dublör kullanmasına engel olmuş. “En başta Brad olmak üzere, herkes aksiyon sahnelerinde kendisi oynamak zorunda kaldı” diye belirtiyor Rementer.
Rementer, Pitt’in bu zorluğu başarıyla göğüslediğinden ve diğer oyunculara da örnek olduğundan bahsetmeden geçmiyor: “Brad zaten aksiyon filmleri geçmişine sahip, üstelik eski dublörü David ile birlikte çalışmanın rahatlığı da var. Fiziği de uygun olduğu için, Uğur Böceği karakterini müthiş canlandırıyor. İzlemesi çok keyifli.”
Uğur Böceği’nin dövüş tarzını geliştirirken Leitch’e ilham kaynağı olan isimler Jackie Chan, Buster Keaton ve Harold Lloyd. Diğer yandan, özellikle ilk çatışmalarda kötü şansından korkan Uğur Böceği’nin çekimser bir tavrı da dikkatlerden kaçmıyor. Rementer “Her dövüşün kendi öyküsü, tarzı ve akışı vardır, biz her karakter için bu kavramları yeniden düşünmeye dikkat ettik” diye belirtmekte.